Alim - Arif /Maneviyata yolculuk

Alevilikte Ahlak, İrfan gibi manevi konuları bu bölümde paylaşabilirsiniz.
Cevapla
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

Alim - Arif /Maneviyata yolculuk

Mesaj gönderen N.K.Caferi »

Resim

Resim

Âlim - Arif

Alim bilendir arif tanıyan. Bilmek ve tanımak birbirini tamamlayan ancak birbirinden farklı olan iki kavram.Kitaplardan öğrenilen bilgi bizi en fazla âlim yapar, kitap yoluyla birçok şeyin bilgisine erebiliriz ama o tanıma ufkuna eremeyiz.

Arifin âlime bazı kritik noktalarda üstünlüğü vardır gerçi irfansız ilim ve ilimsiz irfan yarımdır ama arif bazı yerlerde âlimi fersah fersah geçer

Bir hikâye anlatılır
Ressamın biri bütün resimlerini çift yaparmış yani bir yapacağı nesnenin aslını çizermiş birde yanına benzerini. çizdiği tabloda çift insan, çift ağaç, çift güneş görünürmüş.ressam bir gün vefat eder.sanat eleştirmenleri tartışmaya başlar ressam niçin nesneleri çift çiziyordu diye..sonunda bir göz doktoru buna açıklık getirir bu bir göz hastalığı olmalı der çift gördüğü için çift çiziyordu..doktorun bu görüşü kabul görür yıllarca.daha sonra bu görüş bir köylünün kulağına gider köylü bunu duyar duymaz yere yatar gülmeye başlar böyle saçmalık olmaz der, köylünün arkadaşı bunu uzmanlar söylüyor sen ise saçma deyip gülüyorsun sen bir köylüsün gözden ne anlarsın resimden ne anlarsın der.köylü cevap verir iyide dostum der çift gördüğü için çift çizseydi çizdiği yerde kaç tane görürdü?çift gördüğü için çift çizseydi çizdiği resmide çift göreceği için çizdiği yerde 4 tane görecekti.çizdiği yere ancak bir tane çizebilirdi çünkü çizdiğini de çift gördüğü için dışarıda gördüğü nesneyle ancak bu yolla bir benzerlik kurabilirdi.
Şimdi o göz doktoru âlimdir köylü ise arif. o göz doktoru yaşantıyla bütünleşmemiş bir bilgiye dayanıyor ama köylünün dayanacağı sırtını yaslayacağı bir bilgisi yok bu yüzden direk kendine soruyor çift gördüğüm için çift çizersem çizdiğim yerde kaç tane nesne görürüm diye. Yani doğrudan yaşantısına gözlerine soruyor soruyu. Doktor hafızasındaki bilgilere dayanıyor yaşantıya değil sağduyuya değil. Bu yüzden hata yapıyor. Köylünün hafızasında bir bilgisi yok bu yüzden doğrudan sorunun kendisine ve kendi deneyimine, sağduyusunu dayanmak zorunda. Zaten hafızaya ve bilgiye dayanmadan soruya bakınca soru kendini deşifre ediyor. Bu hikâye âlimle arifin problemlere yaklaşımını gösteriyor.

Allah’ı maneviyatı tanımakta kitabi bilgiden çok irfan lazım geliyor. Bedenimizde kanımızda canımızde yaşantımızda hissetmediğimiz bizim olamıyor.

Resim

Nasıl ki duyma ile anlama arasında fark varsa, anlama ile idrak etme arasında da o kadar fark vardır. Anlama; size söylenen kavramı, o konu ile ilgili ön bilgileriniz doğrultusunda kavramak, idrak ise; önyargısız sorgulama olayıdır. “Âlim” ile “Arif” arasındaki farkta işte tam burada yatar. Salt manada “Âlim” sadece anlarken, “Arif” ise idrak eder. Tabii şunu da atlamamamız lazım; “Arif” olanların büyük çoğunluğu “Âlim” olanlardır


devam edecek inşallah ...
En son N.K.Caferi tarafından 12 Kas 2010, 13:22 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

Re: Alim İle Arif

Mesaj gönderen N.K.Caferi »

Bir arı gibi düştüm bal kavanozuna…
Kanatlarım var amma;hükmü yok artık!

Elest meclisinde bir ahit vermişti Ademoğulları.Hakikat kadehine candan dudakları ile şahitlik etmiştik “o vakit”.Ve bir zaman ayrılık yurduna düştük..Adem ile birlikte inledik,yüreğimizi vuslat yeliyle korladık nice zaman.Kimimiz ise perdelere sarıldık,gün görmemiş odaları vardı kimimizin!Oysa O şah damarımızndan daha yakındı bize.O bize o kadar yakın;biz bir o kadar O’na uzak.Kimi başını göğe çevirdi,kimi ufukalara gözünü dikti…Aradık gayride seni Allah’ım!



Oysa kalp,dil,nefes,parmak ucu ve tüm azalar hep bir dilden ona şahitlik ediyordu,şayet kulak verip dinleseydik.Dinleyen işareti özünde “insanda” buldu ve başladı candan içre cana yolculuk.Arif tuttu yükünü ve dile geldi:

Aşk ile ister idik yine bulduk o canı

Gömlek edinmiş giyer bu suret ile bu teni

Yunus imdi sen senden ;ayrı değilsin candan

Sen sende bulmaz isen nerde bulasın anı.

Ara diyordu aşk ile tüm kalplerdeki müşterek ses.Öyle ya ne diye cümle ibadetler.Amaç neydi

Görmediğini nasıl severdi insan.Demiyor mu İmam Ali (a.s) “ben görmediğime tapmam”

Elbette bu yol zahirin ve batının kucaklaştığı bir yoldur.Bu makam mana birlikteliğinin yaşandığı makamdır.Arafatta attığımız taş nefs perdelerini araladığımızda hedefine ulaşmış olacaktır.Hadislerde buyurulduğu gibi “ namaz eğer sizi kötülüklerden alıkoyuyorsa namazdır”.Yine bir ayette denildiği gibi bizi Allah’a yaklaştırmayan oruç açlık ve susuzluktan ibaret olacaktır.Allah’ın buna ihtiyacı yok ama bizim elbetteki namaz gibi ibadetlere ihtiyacımız var.Dışı cilalanmış şişenin içi boşsa ne kıymeti olabilir ki.
İşte hedef Allah engel ise bizatihi biziz

“Hak ile kul arasında hicap kulun kendisidir.Allah zerreden güneşe katreden ummana kadar her yerde dopdolu"

İnsanın karanlık gecede görmemesi normaldir.Ancak bazen hakikat açıkça tezahür ettiğinde nurdan hiçbir şey göremez.Tıpkı karanlık odanın aniden aydınlatılması gibi insan gözlerini kısar ve yine bir şey göremez.Oysa Rahman bütün mücevharatı bir sandığa gizlemiş,şifrelerini insana talim etmiş (allemel esma-biz ona isimleri öğrettik bakara süresi )ve sandığı gönül okyanusuna atmıştır.Öyle ise insan kendi iç yolculuğuna yönelmeli yedi kapılı zindanda ki Anka kuşunu özgür bırakmalıdır.Bunun için her mümin Allah Resulünün izinde,İmamların bize sunduğu hakikatleri iyi idrak edip hayat ahlakı haline getirmesi zaruridir.Zira insanın amacı Rabbini bilmek olmalıdır. “Bilmiyorsanız zikir ehline danışın”( ayet).Zikir Kuran’dır ve onun gerçek Ehli Resulullah (saa) ve onun temiz ve pak Ehlibeytidir.Tevhid-i Hakikiye erişmenin yolu buradan geçer elbet

Devam edecek ....
Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

Re: Alim - Arif /Maneviyata yolculuk

Mesaj gönderen N.K.Caferi »

Resim

İnsan iki alemi bünyesinde birleştirir. Madde ve mana alemi.Her bir alemin kendisine has rızkı ve hayat şekli vardır.Maddî rızıklar gibi manevî rızıklar da kullara bir vesile ile ulaştırılır.Allahu Teala'nın dünya hayatında hükmü böyle cerayan eder.Maddi rızıkları biliyoruz.Manevî rızıkların başında iman, hidayet, ilim, ilahi muhabbet, zikir, nur ve feyiz gelmektedir.Kalbin, ruhun, nefsin, aklın, sırrın, vicdanın alması gereken manevî rızıklar vardır.

Ayrıca bu manevî cevherlerin ayrı ayrı vazifeleri vardır. Çünkü insanın bir yönü mülk aleminin şartlarına göre yaratılmıştır. Diğer yönü ise melekût aleminin özelliklerini taşır.

Mülk alemi, dünya ve içindeki hayat şartlarıdır. Yani beş duyu ile yaşadığımız alemdir.

Melekût alemi, gözle görülmeyen gayb ve sır alemidir.

Melekler, gökler, ruhlar, Arş-ı Azam, Kürsi ve Yüce Allah'ın gözlerden gizlediği diğer alemler melekût alemini oluşturur.

Bedenimiz mülk, kalbimiz melekut alemiyle irtibat kurmak için bize verilmiştir.

İnsan kalbi, Yüce Allah ile irtibat kurmak için yaratılmıştır.İnsan, kalbi ile gayb alemine adım atabilir.Ruhu ile o alemde dolaşabilir.

İnsan özel bir terbiye ile meleklerin arasına girebilir. Yüce Allah'ın huzurunda sevilip kabul görebilir.

İnsan oğlu, bedeniyle yerde, ruhu ve kalbiyle gökte bulunabilir.

Kısaca insan kendisini aşabilir ve Yüce Rabbine ulaşabilir.

O'nun varlığını sadece nakil ve akılla değil, kalbi, ruhu, vicdanı, sırrı ve diğer latifeleriyle anlayabilir.
Buna arifler müşahede derler, vuslat ismini verirler.

Resûlullah Efendimiz (s.a.v) kalbin bu derece ilim, irfan ve nura ulaşmasını "İhsan hâli" diye tanıtır.Bu hâli biz de yaşayabiliriz.

Çünkü erkek-kadın her insan onlara davet edilmiştir.

Bu davete uyup o yola çıkanlara ne mutlu. Çünkü onlar ölmeyen bir dosta ve ölümsüz bir dostluğa doğru gidiyorlar.

Allah dostluğu bu maneviyat iklimine adım atmakla başlıyor.

Her şey bu ilk adıma bağlıdır. İlk adım da iradeye. Bundan sonrası Yüce Allah'ın takdirine kalır.

Maddi-manevî bütün rızıklar Yüce Allah'ın elindedir. Kimse yarın ne yiyeceğini bilmediği gibi, manevî hal olarak neye ulaşacağını da bilmez. Ancak rızkımızı aramak ve hayırlı rızık istemek dinimizin emridir.

Bu nur iklimine adım atmaya ve orada kalp ayağı ile yolculuk yapmaya arifler "seyr-u sülük" ismini verirler. Manası, sevgi ve iradeyle Yüce Allah'a gitmektir.
Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

Re: Alim - Arif /Maneviyata yolculuk

Mesaj gönderen N.K.Caferi »

Resim

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,

TEVHİDLE İLGİLİ .

"De ki: O Allah tektir. Allah, Samed'dir (Her şey O'na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir.) Doğurmamış ve doğmamıştır ve O'nun hiçbir eş ve benzeri yoktur." [1]

"Göklerde ve yerde olan her şey O'nu tenzih eder. O üstündür ve yüce hikmet sahibidir. Göklerin ve yerin saltanatı O'nundur. O diriltir ve öldürür ve O her şeye kadirdir. Evvel ve ahir, zahir ve batın O'dur ve O her şeyi bilendir." [2]

"O, öyle bir Allah ki, O'ndan başka bir ilah yoktur. Gizliyi de bilir, görüneni de. O, Rahman (dünya ve ahirette varlık rahmetini her şeye sunan) ve Rahim (dünya ve ahirette has rahmetini yalnızca mü'minlere sunan)dır. O, öyle bir Allah ki, O'ndan başka bir ilah yoktur. Her şeyin sahibidir. Ayıplardan ve noksanlıklardan münezzehtir. Esenliktir ve kullarını esenliğe erdirir. İnanan ve inandırandır. Her şeyi koruyandır. Mutlak saltanat sahibidir. Eksiklikleri giderendir. Uludur. Allah müşriklerin şirk koştuğu şeylerden münezzehtir. O Allah, yaratan, var edip olgunlaştıran ve şekil verendir. Bütün güzel adlar O'nundur. Göklerde ve yerde ne varsa O'nu tenzih eder. O mutlak üstünlük ve hikmet sahibidir." [3]

Hz. İmam Rıza (a.s) babaları aracılığıyla Hz. Ali (a.s)'dan o da Hz. Resulullah (s.a.a)'den naklettiği bir hadiste Hz. Resulullah şöyle buyuruyor: "Allah Teala buyuruyor: "Benden başka bir mabud yoktur. Bana ibadet edin. Sizden kim, "la ilahe illallah" şehadetini halis kalple söylerse, benim kaleme girmiş olur ve kim benim kaleme girerse, azabımdan emin olur." [4]
"Uyun-u Ahbar-ı Rıza" ve Şeyh Saduk'un "Tevhid" adlı kitabında yer alan bu hadisi, Şeyh Tûsi "Emali" adlı kitabında şöyle nakletmiştir: "Hz. İmam Ali (a.s) Hz. Resulullah (s.a.a)'in şunları buyurduğunu söyledi: "Cebrail-i Emin Allah Teala'nın şunları buyurduğunu bana haber verdi: "Benden başka bir mabud yoktur. Ey kullarım! Bana ibadet edin ve bilin ki, sizden kim, "la ilahe illallah" şehadetini halis kalple söyleyerek benimle mülâkat ederse, benim kaleme girmiştir. Kim de benim kaleme girerse, azabımdan emin olur." Bu sırada o Hazret'ten: "Şehadeti halis kalple söylemenin manası nedir?" diye sordular. Hazret: "Allah'a ve Resulüne itaat edip, Ehl-i Beyt'inin velayetini kabul etmektir" cevabını verdi."

İHSAN

Allah bu İslam dinini üç mertebe kılmıştır: İslam mertebesi, iman mertebesi ve en yücesi olan ihsan mertebesi İhsan, İslam derecelerinin en üstünüdür Çünkü, Alemlerin Rabbi'ne yakın olmak ve O'nun katında bir sevgi elde etmek, nefse ihsan ile ve insanlara ihsan ile olur Kul bunları birlikte yaparsa Rabbine daha yakın olur İhsan; bütün ibadetlerle ve hayır çeşitleriyle, onu tüm haramlardan uzak tutarak nefse faydalı olmayı ve her türlü hayırla insanlara faydalı olmayı kapsar
İhsan, yürüyenlerin ulaştığı konakların en üstünü ve ibadet derecelerinin en yücesidir Allah'ın salih kullarının en iyi halidir

Allah Teâlâ (c.c) şöyle buyurur: (Bu dünyada ihsan ile hareket edenlere bir güzellik vardır Ahiret yurdu ise elbette daha hayırlıdır Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir)

Allah Teâlâ ihsana, dünya ve ahirette en büyük mükafatı vadetmiş ve ihsan sahiplerini yardımıyla kuşatmıştır Kudretiyle onları korumuş ve rahmetiyle onlara bol hayırlar vermiştir
İhsanın bir karşılığı da; Allah'ın, ihsan ile amel işleyenle özel bir birlikteliğinin olmasıdır Bu birliktelik; Allah'ın yardımıyla, desteğiyle ve korumasıyla, onu başarıya ulaştırmasıyla ve bütün işlerini ıslah etmesiyle olur Allah Teâlâ şöyle buyurur: (Şüphesiz Allah, hakkıyla sakınan ve ihsan edenlerle beraberdir) Ve şöyle buyurur: (Muhakkak ki Allah, ihsan edenlerle birliktedir)
Allah Teâlâ'nın, sözünde ve davranışında ihsan sahibi olan kulunu şanına layık bir sevgiyle sevmesi de ihsanın bir karşılığıdır Allah bir kulu severse, ona her hayrı verir ve her kötülüğü ondan uzaklaştırır Şöyle buyurur: (Şüphe yok ki Allah, ihsan sahiplerini sever)
İhsanın karşılığından biri de; Allah Teâlâ'nın ihsan sahiplerine her sıkıntı için bir kurtuluş, her darlık için bir çıkış ve her musibet için bir afiyet vermesidir Düşmanlarının tuzağından onları kurtarır İhsan sahiplerini çeşitli nimetler ve hayırlarla nimetlendirir Onlar için akibetin en güzelini yazar Allah Teâlâ, Yusuf aleyhisselam ve kardeşinin şöyle söylediklerini anlatır: (Allah bize lütfetti Çünkü kim hakkıyla korkar ve sabrederse şüphesiz Allah ihsan edenlerin ecrini zayi etmez) Ve şöyle buyurur: (Şüphesiz biz ihsan edenlerin ecrini boşa çıkarmayız)
Allah Teâlâ'nın ihsana verdiği karşılıktan biri de; Allah'ın, ihsan sahibinin kalbine attığı ve insanın onunla helalle haramı, hakla batılı birbirinden ayırdığı ilimdir

İhsanın ahiretteki sevabına gelince, o en büyük sevap ve en yüce karşılıktır Allah Teâlâ şöyle buyurur: (İhsanın karşılığı ancak ihsandır) Ve şöyle buyurur: (İhsan edenlere daha güzel karşılık ve ziyade vardır Yüzlerine ne bir toz bulaşır, ne de horluk kaplar İşte onlar cennet ehlidirler ve onlar orada ebedi kalacaklardır) Daha güzel karşılık, cennettir ziyade ise, Allah'ın kerim yüzünü seyretmektir Hadislerde mütevatir olarak geldiği üzere, mü'minler Kıyamet günü Rablerini göreceklerdir Allah'ın kerim vechini seyretmek, ihsanın karşılığı olmaya uygundur Çünkü ihsan, mü'minin Rabbine dünyada O'nu görüyor gibi ibadet etmesi olunca ahirette, Allah'ın kerim vechini seyretmek de ihsana verilen mükafat olmuştur Kafirlerin kalpleri Allah'ı tanımaktan ve O'nu gözetmekten mahrum olduğu gibi gözleri de Allah azze ve celle'yi görmekten mahrum olur Allah Teâlâ şöyle buyurur: (Hayır! Onlar şüphesiz o gün Rablerinden (O'nu görmekten) mahrum kalacaklardır)
Allah katındaki derecesi bu olan ihsan nedir? Dünya ve ahiretteki karşılığı bu olan ihsan nedir? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "İhsan; Allah'a, O'nu görür gibi ibadet etmendir Çünkü sen O'nu görmesen de şüphesiz O seni görür"
İhsan; namazı bütün yönleriyle tam olarak ikame etmek, Allah Teâlâ'ya yakınlaşmak, insanların uyuduğu vakitte Allah'a yalvarmak ve insanlara ihsanda bulunmaktır Allah Teâlâ şöyle buyurur: (Kuşkusuz onlar bundan önce dünyada ihsan ile davrananlardı Geceleri pek az uyurlardı Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı)
İhsan; nefisle savaşmak, şeytanla savaşmak, münafıklar ve kafirlerle savaşmaktır

İhsan, zenginlikte ve fakirlikte infak etmektir Öfkeye hakim olmak ve cahilleri affetmektir Allah Teâlâ şöyle buyurur: (Onlar bolluk ve darlıkta infak edenler, öfkelerini yutanlar ve insanları affedenlerdir Allah ihsan edenleri sever)
İhsan; hakka boyun eğmek ve onu sevmek; indirilen vahyi sakin kalplerle, işiten kulaklarla ve ağlayan gözlerle dinlemektir Allah Teâlâ şöyle buyurur: (Peygambere indirileni işittiklerinde, hakkı bildiklerinden gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün Derler ki: "Rabbimiz, iman ettik Artık bizi şahit olanlarla beraber yaz Rabbimizden bizi de salihler topluluğuyla birlikte (cennete) sokmasını ümit edip dururken, ne diye Allah'a ve bize gelen hakka iman etmeyelim?" Allah da onları söylediklerinden dolayı altından nehirler akan cennetleri, orada ebedi kalmak üzere, onlara mükafat olarak ihsan etti İşte ihsan sahiplerinin mükafatı budur)

***
Birazda manevi açıdan bakalım ;
ihsân duygusu, kalbde sâbitleşerek amellere yansımalı ki, vuslata mecrâ olsun. Yoksa murâkabe hâlini veya ihsân duygusunu yalnız dil ile ifâde etmek, gönle bir şey kazandırmaz. Bu yüzden muhabbetin fânîlerden Bâkî olana, yâni Rabb’e dönmesi zarûrîdir. Muhabbet Allâh’a râm olunca, kulda zühd hâli başlar. Zühd hâli başlayınca da nefse âid olarak mal gözden düşer, ancak Allâh’a âid olarak, yâni infak ile değer kazanır, asıl mecrâsına yerleşmiş olur. Çünkü gönül, artık Hakk’a olan muhabbeti amel-i sâlih kevseri ile besler. Artık sevdiğinin sevdiği ameller rûhuna haz verir.

Nasıl ki bir nehrin, denize karıştıktan sonra kendine âit bir akışı ve rengi kalmaz; artık ona denizin renk ve âhengi hâkim olur, ihsân da böyledir. Yâni ihsân, Hak’ta fânî olarak O’nun cemâlî tecellîlerine mazhariyettir.

O hâlde diyebiliriz ki ihsân, îmânın özü ve cevheridir. Bütün ibâdetlerde ve sâlih amellerde arzu edilen huşû, ihlâs ve takvâ gibi irfan meyveleri, ancak ihsân ile elde edilebilir. Zîrâ Hakk’ı görüyormuşçasına yapılan her amel-i sâlih ile, ihlâs dalları filizlenir, takvâ çiçekleri açar ve huşû meyvelerini verir. Beşer nazarlarından uzak mahallerde bile günahlardan sakınıp istikâmet üzere olmak, ancak “Rabbim beni görüyor” şuuru içerisinde olmakla mümkündür.

Hak dostları da, bir ömür hep bu hâlin tahsîlinde talebe olmuşlardır.

Nitekim, birgün annesi Veysel Kârânî Hazretleri’ne sordu:

“–Oğlum bütün bir gece sabaha kadar nasıl ibâdet edebiliyorsun? Buna nasıl dayanıyorsun?”

Cevap verdi:

“–Ey güzel annem! İbâdetimi özene bezene yapıyorum. Kalbim huşû ile öyle genişliyor ki, yorulmak nedir bilmediğim gibi, yeryüzü ve her türlü bedenî hislerle alâkam kesiliyor. Bir de bakıyorum ki, sabah oluvermiş!..”

“–Nedir bu huşû hâli ey Üveys?”

“–Huşû, bir bedene mızrak saplansa, canın haberi olmayışıdır.”

Yine İslâm târihinde meşhur bir hâdisedir: Bir muhârebede İmam Ali’min ayağına mızrak saplanmıştı. Iztırâbından dolayı çıkaramadılar. Nihâyet imam Ali (a.s)

“–Ben namaza durayım da öyle çıkarın!” dedi.

Dediği gibi yaptılar. Hiçbir zorluk çekilmeden mızrak kolayca çıkarıldı. Hazret-i Ali selâm verince sordu:

“–Ne yaptınız?”

“–Mızrağı çıkardık!” dediler.

Zîrâ imam Ali' m (a.s) vücûdu, namazın huşûu ve mânevî hazzı ile âdetâ erimiş, dünyâdan tecerrüt etmişti. imam Ali’nin bu hâli, ihsân ve murâkabe’nin canlı bir misâlidir.

İbâdetlerden zevk almak, onlardan yorulmamak, ancak ihsân duygusu ile mümkündür. Gönlünde ihsân duygusu olmayan kimse, namaz kılsa yorulur; namaz ona ağır gelir. Zenginse, zekât ve sadaka vermekten çekinir. Çünkü ilâhî murâkabeden uzak olduğu için îmânın lezzetini alamamıştır.

Bu îtibarla denilebilir ki; dosdoğru kılınacak namaz, gönülden verilecek zekat ve infak, muhabbetle tutulacak oruç, aşkla yapılacak hac, kalbi havf ve recâ arasında tutacak kalb-i selîm vasfı ve bütün güzellikler, hep ihsân hâlinin semeresidir.
İhsân ve murâkabe hâlinde olabilmek,

Cenâb-ı Hakk’ı çok zikretmekle mümkündür. Zîrâ zikir, aklın ve gönlün Hak ile irtibâtını sağlar ve irfânı kuvvetlendirir. Onun için Cenâb-ı Hak, Hazret-i Mûsâ ve Hazret-i Hârun’u, Firavun’a irşad vazifesiyle gönderirken şöyle buyurmuştur:

“Sen ve kardeşin, âyetlerimle (Firavun’a) gidin; beni zikretmekte gevşek davranmayın.” (Tâhâ, 42)

Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok yerde zikirle ilgili ilâhî emir vardır. Ancak sâdece bu âyet bile onun ehemmiyetini idrâk için kâfîdir. Zikir, kalbin yegâne cilâsı ve itmi’nân vâsıtasıdır. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“...Dikkat edin! Kalbler, ancak Allâh’ın zikriyle mutmain olur.” (er-Ra’d, 28)

Zikirle mutmain bir kalb, ilâhî nazarların tecellî mekânıdır. Çünkü o, artık ibâdetlerin fazîletine mâkes bir kalb-i selîm vasfında olup şu âyet-i kerîmenin sırrına nâil olmuştur:
“O gün, ne mal fayda verir, ne de evlâd! Ancak Allâh’a kalb-i selîm (temiz bir kalb) ile gelenler müstesnâ!” (eş-Şuarâ, 88-89)
Bunun için de, nefs engelini aşıp zikir, tevbe, zühd, te­vekkül, kanaat, sabır ve murâkabe gibi kalbî hâllerle kemâle ermek zarûrîdir.


Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

Re: Alim - Arif /Maneviyata yolculuk

Mesaj gönderen N.K.Caferi »

Hazret-i Peygamberimiz (s.a.a) ve O’nun şahsında bütün ümmete yüce bir fermân olan: «Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!» âyetinin muhtevâsına girebilmektir. Ki bu âyet, Rasûlullâh (s.a.a) saçlarını ağartmıştır.

Hazret-i Hatice, Hazret-i Hamza gibi nice sevdiklerini ve hâmîlerini yitirdi, hattâ altı evlâdının beşi sağlığındayken vefat etti. Bütün bunları rızâ ve teslîmiyetle karşıladı. Ancak, Rasûl-i Ekrem Efendimiz: «Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!» âyetinin bulunduğu “Hûd Sûresi beni ihtiyarlattı” buyurdu. (Bkz. Tirmizî, Tefsîr-i Sûre, 56/6)

Zîrâ vuslat yolu, çok uzun ve dar bir koridordur. İçi imtihan ve iptilâlarla doludur. Bir peygamber için bile, saçlarını ağartacak derecede mes’ûliyetler vardır. Bu yüzden Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her ânını ihsân hâlinde yaşamış ve o vuslat yolunda katettiği her merhaleden sonra dâimâ bir evvelki hâline tevbe ve istiğfâr eylemiştir. Ayrıca her an şâhid olduğu sonsuz ilâhî tecellîler karşısında kulluktaki acziyetini şöylece dile getirmiştir:

“Yâ Rabbî! Biz Sen’i, Sana lâyık bir mârifetle ta­nıyamadık...” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, II, 520)

Bu hakîkat ışığında ihsân ve murâkabe bahsinde bize düşen; Allâh’ın her an üzerimizde vâkî olan müşâhedesini idrâk ettikten sonra, hâllerimizi, ihsân hâlinin en büyük âbidesi olan Rasûlullâh (s.a.a) ve onun Pak masum Ehl-i Beyti'nin yüce hâllerine göre istikâmetlendirmektir

İhsân ve murâkabe duygusuna nâil olmak için gönlümüzde onun zemînini nefs tezkiyesi ve kalb tasfiyesi ile hazırlamamız ve: “İç âlemini temizleyen kurtuluşa erdi.” (eş-Şems, 9) âyetinin muhtevâsına girmemiz zarûrîdir.
Cenâb-ı Hak, cümlemize; îmân ve irfânımızı, bunların meyvesi olan bütün amellerimizi ve ömrümüzü kuşatan her türlü kulluk tezâhürlerimizi ihsân duygusu ve ilâhî murâkabe iklîminde îfâ edebilmeyi nâsîb eylesin inşallah amin

TAKVA konusu ile devam edecek.

Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
Özgür Arapoğlu
Mesajlar: 40
Kayıt: 24 Eyl 2010, 22:04

Re: Alim - Arif /Maneviyata yolculuk

Mesaj gönderen Özgür Arapoğlu »

selamun aleyküm
Sayın N K Caferi Allah razı olsun en fazla ihtiyacımız olan konulardan birisine değinmişsiniz umarım diğer okuyucular da bu konulara daha duyarlı olular.
eleştirdiğimiz bütün olaylar aslında insanların asıl olanı unutup feri konulara dalmalarından kaynaklanıyor. Ahlaktan yoksun ve Allah'tan uzak toplum ve toplumlardan olumsuzluklardan başka şey beklenmez. Bizlerde ahlaki konulara daha çok önem vermeliyiz. İmam Ali buyuruyor: "Kim kendisiyle Allah'ın arasını düzeltirse, Allah'ta onunlar insanların arasını düzeltir."
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

Re: Alim - Arif /Maneviyata yolculuk

Mesaj gönderen N.K.Caferi »

Ve aleykümselam Hocam

amin ecmain inşallah . Teşekkür ederim.

Saygı ve selamlarımla .
Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
Cevapla

“Alevi Ahlak ve İrfanı” sayfasına dön