İndirin kürsüden o binbaşıyı !!!

Cevapla
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

İndirin kürsüden o binbaşıyı !!!

Mesaj gönderen MERDAN »


Başörtülü Öğrenci Kürsüden İndirildi


Adana'nın Kozan ilçesinde başörtülü İ.H.L 11. sınıf öğrencisi, ödülünü almak için çıktığı kürsüden indirildi.

24 Kasım 2007 / 19:06
24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle Kozan Belediye Sineması'nda düzenlenen programda, yapılan yarışmalarda derece alan öğrencilerin hediyelerini almak üzere kürsüye davet edildiler.

Davet edilen öğrencilerin arasında bulunan Kozan İmam Hatip Lisesi 11-C sınıfı öğrencilerinden Tevhide Kütük, "Bir Öğretmen Olmalı" isimli kompozisyon dalında kazanmış olduğu birincilik ödülünü almak için kürsüye çıktı. Kozan Kaymakamı Aydın Tetikoğlu ve Garnizon Komutanı Hüseyin Çopur, "İndirin Onu !" diyerek tepki göstermesi üzerine Tevhide Kütük, İl Milli Eğitim Müdürü Mutlu Canbolat tarafından kürsüden indirildi. Gözyaşları arasında kürsüden inen Tevhide Kütük, Canbolat'ın karşına gelerek "Neden Hocam ? " diyerek tepki gösterdi.

Salonda bulunan öğretmenler ve aileleri, durumu protesto ederek salonu terk etti. Konser vermek için salonda bulunan Türk Halk Müziği (THM) korusu boş salona konser vermek zorunda kaldı.

Kürsüden İndirilen Kız'ın Feryadı !!!
Ödülünü almak için çıktığı kürsüden Başörtülü olduğu için indirilen Tevhide Kütük bu ülkede “en büyük suçu” işlediğinin farkında değil…

26 Kasım 2007 / 12:01
Öğretmenler Günü kompozisyonuyla ödül almaya hak kazanan ancak başörtülü olduğu için kürsüden indirilen Kozan İmam Hatip Lisesi 11. sınıf öğrencisi Tevhide Kütük, kendisine yapılanlara çok üzüldüğünü belirterek, “Bunu hak edecek bir şey yapmadım. Kompozisyon yazdım ve ödül kazandım. Ben kötü bir şey yapmadım ki” dedi.

O AN ÇOK KÖTÜ OLDUM
Başörtüsü taktığı için mağdur olan Kütük, Kaymakam ile Garnizon Komutanı'nın kendisine gösterdiği tepkilere anlam veremediğini söyledi. Sadece öğretmenlere olan sevgisini kaleme aldığını ifade eden Kütük, “Yarışmada birinci olduğumu duyunca çok sevindim. Beni ödül törenine davet ettiler. Annemle gittik. Orada öğretmenlerim ve arkadaşlarım vardı. Kürsüye çağırdılar, o sırada protokoldekilerin kendi aralarında konuştuklarını gördüm. Milli Eğitim Müdürü hocam, bana nerede okuduğumu sordu. Ben de İmam Hatip'te okuduğumu söyledim. Sonra bir dakika dediler ve protokolden biri 'onu indirin' dedi. Milli Eğitim Müdürü benim kürsüden inmemi istedi. Ben de neden inmem gerektiğini sorduğumda, 'Senin kılık-kıyafetin uygun' değil dediler. O zaman çok kötü oldum ve ağlayarak kürsüden indim” dedi. Kürsüden indirildiğinde kendini çok kötü hissettiğini ifade eden Kütük, bunu hakedecek birşey yapmadığını söyledi.
KIZIMA ÇOK ÜZÜLDÜK

Tevhide, önceki yıllarda ablasınında ödül kazandığını ancak başörtülü olduğu için törene bile çağrılmadığını söyledi. Baba Arif Kütük ise Kaymakam ile Komutan'ın yaptıklarının hiç hoş olmadığını ifade ederek, “Kızım hayal kırıklığı yaşadı. Çok üzüldük.
Kaymakam ve Komutan’ın bu hareketleri yüzünden salondakiler de tepki göstermiş. 800 kişi salonda bulunurken, olaydan sonra salon boşaltılmış. Sadece 30 kişi kalmış. Öğretmenler Günü Kaymakam ve Komutan tarafından bu hale getirilmemeliydi” dedi.

Belediye başkanı:Tepkimi gösterdim, salonu terk ettim
Olayın ardından salonu terkeden Kozan Belediye Başkanı Kazım Özgan, Kaymakam ile Garnizon Komutanı'nın 'onu indirin' sözü karşısında 'Yapmayın şu anda bunun sırası değil, gerekirse soruşturma açarız' dediğini ancak çocuğun indirildiğini belirterek, “Bu hareket 15 yaşındaki bir çocuğun psikolojisini bozar. Çocuğumun bu duruma düşmesini istemem” dedi.
yeni şafak
....................................................................................................



"İndirin Kürsüden O Binbaşıyı"

Ahmet Altan Tevhide'nin uğradığı zulme dayanamayıp sert eleştirilerde bulunduğu bir yazı kaleme almış.

28 Kasım 2007 / 14:16

Ahmet Altan/Taraf

Türbanlı kız

Hollanda resminin büyük ustalarından Vermeher'in tablolarını andırıyor genç kız.
Başını üzüntüyle öne eğmiş.
Resim çekilirken, saçlarını örten beyaz başörtünün yanağına değen kısmının gölgesi yansımış yüzüne.
Henüz on altı, on yedi yaşında.
Büyükçe bir salonun önündeki sahnede duruyor.
Ve ağlıyor.

Öğretmenler Günü için yapılan kompozisyon yarışmasını kazandığı için davet etmişler onu oraya.
Ödülünü alması için sahneye çağırmışlar. Tam ödülünü alacağı sırada, aşağıda oturan kaymakamla binbaşı “İndirin onu oradan” demişler.


Herkesin önünde, “bu ödülü almaya layık birisi olmadığı” yüzüne vurularak aşağıya indirilmiş.
“Neden” diyebilmiş sadece genç kız, “Neden?”
Böylesine aşağılanmasının, herkesin önünde utandırılmasının nedenini öğrenmek istemiş. Bunun insanlığa, adalete, vicdana uyan bir cevabı yok elbette.
Kendini bir an o kızın yerine koyabilecek kadar duygu ve zeka sahibi biri, o kızın orada nasıl bir acı hissettiğini anlayabilir. Ve, aynen o kız gibi sormak ister: “Neden?”

“Neden bu kadar insafsız, bu kadar vahşi, bu kadar barbarsınız?”
“Neden çocuklarınızı böyle aldırmazca üzüyorsunuz?”


Bu kötü kalplilik mi bilmiyorum ama o çocuğa öyle davrananların da aynı muameleye uğramasını istiyorum. Vali, kaymakamı aynı tavırla herkesin önünde sahneden indirtsin, o binbaşıyı “İndirin onu oradan” diyerek komutanı utandırsın.

Ama tabi böyle şeyler olmayacak.
“Devletimizin görevlilerinin” başına gelmez bunlar.

Başörtülülerin, Kürtlerin, Alevilerin, solcuların, demokratların, milliyetçilerin, kısacası bu ülkete yaşayan halkın başına gelir. Bu devlet, öylesine tuhaf davranıyor ki insanlara, normal hiçbir devlet için akla gelmeyecek şeyler düşündürüyor.

Biliyorsunuz, bizim köy kahvelerinde bile tekrar edilen bir laf vardır, “İngilizler bölerek yönetir:” Bu lafı çok tekrarlarız. Bu sözü böylesine benimsememizin başka bir sebebi olabileceğini düşünüyorum artık.

Osmanlı'dan bu yana bizim devletimiz kendi halkına bu “böl, yönet” yöntemini uyguladığına aklım yatıyor. Huzursuzluğu sürekli olarak “devlet” çıkartıyor çünkü. Birilerine “solcu diyor mesele çıkartıyor, birilerine “Kürt” diyor mesele çıkartıyor, birilerine “Alevi” diyor mesele çıkartıyor, birilerine “türbanlı” diyor mesele çıkartıyor.

Birisi solcu olunca birisi de sağcı oluyor elbette, birisi Kürt olunca diğeri Türk oluyor, biri Alevi olunca öbürü Sünni oluyor, birisi dinci olunca beriki laik oluyor.
Ve çatışma başlıyor.

Devlet bu işlere karışmamış, herkesi birbirine düşman edecek kadar hoyrat davranmamış, bütün propaganda araçlarını insanları bölmek için kullanmamış olsa, bu ülkede bu kadar düşmanlık olmazdı gibi geliyor bana.
Değişik ırklardan, değişik mezheplerden, değişik inançlardan, değişik fikirlerden insanlar, birbirimizle tartışarak yaşar giderdik.
Normal bir ülkemiz olurdu.
Ama sanırım sorun da burada.

Bugünkü devlet kadroları, “normal” bir devlette bugün bulundukları mevkilerde olabilirler miydi?

O küçük kızı sahneden indiren kaymakam Kanada'da kaymakamlık, o binbaşı İsveç'te komutanlık yapabilir miydi?
Tekmeyle adam öldüren polisler İsviçre'de polis, onların müdürleri İngiltere'de polis amiri, bakanları Hollanda'da bakan olarak kalabilir miydi?
Harekete uğrayan profesör, “Sen şüphelisin, sana her şey söylenebilir” diyen savcı hangi ülkede savcılık görevini sürdürebilirdi?


Devletin halka karşı benimsediği bu hoyratlığın, insafsızlığın, saldırganlığın geçerli bir sebebi olduğuna kaniyim artık.
Bu ülkenin normalleşmesini istemiyorlar.
Hiçbir zaman istemediler.
Osmanlı'nın son döneminde de, cumhuriyette de…
Hep bir mesele olsun, hep insanlar bölünsün, hep huzursuzluklar yaşasın, hep çatışmalar olsun istiyorlar.

Halk bölünüp kendi içinde çatıştığı sürece kimse devlet görevlilerinin birikimini, yeteneğini, zekasını, entelektüel kapasitesini sorgulamayı akıl edemiyor. Birbirimizle uğraşmaktan başımızı çevirip devlete bakamıyoruz.

Ama bir düşünün, sağcısıyla solcusuyla, Alevisiyle Sünnisiyle, Kürdüyle Türkiyle, bu ülkede hapisten, işkenceden, baskıdan geçmemiş hiçbir kesim yok.

Devlet, en çok “milliyetçileri” severdi, onlara bile neler yaptı…
Çünkü aslında hiç kimseden yana değiller, sadece gerginliğin sürmesini istiyorlar.
“Bölüyorlar, yönetiyorlar.”
İngilizler bunu “sömürgelerine” yapardı..
Onlar kendi halklarına yapıyorlar.
En son MERDAN tarafından 29 Kas 2007, 22:14 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
the economist
Mesajlar: 7
Kayıt: 16 Eyl 2007, 15:33

KAMUOYUNA DUYURU

Mesaj gönderen the economist »

o kız bunu hiçbir zaman unutmayacak.. ve bazılarının beyinlerini körelten örtü belki daima varolacak ama Nur yüzlü Nur gönüllü kadın ve kızlarımızın örtüleri inancın,tercihin ve yaşam özgürlüğünün simgesi olmaya devam edecek..

örtme başını, yobazlaşırsın, okuyamazsın diyenlere inat yüzlerce örtülü kızımız büyük başarılara imza atıyor kimsenin haberi yok.. en saygılılarından, en disiplinlilerinden onlar akademik çevrelerde.. yüzlerimizin akı onlar.. inançlarının önderlerinden aldıkları ışıkla, şevkle, azimle, o genç ve dinamik ruhla hepsi birer Zeynep!! kimsenin haberi yok.. ama onlar geliyor.. içten içe ve sessizce.. gönüllerinde Allah aşkı..Muhammed aşkı.. Ali aşkı.. geleceği şekillendirecek, en güzel nakışları işleyecek kızlarımız var herşeye ve hepsine rağmen..

kimileri onları görmek istemese de..başarıyorlar ve başaracaklar da BİİZNİLLAH..

yalnızca biraz daha destek ve teşvikle parmak ısırtacak kızlarımız, evlatlarımız var.. mağrurlar..hanımlar..disiplinliler..emek veriyorlar.. verilen emekleri boşa çıkarmıyorlar.. belki fazla göz önünde değilller ama VARlar.. geliyorlar...

geliyoruz...

KAMUOYUNA DUYURULUR..
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

Konuyla ilgili bugünki vakit gazetesinde sayın Selahaddin Eş’in yorumunu da ilginç ve okunmaya değer bulduğum için buraya almayı uygun gördüm.

Selahaddin Eş Çakırgil
29 Kasım 2007 Perşembe


‘Bir dokun, bin âah dinle, ‘kâse-i fağfûr’dan..’

Adana-Kozan’da, bir ‘okullararası kompozisyon yarışması’nda birinci olan Tevhîde Kütük isimli hanım kız ödülünü almak üzere kürsüye çağrıldığında, bir çocuk rûhunda meydana getireceği fırtınaları düşünmeden, ilçe kaymakamı Aydın Tetikoğlu ve Garnizon Kom. Binb. Huseyin Çopur gibi koskocaman kişilerin, ‘indirin aşağı!’ diye bir saldırgan ‘kemalist’ tepki vermesi üzerine söylenecek söz bulamıyorum..

O hadiseyi yaşayan bir öğretmenin, ‘şerefsizlik ancak bu kadar olur..’ sözleri vardı İnternet’te, o söz çınlıyor kulağımda, hâlâ...

Mizah dergisi Leman’ın kapağındaki karikatür de, ‘o saldırganlık, ancak bu kadar anlatılabilirdi’ dedirtecek cinsten.. Derginin kapağını kaplayan ve ‘İN ORDAN AŞŞAAA!’ diye fırlatılan kocaman bir ‘asker postalı’ kızcağızın suratında patlıyor ve onu yere seriyor..

‘Türbanlı kızı kürsüden indiren komutanı kutluyorum’ diyen bir ‘ironik’ internet iletisi, bana da gönderilmiş..

Bu iletide, -bir hocanın çizgisindeki medyada, ‘inançlara saygılı laiklik’ anlayışına bağlı’ diye yüceltilerek anılan- bir ölü siyasetçinin küplere bindiği günler hatırlatılıyordu; ‘Burası devlete meydan okunacak yer değildir! Bu kadına haddini bildirin!’ cümlelerinin kulakları tırmaladığı günler geldi aklıma..’ diyerek.. Ve şöyle devam ediyordu, (özetle): ‘Türbanlı kızın kürsüden indirilmesi’ etrafındaki yorumlarda, herkes komutana kızıyor.. Bence Komutan kendi inandığı doğruyu yapmış. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı, Tayyîb Erdoğan’ın Başbakan olduğu bir ülkede komutan, inandığı doğruyu söylemekten vazgeçmemiş. Bu cesaret kutlanmalı! (…) Bizim camiada, bu komutan gibi cesur kaç kişi var? (..) O programı düzenleyenlerden, tek bir Allah kulu yok muydu ki, o komutana; ‘Burası kışla değil, bizler de emirerleri değiliz!’ diyemedi.. (…)

Hakka inananlar, güce tapanlar kadar cesur olmadıkça sonuç değişmeyecek!.

Esaret, cesaretin bittiği yerde başlar!’


Evet, gerçekten de öyle değil mi? ‘Esir insan’, mücadele cesaretini yitirmiş ve hasmına teslim olmayı kabullenmiş olandır ve ‘en sefil hayat, başkalarının istediği şekilde yaşanandır..’

Ama, bir diğer nokta.. O proğramı hazırlayanlar, o hanım kızın örtülü olduğunu elbette biliyorlardı.. O zaman, hangi rejimde yaşadıklarını bilmeli ve bir müdahale olabileceğini hesab edip, öyle bir durumda; ya, durumu izahla, kararı çocuğun ‘veli’lerinin iradesine havale etmeli; ya da, bir müdahale halinde, nasıl bir tavır takınacağını düşünerek, hemen, ‘Hiç kimse sahib olmadığı bir devlet yetkisini kullanamaz, siz hangi kanuna göre müdahale ediyorsunuz?’ diyebilmeli ve o tavrının sonucuna da katlanmalı ve o kızcağızı bir kurban olarak hemen ‘Neron’ların önüne atmamalıydılar. (Hatırlayalım, Neron da, Roma’yı ateşe verdirdikten sonra, suçu, ilk İsevîlere atıp, onları kafeslerdeki canavarların önüne attırırdı.)

Bu vesileyle, birkaç kelime de o hanım kızımıza söyleyeyim:

Bazıları, ‘Kendi vatanımızda inancımıza göre yaşayamıyoruz, bu ne hal?’ gibi beylik laflarla yakınmışlar.. Sakın, sen de o geleneğe uyma!. Onlar, ‘müslüman için vatan’ın, ‘inancının hayata hâkim kılındığı yer olduğu’ idrakinden uzak düşmüşler.. ‘İnancını gereğince yaşamak’, işte senin yaptığındır!. İnanç, gerektiğinde uğrunda ölüme gitmeyi de göze aldıracak bir kararlılıkla yaşandığında, bir hobi, bir zihnî tasavvur ve ütopya olmaktan çıkar ve ‘hayatın hakikati ve zevkı’ne dönüşür..

‘Çarmıhta haz verirmiş, insana îman..’

İlginçtir, tam da bugünlerde, ünlü ‘kemalist’ tarihçilerden Andrew Mango, Washington Times’da, 26 Kasım günlü yazısında, ‘M. Kemal, türban sorunu ile karşı karşıya kalsaydı ne yapardı?’ sualinin cevabını ararken (özetle), ‘O, tek bir evrensel uygarlığa, Batı uygarlığına inanıyordu.. O, insanları ayıran her şeye karşı çıkardı. Bu yüzden, kıyafet gibi dış sinyallere önem verirdi.. (..Ama,) Türkiye’nin diğer uygar ülkelerden farklı görünmesine neden olmadıkça, görüntüsü kendisini memnun etmese de, üniversitelerde türbanlı kızların varlığına karşı çıkmazdı.’ diyordu.

İlginçtir, aynı gazetede, Diyanet İşl. Başk.lığı’nın ‘seçkin’ (!) danışmanlarından Prof. Beyzâ Bilgin ise, ‘türban kabul edildiğinde üniversitelerde başı açık öğrenci kalmaz..’ diye dile getiriyordu ‘kemalist’lerin korkularını ve Amerikalıları ‘uyarmaya’ çalışıyordu..


Unutmayalım ki, aynı günlerde Başbakan’ın hanımı da, sırf örtülü olduğu için, ‘Gülhane Askerî Tıb Akademesi’ (GATA)’daki bir hasta ziyaretini yapamadan, geri döndürülmüştü.. Cumhûrun başkanı Gül’ün eşine de, yine sırf örtülü olduğu için yapılan saygısızlıkları millet görmüyor değil.. Âdeta, milletin büyük ekseriyetinin bamteline inadına basılıyor ve kitlelerin hışımlarını, ‘kemalist’lerin istediği bir zamanda ortaya koyması isteniyor gibi..

Bu açıdan, o kaymakam veya kumandana, ‘Dağlara çıkanlar bu ülkenin en onurlu insanlarıdır’ diyen Batman Bel. Başkanı gibiler karşısında da aynı şekilde davranabilir miydiniz, diye sormak istiyorum.. Buldunuz bir mazlûm yavruyu, kükrediniz; değil mi?

Aynı saldırının, siyasî iktidarı, cumhûrun büyük desteğiyle elinde tutanlarca da ‘kemalist’lere yapılmasını zorlamak ve buhranlardan çare ummak çaresizliğine mi tutunuyorsunuz, yoksa?

Evet, ülkenin laik-kavmiyetçi çılgınlıklarla büyük buhranlara sürüklenmek istendiği bir sırada; ‘Bizim için laiklik her şeydir, laiklik tehlikeye düşerse, her şeyi yakıp yıkarız’ diyen 80 yıllık ‘kemalist’lerin mantığına paralel olarak, DTP’li m. vekili Hasib Kaplan’ın, ‘Biz, laiklik konusunda TSK gibi düşünüyoruz..’ demesi ilginç değil mi?

Elbette kürd, türk veya diğer etnik gruplarıyla bir ‘İslâm Milleti’ teşkil ettiklerinin şuûrunda olanlarca da bütün bunlar ‘not’ edilmektedir.. Kezâ, kitleleri ‘iman birliği’ yerine, ‘türklük bilincinde birleşme’(!)ye çağıran ‘cuma hutbesi’ yayınlatanların davranışları da..

Bu zavallı ve tutarsız anlayış, ‘PKK’lılar öldürüldüğünde, onlar da şehîddir!’ deyip, İslâm’ın en kutlu terimlerinden birisini, şu veya bu laik/ kavmiyetçi hedefler için eğip büken (MHP eski m.vekili) Mehmet Gül’ün komikliğine düşürmez mi, bu hutbeleri hazırlayan/okuyanları? İslâm açısından gayrımeşrû olan rejim veya ideolojileri kurmak, korumak için savaşırken ölenlerin herbirisi ‘şehid’ olursa; ‘Âhiret hayatını kabul etmeyen bir felsefe olan materyalist ideoloji’ye dayanan laiklik için de bir ‘şehidlik’ uydurur ve o zaman da, Çanakkale’deki mütecaviz Avustralya askerleri, anzaklara saygı göstermek garabetine düşersiniz..
……………….

Vakit


Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Cevapla

“Tv, Gazete ve Dergiler” sayfasına dön