Kendini ıslah etmede ilk adım

Alevilikte Ahlak, İrfan gibi manevi konuları bu bölümde paylaşabilirsiniz.
Cevapla
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

Kendini ıslah etmede ilk adım

Mesaj gönderen N.K.Caferi »

Resim

Ne zamana kadar gaflet uykusunda kalacak, fesad ve mahva gömülmeye devam edeceksiniz? Allah’tan korkun! İşlerin akıbetinden çekinin! Gaflet uykusundan uyanın! Henüz uyanmış değilsiniz siz, ilk adımı atmış değilsiniz daha! Bu yolda -nefsin ıslahında- atılacak ilk adım “uyanış”tır.[1] Ama siz uykudasınız; gözler açık, gönüllerse uykuda… Gönüller uykulu ve kalpler, işlenen günahların etkisiyle paslanıp kararmamış olsaydı doğru olmayan söz ve davranışlarınızı böylesine rahatça ve lakaytça sürdürmezdiniz asla. Ahiretle ilgili mevzularla ahiretin o korkunç “Akabe”lerini biraz düşünseydiniz üzerinizdeki ağır mesuliyet ve vazifelere daha fazla önem verirdiniz.



Sizin bir başka dünyanız da var; bir ahiret ve kıyamet de var sizin için (yani hiçbir hesap vermeyecek ve döndürülüp -hesap vermeye- getirilmeyecek olan diğer yaratıklar gibi değilsiniz siz). Niçin ibret almıyorsunuz? Niçin uyanmıyor, niçin kendinize gelmiyorsunuz? Neden bunca rahat bir şekilde kendi Müslüman kardeşlerinizin gıybetini yapıyor, onları çekiştirip duruyor, sözlerine -gizlice- kulak veriyorsunuz?! Gıybet için uzanan bu dilin kıyamet günü başkalarının ayakları altında çiğnenip ezileceğini biliyor musunuz? “Gıybetin, cehennem köpeklerinin yalağı olduğu”ndan[2] haberiniz var mı? “Bu ihtilafların, bu düşmanlıklar, kıskançlıklar, kötümserlikler, bencillikler, gurur ve kibirlenmelerin ne kadar kötü akibetleri olduğunu hiç düşündünüz mü?Bu rezilane ve haram amellerin akibetinin cehennem olduğunu ve ebediyen cehennem ateşinde kalmakla sonuçlanabileceğini biliyor musunuz?



İnsan, acısız hastalığa yakalanmaya görsün… Acı, insanı tedaviye doğru sevk eder; doktora, hastahaneye götürür insanı, acısı olmayan hastalıksa bilinemeyeceğinden, çok tehlikelidir. İnsan ancak iş işten geçtikten sonra farkına varır böyle hastalıkların. Psikolojik hastalıkların acısı olsaydı şükretmek gerekirdi, çünkü insanı tedaviye sevk ederdi bu. Ama ne yazık ki bu hastalıkların acısı yoktur. Gurur ve bencillik hastalığı acısızdır.

Diğer günahlar -da öyledir- hiçbir acı hissettirmeksizin kalbi ve ruhu çürütüverir, Bu hastalıkların acısı olmadığı gibi, görünüşte tatlıdır da; gıybet sohbetleri meselâ, bir hayli koyu ve tatlıdır da! Bütün günahların kökü olan “nefsine düşkünlük” ve “dünyaya düşkünlük”[3] zevk vericidir aynı zamanda! Su hastalığına yakalanan insanı[4] yine su öldürür, ama yine de son nefese kadar su içmekten zevk alır. İnsan bir hastalıktan zevk alır, üstelik acı da duymazsa elbette ki tedavi olmaya çalışmayacak ve bunun öldürücü olduğunu ne kadar söyleseniz de inanmayacaktır. İnsanoğlu dünyaperestlik ve zevkine düşkünlük hastalığına müptelâ olur da dünya sevgisi kalbinde yer ederse dünya ve dünyalıktan başka şeylerden usanıp bıkar; maazallah, Allah’a, Allah’ın kullarına, O’nun peygamberleri, velileri ve meleklerine düşmanlık duyar, kin ve nefret besler ve melekler, Münezzeh Allah Tealâ’nın emriyle onun canını almaya geldiklerinde büyük bir nefret ve usanç duygusu kaplar içini, çünkü Allah Teala ve meleklerinin onu sevgilisinden (dünya ve dünyevî işler) ayırmak istediklerini görür; binaenaleyh bu durumda, Hak Tealâ’ya düşmanlık duyup O’na nefret besleyen bir halle dünyadan göçmesi mümkündür!


Gazvin’deki büyüklerden biri “can vermek üzere olan birinin yanındaydım” diye anlatırdı, “son nefeslerinde gözünü açıp” Allah’ın zulmettiği kadar, kimse zulmetmedi bana! Çünkü bu çocukları büyütüp yetiştirinceye kadar neler çektim ben... Şimdi beni onlardan ayırmak istiyor! Bundan büyük bir zulüm mü olur?!” Evet, insan nefsini ıslah edip dünyadan vazgeçmez ve şu dünya sevgisini yüreğinden söküp atamazsa ölüm anında Allah

Tealâ ve velilerine karşı kin ve nefret dolu bir kalple can vermesinden korkulur! -Evet böylesine uğursuz bir kaderle karşı karşıyadır! Gemi azıya almış şu insanoğlu -bu haliyle- yaratılmışların en üstünü müdür, yoksa en kötüsü mü: “Andolsun asra ki insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak iman edip salih amelde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka.”[5] Bu surede sadece “salih amelde bulanan müminler” istisna edilmiştir. Salih amelse, ruhla uyumlu olan ameldir. Oysaki insanın amellerinin çoğu -ruhla değil- vücutla uyumlu ve mutabıktır. Üstelik “tavsiyede bulunmak” diye bir şey de yok -maalesef- Dünya sevgisi ve nefse düşkünlük size -böyle- galebe çalacak ve hakikatleri anlamanızı engelleyip amellerinizi Allah için ihlaslı kılmanızı önleyecekse, sizi hakka ve sabra tavsiyeden alıkoyup hidayete ulaşmanıza mania teşkil edecekse hüsran ve ziyandasınız demektir, hem dünyanız, hem ahiretinizi kaybetmiş olursunuz.


Çünkü hem gençliğinizi kaybetmiş, hem cennet nimetleri ve uhrevî iyiliklerden mahrum kalmışsınızdır, dünyanız da yoktur artık. Allah’ın cennetine sokulmayacak olanlar, ilahi rahmet kapılarının yüzlerine kapalı bulunduğu ve cehennem ateşinde ebediyen kalacak olanların hiç olmazsa bir dünyası var, onlar dünya nimetlerine sahipler, ama siz…


Allah göstermesin, dünya sevgisi ve nefse düşkünlüğün sizde giderek artmasına ve şeytanın imanınızı elinizden almasına yol açacak bir noktaya gelmekten sakının. Şeytanın bütün çabasının, insanın imanını çalmaya yönelik olduğunu söylerler.[6] Onun geceli gündüzlü bütün çabaları ve -kullandığı- gereçler hep insandan imanı kapıp kaçmak içindir. Sizin imanınızın sabit kalacağına dair kimse senet imzalamış değildir -sizin- imanınız pekala “emanet bir iman” olabilir[7] ve sonunda şeytan onu elinizden alıverir de Allah Tebarek ve Teala hazretleriyle (cc) velilerine karşı düşmanlıkla göçersiniz dünyadan. Bir ömür boyu Allah’ın nimetlerinden faydalanmış, İmam-ı Zaman’ın -as- sofrasına oturmuş olduğunuz halde işin sonunda, Allah göstermesin, imansız olarak ve velinimetinize düşman olarak can vermiş olursunuz sonra…



Eğer dünyaya bir ilginiz, alakanız, sevginiz varsa onu söküp atmaya çalışın. Bu dünya bütün gösteriş ve alımına rağmen, sevmeye değmez aslında; binaenaleyh, şu görünüşteki yaşam -gereçlerin-den mahrum kalmanın ne kadar değersiz olduğu ortada zaten. Sizin dünyada gönül verip bel bağlayacağınız neyiniz var? İşte, -alt tarafı- bir mescid, mihrab, medrese veya evin bir köşesidir sizinki; iş böyleyken, kalkıp da cami veya mihrab için birbirinizle rekabete tutuşup ihtilaf yaratmanız ve toplumun bozulmasına sebebiyet vermeniz doğru mudur?


Kaldı ki; dünya ehli gibi müreffeh ve şaşaalı bir hayatınız olsa ve Allah göstermesin, ömrünüzü ayyaşlık ve eğlenceyle geçirseniz bile, ömrünüzün sonunda -bütün bunların- tatlı bir rüya gibi gelip geçmiş olduğunu; ama neticeleri ve mesuliyetlerinin hiçbir zaman yakanızı bırakmadığını görürsünüz. Çabucak gelip geçiveren bu tatlı görünümlü hayatın (tabi çok tatlı geçerse eğer!) sonsuz azap karşısında ne değeri var sahi? Dünya ehlinin azabı bazen sonsuzdur. Kaldı ki, dünyayı ele geçirdiğini ve onun bütün nimetleri ve yararlarından faydalanabildiğini zanneden dünya ehli tamamen yanılmaktadır. Herkes dünyaya kendi yaşadığı ortam ve şartların penceresinden bakmakta, bu nedenle de dünyayı kendi gördüğünden ibaret zannetmektedir. Bu cisimler alemi -kainat- insanoğlunun ele geçirmiş olduğunu zannettiği, keşfettiğini ve katettiğini sandığı şeyden çok daha geniş ve kapsamlıdır. Bu dünyanın bunca araç -gereçlerine rağmen rivayette “dünyaya rahmet nazarıyla bakılmadığı”[8] geçer. O halde Allah Tebarek ve Teala hazretlerinin rahmet nazarı buyurduğu ve rahmetle baktığı öteki dünyanın nasıl olduğuna bakmak gerekir. İnsanı davet ettiği “Azamet Madeni”nin ne olduğu ve nasıl olduğuna bakmak gerekir. İnsanoğlu “Azamet Madeni”nin ne olduğunu anlayamayacak kadar küçüktür.



Siz eğer niyetinizi halis hale getirirseniz, amel ve davranışınızı ıslah edip düzeltirseniz, nefs ve mevki düşkünlüğünü yüreğinizden söküp atarsanız yüce makamlar ve büyük dereceler sizler için hazır ve amâde hale gelir. Allah’ın salih kulları için öngörülüp hazırlanmış olan makam ve derece karşısında bütün dünya ve dünyalıklar, olanca suni alıcılıklarına rağmen beş para etmez. Böyle yüce mâkamlara ulaşmaya çalışın, hatta elinizden gelir de becerebilirseniz kendinizi öylesine yetiştirip ilerleyin ki bu yüce makamların da önemini aşın; bu gibi şeylere ulaşabilmek için ibadet etmeyin Allah’a; ibadet ve büyüklüğe layık olduğu için ibadet ve kulluk edin O’na[9] ve O’nun -büyüklüğü- karşısında secdeye kapanıp toprağa baş koyun; işte o zaman”nur perdesi”ni yırtmış ve “Azamet Madeni”ne ulaşmışsınız demektir. Bu amel ve davranışlarınızla, sürdürmekte olduğunuz bu yolla böyle bir makam ve dereceye ulaşabilir misiniz?



İlahi akibetlerden kurtulmak, o dehşetli akabelerden sıyrılmak ve cehennem ateşinden yakayı kurtarmak kolayca mümkün mü olacaktır -sanıyorsunuz-? Mutahhar imamların ağlayışları ve Hz. İmam Seccad’ın (as) inleyişlerinin öğretme amacıyla olduğunu ve -böyle yaparak -başkalarına- Allah’a nasıl yakarılması gerektiğini- öğretmek istediğini mi sanıyorsunuz siz? Sahip oldukları onca yüce makam ve Allah indindeki o büyük derecelerine rağmen yine de Allah korkusuyla ağlıyordu onlar; önlerinde bulunan -ve katetmeleri gereken- yolun ne kadar çetin ve tehlikeli olduğunu biliyorlardı çünkü. Zorluklardan, çetinliklerden, bir tarafı dünya,

diğer tarafı ahiret olan ve cehennemden geçen Sırat’tan geçmenin zorluklarından haberdardı onlar. Kabir, berzah ve kıyamet alemleriyle, bunların korkunç akabelerini biliyorlardı; bu nedenledir ki hiçbir zaman rahat edemediler ve daima ahiretin şiddetli cezalandırmalarından Allah’a sığındılar.



Bu dayanılmaz ve dehşet verici akabeler için ne -hal çaresi- düşündünüz, ne tür bir kurtuluş yolu buldunuz? Ne zaman kendinizi ıslah edip düzeltmeyi düşünüyorsunuz? Gençlik çağında bulunduğunuz, gençliğin enerjisini taşıdığınız, güçlerinize hakim olduğunuz ve bedenî zaafa henüz yenik düşmediğiniz şu çağınızda kendinizi düzeltip nefsinizi ıslah etmeyi düşünmezseniz canınızı ve vücudunuzu zaaf, güçsüzlük, halsizlik ve gevşekliğin kapladığı; irade, kararlılık ve direniş gücünü yitirdiğiniz ve günah yükleriyle kalbinizi alabildiğine karartmış olacağınız yaşlılık çağında kendinizi nasıl düzeltecek, nefsinizi nasıl ıslah edeceksiniz?! Aldığınız her nefeste, attığınız her adımda, ömrünüzü geride bıraktığınız her lahzâda bu ıslah işi daha da zorlaşmaktadır; -zaman geçtikçe- zulmet ve mahvınızın artması muhtemeldir. Yaş ilerledikçe; insanın saadetine engel olan bu işler artmakta ve insanın -bunlarla baş edebilme- gücü azalmaktadır. O halde, -biliniz ki- yaşlandığınızda nefsinizi ıslah edip kendinizi düzelterek, fazilet ve takva elde edebilmeniz zorlaşacaktır; o zaman tevbe edemeyeceksiniz, çünkü “tevbe ediyorum” demekle tevbe edilmiş ve Allah’a dönülmüş olmaz; bilakis, samimi bir pişmanlık duymak ve günahı terk etmeye azmetmek gerekir.[10] Pişmanlık duyma ve günahı terk etme azmi; 50- 60 yıl boyunca gıybet ve yalanla iştigal edip saçlarını günah ve Allah’a isyanda ağartanlar için gerçekleşecek şey değildir. Öyleleri, ömürlerinin sonuna kadar müptelâdır.



Gençler oturup da yaşlılık tozunun saçlarını başlarını ağartmasını beklemesinler -biz yaşlandık, yaşlılığı gördük, getirdiği zorluklarla sıkıntıları biliyoruz- siz gençken bir şeyler yapabilirsiniz, gençliğin enerji ve iradesine sahipken nefsanî isteklerinizi, dünyevî iştahlarınızı ve hayvani eğilim ve emelleri kendinizden uzaklaştırabilirsiniz. Ama eğer gençken kendinizi düzeltip nefsinizi ıslah etmenin bir yolunu bulmazsanız, yaşlandığınızda iş işten geçmiş olur artık. Gençken düşünün bunu; yaşlılık ve ihtiyarlık çağına bırakmayın.

Gencin kalbi latif ve melekutîdir, fesad saikleri zayıftır onda; ama yaş ilerledikçe günahın kökü kalpte iyice sağlamlaşıp güçleniverir, öyle ki, onu kalpten söküp atmak imkansız hale gelir. Rivayette de geçtiği gibi: İnsanın kalbi ilkin ayna gibi saf, dupduru ve nurânidir; işlediği her günahla birlikte oraya siyah bir nokta düşer[11] ve derken kalp kararıverir ve öyle bir hale gelebilir ki Rabbine karşı günah işlemeden geçirdiği bir tek gece veya gündüzü olmaz; yaşlanınca da kalbini önceki haline getiremez artık. Allah göstermesin, eğer kendinizi ıslah etmez de kararmış kalpler ve günaha bulaşmış gözler, kulaklar ve dillerle dünyadan göçerseniz Allah’ın huzuruna nasıl çıkacaksınız? Tertemiz ve pak bir halde size ısmarlanmış olan bu emaneti kirletmiş ve rezil etmiş bir halde nasıl geri vereceksiniz? Size verilmiş olan şu gözle kulak, emrinize verilmiş olan şu elle dil, yaşamınızı sürdürdüğünüz bütün şu organ ve azâlarınız hep Allah Tealâ’nın emaneti olup tertemiz ve dürüst olarak sizlere verilmiştir. Eğer günaha bulaşırsa kirleniverir, Allah göstermesin, eğer haramlarla kirlenecek olursa rezalete bulaşmış olur. Bu emaneti geri vereceğiniz zaman “emanet böyle mi korunur, bu mudur emaneti korumanın usulü?” diye sorabilirler sizden…” Biz bu emaneti böyle mi bırakmıştık size?!


Şu kalbi size verdiğimizde nasıldı? Size verdiğimiz göz böyle miydi? Size verdiğimiz şu organlar ve vücut azâlarınız böyle kirlenmiş ve -günahlara- bulaşmış mıydı?”Bu sorular karşısında ne cevap vereceksiniz? Size bıraktığı emanetlere böylesine hıyanet etmiş olarak nasıl çıkacaksınız Rabbinizin katına?Sizler gençsiniz, gençliğinizi bu yola koymuşsunuz, üstelik dünyevî açıdan pek yararı da yok size; bu kıymetli vakitleri ve gençliğinizin baharını Allah yolunda belli ve mukaddes bir gaye için harcarsanız zarar etmeyeceğiniz gibi; dünya ve ahiretiniz de temin olur. Ama eğer durum ve gidişatınız şimdi görülmekte olan bu minval üzere giderse gençliğinizi boşa harcamış, ömrünüzün baharını boş yere geçirmiş olursunuz; öbür dünyada da Allah Tealâ’nın katında kesinlikle sorumlu tutulacak ve hesaba çekileceksiniz. Kaldı ki, bozucu ve fesat yaratıcı bu amel ve davranışlarınızın cezası sadece öbür dünyayla da kısıtlı değil; bu dünyada da çetin zorluklar, sıkıntılar ve türlü türlü felaketlere uğrayacak, bela ve bedbahtlık girdabına yakalanacaksınız.


————————–


1-Metinde Arapçası geçiyor.


2-Emir’el Mü’minin Hz. Ali (as) Nevfel Bekâli’ye bir vaazında şöyle buyurduğu geçer: “Gıybetten sakın, çünkü gıybet cehennem köpeklerinin yalağıdır.” bk. Vesail’uş-Şia, 8/600, Kitabu’l-Hacc “ahkam-ı aşere” babları, 152. babda 16. hadis


3-“Dünya sevgisi bütün günahların nedenidir” Ebi Abdullah İmam Hüseyin (as) bk: Usul-i Kâfi c.4, s:2’de, İman ve küfür kitabında “dünya sevgisi ve hırsı…” babı 1. hadis ve Usul-i Kâfi 3/197, aynı kitap “zemm’eddünya ve’l zohd-i fiyha” babı, 11. hadis, Biharul Envâr, 70/1 ve 74/178.


4-Suya doymama hastalığı: Mostegî, istisğâ kelimeleriyle orjinal metinde geçmektedir.


5-Asr Suresi


6-Şeytan dedi ki: “Sen beni azdırdığın için ben de Senin kullarını doğru yoldan alıkoyacağım” A’raf, 16. Ali bin İbrahim’in tefsirinde A’raf suresinin 17. ayetinin tefsirinde “insanlar hidayet yolunda yürüdüklerinde şeytan onları dinden çıkarmaya çalışır” bk: 1/224 ve Burhan Tefsiri 2/5


7-Ehl-i Beyt’ten (as) ulaşan bir rivayette En’am suresinin 98. ayetinde geçen “müstahar” ve “müstarda” için şu açıklama yapılmıştır: İnsanların imamı “sabit ve kalıcı” ve “geçici, emanet olarak verilmiş” olmak üzere ikiye ayrılır. Muhammed bin Fuzeyl’in İmam Musa bin Cafer hazretlerinden (as) naklettiği üzare: “Müstakar iman ve ondan kaynaklanan şey kıyamete kadar kalıcıdır ve sabittir. Müstarda iman ve ondan kaynaklanan şeyse Allah tarafından, ölmeden önce insandan geri alınır.” bk: Ayâşi Tefsiri 1/401. Ayrıca, Nehcu’l-Belağa’da da aynı mazmun geçer: “İmanın bir kısmı vardır ki kalplerde kalır, sabittir; bir kısmı da vardır ki ölüm anı gelip çatıncaya kadar kalplerle göğüs arasında emanet bırakılmıştır -ölüm anında geri alınır-“ bk: Nehcı’l-Belağa, 231. hutbe


8-Rivayetin tam metni şöyle: “Allah-u Azze ve Cell’in nezdinde dünyanın hiçbir kıymeti yoktur. Allah Teala’nın (cc) yarattığı ve hakkında bize bilgi verilip haberi bize ulaşmış yaratıklar arasında dünyadan daha fazla gazaba uğramış olanı yoktur; Allah Teala (cc) dünyayı yarattığı andan itibaren ona rahmet nazarında bulunmamış (rahmeti hak edici bir halini görmemiştir)tir” bk: Bihar’il-Envâr, 70/110, İman ve Küfür kitabının 122. babında 109. hadis


9-İmam Sadık (as) hazretlerinden şöyle rivayet olunmuştur: “İbadet üç türlüdür. Bir grup vardır ki Allah Azze ve Cell’e korkudan ibadet eder, bu kul olanların ibadetidir. Bir grup ise ödül ve sevaba ulaşmak için ibadet eder, bu da ücretlilerin ibadetidir. Bir grup da vardır ki Allah-u Azze ve Cell’e sevgi ve aşkla ibadet eder, bu hür insanların ibadetidir ki bütün ibadetlerden üstündür.” Bk: Vesailuşşia 1/45, “mukaddeme’t-il ibadet” babları, 9. bab, 1. hadis ve Usul-i Kâfi 3/131. İman ve Küfür kitabı, ibadet babı, 5. hadis


10-Müminlerin Emiri Hz. Ali (as) şöyle buyururlar: “Şüphe yok ki istiğfar ve tevbe illiyyin derecesidir. Bu da altı merhalede gerçekleşen bir terimdir. Birincisi, geçmişten pişmanlık duymadır. İkincisi bir daha o geçmişi asla tekrarlamamak azmiyle dönüş ve -hata işlemekten- vazgeçiştir…” bk: Nehcu’l-Belaga, 1281, 409. Veciza. Daha fazla bilgi için bk: Kırk Hadis Şerhi, İmam Humeyni (ra) 17. hadis


11-İmam Bakır’dan (as) şöyle rivayet edilmiştir: “Her kulun kalbinde beyaz bir nokta vardır. Bir günah işlediğinde oraya siyah bir nokta konar, sonra tevbe ederse o siyah nokta yok olur. Ama eğer devam ederse orası siyah noktalarla dolar ve derken tamamen kararır. O beyaz nokta tamamen karardığında o kalbin sahibi bir daha asla iyilik ve doğruluğa dönemez.” bk: Usul-i Kâfi, 3/274, iman ve küfür kitabı, günah babı, 20. hadis


————————–


İmam Humeyni’nin “Cihad-ı Ekber” kitabından alıntıdır.

Sayfa:52
Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
Cevapla

“Alevi Ahlak ve İrfanı” sayfasına dön