Ahlak

Alevilikte Ahlak, İrfan gibi manevi konuları bu bölümde paylaşabilirsiniz.
Cevapla
bir-garip-yolcu
Mesajlar: 51
Kayıt: 09 Şub 2007, 23:02

Ahlak

Mesaj gönderen bir-garip-yolcu »

AHLAK

F. Altan

Güzel Ahlâk
Güzel ahlâk, başkalarını muhabbet tuzağında esir eden bir kementtir. Güzel ahlak ve güzel bir diyalogdan hoşlanma­yan ve insanın cazip tavırlarından etkilenmeyen bir kimse var mıdır?
İmam Sadık (a.s)’a; “Güzel ahlâkın haddi ve sınırı nedir?” diye sorduklarında şöyle buyurdular: “Ahlâkını yumuşatman, sözlerini temizlemen ve din kardeşlerinle açık ve güler bir yüzle karşılaşmandır.”[1]
Açık ve güler yüzlülük, Allah Resulünün en bariz sıfatlarındandı. İnsanları İslam’a çeken ve on­ları İslam Peygamberi’nin şahsına hayran bırakan da yine bu güzel ahlak ve sıfat idi.
Allah-u Teâla, kendi Resulü hakkında şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz sen, elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”[2]

Yine buyurmuştur ki: “Allah’ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak davrandın! Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi.”[3]

Allah-u Teâla ayetin devamında şöyle buyur­maktadır: “Öyleyse onları affet; on­ların bağışlanmalarını dile, iş hakkında onlara danış.”
Demek ki, “affetmek”, “bağışlama dilemek” ve “istişare yapmak” güzel ahlâkın, halkı gözetmenin ve cazip davranışların diğer örnekleridir. Çünkü bu, in­sanlara itimat etme ve onlara değer vermenin bir şeklidir. Aynı zamanda böyle davranış, şahsın cazibe etkenidir.

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz güzelin en güzeli, güzel ahlaktır.”[4]
Allah Resulü (s.a.a): “Güzel ahlak, dünya ve ahiret hayrıyla birliktedir.”[5]
Ali (a.s): “Güzel ahlak, her iyiliğin başıdır.”[6]

Allah Resulü (s.a.a): “Kimin ahlakı güzel olursa Allah onu gündüzleri oruç tutan, geceleri ise ibadetle geçiren bir kimsenin makamına ulaştırır. [7]
Hakeza: “Kıyamet günü kulun terazisine konulacak ilk şey güzel ahlakıdır.”[8]
Hakeza Resulullah (s.a.a): “Şüphesiz kıyamet günü bana en sevimli ve en yakın olanınız, ahlakı en güzel ve tevazusu en fazla olanınızdır.”[9]
Resulullah (s.a.a), Emir’ul-Müminin Ali’ye (a.s); “Sana, ahlakıma en çok benzeyeninizi haber vereyim mi? ” diye sorunca, Emir’ul-Müminin Ali (a.s), “Evet” dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a); “Ahlakı en güzel olanınız, hilmi en büyük olan, yakınlarına en çok iyilik eden ve en çok insaf göstereninizdir”[10] buyurdular.
Güzel ahlak o kadar değerli ve yücedir ki yüce İslam Peygamberi onun kendisinin biset sebebi olduğunu ilan buyurmuştur: “Şüphesiz ben ahlakı yücelikleri tamamlamak için gönderildim.”[11]

Allah Resulü: “Şüphesiz ben ahlak güzelliğini tamamlamak için gönderildim.”[12]
Hakeza: “Güzel ahlak, dinin yarısıdır.”[13]
İmam Ali (a.s): “Müminin kitabının başlığı ahlakının güzelliğidir.”[14]
İmam Sadık (a.s): “Güzel ahlaktan daha tatlı bir hayat yoktur.”[15]

İyi Ahlakın Sonuçları
Resulullah (s.a.a): “Kul, ibadetinde ne kadar da zayıf olsa, güzel ahlak sayesinde ahirette büyük derecelere ve yüce makamlara ulaşır.”[16]
Resulullah (s.a.a): “Şüphesiz güzel ahlaklı insanın, gündüzleri oruç tutup geceleri ibadetle geçiren kimse gibi sevabı vardır.”[17]
Resulullah (s.a.a): “Amel terazisinde güzel ahlaktan daha ağır gelen bir şey yoktur.”[18]
Resulullah (s.a.a): “Şüphesiz sizlerden bana en sevimli ve kıyamet günü bana en yakın oturanınız ahlak açısından en güzeliniz ve en çok tevazu göstereninizdir.”[19]
Resulullah (s.a.a): “Müminlerin iman açısından en kamili, ahlak açısından en güzel olanıdır.”[20]

Güzel Ahlakın Anlamı
İmam Ali (a.s): “Güzel ahlak üç şeydedir: Haramlardan sakınmada, helal rızık talep etmede ve ailesinin refahını sağlamada.”[21]

İmam Ali (a.s): “Şüphesiz selam vermek güzel ahlaktandır.”[22]

İmam Sadık (a.s) güzel ahlakın tarifi hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Yumuşak huylu olman, güzel ve edepli konuşman ve kardeşine güler yüzlü davranmandır.”[23]

Ahlaki Yücelikler
Resulullah (s.a.a): “Şüphesiz Allah ahlaki yücelikleri sever ve aşağılık huylardan hoşlanmaz.”[24]

İmam Ali (a.s): “Ahlaki yücelikler üzere olun. Şüphesiz ahlaki yücelikler (insanın) yücelişini sağlar. Ahlaki aşağılıklardan sakının. Şüphesiz ahlaki aşağılıklar şerafetli insanı düşürür ve azameti yok eder.”[25]

İmam Ali (a.s): “Ahlaki yücelikleri elde etmekte çalışkan ve dayanıklı olun.”[26]

İmam Ali (a.s): “En üstün yücelik nimetleri tamamlamaktır.”[27]

Güzel Ahlakın Meyveleri
Resulullah (s.a.a): “Güzel ahlak dostluğu kökleştirir.”[28]

İmam Ali (a.s): “Ahlakını güzelleştir ki Allah hesabını hafifletsin.”[29]

İmam Sadık (a.s): “Güzel ahlak rızkı artırır.”[30]

İmam Sadık (a.s): “Şüphesiz iyilik ve güzel ahlak evleri imar eder ve ömürleri uzatır.”[31]

İmam Sadık (a.s): “Güzel ahlak güneşin buzu erittiği gibi günahları eritir/tüketir.”[32]

Üstün Ahlak
İmam Ali (a.s): “En üstün ahlak cömertlik ve faydası en genel ahlak ise adalettir.”[33]

İmam Ali (a.s): “En şerafetli ahlak tevazu, hilim ve yumuşak huyluluktur.”[34]

İmam Bakır (a.s), en üstün ahlak hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Sabır ve bağışlayıcılık.”[35]

Ahlaki Konulardan
İmam Sadık (a.s): “Şüphesiz yüce hasletler birbirine bağlıdır.”[36]

Sevgi İlanı

“İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O’nun varlığının belgelerindendir. Bunlarda, düşünen topluluk için dersler vardır.”[37]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanların sevgisini elde edebilen kimseye Allah rahmet etsin.”[38]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın nimetini küfre çeviren kimseye eyvahlar olsun; birbirini Allah için seven kimseye de ne mutlu.”[39]

Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s): “İnsanların ihsan açısından en üstünü, sevgiyi başlatandır.”[40]

Kudsi bir hadiste şöyle yer almıştır: “Yaratıklar benim ailemdir. Benim nezdimde en sevimli olanlar, onlara en şefkatli davrananlar ve ihtiyaçlarını gidermede en çok çalışanlardır.”[41]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kadınları sevmek Peygamberlerin ahlakındandır.”[42]

İslam Peygamberi (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Erkeğin kadına: “Seni seviyorum” demesi alsa kadının kalbinden gitmez.”[43]

İmam Sadık (a.s) ise şöyle buyurmuştur: “Erkeğin kadına sevgisi çoğaldıkça imanı da artar.”[44]

Affetmek
Güzel ahlaklardan bir de affetmektir. Allah Teala bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.”[45]

“Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükafatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.”[46]

Kin beslemek ve inatçılık, hakir ve basit insanla­rın özelliğidir. Tersine yüksek görüşlü, geniş ruhlu ve seviyeli olanlar; özürleri kabul eder, başkalarının hatalarına göz yumar ve kendi şahsi haklarından vaz­geçerler. İnsanın yüksek görüşlü olması, başkaları­nın kalplerindeki sevginin etkenidir. Bu, insanın kendisi için de bir çeşit ruhî lezzettir. Hani derler ki: “Affetmede, intikamda bulunmayan bir lezzet vardır.”

Affetme, geçinme, göz yumma, başkalarının ku­sur ve gevşekliklerini görmezlikten gelme, muhabbeti meydana getiren etkenler olup başkalarının güzel görmesine, vefalı olmasına ve sevgiyle kalmasına yol açar.

İmam Seccad (a.s), “Mekarim’ul-Ahlâk” adlı duasında Allah (c.c)’dan şöyle istemektedir: “Allah’ım! Ayaklarımı sabit ve sağlam kıl ki, halis olmayan ve hıyanet edenlere karşı, ha­yırlarını isteyen bir şekilde davranayım, benden yüz çevirene iyilik yapayım, benden esirgeyene bağışta bulunayım, benimle ilişkisini kesenle irtibat kurayım, gıybetimi yapanı iyilikle anayım, başarı nasip et ki iyiliğe karşı teşekkür edebileyim ve… Kötülüğe göz yumayım ve ondan vazgeçeyim.”[47]

Bunların her biri, sosyal ilişkilerde birer parlak cevherdir. Bunları dil ile söylemek kolaydır, ancak onlarla amel etmek çok zordur. Yüksek bir azim ve güzel bir manevi yapıya olanların dışında kimse uygulayamaz. Bu konularda başarı Allah’tan isten­melidir.

Bu konuda Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah bağışlayıcıdır ve bağışlamayı sever.”[48]

Hakeza Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Müslümanın sürçmesini affederse Allah da kıyamet günü onun sürçmesini affeder.”[49]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Biz öyle bir Ehl-i Beyt’iz ki mürüvvetimiz bize zulmeden kimseyi bağışlamaktır.”[50]

Allah Resulü (s.a.a): “İnsanların hatalarını görmezlikten gelin ki Allah da onunla cehennem azabını sizden defetsin.”[51]

Ali (a.s): “Az bağışlamak, ayıpların en çirkinidir; intikam hususunda acele etmek ise günahların en büyüğüdür.”[52]

Hakeza Ali (a.s): “İnsanların en kötüsü, sürçmeleri affetmeyen ve ayıpları örtmeyendir.”[53]

İmam Sadık (a.s): “Affetmek, cezalandırmaksızın, kabalık göstermeksizin ve kınamaksızın olmalıdır.”[54]

Gönül Genişliği, Tahammül ve Görmezlikten Gelmek
Gönül genişliği, bakış açıklığı ve gerekli kapasiteye sahip olmak, diğer güzel ahlaklardandır. Bazı insanlar çok sabırsızdırlar. Bir yerden veya bir şeyden rahatsız olduklarında, bir zarar veya eziyet gördüklerinde, bir baskı veya sıkıntı altında kaldıklarında ya da beklentileri çok fazla olduğundan hemen sinirlenirler, kaba konuş­maya başlarlar ve…

Sabırlı, geniş ve dayanıklı olan kimse, insanlarla geçinebilir. İslam’ın sabır mektebinde, sözlere, kabalıklara ve kötü ahlâk­lara tahammül edebilen kimseler, insanlarla iliş­kilerinde, saygın, şerefli ve izzetli bir şekilde hizmet ve huzurlarına devam edebilirler.

Tahammül ve mukavemetin bizzat kendisi, insan için taraftar meydana getirir. Sinirlenmemek, daya­nıklılık göstermek, kızmamak, bu kapasiteye sahip olmanın ürünüdür.

Bu ahlâkî özelliğe sahip olan biri, başkasının sempati ve yardımına da doğal olarak sahip olacaktır.

Yine Hz. Ali (a.s)’ın sözlerinden dinle­yelim:

“Hilimle yardımcılar çoğalır.”[55]

Bu nuranî söz de yine o hazretindir:

“Tahammül ve hilimle insanlar sana yardımcı ve destek olular.”[56]

Her iki sözün manası aynıdır. Yani; sabır, hilm ve tahammül saye­sinde taraftarlar çoğalır, halk sana arka çıkar ve seni korurlar.

Bu haslet, özellikle halkla çok irti­bat ve temasta bulunan, halkın sorun, ihtiyaç ve beklentilerine maruz kalan kimseler için çok gerekli ve sorumlular için de en önemli ve değerli sıfatlardandır.

Müminlerin Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz akıllı kimsenin yarısı tahammül, yarısı ise kendini gaflete vurmaktır.”[57]

Hakeza: “Yüce insanın en şerefli ahlakı, bildiği şeyler hususunda kendini gaflete vurmasıdır.”[58]

Hakeza: “Kendini bilmezliğe vurmak gibi bir akıl ve kendini gaflete vurmak gibi de bir hilim yoktur.”[59]



Bağış ve Sevgi
İnsanoğlu, ihsan ve iyiliklerin kölesidir. Kime iyi­lik yaparsan onu kendine ram ve itaatkâr kılarsın; gönül kalesini fethedersin. Sadî’nin dediği gibi:

Kulağı küpeli köleyi okşamasan kaçar,

Lütfet lütfet ki, yabancı küpeli köle olur sana.

Bu, İslam Peygamberi’nin talimatıdır: “Ey insanlar! Mallarınızla bütün insanları memnun edemeyeceğinizi biliyorum. Ancak, açık ve güler bir yüzle ve hoş bir ahlâkla bu yapabilirsi­niz.”[60]

Mevlamız Hz. Ali (a.s)’ın sözü de şöyledir: “Fedakârlıkla, hür insanlar kul ve köle olurlar.”[61]

Elbette, ahlâkî iyiliklerin ve değerlerin kul ve kölesi olurlar. Bu da, beşeri toplumda; kalpleri cezbeden, muhabbet oluşturan, samimi bağları pe­kiştiren diğer bir adımdır.

Tevazu ve Sade Olma
Yine biz, halkı gözetme ruhunun örneklerini açıklamanın peşindeyiz. Alçakgönüllülük, tevazu ve sadelik; bu özelliklerden biridir. Öyle ki, kimileri insanları kendi varlık mumunun etrafında toplayabi­lirler. Hz. Muhammed (s.a.a)’in yaptığı gibi.

Tekebbür (büyüklük taslamak), insanların arka­sını boşalttığı gibi ayaklarının altını da boşaltır. Halk; gururlu, kibirli ve bencil insanların etrafın­dan dağılır. Tersine tevazu; halkı muhabbete, yar­dımlaşmaya ve himayeye çeker.

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Üç şey başkalarının sevgisine yol açar: Dindarlık, tevazu ve cömertlik.”[62]

Gururlu ve kendini büyük gören insanlar, asla bir toplumla iş yapamazlar ve onları kendi etra­flarında sürekli tutamazlar. Her ne kadar insanlar bir­kaç gün onların arsında görünseler de, tedricen onları terk ederler. Eğer öyle değil diyorsanız, etrafı­nıza ve dostlarınıza bakınız; onlardan ellerinde bir iş bulunanlara dikkat ediniz. Halkın sevip saydığı kişi­ler kibirli insanlar mıdır yoksa mütevazı insanlar mı?

Sormak ve Araştırmak
İnsanlar, özellikle sıkıntılı ve dertli olan kimseler; sorulmaya, yetişilmeye, bakıl­maya ve tek bir kelimeyle “sorulup araştırılmaya” daha çok muhtaçtırlar.

Bazen, bir hal hatır sorma ve selam, (her iki taraf için) bir ruhî şadlık ve mutlu yaşam icat etmektedir.

Bazen akraba ve tanıdığa yazılan bir mektup ve edilen bir telefon, güzel bir samimiyet ve sevinç meydana getirir.

Bazen bir komşuya uğramak, bir hastayı ziyaret etmek, bir taziye ya da düğün mera­simine iştirak etmek birçok kalıcı dostlukların baş­langıcı olur.

Aile içerisindeki görüşmeler ve gidip gelişler de, gönülleri ve yaşamları birbirine bağlar.

Başkalarının sorunlarını ve sıkıntılarını sormak, bertaraf edilmeleri ve çözülmeleri için çalışıp çabalamak, gönüllerin kapılarını insanın yüzüne açar.

Peki, ne yapmalı? Cevabı gayet açıktır: Halkla beraber yaşa­mak, komşularla, hemşerilerle, iş arkadaşlarıyla, çev­redekilerle ve hemcinslerle kaynaşmak, sıcak bağlar kurmak, başkalarının sıkıntı ve sevinçlerini paylaş­mak, başkalarıyla aramızda mevcut olan mesafeyi kısaltmak, kesilen irtibatları barışa döndürmek, ihtilaf ve kırgınlıkları ortadan kaldırmak ve…

Bütün bunlar salih ameldir. Allah-u Teâla böyle iyi iş yapanları se­ver.

Edebildiğin kadar muhtaçlara hiz­met et dünyada,

Bir kan, bir kuruş, bir kalem ya da bir adımla.

Halkçılık, İslam mektebinin değerlerinden ve dinî örneklerden ilham almak ve İslamî bir yaşama sahip olmak isteyen bir müslümana yakışır ahlâktır.

Başkalarını amel ile etkilemek gerek, sözle değil. “Amelsiz söyleyiş, sahte bir çektir” ve halkçılık, en­biya ve evliyaların ahlâkıdır.

Kötü Ahlak
Resulullah (s.a.a) ve masum İmamlar (Allah’ın rahmeti onların hepsinin üzerine olsun) kötü ahlak hakkında şöyle buyurmuşlardır:

Resulullah (s.a.a): “Kötü ahlak bağışlanmaz bir günahtır.”[63]

Resulullah (s.a.a): “Şüphesiz kul, kötü ahlakı sebebiyle cehennemin en alt katına düşer.”[64]

Resulullah (s.a.a) kendisine, “Falan şahıs gündüzleri oruçla ve geceleri ibadetle geçiriyor ama aynı zamanda kötü ahlaklı biridir. Komşularına diliyle eziyet etmektedir” diye söylenince şöyle buyurmuştur: “Onda hayır yoktur, o ateş ehlindendir.”[65]

İmam Ali (a.s): “Kötü ahlak hayatın kararma ve nefsin azap görme sebebidir.”[66]

İmam Sadık (a.s): “Şüphesiz kötü ahlak, sirkenin balı bozduğu gibi ameli bozar.”[67]

Kötü Ahlakın Akıbeti
İmam Ali (a.s): “Ahlakı kötü olanın ailesi kendisinden utanır.”[68]

İmam Ali (a.s): “Tahammülü az olanın rahatlığı da az olur.”[69]

İmam Ali (a.s): “Ahlakı kötü olanın rızkı daralır.”[70]

İmam Sadık (a.s): “Et, et bitirir. Her kim kırk gün et yemezse ahlakı kötü olur.”[71]

Gazap ve Öfke
Müminlerin Emiri Ali (a.s) hikmetli sözlerinde, gazap ve öfke hakkında şöyle buyurmuştur: “Gazap öyle bir kötülüktür ki onu serbest bıraktığın takdirde helak eder.”[72]

Hakeza: “Gazap beyinsizlerin merkebidir.”[73]

Hakeza: “Gazap kinin gizli ateşlerini körükler.”[74]

İmam Sadık (a.s): “Gazap her kötülüğün anahtarıdır.”[75]

Allah Resulü (s.a.a): “Gazap şeytandan bir közdür.”[76]

Müminlerin Emiri Ali (a.s): “Gazap akılları bozar ve insanı doğruluktan uzaklaştırır.”[77]

Hz. Ali (a.s) bu şeytani halete şiddetli bir saldırıda bulunarak şöyle buyurmuştur: “Öfkesine hakim olamayan kimse bizden değildir.”[78]

İmam Bakır (a.s): “Her kim öfkesini boşaltmaya gücü yettiği halde öfkesini yenerse Allah da kalbini kıyamet günü güvenlik ve iman ile doldurur.”[79]

İmam Ali (a.s): “Her kim gazabının önünü alırsa, Allah da ayıplarını örter.”[80]

Hz. Ali (a.s) vefalı dostu Harisi Hemdani’ye şöyle yazmıştır: “Öfkeni yut, kudretin olduğunda bağışla, gazaplandığın zaman yumuşak davran, gücün olduğu halde bağışla ki, senin için hayırlı bir akıbet olsun.”[81]

Hz. Mesih (a.s) ise kendisine gazabın sebebi sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kibir, zorbalık ve insanları küçük görmek.”[82]

Üstünlük Taslamak
Kötü ahlaklardan biri de üstünlük taslamak ve böbürlenmektir. Allah Teala bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.”[83]

Müminlerin Emiri Ali (a.s), üstünlük taslamak ve böbürlenmek hakkında şöyle buyurmuştur: “Böbürlenmekten daha büyük ahmaklık yoktur.”[84]

Hz. Ali (a.s) başka bir hikmetli sözünde ise şöyle buyurmuştur: “Böbürlenmeni bırak, kibri terk et ve mezarını hatırla.”[85]

Hz Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Âdemoğluna böbürlenmek yakışır mı hiç! ilki nutfe, sonu ise leştir. Kendine rızık verememekte ve ölümünü def edememektedir.”[86]

İmam Seccad (a.s) Sahife-i Seccadiye’nin on dokuzuncu duasında Hak Teala’nın huzuruna şöyle arz etmektedir: “Beni üstünlük taslamaktan koru.”



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Meani’l-Ahbar, Saduk, 253

[2] - Kalem/4

[3] Âl-i İmran /159

[4] - Mizan’ul-Hikme, c. 3, s. 137- 138

[5] - a.g.e

[6] - a.g.e

[7] - a.g.e

[8] - Bihar, c. 71, s. 385

[9] - a.g.e s. 388

[10] - Bihar, c. 77, s. 58

[11] - Mizan’ul-Hikme, c. 3, s. 149

[12] - a.g.e

[13] - Hisal, 30/106

[14] - Bihar, 71/392

[15] - İlel’uş-Şerayi’, 560

[16] - Meheccet’ul-Beyza, 5/93

[17] - Kafi, 2/100

[18] - Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a. s), 2/37

[19] - Bihar, 71/385

[20] - Emali-yi Tusi, s. 140

[21] - Bihar, 71/394

[22] - Gurer’ul-Hikem, 3404

[23] - Meani’l-Ahbar, 253

[24] - Kenz’ul-Ummal, 5180. hadis

[25] - Bihar, 78/53

[26] - Gurer’ul-Hikem, 4712

[27] - a.g.e 2983

[28] - Bihar, 71/148

[29] - Emali-yi Saduk, 174

[30] - Bihar, s. 71/395

[31] - Bihar, c. 71, s. 395

[32] - Kafi, 2/100

[33] - Gurer’ul-Hikem, 3219. H.

[34] - a.g.e 3223. H.

[35] - Bihar, 36/358

[36] - Emali et-Tusi, 301

[37] - Rum/21

[38] - Mizan’ul-Hikmet, c. 2, s. 205

[39] - Vesail, Alu’l Beyt baskısı, c. 16, s. 171

[40] - Mizan’ul-Hikmet, c. 2, s. 210

[41] - Kafi, c. 2, s. 199

[42] - Vesail, Alu’l Beyt baskısı, c. 20, s. 22-23

[43] - a.g.e

[44] - a.g.e

[45] - Âl-i İmran/134

[46] - Şûrâ/40

[47] Sahife-i Seccadiye, 20. Dua

[48] - Mizan’ul-Hikme, c. 6, s. 367

[49] - a.g.e

[50] - a.g.e

[51] - Mizan’ul-Hikme, c. 6, s. 368-370

[52] - a.g.e

[53] - a.g.e

[54] - a.g.e

[55] - a. g. e, 329-335

[56] - a. g. e

[57] - Mizan’ul-Hikmet, c. 7, s. 268

[58] - a.g.e

[59] - a.g.e

[60] Vesail’uş-Şia, c. 2, s. 83

[61] - Gurer’ul-Hikem, c. 1, s. 329

[62] - a. g. e, 360

[63] - Meheccet’ul-Beyza, 5/93

[64] - a.g.e

[65] - Bihar, 71/394

[66] - Gurer’ul-Hikem, 5639. H.

[67] - Kafi, 2/321

[68] - Gurer’ul-Hikem, 8595. H.

[69] - a.g.e 9192. H.

[70] - a.g.e 8023. H.

[71] - Kafi, 6/309

[72] - Mizan’ul-Hikmet, c. 7, s. 231

[73] - a.g.e c. 7, s. 230-231

[74] - a.g.e

[75] - a.g.e

[76] - a.g.e

[77] - a.g.e

[78] - a.g.e

[79] - Kafi, c. 2, s. 110

[80] - Mizan’ul-Hikmet, c. 7, s. 236

[81] - a.g.e

[82] - a.g.e

[83] - Lokman/18

[84] - Mizan’ul-Hikmet, c. 7, s. 414

[85] - a.g.e

[86] - Bihar’ul-Envar, c. 73, s. 294
Mekzun
Mesajlar: 259
Kayıt: 09 Ağu 2010, 15:35

Re: Ahlak

Mesaj gönderen Mekzun »

Kibir ve Tevazu


Kibir

"Kibir, kibriya, tekebbür, istikbar" kelimeleri aynı kökten çekimlenen ve anlam olarak birbirine bağlı olan sözcüklerdir.

Kibir, Arapça bir kelimedir ve zıttı tevazudur.

Kibir; kibirlenme, büyüklenme, azamet göstermedir.

Kibir; büyüklük, ululuk, kendini başkalarından üstün görmedir.

Kibir; gururdur, yok yere güvendir, kıymetsiz şeylerle mağrurluktur.

Kibir; benliktir, taassuptur.

Hz. Peygamber (s.a.a.v.) bir hadisinde yüce Allah şöyle buyurdu der: ‘Kibriya ridam, azamet izarımdır. Kim bu ikisinden herhangi birinde benimle çekişirse onu cehenneme atarım.’

Büyüklük yalnız Allah`ındır. Buna rağmen büyüklük taslayan kişilere yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’in muhtelif ayetlerinde değinmiş ve tekebbürü kınayarak kendilerini başkalarından üstün görenleri tenkit etmiştir. Kibirli davranışların doğru olmadığı hadis ve rivayetlerde de geçmiş ve İslam dini ulemaları
kibrin mümin kalplerde yer alamayacağını birçok eserde örneklerle anlatmışlardır. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de: “Hiç şüphesiz Allah, onların gizleyeceklerini de açıklayacaklarını da bilir. O, büyüklük taslayanları asla sevmez.”(Nahl 23) buyurmuştur.

Kibrin en büyüğü ve en kötüsü yüce Allah`a karşı yapılan kibirdir. Bu büyük kibrin örneğini İblis, Kabil, Ham, Firavun, Nemrud ve benzerlerinde görebiliriz. Bunlar kendilerinde güç görüp büyüklük tasladılar. İlahlık iddiasında bulundular. Yüce Allah`ın kudretini inkâr edip kulluk görevlerini yerine getirmediler.


İblis: Âdem`e karşı aslı nedeniyle taassupta bulundu ve Âdem’i yaratılışından dolayı eleştirerek “Ben ateştenim, sen ise çamurdansın.” dedi ve İblis bu şekilde büyüklük tasladı, yüce Allah’ın emrine karşı geldi ve Âdem’e secde etmedi. Kur’an-ı Kerim’de: “And olsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere, ‘Âdem`e secde edin.’ diye emrettik ve melekler secde ettiler. İblis ise secde edenlerden olmadı. Allah: ‘Ben sana emretmişken seni secde etmekten alıkoyan nedir?’ İblis: ‘Ben ondan daha üstünüm. Çünkü beni ateşten onu çamurdan yarattın.’ dedi.”(Araf 11-12) Yine Kur’an-ı Kerim’de yüce Allah buyurur: “Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Onu tamamlayıp içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman derhal ona secdeye kapanın.” Bütün melekler toptan secde ettiler. Yalnız İblis secde etmedi. (Sad 308)

Yüce Allah`a kibirlenen İblis ve ona tabi olan azgınlar ebedi bir şekilde cehennemle vaat edilmişlerdir. Hz. Ali Nehcül Belağa’da İblis için: “Allah`ın düşmanı, mutaassıpların lideri ve büyüklenenlerin selefidir (öncesidir). O, taassubun temelini ortaya koyan kibirlilik kıyafetini, gurur elbisesini giyerek ve hakirlik maskesini çıkararak Allah ile çelişendir. Allah onu kibirlenmesinden dolayı nasıl küçülttüğünü ve büyüklenmesinden dolayı nasıl alçalttığını görmüyor musunuz? Onu dünyadan kovdu, ahirette de ona cehennemi hazırladı.”


Kabil: Hz. Âdem`in oğludur. Kardeşi Habil’e kibirlendi ve onu kıskandı. Habil ise tevazu gösterdi. Kur’an-ı Kerim: ‘Onlara Âdem`in iki oğlunun kıssasını doğru haber ver. Hani o ikisi kurbanlarını hazırlamışlardı da birinin kurbanı kabul olunmuş diğerinin ki kabul olunmamıştı. Bu, öbürüne (Kabil, Habil’e) ‘Mutlak seni öldüreceğim.’ derken öbürü de (Habil) şöyle demişti: ‘Allah yalnız sakınanların kurbanını kabul eder. Beni öldürmek için elini bana uzatırsan ben seni öldürmek için elimi uzatacak değilim. Çünkü âlemlerin Rabbi olan Allah`tan korkarım.’(El Maide 27-28) Kabil kıssası bizlere kibrin, insan içinde insanı cinayet işlemeye teşvik eden bir duygu olduğunu anlatmaktadır.


Ham: Kibirlenmenin bir örneğini ve sahibine ne yaptığını Hz. Nuh`un oğlu Ham`da da görebiliriz.

Hz. Nuh`un oğlu Ham, babasına kibirlendi ve onu dinlemedi. Tufanda boğulanlarla boğuldu. Kur’an-ı Kerim de: “Nuh ayrı bir yerde bulunan oğluna: ‘Oğulcağızım bizimle beraber gemiye bin, kâfirlerden olma ki helak olursun’ dedi. Oğlu: ‘Ben dağa sığınırım, o beni boğulmaktan korur.’ dedi. Nuh: ‘Allah`ın merhamet ettiği kimselerden başka bugün Allah`ın azap emrinden koruyacak hiçbir fert yoktur.’ dedi. Aralarına dalga girdi, oğlu boğulanlara karıştı.” (Hud 42-43)


Firavun: Kibirlendi ve kibri yüzünden kendini ilah ilan etti. İnsanlara ‘Ben sizin yüce Rabbinizim.’ dedi. (En-Naziat 24) Bu şekilde kavmini kendine taptırdı ve sonunda Allah`ın kahrına uğradı.


Nemrud: Kibre kapıldı. Ulûhiyet iddiasında bulundu. Kendisine karşı gelinecek ve mülkü sarsılacak korkusuyla hamile kadınları ablukaya aldı. ‘Yeni doğacak erkek çocukları öldürün.’ emrini verdi. Hz. İbrahim tüm evreni yaratan bir yüce Allah`ın varlığından söz edince onu ateşe attırdı. Mucize sonucunda İbrahim yanmadı. Nemrud ise Allah`ı yadsımada direndi. Yüce Allah, Nemrud`un beynine bir böcek musallat etti ve azap çeke çeke başını duvara vura vura öldü. (Nemrud ismi Kur’an’da geçmemektedir.) “Ümmetlerinin bolluk içinde yaşayan zenginleri ise nimetlerinin etkilerinin izleri sebebiyle taassupta bulundular ve ‘Biz malca ve evlatça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak da değiliz.’ dediler.” (Sebe 34- 35)

Bunun için “Kibirlenerek güçlüyüm, kuvvetliyim, arkam var, deme. İnsanı sırt üstü yere seren var.” denmiştir. Kırk pınar güreşlerinde ise pehlivanlara şöyle seslenilirmiş: “Alta düştüm diye yerinme, üste çıktım diye de sevinme. Hayatta her an her şey olabilir.”

“Ey insan seni yoktan yaratan, düzgün yapılı ve endamlı kılan, sana ölçülü ve dengeli davranma imkânı veren, (maddi ve akli yapıda seni en üstün kılan) seni dilediğin en güzel şekil ve biçimde terkib eden ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?” (El-infitar 6-7-8)

Hz. Ali Nehcül Belağa`da şöyle buyurur: “Hakirliği başınızın üstüne koymaya, övünmeyi ayaklarınızın altına almaya ve kibirlenmeyi boynunuzdan atmaya dayanın; tevazuyu sizinle düşmanınız iblis ve askerleri arasında silahlı asker edinin… Allah kibir hususunda kullarından birine izin vermiş olsaydı, peygamberlerine ve dostlarına izin verirdi. Ancak münezzeh olan o, onlara büyüklenmeyi çirkin gösterdi ve onlar için tevazuyu uygun gördü.”(Nehcül belağa)

Allah’a yapılan kibirden sonra kibrin en kötüsü peygamberlere karşı yapılan kibirdir. Bazı kibirliler; peygamberlerin kendileri gibi bir insan olduklarını, insanoğlunda olabilecek her şeyin peygamberlerde de olabileceğini ve dolayısıyla peygamberlerin olağanüstü güçlerini kibirlenerek reddederler. Peygamberler üzerinde türlü rivayetler uydurarak kendilerinin hata yaptıkları konuları, peygamberlere mal ederler ve hatalarını örtmeye çalışırlar. Peygamberlerle bağdaşmayan hikâyelerle insanları günah işlemeye teşvik ederler. “Bu, sizin gibi insandır, başka bir şey değildir. Yediklerinizden yer, içtiklerinizden içer. Siz kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz artık herhâlde ziyankâr olacaksınız.” (Müminun 34-35) Tekebbürde bulunan ve kendini peygamberler seviyesinde gören kişilerin şerrinden peygamberler bile Allah`a sığınırlar. “Musa dedi ki: Ben hesap görülecek güne inanmayan her kibirliden, benim Rabbim, hem de sizin Rabbiniz olan Allah`a sığınırım.”(Nehcül belağa)


Ve bir kötü kibir de insanlara karşı yapılan kibirdir.

Allah u Teâlâ’nın insanlara verdiği şöhret ve kuvvete kendi güç ve çabalarıyla sahip olduklarını sananlar var. Bu insanlar servetleriyle iftihar ederek duygularını kabartır ve servette üstün olduklarını görürler. Bunlar ne kendilerinden başka kimsenin fikrini beğenir ne de kimsenin yaptığından hoşlanırlar. Bu kibirli insan kitlesi kendilerine verilen çeşit çeşit nimetlerin gerçek sahibini unutur ve gaflete düşerler. Bu gafletle kendilerini üstün görme duygularıyla inkâr fırtınasına kapılır ve kendi öz nefislerine taparlar. Bir kitle insan da kendini manevi olarak üstün görür. Etrafına “ben bilirim” imajıyla çıkarlar. Gerçekleri bildikleri hâlde çıkarları uğruna olayları özünden saptırmaya çalışırlar. Her şeye sahiplenir ve ben olmazsam olmaz diye düşünürler. Bu kibirle hayatın en büyük hastalığını taşırlar.

Bilmediği bildiğinden çok olan insan, kendinde arayıp da bulamadığının eksikliğini hisseder ve kendi kendine yetememe duygusunu yaşar. Ruhunu tatmin etmek için kibrinden başka beğenecek bir şeyi olmaz. Olaylara yalnız kendi amacı doğrultusunda bakar. Alışık olmadığı bir gerçek, kendine tecelli olsa da kabul etmez. Bu davranış insanların içine yerleşen zehirli bir kibir mikrobudur.

Toplumda sulta sahibi olma düşüncesiyle saf ve temiz insanları dışlayan, insanların yaptıklarına, söylediklerine araştırmadan itiraz eden; söyleneni değil, anlamak istediğini anlayan; ilmi, kariyeri yükseldikçe kibri artan; her çırpıda benlik duygusu kabaran ve insanlara tepeden bakan insanlara hâkim olan kibirlik, yüce Allah’ın katında alçalanların mizacıdır.

Kamışa binip onu at sanan, kralın tacını başına koyup kendini kral gören, kendine ait olmayan bir cübbe ile iftihar eden, boş alanda kahramanlık arz eden kibirliler kaybedenlerdir.

Topraktan yaratılıp toprağa döneceğini bilen, bu gün var yarın yok olacağı kesin olan kimsenin kendini beğenmesi, kibirlenmesi nedir biliyor musun?

Bunu unutmamak gerekir ki, kibir sahibine tevazu eden kimse kendine zulmetmiş olur.

Onun içindir ki: “Önce mal, mülk, şöhret sahibi olsun; sonra onun kim olduğunu gör.” denmiştir. Bütün bunlara karşılık yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de: “Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma, çünkü sen ne yeri yarabilir ne dağları aşarsın.”( İsra 37) buyurmuştur.

Kur’an-ı Kerim’de ayrıca: “Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın, alaya alınan, alaya alandan daha hayırlı olabilir.” buyrulmuştur. (el Hucurat 11)

Sevildiği zaman yanında başkasının sevilmesini istemeyen, bütün ilginin kendisinde toplanmasını isteyen, bir menfaat için başkalarına alçalan, kendisinin de büyük evliyalar gibi olduğunu kanıtlamak için türlü hilelerle insanları kandıran bir kibirlinin sonu küçüklüktür.

Toplumda otururken etrafına azamet saçan; bakışından, davranışından kibirliliği anlaşılır durum alan; yanındakilerini görmezlikten gelen; bilmediği hâlde biliyor imajı vermeye çalışan bir kibirli kendi kendini kandırır ve Allah katında aşağıların aşağısı kesiminden olur.

Tarihe mal olmuş, dünya çapında kendini kanıtlamış ulema, şair, yazar ve gibilerin yanında kendini onlara eşit veya onlardan üstün gören bazı kendini bilmez kibirliler vardır. Onlar on kelimenin dokuzunu yanlış okurlar. Yazdıklarının hiç mantığı olmasa da yazdıklarını yüce yerlerde görürler. Yanlış bildiklerini söyleye söyleye buna artık kendileri de inanırlar. Bunlar hiçbir zaman yücelmezler. Temsilde hata olmaz ibaresinden yola çıkarak şu örneği vermek belki yerinde olacaktır: “Büyüklük taslayarak yanında bulunan camusun (manda) büyüklüğünü kıskanan ve göletten su içe içe camus kadar olmaya çalışan, su içtikçe de bir kendine bir camusa bakıp camus kadar büyük olmadığını gören kurbağanın sonu infilak olmuştur.”

Taassupta bulunmanız gerekirse taassubunuz; hasletlerin asaletleri, fiillerin övülecek olanları, Arap evlerinden ve kabilelerin liderlerinden şereflilerin ve cesurların üstünlük iddiasında bulunduğu, arzulanan huylar, büyük akıllar, yüce mertebeler, övülen eserler gibi güzel işler için olsun.

Komşuluğu korumak, ahde uymak, iyiliğe itaat, kibre karşı çıkmak, fazileti almak, aşırılıktan sakınmak, öldürmeyi büyük suç olarak görmek, insanlar için insaflı olmak, öfkeyi yutmak ve yeryüzünde fesat çıkarmaktan sakınmak gibi övülecek hasletler için mutaassıp olun. (Nehcül Belağa)

Dibinde çamur bulunan ve kurcalanmadıkça saf, duru halini alan bir ırmak gibi olma. Bu gibi yapmacık saflık duruluk tehlike saçar. Tehlikenin yanına yanaşılmaması emrini vereceğine, ırmağın dibindeki çamuru temizlemek önemlidir. Çünkü büyük afetler deprem, sel, kasırga gibi felaketler bir ırmağın içinde yatan çamurdan daha tehlikeli değildir.



Tevazu

Bütün kâinat ve sahip olduğumuz her şey “Mâlikil Mülk’e (mülklerin sahibi)” aittir. Zenginlik, güzellik, irfan hepsi Allah’ındır. İnsanı insan yapan ve ruhu yüksek âlemlerde coşturacak olan mizaç, iyi terbiye ve iyi ahlaktır. İyi terbiye ve iyi ahlak; ruhu mütevazılığa gömen, olgunlukla, insan ve diğer varlıkların haklarını savunan insanda bulunur. Bu da tevazudur.

Tevazu; muktedirken affetmeyi bilmek, bir şeyi doğru olduğu için yapmak, yapılan iyiliklerden dolayı teşekkür beklememektir.

Tevazu, bulunulan mevki gereğince ve zamanın verdiği imkânlarla elde edilen başarıları gösteriş amacıyla sergilememektir.

Tevazu, kişinin kendine ait olmayanı bilip şahsına uygun olmayan cübbeyi giymemektir.

Tevazu; kişinin gerektiğinde “bilmiyorum” diyebilmesidir. Bilmediği hâlde bilir gibi görünmeye çalışmamaktır.

Tevazu; kişinin kendisini toplumun bir ferdi olarak görmek ve üstündeki giysilerle, cebindeki maddiyatla büyüklenmemektir.

Tevazu; kendi hâlinde olup kalbinde bencillik, ruhunda şımarıklık, mizacında beğenmişlik taslamamaktır.

Tevazu, lehte ve aleyhte olanları olduğu gibi kabul etmektir.

Tevazu; insanın kendisinin nereden geldiğini, nereye gideceğini, sonra da ne olacağını bilmektir. Yüce Allah:

“Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına gönderdik.” (Et Tin 45) ayetiyle insanın kendini tanımasını buyurmuştur. Ayetteki meal şudur: Yüce Allah, insanoğlunu kâinatın en güzel yaratığı olarak dünyaya göndermiş, ona akıl vermiş ve mantık ilham etmiştir. Allah katında bu kadar yüce mevkiye sahip olan bu insan, kendisine düşen ahlaki görevleri, emredildiği vecibe ve farizaları yerine getirmezse cezası da ağır olacaktır. Yani insan kul olduğunu bilecektir. Yüce Allah, ayetlerin devamında: “Fakat iman edip salih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır.” (Ettin 6) buyurmuştur.

Tevazu, Hz. Peygamber’in “Nefsini bilen Rabbini bilir.” söylemiyle insanın kendini tanımasıdır. Gerçek tevazuya ulaşan kimse kendini bilir, güzel ahlakı kalbinde ve ruhunda yaşatır. Yüce Allah: “Allah’ın kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler kendilerine hitap ettiğinde (laf attığında, incitmeksizin) selam derler, geçerler.” buyurmuştur. (Furkan 63) Mütevazı kişi kendini olduğundan farklı göstermeye çalışmaz. Herkes onu nasıl görüyor ve değerlendiriyorsa kendini o hâle razı eder. Olduğu gibi görünür ve de göründüğü gibi olur. Bu tevazu, Mevlana’nın dediği gibidir: “Şefkat ve merhamette güneş gibi ol, başkalarının ayıbını örtmekte gece gibi ol, sahavette ve cömertlikte su gibi ol, hiddet ve asabiyette ölü gibi ol, tevazu ve mahviyette toprak gibi ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”

Tevazu; kişiye toplumsal kimlik kazandırır. Çünkü her zaman tevazu sahibi övülmüş, tevazu göstermeye çalışan ise yerilmiştir.

Tevazu sahibi, Allah u Teâlâ’nın bütün isteklerini hilesiz riyasız yerine getirmeye çalışır ve getirir de.

Tevazu edeptir, edep de dindir. Edebi olmayanın dini olmaz, dinde edepsizlik ve haksızlık yoktur.

Tevazu; insanların önünde eğilmek, alçalmak değildir. Bu durum izzet değil zillet olur.

Tevazu, herkese iyi muamele ile yaklaşmaktır.

Mütevazı kişiyi birkaç yönden değerlendirmek gerekir. Allah’a karşı olan sorumluluk ile, insanlara karşı olan davranış biçimi ile, kâinattaki varlıkların hakkını bilmesi ve varlıklara layık oldukları muameleyi yapması ile onu değerlendirmek gerekir.

Tevazunun merkezi kalptir. Temiz kalpler doğrulara işaret eder. Kalpte bencillik olduğunda kalp, tevazuyla görevlendirildiği merkezlik işini bırakır. Bırakıldığı zaman da tevazunun yüce Allah’a ait olduğunu unutur ve hakka boyun eğmez.

Tevazu sahibi, kendini başkalarından aşağı görmeyeceği gibi zelil ve miskin de olmaz. Devamlı merhametli davranır. Bunun için de karşı taraftan tevazu da beklemez, teşekkür de. Bu şekilde, bu tevazu sahibi saygı görür. Çünkü tevazuyu içinde doğal olarak taşımaktadır.

Tevazu, bir yerden saygı görmek veya bir amaca ulaşmak için yapılmaz. Böyle bir tevazu dilencinin tevazusuna benzer, bu da sahte bir tevazudur.

Bazıları da yaptıkları bir şeyi Allah için yaptıklarını iddia eder, zaman geçmeden karşılığında bir mükâfat beklerler. Bu sahte tevazulara kanılmamalıdır. Gerçek tevazu; insanın doğasında imanı, irfanı kadar sahip olması gereken şerefli bir ahlaktır. Böyle bir insan, yüceliğin Allah’a ait olduğunu bilir ve hakka boyun eğer. Her zaman için bilincimiz, doğamızda olabilecek iyiliği ve kötülüğü, sevgiyi ve nefreti, tevazuyu ve kibri kontrol etmelidir. İnsanoğlu kibirlenmek yerine mütevazı olmayı, zirvedeyken kendini bilmeyi, övülürken tevazu göstermeyi ve Allah’ın kulu olduğunu bilmelidir. Bunu yaparken zillet ve meskenete düşmemeli, herkesin dalga geçeceği hale gelmemelidir.

Tevazu sahibi kimse, daima bilmediğinin bildiğinden daha çok olduğunu bilendir. Yarım yamalak birkaç kelimeyle kendini âlim sanan ve yapmacık şöhrete sahip olan, ilim kisvesine bürünen ve mağrur mağrur başkalarına tepeden bakan insanlar vardır. Hata yaptığının farkına varmayan, başkasının sözüne itibar etmeyenler hiçbir zaman başarı elde edemezler. Asıl tevazu sahibi kimse yanlışı gösterildiğinde, hatası söylendiğinde bundan rahatsız olmayan ve bunları yapanlara teşekkür edendir.

Bir tevazu şekli daha vardır ki o da kibirden sayılır. Halkın içinde tevazu sahibi görünüp evinin içinde eli, dili ve hareketleriyle ailesine sıkıntı veren kişi, olsa olsa sahtekârdır ve bu da kibirden sayılır. Kimin kalbi doğrulara âşıksa o gerçek tevazuya ulaşır.

Tevazu; ilahi aşk ile benlikleri yıkamak, nefisleri vesveselerden kurtararak iyi insanlarla olmaya çalışmak, peygamberlerin ahlakını seçmektir. Bu gibi tevazunun kıymetini bildikten sonra mallarını, mülklerini harcayanlar, el altında işçi olmaya razı olanlar, sokak sokak dolaşıp iman edenlere rastlarız. Bu mütevazı insanlar, dünyada ve ahirette şeref sahibidir. Gerçek sevgi kapıları her zaman için tevazu sahibi insanlara açılmıştır. Cennet kapıları da her zaman için onlara açıktır.

Yüce Allah “Biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yaratmışızdır. Onu imtihan edelim diye kendisini işitir ve görür kıldık. Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.”(El İnsan 2-3) diye buyurmuştur. Bu bilinçle kişi, nefsine manevi terbiye vermesi gerekiyor. Allah nezdinde kişinin şekil olarak fazla ibadet etmesi değil; ibadeti yanında gerçek tevazuyla diğer vecibeleri yerine getirmesi, tevazuyu içi ve dışıyla yaşaması önemlidir.

Bakınız Hz. Ali mütevazıleri nasıl vasfediyor. Rivayet edilir ki: Hammam isminde ahid bir şahıs Hz. Ali’ye, “Ya Emiyrel Müminin! Bana sakınanları öyle nitele ki onları görüyor gibi olayım.” dedi. Müminlerin Emiri Hz. Ali ona cevap vermeyi ağırdan aldı, sonra şöyle dedi: “Ey Hammam! Allahtan sakın ve güzel şeyler yap. Allah sakınanlarla ve güzel şeyler yapanlarla beraberdir.” (Nahl 16-128) dedi. Hammam, bu sözle yetinmeyerek ondan talebini yerine getirmesi için ısrar etti. Hz. Ali Allah’a hamd ve sena edip Peygambere (s.a.a.v.) salât getirdikten sonra şöyle dedi: Münezzeh ve yüce olan Allah, mahlûkatı yarattığında onların itaatine ihtiyacı yoktu ve isyanlarından emniyette idi. Zira ona isyan edenin isyanı kendisine zarar vermediği gibi itaat edenin itaati de fayda vermez. Rızıklarını aralarında paylaştırdı ve dünyadaki yerlerine yerleştirdi. Orada sakınanlar faziletlilerdir. Konuşmaları doğru, giyimleri tutumluluk ve yürüyüşleri tevazudur. Gözlerini Allah’ın haram kıldığından çevirirler; kulaklarını kendilerine yararlı olan ilime vakfederler. Nefisleri, bollukta olduğu gibi musibette de aynıdır. Onlar için yazılan ecel olmasaydı sevaba özlemden ve cezadan, korkudan dolayı ruhları bedenlerinde bir göz kırpması kadar durmazdı.

… Dünya onları istedi; ancak onlar dünyayı istemedi. Dünya onları esir etti; ama onlar nefislerini ondan kurtardılar.

… Onlardan biri övüldüğünde kendisine söylenenlerden korkarak “Ben kendimi başkalarından daha iyi biliyorum. Rabbim beni benden daha iyi bilir. Allah’ım! Söylediklerimden dolayı beni sorumlu tutma. Beni zannettiklerinden daha faziletli kıl. Bilmediklerimden dolayı da beni affet.” der.

… Onlardan birisinin alametini, dinde kuvvetli, yumuşaklıkta kararlı, yakiyn iman sahibi, ilimde hırslı, yumuşaklıkta bilgili, zenginlikte tutumlu, ibadette huşulu, fakirlikte güzel davranışlı, şiddet karşısında sabırlı, helali isteyen, doğru yolda çalışan, tamahkârlıktan uzaklaşan olarak görürsün.

Korku içinde salih amelleri işler. Endişesi şükür olarak akşamlar. Endişesi zikir olarak sabahlar. Gafletten uyarıldığı şeylere karşı dikkatli, fazilette sahip olduğu şeyler için sevinçli…

… Onu; emeli yakın, hatası az, kalbi mütevazı, nefsi kanaatkâr, yemesi az, işi kolay, dini iyi korunan, şehveti ölü görürsün. Hayır ondan umulandır, kötülük ondan emin olunan… Gafillerin arasında olduğunda zikredenlerden yazılır; zikredenlerin arasında olduğunda ise gafillerden yazılmaz. Kendisine zulmedeni affeder, kendisini mahrum bırakana verir, onu ziyaret etmeyeni ziyaret eder. Çirkin konuşmadan uzak, sözü yumuşak, kötülüğü kayıp, iyiliği hazır, hayrı gelen, şerri ise dönendir. Sarsıcı olaylara karşı çok vakarlı, kötü hallere karşı çok sabırlı, rahatlıkla çok şükredendir. Buğz ettiğine zulmetmez, sevdiği kişi için günah işlemez. Hakkında şahitlik yapılmadan önce hakkı tanır. Kendisine emanet edilen şeyi kaybetmez, hatırlatıldığı şeyi unutmaz, komşuya zarar vermez. Musibetlere alay etmez. Batıla girmez, haktan çıkmaz. Sustuğunda suskunluğu onu üzmez. Güldüğü zaman sesi yükselmez. Zulme uğradığında Allah, onun intikamını alana kadar sabreder. Nefsi kendisinden dolayı ezadadır, insanları nefsinden dolayı rahatlatmıştır. Ahireti için nefsini yorar, insanları kendi nefsinden dolayı rahatlatır. Uzak kaldığı bir kişiden uzaklaşması, zahitlik ve temizliktendir. Yaklaştığı bir kişiye yaklaşması, yumuşaklık ve rahmettendir. Uzaklaşması, kibir ve büyüklenmeden dolayı değildir; yaklaşması da hilekârlık ve aldatma amacıyla değildir.”(Nehcül Belağa)

Ve yine Hz. Ali buyuruyor: “Allah’ın kulları! Biliniz ki, yüce Allah sizi eğlence olsun diye yaratmadı ve sizi ihmal de etmedi. Size verdiği nimetlerin meblağını bildi ve size olan ihsanını saydı. Düşmanlarınıza galip gelmeyi ve işlerinizde başarılı olmayı ondan dileyin. Ondan isteyin ve ondan ihsan talep edin.” (Nehcül Belağa)

_____________________________________________________

NOT: AKAD dergisi, Nisan 2009, sayı 5'ten alıntı yapılmıştır.
"İlmin cevherini ehlinden men etmeyin, ilmin cevherinin ehline zulmetmiş olursunuz. İlmin cevherini ehlinden olmayanlara vermeyiniz, aksi takdirde ilmin cevherine zulmetmiş olursunuz."

İmam Hz. Cafer-i Sadık (a.s)
Cevapla

“Alevi Ahlak ve İrfanı” sayfasına dön