Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

29. MEKTUP- (20 Zilhicce 1329)

1- Hadislerin senetleri mucibince, dediklerimize inanması.
2- Umumi olduğunun şüpheli gösterilmesi.
3- Hadisin ‘Tanıt’lığından şüphe.



1- Bütün zikrettikleriniz, ‘Hadis’in doğru olduğunu ispat eder. ‘Derece Hadisi’ şüphe götürmeyen mutlak bir hakikattir. Amidi'nin bocalaması hadis ilminden uzak olduğuna delalettir. Onun görüşünü zikretmekle hata işleyip sizi açık olanları açıklamaya zorlamış olduk; affınızı rica ederim... Af ehlindensiniz şüphesiz.

2- Ne var ki, hasımlarınız arasında Amidi'den başkalarının da bu hadisin umumi olmadığını iddia ettiklerini duydum, iddiaları şu: ‘Derece hadisi, hususi ve o gün için varit olduğu, hadisteki söz gelişinden anlaşılmaktadır. Zira Peygamber (s.a.a) Tebük gazvesine giderken Ali'yi Medine’de ‘Halifesi’ olarak bıraktığı zaman bu hadisi söylemiştir. Şöyle ki, Ali hayıflanıp: ‘Beni kadın ve çocuklarla beraber mi terk edip gidiyorsun?’ demiş. İşte o zaman Peygamber (s.a.a) ‘Harun'un Musa'dan yakın olduğu derecedeki maksadı Musa'nın ‘Tur’ dağına gideceği zaman Harun'u kendisine halife olarak bıraktığı gibi.’ Yani kastedilen şu: ‘Musa, Rabb’inin münâcatına gidip kaybolduğu günlerde, Harun'un ondan olduğu derece ne idiyse, sen de bendenTebük gazvesi günlerinde o derecedesin.’ Şöyle de diyebilirler: Bu hadis genel de olsa içinde özellik mevcut olduğu için hüccet sayılmaz. Çünkü hem genellik hem özellik manaları taşıyan bir hadis hüccetliğini kaybeder. Vesselam. (S)






30. MEKTUP- (22 Zilhicce 1329)

1- ‘Dad Ehli’ yani Arap lügatına sahip olan herkes hadisin genel olduğuna hüküm verir.
2- ‘Özeldir’ demenin aldatmacılığı.
3- Hüccetsizliğini içeren sözlerin iptali.



1- Biz, hadisin umumi olmadığına dair söz söyleyenlere karşı cevabı Arap lisanının bilginlerine bırakıyoruz. Siz ise bu asırda Arapların hücceti sayıldığınız halde hiç müdafaada bulunmuyorsunuz. Ümmetiniz ‘Dad’ ehlinin yani Arap'ların bu hadisteki derece genelliğinden şüphe edeceklerine kanaat getiriyor musunuz?.. Sizin gibi birinin ‘Muzaf olan bir cins ismin genelliğinden şüphe etmesi asla beklenemez. Birine deseniz ki: ‘Size karşı insaflı olacağım’ bunun manası, sadece bazı özel meselelerde insaflı olacaksınız mı olur; yoksa genel olarak bütün meselelerde mi? Cevabınız, ‘genel olaraktan’ başka olur mu? Maazallah. Ya da Müslümanların halifesi, sevdiği adamlarından birine: ‘Sana, insanların üzerinde olan velayetimi veya onların yanındaki derecemi ya da makamımı tahsis ettim’ dese akla genellikten başka ne gelir? Veya şöyle dese: ‘Ömer'in Ebu Bekir'in yanında, onun zamanında hâiz olduğu derecenin aynısı, benim zamanımda senin olsun, ancak sen benim Sahabem değilsin.’ Bu İbâre lügat ehlinin görüşünde acaba bazı yetki ve derecelerin tahsisini mi yoksa bütün yetki ve derecelerin genelini mi içeriyor? Umûmiden başka olmayacağını bildiğinizden ve Peygamber (s.a.a)’in: ‘Senin derecen benim yanımda, Harun'un Musa'nın yanındaki derecenin aynısıdır’ demesinin lügat açısından nazirelerine kıyâsen umûmi olduğunu kabul ettiğinizden hiç şüphem yok. Bilhassa peygamberliği istisna etmekle gereğini tayin ve tavzih etmiştir. Yine olmazsa, Araplar kapınızda sorabilirsiniz.

2- ‘Bu hadis o anki durum gereğince söylendiği için hususi sayılır’ diyenlerin iddiası ise, iki yönden reddedilir:

Birincisi: Hadis bildiğiniz gibi umûmidir. Söz gelişi, söylenişi itibariyle özel olduğunu kabul etmemiz bile onu umumilikten çıkarmaz. Çünkü herhangi bir düşünceyi oluşturan durumu dile getiren sadece söylenildiğine göre tahsis edilmez. Örneğin cünüp birinin Ayet-el Kürsi’ye dokunduğunu görüp ona; ‘Kur’an ayetlerine cünüp bir kimsenin dokunması câiz değildir’ derseniz, bu sadece söylenildiği durumu tahsis edip yalnız Ayet el-Kürsi'yi mi yoksa bütün Kur’an ayetlerini ve bütün cünüp kimseleri mi teşkil eder? Hiç kimse bu sözlerin yalnız Ayet el-Kürsi'ye ait olduğunu söyleyemez zannederim. Yolda, doktor hastasını hurma yerken görüp ona tatlı yememesini tavsiye etse yalnız o anda yediği hurmayı mı yoksa içinde tatlı bulunan bütün maddeleri mi kastetmiş olur?.. ‘Söz, gelişi itibariyle söylendiği için hususi sayılır’ diyenleri, dil ve gramer bilgisinden uzak, alemimize yabancı olduklarından başka bir görüntü sergilediklerini göremiyorum.

İkincisi: Hadis, yalnız Tebük gazvesinde Ali'nin Medine'ye vekâleti ile sınırlanmamıştır ki, hısımlarımız onun hususiyetine yapışıp dursun... Mütevâtir sahihlerimiz Ehl-i Beyt İmamlarından da vârit olduğunu ispat eder. (476) Araştırmak isteyenler o sahihlere baş vurabilirler. Hatta Ehl-i Sünnetin ‘Sünen’leri’ de buna tanıklık yapmaktadır. (477) Demek ki, hadisin ifade şekli Tebük gazvesine mahsus olduğunu iddia edenlerin bir dayanağı yoktur.

3- Genelin tahsisi esnasında, dışarıda kalan, hüccet olamaz iddiası, açıkça yanlış ve utanç verici bir hatâ dır. Bu iddiayı, böyle bir konuda ileri sürenler ancak hakikati bilmeden, onun üzerine gözü kapalı gidenlerdir. Allah hepimizi cehaletten korusun; afiyette olduğumuza bin şükürler. Umumun tahsisi onu hüccet olmaktan çıkarmaz. Bilhassa cümledeki sözler birbirine bağlı ise... Bir efendi, uşağına ‘Bugün ziyaretime gelen misafirlerin hepsine hürmet et Zeyd hariç!.. Sadece ona hürmet etme’ derse ve uşak kalkıp Zeyd'den başka daha bir çok misafire hürmetsizlik ederse, elbette mantıkça, isyan etmiş sayılacak ve her aklı salim kişi onu suçlu kabul edip, suçu nispetinde de ceza görmesinin şer'en ve aklen icap ettiğini söyleyecektir.Her ne kadar kendisi itiraz edip, buradaki umumun tahsisini mazeret gösterse, ona mantık ehlinden kimse kulak asmayacak, hatta onlarca, ‘Özrü suçundan daha kabih’ sayılacak. Bu da muhakkak ki umumun dışında kalan, tahsisinden ortaya çıkan mânâ içindir, tabi... Gizli olmayıp sizce de malum olduğu gibi, Müslümanların hadisleri ve tarihi rivâyetleri hep böyle ‘umumlardaki tahsisleri’ hüccet göstererek devam edip gelmişlerdir.

Bu kategoriye Ehl-i Beyt'in ve bütün Müslümanların imamları da dahil. Eğer, böyle hadisler hüccet sayılmasaydı, dört imamın ve diğer içtihat sahiplerinin ilim kapısı şer'i hükümlerle yüzlerine kapanıp, delil ve tafsilattan aciz kalırlardı. İlmin değirmeni umumlarla amel etmekle dönmektedir Ve her umumda bir özellik vardır. Umumlar düşerse ilmin kapısı kapanır Allah korusun Vesselam. (Ş)
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

31. MEKTUP- (22 Zilhicce 1329)

Bu Hadisin Geldiği Yolların İzahını Rica Etmek


Hadisin ‘Tebük’ten başka zamanlarda da nakledildiğini ispat edecek şâhitler getirmemişsiniz. Nakledildiği bütün berrak kaynaklara o kadar özlemim var ki... O kaynaklara susamışım. Bana o sudan kana kana içmem için yardım edebilir misiniz? Vesselam. (S)





32. MEKTUP - (24 Zilhicce 1329)

1- Geldiği yolların biri, Ümmü Selim’in ziyareti.
2- Bint-i Hamza'nın davası.
3- Ali'ye yaslanması.
4- İlk kardeşlik.
5- İkinci kardeşlik.
6- Kapıları kapattırmak.
7- Peygamber, Ali ile Harun'u çift yıldız gibi tasvir ediyor.



1- Nakledildiği yollardan, biri Ümmü Selim'le (1) konuştuğu zamandır.
Ümmü Selim, İslam’da iyi bir geçmişi olan, akıllı ve Peygamber (s.a.a)’in yanında yüksek bir makama sahipti. Peygamber (s.a.a) arada bir onu ziyaret eder ve onunla sohbet ederdi. Ona bir gün şöyle dedi: ‘Ey Ümmü Selim!
Ali'nin eti benim etim, kanı da benim kanımdır; onun bana olan yakınlığı, Hârûn’un Musâ’ya olan yakınlığı gibidir.’ (2) Siz de görüyorsunuz ki, bu hadisi Resulullah herhangi bir sebeple değil irticalı olarak söylemiştir. Gayesi sadece Cenabı Allah nâmına, veliahdının derecesini açıklamak için tebliğ ve nasihattir. Böyle olunca da Tebük gazvesine mahsus olması imkansızdır. (478)

2- İkincisi, Hamzâ’nın kızı dâvasında; Ali, Cafer ve Zeyd'in husumete düştükleri zaman nakledilen hadistir. O zaman da Resulullah der ki ‘Ya Ali! Senin bana olan yakınlığın, Harûn'un Musa'ya olan yakınlığı derecesindedir.’ (3) (479)

3- Keza; Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubeyde İbn-il Cerrah’ın bulundukları bir gün, Peygamber (s.a.a) Ali'ye yaslanmıştı. Eliyle omzuna vurur ve şöyle der: ‘Ya Ali! Sen müminlerin ilk iman edeni ve ilk Müslüman olanısın ve sen bana, Harun’un Musâ’ya olan yakınlığındasın.’ (1) (480) 4- İlk kardeşlik günü hakkında naklolan hadisler; ki bu hicretten evvel Mekke'de olmuştu. Peygamber (s.a.a) Muhacirleri ikişer ikişer kardeş yapmıştı.

5- İkinci kardeşlik günü ise hicretten beş ay sonra Medine'de olmuştu ve Peygamber (s.a.a) Muhacirler ve Ensârı her taraftan bir kişi seçerek kardeş yapmıştı. Ve her iki seferinde de kendisine Ali'yi kardeş seçmişti. (2) Her seferinde de: ‘Sen benden, Harun'un Musa'dan olduğu gibi, aynı derecedesin fakat benden sonra peygamber yoktur’ demiştir. Haberler bu hususta Ehl-i Beyt tarafından mütevâtirdir. (481) Fakat başkaları tarafından naklolan haberler de az değildir. Örneğin ‘İlk kardeşlik günü’ hakkında, başkaları yolundan intikal eden bu hadis size yeter sanırım: ‘Hadis, Zeyd b. Ebi Evfâ’ya aittir. İhraç edenler: Ahmed b. Hanbel (Ali'nin menkıbeleri) kitabında, İbn-i Asâkir kendi tarihinde (3), Bağavi ve Tabarâni (Mecmualarında) Bârûdi Mârifet’te ve İbn-i Adiy (4) ve başkaları. Aynı zamanda bu hadis uzunca olduğu için kardeşlik keyfiyetini olduğu gibi kapsamaktadır ve sonunda aynen şu sözler mevcuttur; ‘Ali dedi ki; Ya Resulullah! Sahabelerine öyle davranıp beni tek başıma bıraktığını görünce ödüm koptu’... Resulullah (s.a.a) şu cevabı verdi: ‘Beni hak ile gönderene yemin ederim ki, seni kendim için bıraktım ve sen bana Harun'un Musâ’ya olan yakınlığı derecedesin, sen benim kardeşim ve varisimsin.’ Ali sordu; ‘Bana senden ne gibi miras kalacak?’ Peygamber (s.a.a)’in cevabı şu oldu: ‘Benden evvelki peygamberler ne bıraktı ise Rablerinin kitabı, Peygamberlerinin sünneti... Ve sonunda sen kızım Fatıma ile beraber cennetteki köşkümde benimle beraber olacaksınız.’ Ve şu âyeti kerimeyi tilavet eder: ‘Cennette olanlar kardeş olarak, tahtlar üzerinde karşı karşıya oturup birbirlerine sevgi ile bakarlar.’ (482) İkinci kardeşliğin ilan etme gününe ait intikal eden haberlerden Tabarani'nin ‘Kebir’inde İbn-i Abbas'tan ihraç ettiği şu hadiste size yeter sanırım: ‘Resulullah (s.a.a) Ali'ye dedi ki: ‘Muhaciri ve Ensârı ikişer ikişer kardeş ilan ettiğimde seni hiç biriyle kardeş yapmadığımı görünce bana kızdın mı? Harun'un Musa'ya olan derecesi nispetinde bana yakın olmak istemez misin? Ne var ki benden sonra peygamber yoktur.’ (5) (483)

6- Buna benzer (vârit olan) hadisler de Peygamber (s.a.a)’in, Ali'nin kapısından başka mescide bakan bütün kapıları kapattığı günle ilgili hadislerdir. Bu hususta Câbir
b. Abdullah'ın hadisi yeterlidir. (1) Der ki: Resulûllah (s.a.a) Ali’ye şöyle dedi: ‘Ya Ali! Bu mescitte bana helal olan her şey sana da helaldir. Sen bana Harun'un Musa'ya olan derecesi ne ise aynı derecedesin. Fakat benden sonra peygamber yoktur.’ Huzeyfe b. Üseyd el-Gaffari’den de (2) şöyle bir hadis varittir: ‘Peygamber (s.a.a) kapıları kapattığı gün şöyle bir hutbe okudu: ‘Bazı şahıslar, Ali’yi mescit dahilinde bırakıp kendilerini haricinde bıraktığım için üzgün görünüyorlar. Vallahi ben değil, onu bırakıp onları çıkaran Allah'tır. Cenabı Allah Musa ve Harun’a şöyle vahiy etmişti: Kavminizi Mısır'da, kapılan kıbleye bakan evlerde iskan ettirin ve namazınızı aksatmayın...’ Peygamber (s.a.a) şöyle devam eder: ‘Harun Musâ’ya karşı ne ise, Ali de bana karşı odur, yakınlığı aynı derecededir. O benim kardeşimdir, Mescitte istediği kadınla nikahlanmak, yalnız kendisine helaldir...’ (484) Buna benzer daha bir çok hadisler nakledilmiştir. Fakat biz burada bu kadarla iktifa ediyoruz. Zira bu takdim ettiğimiz miktar da, ‘Derece hadisinin nakil şekli Tebük gazvesiyle ilgili ve ona mahsustur’ diye iddia edenlere, iddialarının sahte olduğunu belirtmek için yeterlidir.

7- Peygamber (s.a.a)’in tarihi ile ilgilenenler, görürler ki Ali ile Hârun'u Arapça, ‘Ferkadeyn’e (birbirine çok yakın ve parlaklığı aynı derecede olan iki yıldıza) benzetirdi; hiç birini diğerinden daha imtiyazlı görmezdi. Bu da hadisteki ‘derece’ kelimesinin kapsamına giren işaretlerden biridir. Ki ‘derece’nin söyleniş itibariyle işarete ihtiyacı olmadan da kapsadığı apaçık, Vesselam. (Ş)


DİPNOT:
1- Halid'in oğlu Melhan'ın kızı, Ensar'lardan ve Haram b. Melhan'ın kız kardeşi idi; babası ve kardeşi Peygamber (s.a.a)’in kolları arasında şehit oldular. Akıl ve fazilet yönünden nasibi büyük bir hanımdı. Peygamber hazretlerinden bir çok hadis rivâyet etmiştir. Oğlu Enes;, İbn-i Abbas, Zeyd b. Sabit, Ebu Seleme b. Abdurrahman ve daha başkaları ondan hadisler rivâyet etmişlerdir. İslam öncülerinden ve İslam’a davet edenlerdendir. Cahiliyet zamanında, Malik b. en Nadr ile evliydi. Ondan oğlu Enes dünyaya geldi. İslamiyet gelir gelmez kendisi hemen Müslüman oldu ve kocasını da İslam'a davet etti. Fakat o Müslüman olmayı reddetti; reddedince ondan ayrıldı. Bunun üzerine Malik kızdı ve uzaklaşmaya mecbur kaldı. Şam'a gitti ve orada kâfir olarak öldü. Ümmü Selim, oğlu Enes'i daha on yaşındayken Peygamber (s.a.a)’e hizmetçi olarak verdi. Peygamber (s.a.a) onun hatırı için kabul etti. Onunla evlenmek için Arap eşrafından teklifte bulunanlar oldu ise de o hep: ‘Enes büyüyüp erkeklerin arasında yerini almadıkça evlenmem’ derdi. Enes’de 'Allah annemden razı olsun, bana hakkıyla velilik yaptı’ demekten kendisini alamazdı. Onun vasıtasıyla Ebu Talhael-Ensari Müslüman oldu ki, onu istediği zaman kafirdi, ancak Müslüman olursa onunla evlenebileceğini söyleyince Müslüman oldu. Böylece ondan istemiş olduğu başlık Müslümanlığı olmuştu. Ebu Talha'dan bir oğlu oldu fakat daha bebekken öldü. Herkese, ölümünü babasına benden evvel kimse bildirmesin, diye tembihte bulundu. Kocası gelince çocuğu sordu, o ‘Dünden daha sakin’ deyince adam çocuğun uyuduğunu zannetti. Kocasına yemeğini getirdi, adam yemeğini yedi. Sofrayı kaldırdıktan sonra süslendi ve güzel kokular süründü ve kocasının koynuna girdi. Sabahleyin kalkınca: ‘Kalk’ dedi oğlunu defnet...’ Ebu Talha bu olayı Resulullah (s.a.a)’e anlatır; Resulullah (s.a.a): ‘Allah o gecenizi mübârek etsin’ der. Ümmü Selim, o gece hâmile kalır ve aylarını tamamladıktan sonra Abdullah b. Ebi Talha'yı doğurur. Resûlullah'ın (s.a.a) duâsı kabul olur. Abdullah mübârek olduğu gibi çocuklarından biri, meşhur ‘İshak b. Abdullah b. Ebi Talha el-Fakih’ idi. Ümmü Selim Peygamber (s.a.a)’in kenarında bir çok savaşlara da katılmıştır. (Uhud) savaşında, müşriklerden üzerine saldıranın karnını deşmek için yanında bir hançer taşıyordu. Ve Peygamber (s.a.a)’in ondan başka evinde ziyaret ettiği bir kadın tanımıyorum. Onun Ehli'nin kıymetini bilen hakkını tanıyanlardandı.

2- Bu Hadis Kenz’ul Ummal’ın 2554. hadisidir; c. 6. s. 154)

3- Bu hadisi Nesâi (Hasais-u Aleviyye)’sinde ihraç emiştir (s. 19) 1- İhraç edenler Hasan b. Bedir, Künyelerde; Hakim, lakaplarda: Şirazi ve İbn-i Naccar. Keza bu hadis, ‘Kenz’in c. 6 s. 395'inde mevcuttur. 2- İbn-i Abdülbirr ‘İstiy'ab’ın Ali'nin tercümesi bölümünde der ki: ‘Resulullah (s.a.a) Muhacirleri ikişer ikişer kardeş yaptı, daha sonra da, Muhacirler ve Ensar o tarafın birini bu taraftan biriyle kardeş yaptı. Her, ikisinde de Ali'ye: ‘Sen benim dünyada ve âhirette kardeşimsin, der’ İbn-i Abdülbirr şöyle devam eder: ‘Sonra Ali’yi kendiyle kardeş yapar.’ Oysa tafsilat bütün siyer ve haber kitaplarında mevcut. Birinci kardeş yapma olayına Siretü Halebiyye'nin c. 2. s. 26 sına bakın. İkinci Kardeş yapma olayına da, yine Siretü Halebiyye'nin c. 2, s. 120’ye bakın. Her ikisinde de Ali'nin tercihini ve Peygamber (s.a.a)’in onu kendine kardeş seçtiğini görürsünüz. (Dahleniyye) Siret’inde de, her iki kardeş yapma olayının tafsilatı mevcut bakabilirsiniz. 3- Ahmed ve İbn-i Asâkir'den bir çok inanılır kişi hu hadisi nakletmiştir. Bunlardan biri el-Mutteki Hindi’dir ‘Kenzi’nin, 918. hadisine s. 40'a bakabilirsiniz... Yine kendisi, Ahmed’in ‘Ali'nin Menkıbeleri’ kitabından naklederek c. 6 s. 390'a yazmıştı.

4- Bu imamlardan hepsinden birçok gerçekçi inanılır kişiler nakleder. Birisi Mutteki e1-Hindi'dir. Kenz'u1 Ummal’ın c. 5 s. 41'e bakınız.

5- Bu hadisi Mutteki e1-Hindi Kenz’ul Ummal’ında ve Müntehab’ında nakleder Müntehab'ın, (c. 5 s. 31) hamişinin sonuna bakarsanız, irat ettiğiniz ayrı kelimelerle göreceksiniz. Madem ki Ali birinci kardeşlik ilanında Peygamber (s.a.a) tarafından sona bırakılmıştı, neden ikincisinde umutsuzluğa düştü? Peygamber’in bu seferde onu kendisine bıraktığını düşünmesi gerekmez miydi? diye soracak olursanız, muhâcirleri kendi aralarında birbirleriyle kardeş olmalarını istemişti. İkincisinde ise Muhacirlerle Ensâr'ın, yani Muhacirlerden her birinin bir ensâri ile kardeş olmasını istemişti. Bu sefer Ali, kardeşinin Ensâri olacağını zannetmişti. Çünkü Peygamber (s.a.a)’in kendisinin muhacir olduğunu biliyordu. Öyleyse endişe etmekte haklıydı. Onun için Resulullah (s.a.a) kendisini Ensar'dan biriyle kardeş ilan etmeyince üzülür gibi olmuştu. Fakat ne var ki Cenabı Allah ve yüce Resulü onun üzülmesine razı olmazlar ve Peygamber (s.a.a) bu genellemenin hilafına onu yine kendi kardeşi ilan eder.
1- Yenâbi'ul Mevedde kitabının 9. Bâbı’nın sonunda ‘Fazail Ehl-i-Beyt’ kitabından naklen zikredilmiştir.
2- Yenâbi'ul Mevedde’nin 17. babında...
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

33. MEKTUP - (25 Zilhicce 1329)
Peygamber (s.a.a) Ali ve Harun’u ne zaman iki yıldıza-Ferkadeyn’e- benzetti?

“Peygamber (s.a.a) Ali ve Harun’u -Ferkadeyn’e- iki yıldıza benzetirdi” diyorsunuz. Fakat bunun özünü açıklamamışsınız. Bu benzetme ne zaman oldu açıklar mısınız? (S)







34. MEKTUP - (27 Zilhicce 1329)

1- Şeber, Şubeyr ve Muşbir günü.
2- Kardeşlik günü.
3- Kapıları kapatma günü.



Peygamber (s.a.a)’in hayatını araştırırsanız, Ali ve Harun’u gökte “Ferkadeyn” (iki yıldız), çehrede iki göz gibi her biri ümmetinde aynı imtiyaza sahip bir şekilde tasvir ettiğini görürsünüz.

1- Dikkat edin, Ali’nin çocuklarının isimlerini kendisi bizzat Harun’un çocuklarının isimlerine benzeterek nasıl Hasan, Hüseyin ve Muhsin olarak isimlendiriyor ve diyor ki “Harun’un çocukları Şeber, Şubeyr ve Muşbir idi, onlar gibi isimlendirdim. (485)” Burada Ali’nin ailesini (1) Harun’un ailesine benzeterek, derecelerinin de her bakımda aynı olduğunu kastediyor.

2- Aynı gayeyle de Ali’yi herkese tercih ederek onu kardeş seçiyor. Bunda da maksadı, iki Harun’un bütün derecelerde kardeşlerine benzerliği6 vurgulamak ve aralarında hiç bir farkın olmadığını ispat etmektir. Peygamber (s.a.a) iki defa Müslümanların arasında kardeşlik ilan etti. Her ikisinde de kendine Ali’yi kardeş seçti. Birincisinde Ebu Bekir ve Ömer kardeş olmuşlardı. (486) Osman ise Abdurrahman b. Avf ile kardeş olmuştu. İkincisin de Ebu Bekir, Harice b. Zeyd ve Ömer, Atban b. Mâlik ile kardeş olmuşlardı. (487) Ali ise her ikisinde de bildiğin gibi Resulullah (s.a.a)’ın kardeşi olmuştu. (488) Burada hususta varit olan sabit “Nas”ların tümünü ortaya koymaya kitabımız elverişli değildir. Ama bu “Nas”ların hangi sahih yollardan geldiğini ve o yolların şahıslarından bazılarını zikredebiliriz. Bunlardan İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, Zeyd b. Erkam, Zeyd b. Ebi Evfa,, Enes b. Malik, Huzeyfe b. Yeman, Mahduc b. Yezid, Ömer b. Hattab, Beraa b. Azib ve bizzat Ali b. Ebi Talib’i (489) sayabiliriz. Hepsi de, “Sen benim dünyada ve ahirette (1) kardeşimsin dediğinde müttefiktir. (490) Ayrıca “Mektup 20”de elini Ali’nin boynuna atarak: Bu benim kardeşim, vasim ve içinizde halifemdir; sözünü dinleyin ve ona itaat edin” (491) dediğini duymuştunuz. Bir gün, (s.a.a) ashabının yanına yüzü gülerek gelir, Abdurrahman b. Avf bu sevincin sebebini sorunca şöyle der: “Bugün bana Rabbim’den, kardeşim, amcamın oğlu ve kızım hakkında bir müjde geldi, Cenabı Allah Ali ile Fatımâ’yı karı koca ilan etti” (492) (2) Hatunlar hatunu ailenin efendisiyle evlendiği gün, peygamber (s.a.a) Ümmü Eymen’e: “Bana kardeşimi çağır” der. Ümmü Eymen: “Kardeşim diyorsun ve ona kızını veriyorsun” deyince: “Evet yâ Ümmü Eymen” der. Ümmü Eymen Ali’yi çağırır ve Ali gelir. Hadis... (493) (3) Defalarca Peygamber (s.a.a) onu işaret edip: “Bu benim kardeşim. Amcamın oğlu damadım ve çocuklarımın babasıdır... (494) (4)” dediği de inkâr edilemez. Bir gün onunla konuşurken “Sen benim kardeşim ve sahibimsin.” (495) (5) der. Bir günde onunla sohbet ederken ona şöyle der: “Sen benim kardeşim, sahibim ve cennette arkadaşımsın. (496) (6)” Yine bir gün onunla kardeşi Cafer ve Zeyd b. Harise’yi ilgilendiren bir mesele hakkında konuşurken der ki; “Sana gelince Ya Ali, sen benim kardeşim ve çocuklarımın babasısın.” (497) (7) Gene bir gün ona bir görev verirken şöyle hitap eder: “Sen benim kardeşim ve vezirimsin, borcumu sen öder, vâdimi yerine sen getirir, zimmetimi sen berâat ettirirsin.” (498) (8) Vefat edeceği sırada (s.a.a) “Bana kardeşimi çağırın” der. Ali’yi çağırırlar. Gelince; “bana yaklaş” der. Ali yaklaşır ve Peygamber (s.a.a)’i göğsüne dayar ve böylece mukaddes ruhu göğe yükselinceye kadar onunla konuşur. Hatta yüzü yüzüne o kadar yakındı ki Peygamber (s.a.a)’in ağzının suyundan yüzü hafifçe ıslanır... (499) (9) Yine bir gün şöyle der: (s.a.a) “Cennetin kapısına şöyle yazılı: La ilâhe illallah, Muhammed Resulullah, Ali “Ehû” (kardeşi) Resûlullah” (500) (10)
Ali (a.s) Resulullah (s.a.a)’ın yatağında yattığı gece, Cenabı Allah Cebrail ve Mikail’e şöyle vahyederek sorar: “İkinizi kardeş ilan ediyorum, ama birinizin ömrünü daha uzun kılacağım hanginiz kardeşini kendinden daha çok sever ve onun daha çok yaşamasını ister?” Her ikisi de
daha çok yaşamayı isteyince Cenabı Hak, bu sefer onlara şöyle vahyeder: “Hiç biriniz Ali gibi olamadınız. Onu Muhammed (s.a.a) ile kardeş ilan ettim, Ali canını onun uğruna feda edip onun yatağına yattı. Onun yaşaması için kendini ölüme attı gidin bari onu düşmanından koruyun...” ikisi de gökten inip, Cebrail başının, Mikail ise ayaklarının ucunda durur ve Cebrail şöyle der: “Tebrikler sana yâ Ebu Talibin oğlu! Bu senden başka kime nasip olmuştur... Cenabı Allah seninle meleklere karşı dahi övünüyor... Ve Allah-u Teâla bu hususta şu âyet-i kerimeyi tenzil buyuruyor:

“İnsanlardan, Allah’ın rızasına karşılık canlarını satan (feda eden) kimseler de vardır.” (501) (1)
Ali şöyle derdi: “Ben Allah’ın kuluyum, Resulullah’ın kardeşiyim ve Sıddık-ı Ekberim... Benden sonra her kim bu iddiada bulunursa yalancıdır.” (502) (2) Ve derdi ki: “Allah’a yemin ederim, ben onun kardeşiyim, velisiyim, amcasının oğluyum ve ilminin vârisiyim. Onun üzerinde kim benden daha çok hak sahibidir.” (503) (3) Ve Şûra günü, Osman’a Abdurrahman’a, Sa’d’a ve Zübeyr’e şöyle der: “Allah rızası için size soruyorum, Resulullah Müslümanlar arasında kardeşlik ilan ettiğinde, içinizden benden başkasını kendine kardeş olarak kimseyi seçti mi?” Hepsi: “Allah için hayır” derler. (504) (4) Ali, Bedir vakasında Velid’in karşısına çıkıp, onunla vuruşmaya geldiği zaman, Velid ona sorar; Sen kimsin?. Ali: Ben Abdullah (Allah’ın kulu) ve “Ehû” Resulullah’ım (Resulullah’ın kardeşi) der. (505) (5) Ömer’in hilafeti zamanında Ali, Ömer’e sorar: (6) “İsrail oğullarından bir Kavim sana gelse ve onlardan biri: “Ben Musa’nın amcasının oğluyum” dese, ona hakkettiği kıymeti verir miydin”? Ömer: “Elbette verirdim” diye cevap verir. Ali. O zaman şöyle der: “Allah’a yemin ederim ki, ben Resulullah’ın kardeşi ve amcasının oğluyum.” Ömer, o anda kalkıp abasını çıkarır ve yere serdikten sonra Ali’ye “Vallahi meclisimiz devam ettiği sürece bunun üzerinden başka yere oturmayacaksın.” Ve meclis dağılıncaya kadar Ali Ömer’in abâsının üzerine oturur. Resulullah (s.a.a) kardeşi ve amcasının oğlunun yakınlığı hakkına boyun eğmenin icabı olarak Ömer, halk dağılıncaya kadar Ali’nin önünde ayakta durur. (506)

3- İstemeyerek kalemi fazla oynattık herhalde... diyecektik ki: Resulullah (s.a.a) bütün sahabenin mescide açılan kapılarının kapanması için emir buyuruyor. Bunun sebebi de, mescidi cünüp ve cenabetlerden münezzeh tutmaktır... Fakat sadece Ali’nin kapısını açık bırakır ve orada Allah’ın emri ile cima yapmasını bile serbest bırakır; ki Harun’a da aynı serbestlik verilmişti. Bu da bize göre iki Harun’un umumi benzerliğine delâlettir. İbn-i Abbas şöyle der: “Resulullah (s.a.a) mescide açılan bütün kapıları kapattırdı, yalnız Ali’nin kapısına dokunmadı. Zira Ali’nin başka kapısı olmadığı için, mecburen mescidin içinden geçer ve dışarı çıkıp yıkanmaya giderdi.” (507) (7) Ve Ömer’den şu doğru hadis... her iki şeyhin tasdiki şartıyla der ki Ömer; “Ali’ye üç şey nasip olmuştur; (8) onlardan biri benim olsaydı dünyadaki bütün kırmızı develere değişmezdim: Zevcesi Resulullah’ın kızı Fâtıma... Resulullah’dan mescidi mesken edinme müsaadesi ve “Hayber” günü Resulullah tarafından kendisine verilen sancak. (508)” Sa’d b. Malik, bir gün Ali’nin hususiyetlerini sayarken, şu doğru hadise göre şöyle der: (1) “Resulullah (s.a.a) amcası Abbas’ı diğer sahabelerle beraber mescidin dışında bırakır. Abbas: “Hepimizi çıkarıp yalnız Ali’yi mi içerde bıraktın?” deyince Resulullah (s.a.a): “Ben sizi çıkarıp onu bırakmadım, Cenabı Allah sizi çıkarıp onu bıraktı” buyuruyor. (509)

Zeyd b. Erkam der ki: (2) “Bazı sahabelerin evleri mescitle bitişikti ve bu evlerin mescidin içine çıkan devamlı açık birer kapıları vardı. Peygamber (s.a.a): “Kapatın bu kapıları... yalnız Ali’nin kapısı açık kalsın.” diye buyurdu. Bunun üzerine bazı şahıslar söz edince Peygamber (s.a.a) kalkıp şu konuşmayı yaptı: “Ali’nin kapısından başka bütün bu kapıları kapamam için bana emir verildi. Bazılarınız bunun sözünü ettiler. Allah’a yemin ederim, ben hiç bir şeyi ne kapattım ne açtım... Sadece aldığım emri yerine getirdim.” (510) Tabarâni Kebiri’nde İbn-i Abbas’tan şu hadisi tahric eder: (3) “Peygamber (s.a.a) o gün ayağa kalkıp şöyle dedi: “Ben kendiliğimden sizi çıkarıp onu bırakmadım... Allah Teala sizi çıkarıp onu bıraktı... Ben memur bir kulum, bana ne emredilirse onu yaparım. Bana vahiy olanın dışında bir şey yapmam” (511) Ve Sa’d b. Ebi Vakkas, Berâa b. Azib, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, Huzeyfe b. Üseyd el Gaffari. Hepsi şu hadiste müttefiktir: (4) Derler ki:

Resulullâh (s.a.a) mescide gelir ve şu konuşmayı yapar: “Cenabı Allah peygamberi Musâ ya, “Bana, Tahir (Temiz) bir mescit inşâ et. O mescitte senden ve Harun’dan başka kimse oturmasın (512)” diye vahiy eder. Bana da temiz bir mescit inşa etmemi, benden ve kardeşim Ali’den başka kimsenin onu mesken edinmemesini buyurdu...” (513) Buradaki yerimiz, bu hususta vârit olan bütün sabit Nas’ları yazmaya müsait değildir... Ki, bu Nas’ların kaynağı hepsi belirli şahsiyetlerdir; bunlardan: İbn-i Abbas, Ebu-Said el Hudri, Zeyd b. Erkam, Esma b. Umeys, Ümmü Seleme, Sa’d b. Ebi Vakkas, Berâ b. Azib, Ali b. Ebi Talib, Abdullah b. Ömer, Ebuzer el Gaffari, Câbir b. Abdullah ve başkaları... (514)

Ve Peygamber (s.a.a)’in şu malum duası: “Allah’ım!.. Kardeşim Musa, senden şu niyazda bulundu; Rabbim! Kalbimi genişlet ve dâvâmı müyesser eyle... Ve dilimdeki düğümü çöz ki dediklerimi anlasınlar... Ve akrabalarımdan bana bir vezir tayin et... O kardeşim Harun olsun...Onunla beni kuvvetlendir... Ve Onu davamda da bana ortak et. Bu duasına karşılık ona: “Seni kardeşinle kuvvetlendirip sizi otorite sahibi kılacağız” diye ona vahiy buyurdun. Allah’ım! Ben, kulun ve Resulün Muhammed’im... Benim göğsümü genişlet ve dâvâmı müyesser eyle ve akrabalarımdan bana bir vezir tayin et... O kardeşim Ali olsun” (515) (1) Yine bunun benzerini “Bezzaz” tahric eder, der ki: “Resulullah (s.a.a) Ali’yi elinden tutarak şöyle der: Musa mescidinin Harun’la tathir edilmesi için Allah’a yalvardı. Ben de mescidimin seninle tathir edilmesini Allah’tan diledim.” Sonra Ebu Bekir’e, “Kapını kapat” diye haber gönderdi. Ebu Bekir biraz durakladı, sonra: “Baş üstüne” dedi. Arkasından Ömer’e sonra da Abbas’a aynı şekilde haber saldı. Sonra dedi ki: “Kapılarınızı kapatıp Ali’nin kapısını açık bırakan ben değilim Cenabı Allah’tır.” (516) (2) Ali’nin bütün derece ve hususlarda Harun’a benzediğini açıklamak istedik. Bu kadarlık açıklama kafidir sanırım. (Ş)


DİPNOT:
1- Müstedrek’in c. 3. 165 ve 166. sayfalarına bakın, hadisi doğru olarak apaçık her iki şeyhin tasdiki şartıyla bulursunuz. İmam Ahmet de Sünen’inde Ali’nin hadisinden (c. l. s. 97) ihraç etmiştir. Keza, İbn-i Abdulbirr İstiab’ında İmam Hasan’ın tercümesini yaparken ihraç eder. Hatta Zehebi taassubuna rağmen Telhis’inde ihraç ederken doğru olduğunu kabul eder. Bağavi Mücemmin’de, Abdülgani İyzah’ında Keza İbn-i Asâkir de Savaik-il Muhrika’nın 115. sayfasında Selman’dan ihraç etmiştir. 1- Hâkim, Müstedrek’in de c. 3. s. 14 İbn-i Ömer’den iki doğru yoldan, iki şeyhin tasdiki şartıyla ihraç eder, Zehebi de Telhis’inde, doğru olduğunu kabul ederek ihraç eder. Tirmizi ihraç ettiği gibi İbn-i Hacer de ondan naklederek (Savaik-il Muhrika s.73) zikreder. Böylece Hadis yazarlarından her kim “Kardeşlik” hadisine deyinmişse, bu hadisi zikrederek doğru olduğunu itiraf etmiştir.

2- Ebu Bekir Havârizmi Savaik’inin 103. sayfasında olduğu gibi, ihraç etmiştir. 1- Hâkim Müstedrek’inde (c. 3. s. 109) ihraç etmiştir... Zehebi de Telhis’inde doğru olduğunu kabul ederek ihraç eder... İbn-i Hacer de Savâik’inde 11. babta nakletmiştir...2- Şirazi, lakaplar bahsinde ihraç ettikleriyle. İbn-i Naccar İbn-i Ömer’den. e1 Mutteki el Hindi Kenz’inde ve Müntahab’ında nakletmişler.

3- İbn-i Abdulbirr kitabında Ali’nin tercüme-i halini yaparken İbn-i Abbas’a isnad ederek ihraç eder.

4- Kenz ul Ummal’da 6105. hadis olduğu gibi ihraç eder.

5- Hâkim, Müstedrek’inde (c. 3 s. 217) Sahih bir senetle “Müslim”in tasdiki şartıyla ihraç eder... Zehebi de aynı şart mûcibince doğru olduğunu itiraf eder.

6- Tabarani Kebir’inde İbn-i Ömer’den ihraç eder... Mutteki Hindi de Kenz’de ve Muntehabı’nın mesnedinde hamişinde (c. 1 s. 532) de ihraç eder.

7- İbn-i Sa’d, Tabakat’ında (c. 2 s. 51 ) ihraç eder.

8- Tabarani Avsat’ında Hatip, Müttefik ve Müfterik’inde (c. 5 s. 35) hamişe bakın... Yine kendisi, hamiş c. 5. s. 46 da İbn-i Asâkir’den nakleder.


1- Bütün “Sünen” sahipleri bu hadisi senetlerinde tahric ederler. Ayrıca Fahr-ı Razi, Bakara suresindeki bu ayeti (c. 2 s. 189) büyük tefsirinde zikreder.

2- Nesâi “Hasâs’i Aleviyye”sinde... Hâkim Müstedrek’inde (c. 3 s. 112), İbn-i Ela Şeybe ve İbn-i Ebi Asim Sünnet’te.. Ebi Nuaym ise, Marifet’te... Mutteki el Hindi “Kenz’ul Ummâl’ında ve Müntahab”ında nakleder: Müsned hâmişindeki “Müntahab”a (c. 5 s. 40) bakın.

3- Müstedrek c. 35 s. 126’ya bakın... Ayrıca Zehebi, Telhis’inde doğru olduğunu kabul ederek tahric eder.

4- İbn-i Abdulbirr İstiab’ında, Ali’nin hal tercümesinde tahric eder.

5- İbn-i Sâ’d Tabakât’ında (c. 2 s. 15) Bedir savaşı bahsinde tahric etmiştir.

6- İbn-i Hacer Savaik’inde “meveddet” Ayetinde ki maksadı izah ederken, ki bu onun Ehl-i Beyt, hakkında irad ettiği âyetlerin l4. Bu hadisi zikreder (Bab,11; s. 107)... Ayni şekilde Darukutni de tahric eder.

7- Bu hadis uzundur. Mektup 26’da zikretmiştik. Ayrıca Ali’nin on hususiyetini ihtiva eder.

8- Müstedrek’te (c. 3 s. 120) mevcuttur. Ebu Ali de Savaik’te olduğu gibi tahric eder. (bab. 9. s. 76) ya bakınız... Ayrıca, aynı mâna ve sözlerle Ahmet b. Hanbel Abdullah b. Ömer’in hadisinden tahric eder; (c. 2 s. 26) Müsned.

1- Müstedrek (c. 3 s. 117) de olduğu gibi. Sünen’lerin sahih bir hadisi ve doğruluğa şayan Sünni yazarların çoğu tahric etmiştir.

2- İmam Ahmet’in ondan tahric ettiği hadislerdendir, “Müsned” (c. 4 s. 369) Keza “Kenz’ul Ummal” ve Müntehab’ında olduğu gibi Ebu Ziya’dan tahric etmiştir. Müsned’in hâmişindeki Müntehab’a (c. 5 s. 29) bakınız.

3- Ondan Mutteki el Hindi de bir an evvel bahsini ettiğimiz aynı sayfanın hamişinde nakleder.

4- Ali b. Muhammed el Hatip eş Şafii, İbn-i el Muğazili adıyla anılır yukarıda saydığımız şahısların hepsinden ayrı ayrı yollarla tahric eder. 1- İmam Ebu İshak Sâlebi “Maide” süresindeki Velayet ayetini tefsir ederken Ebuzer’den tahric eder. Kezâ benzerini Araştırıcı Belhi İmam Ahmet’in Müsned’inden nakleder. 2- Bu hadiste Kenz’in (c. 6 s. 4-8) 6156. hadisidir.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

35. MEKTUP - (27 Zilhicce 1329)

Nas’ların gerisini rica etmek.


Mâşaallah... Delilleriniz ne kadar açık, ne kadar kuvvetli... Açıklamaları ne kadar net ve ne kadar muazzam.
Mümkün olduğu kadar süratle. Süratle geri kalan mütevâtir, açık nass’larınızı ikrâm edin, lütfen... İyilik yapmış olursunuz.Vesselam. (S)






36.MEKTUP (29 Zilhicce 1329)

1- İbn-i Abbas’ın Hadisi.
2- Umran’ın Hadisi.
3- Bureyde’nin Hadisi.
4- On Husûsiyetler hadisi.
5- Ali’nin hadisi.
6- Vahb’ın hadisi.
7- İbn-i Ebi Asım’ın hadisi.


1- O Nas’lardan, Ebû Dâvut et Tayâlisi’nin İstiâb’taki Ali’nin ahvâlinin aynısı İbn-i Abbâs’a istinâden ihraç ettiği hadis, sizi tatmin etmeğe yeterlidir. Demiş ki, İbn-i Abbas: “Peygamber (s.a.a), Ali b. Ebu Talib’e: “Sen, benden sonra her müminin velisisin” dedi. (517) (1)

2- Ona benzer, Ümrân İbn-i-Husâyn’dan doğru olarak gelen şu hadis der ki: “Peygamber (s.a.a) bir grup savaşçı gönderdi ve başlarına Ali b. Ebu Talib (a.s)’i verdi. Birlik zafer kazandı ve Ali (a.s) ganimetten kendine bir cariye seçti. Bunu maiyetindekilerin bazıları hazmedemedi; dört kişi anlaşıp Peygambere şikayet etmeyi kararlaştırdılar. Döndüklerinde biri Peygamber (s.a.a)’in yanına yaklaşıp: “Ya Resulullah! Ali’yi görüyor musun, nasıl böyle böyle yaptı?” dedi. Peygamber (s.a.a) duymamazlıktan geldi. Bu sefer ikincisi yaklaşıp aynı sözleri tekrarladı. Yine duymamazlıktan geldi; üçüncüsü ve dördüncüsü de aynı şikayeti tekrar edince Peygamber (s.a.a) onlara dönüp, yüzü sinirden kıpkırmızı bir şekilde dedi ki: “Ali’den ne istersiniz? Ali benden ve ben Ali’denim. O benden sonra her müminin velisidir.” (518) (2)

3- Bureyde’nin hadisi... Ahmed’in Müsned’inde (c. 5 s. 356) der ki; “Resulullah (s.a.a) Yemen’e iki birlik gönderdi, birinin başına Ali b. Ebu Talib (a.s)’i diğerine Halit b. Velid’i tayin etti ve onlara dedi ki: “Eğer birleşirseniz kumanda Ali’nindir. (519) (1) Tekrar ayrılırsanız, yine her biriniz birliğinin kumandanıdır...” Ebu Bureyde der ki: “Yolumuza devam ederken önümüze Yemen halkından “Zübeyde oğulları” çıktı. Onlarla savaştık, onları yendik; esir kadınlardan Ali kendine birini seçti. Bunun üzerine Hâlid, benimle Peygamber (s.a.a)’e bu olayı bildiren bir mektup gönderdi.

Peygamber (s.a.a) mektubu okutunca çok sinirlendi. Ben: Yâ Resulullah! dedim, beni bir adamın emrine verdin ve onun sözünü dinlememi emrettin. Ben de emrine sâdık kaldım. Peygamber (s.a.a) ise şöyle dedi: “Ali’nin aleyhinde bulunmayın... O bendendir, ben de ondanım. O benden sonra velinizdir.” (520) (2) Bu hadis, Nesai’nin yanında şu sözlerle geçer: (Hasâis-i Aleviyye s. 17) A’yâ Bureyde! Bana Ali’yi kötüleme... Ali bendendir ben de ondanım; o, benden sonra velinizdir.” (521) İbn-i Cerir’in (3) yanında ise sözleri şöyledir: Bureyde, der ki: Resulullah (s.a.a)’in yüzü kızardı ve dedi ki: “Ben kimin velisi isem Ali’de onun velisidir.” Bureyde şöyle devam eder: Bu sözleri duyunca Ali’ye karşı nefsimde olandan eser kalmaz ve kendi kendime dedim ki, hayatta bir daha onu kötülükle anmam. (522) Tabarâni ise bu hadisi genişçe zikrederek şöyle yazar: “Bureyde, Yemen’den döndüğü gün mescide girer, Peygamber’in kapısının önünde bir kaç kişi görür... Onu karşılayıp selamlaşırlar ve “ne haber” diye sorarlar... O: “Hayırdır, çok şükür Allah bize fetih ihsan etti” der. Onlar: “Öyleyse niye geldin?” deyince şöyle der: “Bir cariyeyi” beşte bir hisse gereğince Ali aldı ben de bunu Peygambere haber vermeye geldim!..” Onlar böyle konuşurlarken Peygamber (s.a.a) kapının arkasından dinliyormuş, dışarı çıkar ve şöyle der: “Ali’nin aleyhinde bulunan kimselere ne oluyor? Ali’ ye kim buğz ederse bana da etmiş olur. Ali’den kim ayrılırsa benden ayrılmış olur. Ali bendendir, ben de ondanım. O benim tıynetimden doğmuş, bende İbrahim Peygamber’in tıynetinden doğmuşumdur. Ben ise İbrahim’den daha efdal’ım... (4) “Öyle bir zürriyet ki, bir birinin parçasıdır ve Allah işiten ve bilendir” (Ayet) Ey Bureyde; bilmiyor musun ki Ali, aldığı cariyeden çok daha büyük mükâfatlara layıktır. O benden sonra sizin velinizdir.” (523) (5) Ve böylece bu hadisin geldiği kesinlikle doğru ve doğruluğunda şüpheye hiç yer yoktur. Ve Bureyde’ye dayanan yollar çok olduğu gibi hepsi de muteberdir.

4- Bunun benzeri Hakim’in İbn-i Abbas’tan rivayet ettiği muhteşem bir hadistir. Onda Hz. Ali (a.s)’a on husûsiyet zikreder, Hâkim, (6) der ki: “Peygamber (s.a.a) ona şöyle dedi: “Sen benden sonra bütün müminlerin velisisin” (524)

5- Peygamber (s.a.a)’in bir hadiste geçen şu sözleri: “Yâ Ali! Cenabı Allah’tan senin için beş dilek diledim. Bunlardan dördünü bana ihsan etti. Ancak birini benden esirgedi... Bana verdiklerinden birisi, senin benden sonra müminlerin velisi olmandır.” (525) (1)

6- Bunun benzeri, İbn-i Seken’in Vahb b. Hamzâ’dan rivayet ettiği hadisdir. Der ki: (İsabe’de Vahab’ın tercümesindekinin aynısı) “Ali (a.s) ile sefere çıktım, kendisinden sertlik gördüm, içimden dedim ki, dönünce onu şikayet edeceğim. Döndüm ve Peygambere (s.a.a)’e Ali’den bahsettim ve aleyhinde şikayette bulundum. Peygamber (s.a.a) bana: “Ali’nin hakkında böyle konuşma o benden sonra sizin velinizdir.” (526) Tabarâni de bu hadisi Vahb’dan tahriç eder, ancak şöyle der: “Ali hakkında öyle konuşma, o benden sonra sizin durumunuzla ilgili insanların en evlâsıdır.” (527) (2)

7- İbn-i Asim Ali (a.s)’dan naklen, Peygamber’in şöyle dediğini rivayet eder: “Ben müminlere kendi nefislerinden daha evlâ değil miyim?” evet, dedikleri zaman; “Ben kimin velisi isem Ali de onun velisidir” (528) der. Sahihlerimiz tahir olan Ehl-i Beyt imamlarından intikal eden hadislerle tevâtür halindedir. (529) Fakat bu kadarı maksadımızı anlatmağa kâfidir sanırım... Zira Kur’an’da geçen velâyet âyeti söylediklerimizi te’yid etmektedir... İnsanların Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Vesselam. (Ş)


DİPNOT:
1- Sünen sahiplerinden Ebu Davud ve diğerleri şu şahısların yoluyla rivayet ederler: İbn-i Abbas’tan teselsülen Ömer b. Meymune Yahya b. Selim el-Fezari’ye, Ebu Avane el Vaddah b. Abdullah el Yeşkeri’ye... Bu senedin şahıslarının hepsi birer hüccettir.
2- Bu hadisi “Sünen” sahiplerinden bir kaç kişi tahriç etmiştir; Örneğin Nesai Hasâis-i Alevviye’sinde olduğu gibi Ahmed b. Hanbel Müsned’inde (c. 4 s. 438) Hâkim, Müstedrek’inde... Zehebi Müstedrek’in Telhis’inde Müslim’in şartıyla... İbn-i Ebi Şeybe ve İbn-i Cevir de tahriç etmişlerdir; bunların ikisinden “Mutteki el Hindi” bu hadisi doğrulayarak nakleder, Kenz’ul Ummâl (c. 6 s. 400). Muhaddislerin çoğu bu hadisi rivâyet ederler.

1- Peygamber (s.a.a) hayatı boyunca Hz. Ali (a.s)’ı kimsenin emri altına vermemiştir, fakat diğer sahâbelere kendisi defalarca amirlik yapmıştı. Hatta her taarruzda Peygamber (s.a.a)’in sancağını kendisi taşımıştır... Ebû Bekir ve Ömer ise, Usame’nin askerlerindendi. Peygamber (s.a.a) bizzat kendisi birliği tanzim eder ve her ikisini askerlerin arasına dizer. Bu bütün haber sahiplerince ittifaken malumdur. Keza onları “Zatü Selasil” vakasında Amr b. As’ın emrine verir. Hatta bu vakıada onunla aralarında bir hadise cereyan eder, Hâkim Müstedrek’inde (c. 3 s. 43) bu olaydan bahsettiği gibi, Zehebi de Telhis’inde bu hadisin doğru olduğunu açıklar... Hz. Ali (a.s) ise, Peygamber (s.a.a)’in, nübüvvet ile geldiği günden vefâtına kadar, yalnız onun emri altına girmiş ve ona tabi olmuştur.
2- Bureyde oğlu Abdullah’ın babasından duyduğu ve Ahmed’in s. 356’da zikrettiği hadistir. Ve yine Ahmed Müsned c. 53 s. 347’de Sait b. Cübeyr yoluyla İbn-i Abbas’tan Bureyde’den bu hadisi şu şekilde rivayet eder: “Ali ile beraber Yemen Gazvesine gittim, kendisinden sertlik gördüm. Döndükten sonra Peygamber (s.a.a)’i ziyaret ettim ve onun yanında Ali’nin aleyhinde şikayette bulundum. Baktım ki Peygamber’in (s.a.a) yüzü değişti ve bana bakıp dedi ki: Ey Bureyde! Ben mü’minlerin üzerinde, kendi nefislerinden daha fazla velayet sahibi değil miyim? Ben “elbette Ya Resulullah!” dedim. Bu sefer dedi ki: Ben kimin Mevlası isem Ali de onun mevlâsıdır...” Hakim’de Müstedrek’inde tahriç eder (c. 3 s. 110) daha da başkaları... Hadis gördüğünüz gibi sarih açık ve hangi maksada dayandığı belli.
3- Mütteki el Hindi’nin, ondan naklettiklerinden... (c. 6 s. 39) Kenz’ul Ummal)
4- Resulullah (s.a.a): “Ali benim Tıynetimden doğdu” dediği zaman ve kendisi Nübüvvetle Ali’den efdal olması hasebiyle; “Ben de İbrahim’in tıynetinden doğdum” dedi ve ilâve etti: “Fakat ben İbrahim’den efdal’ım” Böyle dedi ki İbrahim kendisinden efdal zannedilmesin, zira böyle bir zan hakikate ayıkırı olurdu.
5- İbn-i Hacer bu hadisi Tabarani’den nakleder. (Savaik.) (103) Fakat Ali’nin câriyeden başka çok daha büyük mükâfatlara layık olduğunu bilmiyor musun? sözlerine gelince kalemi durur ve hadisi tamamlamak kendisine zor gelir. “Ve hadis böyle devam eder” der Zira bu kendisi gibilerden tuhaf sayılmaz... Bize afiyet bahşedene hamd olsun... Başka ne denir?
6- Hakim Müstedrek’inde (c. 3 s. 134) tahriç eder... Zehebi Telhis’inde doğru olduğunu itiraf eder. Nesai Hasais-i Aleviyye’sinde, s. 5 Ahmed Müsned’inde (c. 1. s. 331) mektup 26’nın başında sözleriyle zikretmiştik. 1- Bu hadis Kenz’in 6048. hadisidir (c. 6 s. 396) 2- Bu hadis Kenz’in hadislerinin 2579’cusudur. (c. 6 s. 155)
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

37. MEKTUP - (29 Zilhicce 1329)
“Veli” Bir Kaç Mana Taşıyan Bir Sözdür “Nas” Nerede?

“Veli” yardımcı, arkadaş, dost akraba, tâbi ve komşu manasını içerir ve ayrıca her kim birinin işlerinin sorumluluğunu üstlenirse onun velisi sayılır. Belki ileri sürdüğünüz hadisler, “Ali benden sonra sizin yardımcınız, dostunuz ve seveniniz manasını taşıyor. İddia ettiğiniz mânayı ispat edecek “Nas” nerede? (S)






38. MEKTUP - (30 Zilhicce 1329)
1- Veliden maksadı açıklamak.
2- Onun kastedildiğinin karineleri.



1- “Veli” kelimesinin mânalarını sayarken, “Kim birinin her türlü işinin sorumluluğunu üstlenirse, onun velisi olur” dediniz. Zaten bu hadislerde “Veli” kelimesinin kastedilen mânası da budur. Kulağa ilk geldiği zaman akla da bu gelmiyor mu? (530) Örneğin: “Acizin velisi, babası ve baba tarafından dedesidir; daha sonra vasisi, daha sonra da şer’i hâkimdir.” Demek oluyor ki, onun velâyeti ve bütün işlerinde tasarruf sahibi olabilecek kimseler bunlardır.

2- Bu hadislerde “Veliden kastedilen mânanın karineleri izah sahibi kimselerce anlaşılmayacak bir şekilde değildir. Peygamber (s.a.a)’in “O benden sonra sizin velinizdir” demesi, bu velâyeti yalnız onun hakkı olarak gördüğü ve onu sınırladığı açıktır; (1) bunun da söylediklerimizin manasını tayin etmesi icab eder. Zaten başka bir maksatla da bağdaşmaz. Zira yardım, sevgi, dostluk ve benzerleri, hiç kimsenin malı değildir. Mü’minin ve mü’minat birbirinin velisidir. Peki Peygamber (s.a.a) bu hadislerde, kardeşi ve velisine hangi meziyeti isbat etmek istemiştir? Şayet “Veli” kelimesi dediğimizden, başka bir mâna taşıyorsa... Yahut Peygamber (s.a.a) hangi gizli meseleyi açıklamak istemiş bu hadislerle?.. Eğer veliden maksadı yardımcı, dost ve benzeri ise?... Hâşa, Peygamber (s.a.a) açık olan bir şeyin açıklanmasıyla meşgul olsun... Onun beliğ hikmeti, ismeti ve Peygamberliği, zannedildiğinden çok daha büyük ve yücedir. Kaldı ki, bu hadisler adı geçen velâyetin Peygamber’den sonra Ali’ye ait olduğunu ispat ediyor ki, bu da işâret ettiğimiz mânayı tâyin etmiş oluyor. Yani yardımcı, dost ve saire manalarla birleşmiyor. Zira Ali Müslümanlara yardımcı ve dost olmaya, çocukluğundan ve risaletin kucağında bileği kuvvetlendiği günden beri başlamış ve hakkın rahmetine kavuşuncaya kadar devam etmiştir. Yardımı, sevgisi ve sadâkati bilindiği gibi yalnız Peygamber (s.a.a)’den sonraki günlere âit değildir.
Savunduğumuz mânayı tayin etmek için ve sizi tatmin edecek karinelerden imam Ahmed’in Müsned’inde (c. 5 s. 347) sıhhatli bir yolla, Sait b. Cübeyr’den, İbn-i Abbas’tan, Bureyde’den tahriç ettiği şu hadis yeterlidir sanırım; der ki Bureyde: “Ali ile Yemen’e gazveye gittim, kendisinden sertlik gördüm, geri döndüğümde Peygamber (s.a.a)’e gidip Ali’nin aleyhinde şikayette bulundum. Baktım ki Peygamberin yüzü değişti ve bana bakıp dedi ki: “Yâ Bureyde! Ben müminlerle kendi nefislerinden evlâ değil miyim mi?”.. Evet yâ Resulullah, dedim. O zaman dedi ki: Ben kimin mevlası isem, Ali’de onun mevlasıdır.” (531) Ve hadis devam ediyor... Hâkim’de Müstedrek’inde Müslim’e göre tashih ederek rivayet eder, (c. 3 s. 110) Zehebi de Telhis’inde doğru olduğunu kabul ederek, Müslim’e uyma şartıyla zikreder. “Ben müminlerin nefisleri üzerinde daha hak sahibi değil miyim?” Cümlesinin takdiminde söylediklerimize ne kadar delâlet ettiğini siz de biliyorsunuz. Bu hadisleri tetkik eden
herkes, söylediklerimizden zerre kadar şüphe etmez. Allah’a hamd ve senâ olsun. (Ş)

DİPNOT:
1- Çünkü “O, benden sonra velinizdir” demesi, yani benden sonra veliniz odur, başkası değil.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

39. MEKTUP - (30 Zilhicce 1329)
Velâyet Ayetini Rica Etmesi

İtiraf ederim ki attığınız her adım sağlam; taarruzlarınızda öyle inançlı ve cesarete sahipsiniz ki, önünüzde durulamaz. Bendeniz zikrettiğiniz hadislerin, dediğiniz mânaya delâlet ettiğine inananlardanım. Sahabelerin doğru hareket ettiklerini kabul etmek vâcip olmasaydı yargınızı derhal kabul ederdim. Lakin “Sâlih seleften Allah razı olsun. Onların hükümlerini kabullenerek, vuku bulanın doğru olduğunu kabul etmekten başka çare yok... Mektup 36’nın sonunda bu hadiselerden çıkan mananın, dediğinizi onaylayacak “Muhkem” bir ayetinde mevcut olduğunu iddia etmiştiniz. Ama sonra bu âyete vâkıf olmamızı sağlamadınız. Lütfen bu âyeti yazın da araştıralım inşallah... Vesselam. (S)





40. MEKTUP - (2 Muharrem 1330)

1- Velâyet âyeti ve Ali hakkında nâzil oluşu...
2- Nuzulundaki deliller.
3- Bu âyetin istikametinde delillerin yönlendirilmesi.



1- Evet size o âyeti, Cenâbı Allah’ın (Azze ve Celle) muhkem ayeti olarak, Kur’an-ı Kerimi’nden tilâvet edeceğim; o, Mâide Süresi celilisinde zikredilmiş ve meâlen şöyledir: “Sizin veliniz, Allah ve resûlü ve iman edenlerdir; ki, onlar: Namaz kılanlar ve rükuda iken zekât verenlerdir. Her kim Allah’ın, resulünün ve imân edenlerin velâyetini kabul ederse, bilmeli ki Allah’ın hizbi mutlak gâlip gelecektir.” (1) Bu âyetin Hz. Ali (a.s) namazdayken yüzüğünü bir dilenciye sadaka verdiği için indiği şüphesizdir.

2- Hz. Ali (a.s)’ın, namazda rukü halindeyken yüzüğünü sadaka olarak verdiği hususunda indiğine dâir, bizdeki “sihâh’lar Ehl-i Beyt hadisleriyle taşkın ve mütevâtirdir. (532) Ayrıca (nass olarak) başkalarının yoluyla gelmiş ve Resulullah’a kadar yükseltilmiş
(Merfü’en) İbn-i Selâm’ın bir hadisi var ki sizi tatmin etmeye yeter. Ona benzer, İbn-i Abbas’ın ve Hz. Ali’nin hadisleri... İkisi de “Merfü’en” -Resûlullah (s.a.a)’e yükseltilerek- İbn-i Abbas’ın hadisine vâkıf olmak için, Vâhidi’nin “Esbâb’un Nüzûl” kitabına (bu âyetin tefsirine) bakınız. Ayrıca Hatib, Müttefik’inde zikreder. (2) Ali’nin hadisi için de İbn-i Merdeveyh ve Ebu’ş Şeyh’in Müsned’lerine bakabilirsiniz. Olmazsa, isterseniz Kenz’ul Ummal’a bakınız. (533)... (3) Gerçi bu âyetin Ali hakkında nâzil olduğu, müfessirlerin ittifak halinde oldukları hususlarından biridir. Bu ittifaklarını Ehl-i Sünnetin tanınmış muhaddislerinin çoğu nakletmiştir. Bunlardan biri imam Kuşçu’dur. Tecrit şerhinin imâmet bahsinde (534) “Gâyet’ul Merâm”ın 18. babında ise zikrettiğimiz maksatla indiğine dair, Cumhur’un yoluyla gelmiş 24 tane hadis vardır. Eğer güneş gibi açık olmasaydı ve kısadan gitmeye riâyet etmeseydik, bu âyet hakkında gelen sahih haberlere yeterli derecede yer verirdik. Fakat Allah’a hamd olsun ki, şüphe götürmez bir meseledir. Bununla beraber biz mektubumuzu Cumhurdan bu hususta gelen hadislerden yoksun bırakmayacağız. Ama yine de İmam Ebu İshak Ahmed b. Muhammed b. İbrahim en Nişâburi es Sâ’lebiy’nin tefsirinde olanla iktifa edip (4) şöyle diyeceğiz: Büyük Tefsiri’nde bu âyete vardığı zaman Ebuzer el Gaffari’ye isnât ettiği şu hadisi rivayet eder, “Ebuzer der ki: Resulullah (s.a.a) dan şu iki kulağımla duymadıysam kulaklarım sağır olsun! O’nu şu iki gözümle görmediysem gözlerim kör olsun, diyordu ki: “Ali, Muhsin ve Sâdıkların komutanıdır. Kâfirlerin katilidir, ona yardım edene Allah’tan yardım edilecektir, yardımı terk edene, Allah yardım etmeyecektir.” Ebuzer devam edip diyor ki: “Bir gün Resulullah (s.a.a) namaz kılıyordu, bir dilenci gelip sadaka istedi, mescitte bulunanlardan kimse ona birşey vermedi. Ali ise rükuda olduğu halde elini uzatıp parmağındaki yüzüğü işaret etti, dilenci gelip parmağındaki yüzüğü çekip aldı. Resulullah (s.a.a) bu davranışı görünce ellerini açıp şu duâyı yaptı: “Allah’ım! Kardeşim Mûsa senden şöyle bir dilekte bulunmuştu, (Tâha Süresinden meâlen): “Allah’ım göğsümü geniş kıl, işimi müyesser eyle, dilimdeki düğümü çöz ki, dediklerimi herkes anlasın, bana yakınlarımdan bir vezir yardımcı tâyin et, kardeşim Hârun olsun. Onunla beni kuvvetlendir... Ve onu görevime ortak et... Sana çok ibadet edelim... Ve zikirde bulunalım.” (535) Onun duasını kabul edip şöyle vahyettin: “İstediğin olmuştur. Ya Musa...” (536) Allah’ım, ben de senin kulun ve Peygamberinim... Benim de göğsümü geniş kıl ve görevimi müyesser eyle ve bana yakınlarımdan bir vezir tayın et. O kardeşim Ali olsun... Onunla arkamı kuvvetlendir.” Ebuzer şöyle devam ediyor: Allah’a yemin ederim ki, Peygamber (s.a.a) sözlerini bitirir bitirmez Cebrail kendisine şu ayeti kerimeyi tebliğ eder: “Sizin veliniz Allah ve Resulü ve iman edenlerdir ki, onlar namaz kılanlar ve rükuda iken zekât verenlerdir... Ve her kim, Allah’ı, Resulünü ve iman edenleri velisi kabul ederse, bilmeli ki, mutlaka galip gelen Allah’ın hizbi olacaktır...” (537)

3- Siz de (Allah sizinle hakkı galip kılsın) biliyorsunuz ki, “Veli” kelimesi, velâyet, yetki, tasarruf sahibi mânasına geliyor. Aynı şu deyimdeki mâna gibi: “Filan, âciz olanların velisidir.” lügatçılar ise şu açıklamada bulunmuştur: “Her kim birinin velayetini üstlenirse onun velisi olur. (5) Yani sizinle ilgili meselelerin velâyetini üzerine alan kimse, onların üzerinde sizden daha çok yetki sahibi olur... O da burada Cenabı Allâh ve Resulü ve Hz. Ali oluyor. Zira bu sıfatların onda toplandığı görüldü... Bunlar: İman, namaz ve rükû halinde iken zekât vermek... Bunları yerine getirince bu âyet-i kerime nazil olmuştur...
Ve böylece Cenabı Allâh velâyeti, kendine, Resulüne ve Hz. Ali’ye hak görülmesinin icab ettiğini ispat etmiş oldu... Allâh-u Teâlâ’nın velayeti umumidir. Peygamberin velayeti ve velininki de öyle ve aynı üslûp üzerinedir. Böyle olunca da seven, dost ve yardımcı gibi mânalara kısıtlamaya gerek kalmıyor. Zannederim bunu daha önce açıklığa kavuşmuş meselelere ilhâk etmek gerek... Allah’a şükürler olsun. (Ş)


DİPNOT:
1- Bundan dolayı Lübnan’daki Şii’lere Mütevâliler denir. Yâni bu âyette zikredilenlerin velâyetini kabul edip takip edenler manasına geliyor. Daha açıkçası: Bu âyetin, kendisi için inen Hz. Ali’nin ve Ehl-i Beyt’in velâyetini benimsedikleri için.

2- Aynı zaman da Kenz’ul Ummal’ın 5991. hadisidir; (c. 6 s. 391) Ayrıca, Kenz’in Müntahabında da yer almıştır.
Ahmed’in Müsned’i (c. 5 s. 38) Hâmiş,

3- Kenz’ul hadislerinin 6137. hadisidir; (c. 6 s. 405).

4- 337 yılında vefat etmiştir. İbn-i Hallikân “Vefeyat’ul-A’yan”da onu zikreder ve şöyle der: Tefsir tasnif etmiştir; „Siyak-ı Nişâbur” kitabında, Abdülgâfir b. İsmail el-Farisi, onu “Siyak-ı Nişabur” zikreder ve “Naklettiği hadisler, doğru ve emânet kaynağıdır”der.

5- “Veli” kelimesinin manası için büyük sözlüklere bakın isterseniz.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

41. MEKTUP - (3 Muharrem 1330)
“İman edenler” çoğuldur, nasıl tekil olarak kullanılıyor?

Size itiraz edilirken denilebilir ki; “İman edenler, namaz kılanlar ve rükûda iken zekât verenler” hakikatte çoğuldur... İmam (k.v) tek olduğu halde nasıl kendisine çoğulla hitap ediliyor. Size bu soru sorulsa cevabınız ne olur acaba? (S)





42. MEKTUP - (4 Muharrem 1330)
1- Araplar, çoğulla tekili tâbir ederler.
2- Bunun şâhitleri.
3- İmam Tabersî’nin zikrettikleri.
4- Zemahşeri’nin zikrettikleri.


1- Cevap: Araplar bazı nüktelerde icap ederse, tekil yerine maksatlarını çoğulla tabir ederler.

2- Bunun şâhidi Al-i İmrandaki şu ayet-i kerimedir; Meâli: “İnsanlar size karşı toplandılar, onlardan sakının demelerine rağmen, onlar imanlarını artırarak “Allah, bize yeter, zira o vekillerin en âlasıdır” dediler.” (Al-i İmran/173) Bunu söyleyen yalnız bir kişidir, Nuaym b. Mesûd el-Eşcai idi. Bütün müfessir ve muhaddisler bunda müttefiktir. (538) Cenabı Allah, tek bir kişi olduğu halde ona çoğul tabirini kullandı. Bu da onun sözlerine kulak asmayıp onun ihtarını önemsemeyenlerin durumunun büyüklüğünü göstermek içindir. Zira Ebu Süfyan bu adama sırf Müslümanları korkutup geri dönmelerini sağlamak için on deve vermişti. İşte o gün onlara söylediği sözlerin bir kısmı böyle idi: “İnsanlar, size karşı toplandı, onlardan korunun.” Bu sözlerinden bir çok Müslüman etkilendi ve Peygamberle beraber gitmekten soğudu. Lakin Peygamber (s.a.a) yetmiş atlı savaşçıyla çıktı ve hepsi sağ salim geri döndü.

Bunun üzerine Ayet-i Kerime nâzil oldu... Yâni Peygamberle (s.a.a) beraber çıkan yetmiş kişinin, kimseye kulak asmadan bu fedakârlığı, gösterdiklerini dile getirip övdü. Aslında burada o kişiye çoğul hitap etmekte onurlu bir nükte mevcuttur; zira Peygamberle (s.a.a) çıkan 70 kişiyi övmek onun vasıtasıyla daha belagatlı oluyor. Eğer kendilerine bir adamın: “İnsanlar size karşı toplandılar” demeseydi, bukadar beliğ olmayacaktı. Nitekim bu ayetin, Kuran-ı Kerimde, hadiste ve Arapların kelâmında eşleri ve benzerlerine her zaman rastlamak mümkün. Başka bir âyette Cenabı Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler Allah’ın size bahşettiği nimeti hatırlayın. Hani bir kavim, ellerini size uzatmağa yeltendiği zaman, Allah onlara mâni olup, ellerinden sizi korudu.” Ki, onlara el uzatmağa yeltenen sadece bir kişiydi. O da Muhârip kabilesinden Gavres isminde bir şahıs; bazıları da Nadir kabilesinden Amr b. Cehhaş olduğunu söyler. Bu adam kılıcını çekip sallar ve Peygamber (s.a.a)i vurmak ister. Fakat Allah Azze ve Celle, ona mani olur; nitekim mani olduğunu muhaddisler ve müfessirler rivayet etmiştir. İbn-i Hişâm, Siretin üçüncü cüzünde “Zatür Rika” Gazvesini zikrederken bu olayı anlatır. (539)

Cenabı Allah, bu adama tek olduğu halde Müslümanlara, Peygamberlerinin kurtulmasıyla kendilerine Allah tarafından bahşedilen nimetin azametini izah etmek için çoğul sıfatını vermiştir. “Mübâhale” âyetinde ise: “Çocuklarımız, kadınlarımız, nefislerimiz” derken Hasan, Hüseyin Fatıma ve Ali kastedilmiştir. Hepsi birden çoğuldur elbet, ama ayıracak olursak; Fâtıma tek olduğu halde “Kadınlarımız” Alide tek olduğu halde “Nefislerimiz” denmiştir. Daha evvel dediğimiz gibi bunun benzerleri sayılmayacak kadar çoktur. (540)

3- İmam Tebersi, Mecmaul Beyanında bu âyeti tefsir ederken şöyle der; “Emir-ül Müminine çoğul sıfatının takılmasından maksat, tâzim ve tebcildir. Zira lügatçiler tekil yerine çoğul tâbirini tazim maksadıyla kullanırlar” ve der ki: “Bu gibi tabirler onların sözlerinde kanıt göstermeye hâcet bırakmayacak kadar meşhurdur.” (541)

4- Zemahşeri ise Keşşâfında başka bir noktaya değinir: Diyor ki: “Eğer, kastedilen nasıl Ali olabilir? Zira söz çoğuldur,” dersen derim ki, kastedilen tek bir şahıs olduğu halde çoğulla sıfatlandırılmasının sebebi, diğer insanlar da onun bu hareketini benimsesin ve aynısını yapmaya rağbet gösterirlerse kendileri de böyle bir mükâfata mahzar olacaklarını anlasınlar; Ayarıca “Müminlerin ahlakı böyle olmalı” mesajını vermek ve ihsan ve sadakanın lüzumu vuku bulduğu zaman, geciktirilmeyeceğini, hatta namazda olsalar dahi namaz”dan sonrasına bırakılmaması gerektiğini tembih etmek içindir.” (542)

5- Bu konuda benim de bir nüktem var ki, daha hoş ve daha zariftir; o da şu: tekil yerine çoğul sıfatının kullanılmasındaki gaye, Hz. Ali (a.s) ve Hâşim oğullarını sevmeyenleri ve bir çok münafığı tahrik etmemektir. Zira onlar bu ibâreyi tekil kelimesiyle duymaya tahammül
edemezler. Eğer doğrudan tekil sıfatı kullanılmış olsaydı, mânayı saptırma emelleri ortadan kalkacak, itiraz edecek hiç bir sebep bulamayacaklar, ümitsizliğe kapılınca da İslama zarar getirecek bazı hareketlerde bulunabilirlerdi. Onun için âyet çoğul sıfatıyla geldi ki, kızıp her hangi bir taşkınlık yapmasınlar.Daha sonra “Nas”lar çeşitli ibarelerle birbirini takip eder ve Cenâbı Allah velâyet meselesini onlara yavaş yavaş sunmaya devam eder... Tâ ki, Allah-u Teâlâ dini ikmal edip nimetini tamamlayıncaya kadar. Böylece Peygamber (s.a.a) ve Peygamberlerin insanlara alışmadıkları bir şeyi kendilerine sunarken nasıl davranılması icap ediyorsa öyle davranmıştır... Eğer bu âyet, tekille tahsis edilmiş bir ibareyle gelseydi, kulaklarını parmaklarıyla tıkar, (başlarını esvaplarıyla örter,) inkârlıkta ısrar eder, kibirlenir de kibirlenirlerdi... Bu hikmet, bilindiği gibi, Emirül Müminin ve Ehl-i Beytin faziletlerini içeren bütün âyetlerde mevcuttur.(543) Bizi hidayete sevk eden Allaha bin şükür olsun. Vesselam. (Ş)
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

43. MEKTUP – (4 Muharrem 1330)
Sözün Gelişi (Siyak) Dostluk Veya Benzerine Delalet Ediyor

Atalarınıza rahmet... Hiç bir şüphe ve tereddüde yer bırakmadınız... Böylece şüpheler defolup, hakikat bütün açıklığıyla meydana çıkmış oldu. Sadece bir mesele kalıyor o da âyetin nehiy siyâkıyla geldiğini iddia etmek, yani “kâfirleri kendinize veli seçmeyin.” Ondan evvelki ve sonraki âyetler bunu gösteriyor. Bu da âyetteki veli kelimesinden çıkan maksat yardımcı, dost ve benzerlerine işaret gösterilebilir. Cevabınız nedir? Buyurun!.. Vesselam. (S)





44. MEKTUP - (5 Muharrem 1330)
1- Siyâk, dost ve benzerlerine delâlet etmez.
2- Siyâk, başka delilleri ortadan kaldırmaz.


1- Cevap: Ayeti Kerime, gözlem hükmüne göre kendisinden evvelki kâfirleri veli seçmekten nehyeden âyetlerden ayrılmıştır. Nizâmından çıkıp Hz. Ali (a.s)’ı
başkanlık ve imamlık adaylığıyla övmeye yönelmiştir; hem de onun gücüyle onları tehdit ederek. Nitekim ondan evvelki âyet Hz. Ali (a.s)’a mahsustur; ki, şu mânayı içermektedir: “Ey iman edenler! Şayet sizden dininden dönenler olursa, Cenabı Allah; onların yerine öyle bir kavim getirir ki onları sever onlar da kendisini severler... Müminlere karşı yumuşak kâfirlere karşı serttirler... Hiç bir tenkide kulak asmadan Allah’ın yolunda savaşırlar... Bu Allah’ın, istediğine bahşettiği bir lütuftur. Allah engindir ve bilendir.” (544) Bu ayet de Emir’ül Mü’minin’e mahsustur ve onun ashabının satvetini hatırlatıyor. (1) Emir’ül Mü’minin Cemel Günü bu hakikate nas koyduğu gibi, İmam Bâkır ve İmam Sâdık da bunu açıklarlar. Sâlebi de tefsirinde zikreder... Ayrıca “Mecmâ-ul Beyân” sahibi, Ammar, Huzeyfe ve İbn-i Abbas’a dayanarak rivâyet eder. Zira Şia doğruluğunda müttefik olup tâhir Ehl-i Beyt İmamlarına dayanarak bu hususta mütevatir sahihler rivâyet etmişlerdir. Böylece ayeti kerime velâyeti ve imamlığın vacipliğini ima etmiş; bu hususta konan nas ise bu işareti açıklamış oluyor. Öyleyse nasıl deniliyor ki, âyet nehiy siyâkı ile kâfirleri veli edinmekten men etme manasında gelmiştir!...

2- Nitekim Peygamber (s.a.a) Ehl-i Beyti’nin İmamlarını Kur’an derecesinde tutmuş ve ikisinin birbirinden ayrılmayacaklarını bildirmiştir. Onlar kitabın eşidirler, doğru yol onlarla bilinir... Onların şâhit gösterdikleri mütevatir olup (545), veli kelimesini aynı dediğimiz şekilde tefsir ettikleri sâbittir. (546) Onun için “siyâk” mevcut olsa dahi, onların nasları karşısında kıymetsiz sayılır. Müslümanlar umumiyetle delillerin siyâka tercih edilmesinde müttefiktirler. Eğer siyâkla delil arasında çelişki olursa, siyâkı bırakıp delil hükmüne yönelirler. (547) Bunun da sırrı, âyetin o siyakta inmediğine inanmalarıdır. Zira Kur’an-ı Kerim toplandığı zaman vahiy edilişine göre tertip edilmemiştir. Bu hususta bütün ümmet ittifak halindedir. (548) Nitekim Kur an-ı Kerim’de bir çok âyet siyakın gerektiği mânaya muârız bir şekilde gelmiştir. Bunlardan biri Tathir âyetidir. Kadınlar siyâkında geldiği halde nas gereğince Ehl-i Aba’ya mahsus olduğu sâbittir. (549) Neticede âyetin siyâka muârız olması Kur’an’daki insan üstü belagatı zedelemez. Delillerin hükümleri onu ispatlıyorsa kabullenmekte hiç bir sakınca yoktur. Vesselam. (Ş)

DİPNOT:
1- Aynen Resulullah (s.a.a)’in buyurduğu gibi; “Siz Kureyş ehli, hiç uslanmayacaksınız, Allah’ın size kalbini genişlettiği ve imânla doldurduğu birini gönderip boyunlarınızı vurasıya kadar... Siz ise onun önünde ürkmüş koyunlar gibi kaçışacaksınız” Peygamber (s.a.a) böyle deyince Ebu Bekir; “O ben miyim Ya Resulullâh?” diye sorar, Peygamber (s.a.a) “Hayır,” der. Ömer: Öyleyse benim, der. Peygamber (s.a.a); “Hayır sen de değilsin; o, ayakkabıyı tamir edendir,” der. O esnada Ali (a.s)’ın elinde Peygamber’in (s.a.a)’ın ayakkabısı vardı ve onu tamir ediyordu. Bu hadisi Sünen sahiplerinin çoğu rivayet etmiştir. Aynı zamanda Kenz’in 610’uncu hadisi olup (c. 6 s. 393) de mevcuttur. Yine biraz daha değişik olarak imam Ahmed Ebu Sait’den naklen Müsned’de Hâkim Müstedrek’inde ve daha başkaları zikrederler. Ve yine onlardan Mütteki el Hindi bu şekliyle de nakleder. (c. 6 s. 135)
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

45. MEKTUP - (6 Muharrem 1330)
Selefin Doğru Hareket Ettiğini Kabul Ederek, Te’vile Sığınmaktan Başka Çare Yok

Eğer Hülefâi Raşidlerin kesin olarak doğru ve yerinde kabul edilen hilafeti olmasaydı, sizin görüşünüze katılmaktan ve bu âyetin anlamında hükmünüzü kabullenmekten başka çaremiz kalmayacaktı. Lakin onların hilafetinin doğruluğuna şüphe ile bakmak mümkün değildir. Onun için onların ve onlara biat edenlerin haklılığını kabul ederken tevile sığınmaktan başka çare yoktur. Vesselam. (S)






46. MEKTUP - (6 Muharrem 1330)
1- Selef”in hareketini haklılığa yormak tevili icab ettirmez.
2- Tevil mahzurludur.


Aslında bahsimizin başlıca konusu, üç halifenin hilafetidir. Onun için delillere bu hususta karşı çıkmak yanlıştır.

1- Zira onları ve onlara biat edenleri haklı göstermek için, delillerin tevilini gerektirmez. Onları mazur
göstermeniz için daha başka sahalar da vardır; onu da icab ederse ileride açıklarız.
2- Heyhat... size beyan ettiğimiz naslar herhangi bir te’vili kabul etmez. Hatta vurguladığımız daha bazı naslar vardır ki, onlar da diğer açık ve sarih naslardan geri kalmaz; bilhassa birbirini tasdik eden Sünenlerle onaylandıktan sonra... Örneğin Gadir ve Vasiyet nasları gibi. Bunların üzerinde insafla duranlar, onların yalnız (tek başına) olarak haklı kesin deliller olduğunu görürler. Vesselam. (Ş)
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

47. MEKTUP - (7 Muharrem 1330)
Keşke bize o nasları teyit eden Sünenleri açıklasaydınız. Bıraktığınız yerden devam eder misiniz? Vesselam. (S)





48. MEKTUP - (8 Muharrem 1330)
Nassları onaylanan Sünenlerden kırk Hadis


Nassları teyit eden Sünenlerden kırk hadis, sizi tatmin eder sanırım.

1- Resulullah'ın (s.a.a) Hz. Ali (a.s)’ın kolundan tutup kaldırarak şu sözleri söylemesi: ‘Bu sâdıkların imamı, kâfirlerin katilidir. Ona yardımcı olan Allah tarafından yardım görür. Ondan yardımını esirgeyenden Allah yardımını esirger.’ Hâkim Müstedrek’inde Câbir'in hadisinden almıştır. (c. 3 s.129) (550) (1)

2- Bu sözleri (s.a.a): ‘Ali hakkında bana şu üç vahiy oldu; Ali Müslümanların efendisi, Allah’tan korkanların imamı ve beyaz yüzlülerin kumandanıdır’. Hâkim Müstedrek’inde... (551) (2) bu hadisi (c. 3 s. 137) rivayet ettikten sonra şöyle der: Bu doğru bir hadistir fakat her iki şeyh (Buhari ve Müslim) bunu onaylamaz.

3- Bu sözleri (s.a.a): ‘Bana Ali için, Müslümanların efendisi, Allah’tan korkanların velisi ve beyaz yüzlülerin kumandanıdır diye vahiy geldi’ ibn’ün Neccar ve Sünen sahiplerinden daha başkaları. (552) (3)

4- Aliye hitaben, şu sözleri (s.a.a): ‘Merhaba ey Müslümanların efendisi ve Allah’tan korkanların imamı’. Ebu Nuaym Hilyet’ul Evliya da zikreder. (4)

5- Bu sözleri (s.a.a): ‘Bu kapıdan ilk girecek olan, Allah’tan korkanların imamı, Müslümanların efendisi, dinin önderi, vasilerin sonuncusu ve beyaz yüzlülerin kumandanıdır’ sözlerini bitirir bitirmez kapıdan Ali girer. Girdiğini görünce sevinçle kalkıp boynuna sarılır, alnındaki teri siler ve ona şöyle der: ‘Benden sonra benim yerime onlara ulaşımı sen sağlayacaksın, benim sesimi sen duyuracaksın. ihtilafa düştükleri zaman hakikati onlara sen izah edeceksin.’ (554) (5)

6- Bu sözleri (s.a.a): ‘Cenabı Allah bana Ali için, hidayetin bayrağı, velilerin imamı, bana itaat edenlerin nuru ve onun ilâhî ilminin kelâmıdır’ diye bir mesaj gönderdi.’ (555) (6) Görüyorsunuz ki, bu takdim ettiğimiz altı hadisin tümü, imametini belgeleyen açık naslardır ve itaatinin lüzumunu kanıtlamaktadır.

7- Eliyle Ali’yi işaret ederek şöyle demesi (s.a.a): ‘Bu bana ilk inanan ve kıyâmet günü benimle ilk tokalaşacak olandır. Bu en büyük sıddıktır, bu ümmetin Fârûkudur ve bu, müminlerin önderidir.’ (556) (7)

8- Ansar’a şu sözleri (s.a.a): ‘Ey Ensâr cemaatı! Size, kendisine tutunduğunuz takdirde hiçbir zaman yolunuzu şaşırmayacağınız birini tavsiye edeyim mi? işte Ali... Onu, beni sevdiğiniz gibi sevin!... Bana verdiğiniz değeri ona da
verin!... Cebrail bu emri Cenâbı Allah’tan alıp bana iletti’ (557) (8)

9- Bu sözleri (s.a.a): ‘ilmin şehri benim, kapısı ise Ali’dir. ilmi arzulayan varsa kapıya gitsin.’ (558) (9)

10- Öyle demesi (s.a.a): ‘Ben, hikmetin eviyim, Ali de onun kapısıdır.’ (559) (10)
11- Bu sözleri (s.a.a): ‘Ali, ilmimin kapısıdır ve benden sonra peygamberliğimin mahiyetini ümmetime o izah edecektir. Onu sevmek imandır, ona kin bağlamak ise nifaktır.’ Ve hadisin devamı... (560) (11)

12- Hz. Ali’ye hitâben şu sözleri (s.a.a) ‘Benden sonra ümmetimin arasında doğacak ihtilafları onlara sen açıklayacaksın...’ Hâkim Müstedrek’inde... (561) (12) bu hadisi Enes'in hadisinden rivayet eder ve şöyle der: Bu hadisi iki şeyh şart olduğu halde zikretmemişlerdir... Biz de diyoruz ki: Bu hadisi ve benzerlerini tetkik eden herkes Ali (a.s)’ın Peygamber (s.a.a)’in yanındaki yeri, Peygamberin Cenâbı Allah’ın yanındaki yeri ile aynı derecede olduğunu anlar. Cenabı Allah Kuran’da Peygamberine hitaben şöyle buyuruyor ‘Kitabı sana sırf, ihtilafa düĢtükleri zaman onlara açıklayasın diye indirdik... Aynı zamanda o, iman edenler için hidayet ve rahmettir.’ Peygamber (s.a.a) ise Hz. Aliye: ‘Benden sonra, ümmetimin arasında çıkacak ihtilafları onlara sen açıklayacaksın’ diyor. (562)

13- İbn’us Semmâk'in Ebu Bekir’den rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.a)’in şöyle demesi: ‘Ali’nin bana olan menzileti benim Allah’a olan menziletim gibidir.’ (563) (13)

14- Darukutni’nin ibn-i Abbas'tan rivayet ettiğine göre şu sözleri (s.a.a): ‘Ali b. Ebu Talip ‘Hitta’ (13) kapısıdır, o kapıdan giren mümin, çıkan ise kâfir olur.’ (564) (14)

15- Veda Haccı'nda Arafat günü şu sözleri (s.a.a): ‘Ali benden ben de Ali’denim, benim yerime, benden ve Ali'den başka hiç kimse bir şey veremez, bildiremez...’ (565) (15) Elbette ki bu kerim olan bir Resulün söylediği sözlerdir. Öyle bir Resul ki, ilim ve amelde kuvvetli ve Allah’ın yanında mevki sahibidir ve Allah’ın melekleri ona itâat ederler. O vahye karşı emindir ve iddia ettiğiniz gibi arkadaşınız Peygamber (s.a.a) mecnûn değildir. (566) Arkadaşınız Hz. Muhammet doğru yoldan sapmadı, dalâlete düşmedi, Kuran sâdece vahyolunan bir vahiydir. Nereye gidebilirsiniz? Bu doğru sünen karşısında ne diyebilirsiniz? (567) Siz de bu vasiyete bakıp, hac günü herkesin duyacağı bir şekilde, ezan gibi okunma hikmetini gözden geçirseydiniz, hakikati bütün çıplaklığıyla görebilir ve de sözlerinin ne kadar veciz ve ne kadar anlamlı olduğuna dikkat etseydiniz, büyüklüğünü ve azametini takdir ederdiniz, hülasa olduğu halde dikkat edin nasıl, Ali'den başka kimseye tebliğ ehliyetini vermiyor... Bu gösteriyor ki Peygamberin yerine vasisinden başka kimse tebliğ ve tediyede bulunamaz. Hamd olsun bizi hidâyete sevk eden Allah'a... Allah bizi hidâyete sevk etmeseydi, hidayet yolunu bulamazdık.

16- Bu sözleri (s.a.a): ‘Bana itâat eden, Allah'a itâat etmiş olur, bana isyan eden ise Allah'a isyan etmiş olur. Ali’ye itâat eden bana itâat etmiş olur, ona isyan eden ise bana isyan etmiş olur.’ Bu hadisi Hâkim Müstedrek’inde (c. 3 s. 121) rivayet ettiği gibi Zehebi de Telhis’inde aynı
sayfada zikreder ve her ikisi de iki şeyhin şartınca doğru olduğunu itiraf ederler. (568)

17- Bu sözleri (s.a.a): ‘Ya Ali! Benden ayrılan Allah’tan ayrılır. Senden ayrılan da benden ayrılmış olur.’ Hâkim Sahihinde (c. 3 s. 124) rivayet eder ve şöyle der: Bu hadisin senetleri doğrudur ama rivayet etmezler. (iki şeyhi Müslim ve Buhari’yi kastediyor.) (569)

18- (Ümm'ül Müminin) Ümmü Seleme'nin hadisindeki şu sözleri (s.a.a): ‘Ali’ye söven bana sövmüş olur.’ Hakim Müstedrek’inde, Zehebi Telhis’inde zikredip doğru olduğunu açıklar...Yine imam Ahmet Müsned'inde Ümmü Seleme'nin hadisinden (c. 6. s. 323) rivâyet ettiği gibi, Nesai de Hasaîs-i Aleviyye’sinde... (570) (17) rivâyet eder ve onun benzeri Resulullah (s.a.a)’in, Amr b. As'ın hadisindeki şu sözleri: ‘Ali’ye eziyet eden bana eziyet etmiş olur.’ (571)

19- Bu sözleri (s.a.a): ‘Ali’yi seven beni sevmiş olur. Ona buğz eden (ondan nefret eden) bana buğzetmiş (benden nefret etmiş) olur.’ Hâkim, iki şeyhin şartı gereğince tashih ederek rivayet eder, (Müstedrek; c. 3 s. 130). Zehebi de aynı şart gereğince doğru olduğunu itiraf ederek bu hadisi zikreder. (572) Bu hadisin benzeri de Hz. Ali (as)’ın şu sözleri: (573) (18) ‘Tohumları, çekirdekleri yarıp onları bitki haline getiren ve bütün canlıları yaratana yemin ederim ki, bu Peygamber (s.a.a)’in bana ahdidir; beni yalnız mümin olan sever ve yalnız münâfık olan bana buğz eder.’

20- Bu sözleri (s.a.a): ‘Ya Ali! Senin sevgilin benim sevgilimdir, benim sevgilim ise Allah’ın sevgilisidir. Senin düşmanın benim düşmanımdır, benim düşmanım ise Allah’ın düşmanıdır, sana buğz edenlerin cezası da cehennem azabıdır.’ Hakim, Müstedrek’in 3. cüzünün 1. sayfasında rivayet eder ve iki şeyhin şartı gereğince doğrular. (574) (19)

21- Ali (a.s)’a şöyle demesi (s.a.a): ‘Ya Ali! Ne mutlu seni sevip sana inanana ve ne yazık sana buğz edip seni yalanlayanlara.’ Başka bir mânâ ile: ‘Ne mutlu seni sevip, sana inanana ve yazıklar olsun sana buğz edip, seni yalanlayana...’ Hâkim Müstedrek'inde (c. 3 s. 135) rivayet eder ve iki şeyh için: ‘Doğru senetli bir hadis olduğu halde rivayet etmezler’ der. (575)

22- Bu sözleri (s.a.a): ‘Benim yaşamım gibi yaşamak, ölümüm gibi ölmek, öldükten sonra da bana Allah’ımın vaad ettiği cennet-i âlâya gitmek isteyen, Ali b. Ebi Talib’i kendisine veli kabul etsin. O sizi hiç bir zaman hidâyetten çıkarıp dalâlete sevk etmez’ (576) (20)

23- Bu sözleri (s.a.a) ‘Bana iman edip inananlara, Ali b. Ebi Talib’in velayetini kabul etmesini tavsiye ederim. Onun velayetini kabul eden benim velâyetimi kabul etmiş olur. Benim velâyetimi kabul eden de Allah’ın velâyetini kabul etmiş olur... Onu seven beni, beni seven de Allah’ı sevmiş olur. Ona buğz eden bana, bana buğz eden ise Allah-u Teâla'ya buğz etmiş olur.’ (577) (21)

24- Bu sözleri (s.a.a): ‘Her kim benim hayatımı yaşayıp, benim ölümüm gibi ölmeyi istiyorsa ve Rabbimizin diktiği cennet-i âlâyı mesken edinmeyi arzu ediyorsa benden sonra, kendine veli olarak Ali’yi seçsin. Ona sâdık kalanlara sâdık kalsın... Benden sonra Ehl-i Beyt’ime inansın ve onları kendine örnek alsın... Onlar benim soyum, benim tıynetimden doğdular ve benim ilmimi kazandılar. Ümmetimden onları yalanlayanlar, onlarla bağlığımı kesenler ne kadar bahtsızdırlar. Allah onlara şefâatimi nasip etmesin...’ (578)

25- Öyle demesi (s.a.a): ‘Kim benim gibi yaşayıp, benim gibi ölmeyi ve bana Allah'ın vaadettiği cennete gitmek istiyorsa, (ki, o cennet ebediyet cennetidir) Ali’yi ve onun zürriyetini kendine veli seçer. Onlar sizi hiçbir zaman hidâyet kapısından çıkarıp, dalâlet kapısına yöneltmezler.’ (579) (22)

26- Öyle demesi (s.a.a): ‘Ya Ammar! Ali’nin bir vâdiye, insanların ise başka bir vâdiye girdiğini görürsen, Ali’nin girdiği vâdiye gir. O seni hidâyetten çıkarıp, helâkete sevk etmez.’ (580) (23)

27- Ebu Bekir'in hadisindeki şu sözleri (s.a.a): ‘Benim avucumla Ali’nin avucu adâlette birdir.’ (581) (24)

28- Fâtıma (a.s)’a şu sözleri (s.a.a): ‘Yâ Fatıma! Razı olmuyor musun ki, Cenabı Allah yeryüzüne bakıp iki adamı seçti, bunlardan biri baban diğeri ise kocandır.’ (582) (25)

29- Öyle demesi (s.a.a): ‘Ben munzir (uyarıcı, korkutucuyum) Ali ise hâdidir. Ya Ali! Benden sonra, hidayet ehli seninle hidâyeti seçeceklerdir.’ (583) (26)

30- Bu sözleri: ‘Yâ Ali! Benden ve senden başkasına mescitte ikâmet etmek helâl değildir.’ (584) (27) Tabarâni'nin Ümmü Seleme'den, Bezzâr’dan, Sâ’d'dan, Resulullah (s.a.a)’den şu hadisi: ‘Bu mescitte benden ve Ali'den başka hiç bir kimseye ikâmet etmek helal değildir.’ (585) (28)

31- Bu sözleri (s.a.a): ‘Ben ve bu (Ali’yi işaret ederek) kıyamet günü ümmetime birer hüccetiz.’ Hatip, bu hadisi Enes'ten nakleder. (586) (29)
(Ali, Peygamber’in veliahdı ve ondan sonra ki emir sahibi olmasaydı, nereden onun gibi hüccet sayılacaktı.)

32- Bu sözleri (s.a.a): ‘Arşın ayağına şöyle yazılı: Lâ ilâhe illallah Muhammeden Resûlullâh, Aliyyen Ehû Resûlullâh.’ (Resûlullah'ın kardeşi) (587) (30)

33- Öyle demesi (s.a.a): ‘Arşın ayağına şöyle yazılı: La ilâhe illallah, Muhammed Resulullâh, onu Ali ile teyid ettim, onunla nusrete eriştirdim.’ (588) (31 )

34- Bu demeci (s.a.a): ‘Her kim Nuh’un azmini, Adem’in ilmini, ibrahim’in aklını Musa’nın zekâsını ve isa’nın zühdü’nü görmek istiyorsa Ali b. Ebu Talib’in yüzüne baksın…’ Beyhaki Sahihinde, Ahmed b. Hanbel ise Müsned’inde rivayet etmiştir. (589) (32)

35- Ali'ye şöyle demesi: (s.a.a): ‘Yâ Ali! Sende isa'dan misal vardır şöyle ki: Yahudiler ona öyle kin beslediler ki, onu çarmıha gerip annesini dehşete düşürdüler. Hıristiyanlar ise, onu o kadar sevdiler ki mertebesinden daha yükseklere çıkardılar.’ (590) (33)

36- Öyle demesi (s.a.a): ‘Herkesten evvel yetişip, yarışı kazananlar üçtür: Birincisi Musa’ya yetişen, Yû’şâ b. Nun, ikincisi isâ’ya yetişen Yâsin sahibi, üçüncüsü ise, Hz. Muhammed (s.a.a)’e koşan Ali b. Ebi Talip’tir.’ (591) (34)
37- Öyle demesi (s.a.a): ‘Sıddıklar (doğru sözlüler) üçtür: Birincisi Habib b. Neccar, Yasin ailesinin mümini, ‘Ey millet! Resullere tâbi olun’ der. ikincisi, Hizkil; Firavun kavminin mümini der ki: Sırf ‘Rabbim Allah’tır’ dediği için bir adamı nasıl öldürürsünüz?... Üçüncüsü Ali b. Ebi Talib’tir ve en faziletlisi de O’dur.’ (592) (35)

38- Ali'ye şu sözleri (s.a.a): ‘Benden sonra ümmetin kahrına uğrayacaksın, sen gene şeriatım üzerine yaşayıp, sünnetim üzerine öldürüleceksin. Seni seven beni sevmiş, senden nefret eden benden de nefret etmiş olur. Bir gün gelecek bu, kırmızıya boyanacaktır.’ (Yani başından akan kanla sakalı boyanacak.) (593) (36) Ve Hz. Ali der ki: Peygamberin bana bildirdiklerinden biri, kendisinden sonra ümmetin gadrine uğrayacağım olmuştur.’ (594) (37) ibn-i Abbas ise şöyle der: Resulullah (s.a.a) Ali (a.s)’a şöyle dedi: ‘Benden sonra çok zorluk çekeceksin. Ali dedi ki: ‘Dinim o zaman salim kalacak mı?’ Peygamber (s.a.a) ‘Evet’ dedi. (595)

39- Bu sözleri (s.a.a): ‘Ben, Kuran’ın tenzili nedeniyle nasıl savaştıysam, sizden biri de tevili için savaşacaktır…’ Bu sözleri duyanlar kulak kesilip gözlerini Peygambere dikerler. Aralarında Ebu Bekir ve Ömer de vardı. Ebu Bekir: O ben miyim Ya Resulullah? der. Peygamber: hayır der. Ömer: Ben miyim? der. Peygamber: ‘Hayır, pabucu tamir edendir’ der; tabii Ali'dir demek ister.

Ebu Said el-Hudri, hu olayı şöyle anlatır: Alinin yanına gelip müjdeledik. O ise başını kaldırıp bize bakmadı bile, sanki bu haberi daha önce bizzat Resulullah (s.a.a)’tan duymuştu. (596) (38) Bu hadisin benzeri de Ebu Eyyüb el-Ensari'nin, Ömer’in hilafeti zamanında şöyle demesidir: (597) (39) ‘Resulullah (s.a.a) Ali'ye, Nâkisin, Kâsıtin ve Mârikin’le savaşmayı emretti...’ Ammar b. Yasir de şöyle der: (598) (40) Resulullah (s.a.a) Ali'ye dedi ki: ‘Ya Ali! Seninle, zâlim ve âsi cemâat savaşacak, haklı sen olacaksın, her kim senden yardımını esirgerse o benden değildir.’ Ebuzer'in hadisi ise şöyle: (599) (41) Resulullah dedi ki: ‘Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki içinizde bir adam vardır ki, benim Kuran’ın tenzili uğruna müşriklerle savaştığım gibi o da tefsiri uğruna savaşacaktır.’ Muhammed b. Ubeydullah b. Ebu Râfi babasından, babası dedesinden şu hadisi nakleder: Resulullah (s.a.a) bana de ki: ‘Ya Ebâ Rafi! Benden sonra bir kavim Ali ile savaşacak, onlara karşı cihat Allah’ın yanında haktır. Onlara karşı eliyle cihat yapamayan diliyle, diliyle yapamayanın ise kalbiyle cihat yapması gerekir.’ (600) Ahdar el-Ensâri’nin hadisi de aynı anlamda, o da şöyle (601) (42): Resulullâh (s.a.a) dedi ki: ‘Ben Kuran’ın tenzili için nasıl savaştıysam Ali de tevili için savaşacak.’

40- Ali’ye şöyle demesi (s.a.a): ‘Yâ Ali! Peygamberlikle sana galebe çalarım, zira benden sonra Peygamberlik yoktur. Sen de yedi özellikle bütün insanlara galebe çalarsın; Allah’a iman etmekte onların ilkisin. Allah, ahdinin en vefakârısın, Allah’ın emirlerini yerine en çok getirensin. insanların en müsâvi şekilde en iyi taksim edeni, halka karşı en adil, yargıda en basiretli hüküm vereni ve en üstün meziyetlisi sensin’ (602) (43). Ebu Said el-Hudri anlatıyor: Resulullah (s.a.a) Ali’ye şöyle dedi: ‘Ya Ali! Senin yedi tane özelliğin var ki, bunlarda hiç kimse sana yetişemez...’ (603) Ve yukarıda saydığımız özellikleri aynen sayar. Bu hadislerin benzeri sayılmayacak ve buraya sığdıramayacağımız kadar çoktur. Hepsi de bir tek mânaya delâlet ediyor, o da Hz. Ali'nin, bu ümmette Resulullah'ın ikincisi ve Peygamber bu ümmeti idare etmeğe nasıl hak sahibi olmuşsa, O da Peygamberden sonra aynı şekilde, aynı hakka sahipti ve bu ümmeti kendisinin idare etmesi gerekirdi. Zira bu hadislerin hepsi mütevâtir sünenlerden olup kelime bakımından birbirini tutmasa dahi, mana bakımından aynıdır. Bu kadar beliğ bir hüccetle tatmin olacağınızı ümit ederim. Vesselam. (Ş)


DİPNOT :
1- Bu hadis ayrıca Kenz hadislerinin 2527. hadisidir (c. 6 s. 153) Aynı zamanda Salebi büyük tefsirinde Velâyet ayetini tefsir ederken bu hadisi Ebuzer’in hadisinden rivayet eder.

2- Bârudi, ibn-i Kâni, Ebu Nuaym ve Bezzâz rivayet ederler. Ayrıca Kenzin 2628'inci hadisidir (c. 6 s. 157)

3- Aynı zamanda Kenz'de 2630. hadistir (c. 6 s. 157 )

4- Aynı zamanda ibn-i Ebi’l Hadid'in ‘Nehc’ Şehrindeki haberlerin 11'incisidir (c. 2 s. 450) ve Kenz'in de 2627. hadisidir (c. 6 s. 157)

5- Ebu Nuaym Hilyet’inde Enes'ten rivayet eder. Ayrıca ibn-i Ebi’l Hadid Nehc’in, şerhinde teferruatlı bir şekilde nakleder. (c. 2 s. 450) Bu sayfanın dokuzuncu haberine bakın.

6- Ebu Nuaym Hilyet’inde, Ebu Berze el-Eslemi ve Enes b. Mâlik'in hadisinden rivayet etmiitir. Ayrıca Mütezile mezhebinin allâmesi Nehc’in şerhinde nakletmiştir; (c. 2 s. 449). Bu sayfada üçüncü habere bakınız.

7- Tabarâni Kebir’inde Salman ve Ebuzer'in hadisinden rivayet etmiştir. Ayrıca Beyhaki Sünen’inde ve ibn-i Adiyy Kâmil’de Huzeyfe’nin hadisinden rivayet etmişlerdir. Ve aynı zamanda Kenz'in 2608'inci hadisidir. (c. 6 s. 156)

8- Tabarâni Kebir’inde rivayet eder; Aynı zamanda Kenz’in 2625. hadisi (c. 6 s. 157) olup ibn-i Ebi’l Hadid’in Nehc’ül Belâğa şerhinin onuncu hutbesidir, (c. 2 s. 450). Bakın nasıl yollarını şaşırmayışlarının şartını ona tutunmaları olduğunu gösteriyor ve böylece ona tutunmayanın mutlaka yolunu şaşıracağını ima ediyor... Ve bakın nasıl kendisini sevdikleri gibi onu sevmelerini ve kendisine verdikleri kıymeti ona vermelerini emrediyor... Bu da Hz. Ali (a.s)’ın kendisinin veliahdı olduğunu kanıtlamaktan başka bir şey değildir. Bilhassa ‘Bana bu emri Cenabı Allah’tan Cebrâil getirdi’ demesinde ki manaya dikkat ederseniz, hakikat bütün açıklığıyla gözlerinizin önüne serilir.

9- Tabarâni Kebir’de ibn-i Abbas'tan rivayet eder. Keza Suyüti'nin Câmi’us Sağir’inde de mevcuttur. Ayrıca Hâkim Müstedrek’inde Hz. Ali (a.s)’ın menkıbeleri bahsinde (c. 3 s. 226) iki doğru senetle rivayet eder; birincisi ibn-i Abbas'tan, ikincisi Câbir b. Abdullah'tan, aynı zamanda imam Ahmed b. Muhammed b. Sıddîk el-Mağribi, Mısır’da ikamet ettiği sırada bu hadisi doğrulamak için başlı başına bir kitap tahsis eder ki geniş bir kapsar edip her araştırmacının tetkik etmesi gerekir.
Mısır'da islamiye matbaasında Hicri 1354 yılında basıldı... Nâsibiler bu hadisi inkâr etmeye cesaret edemezler, çünkü her müslümanın dilindedir.

10- Tirmizi Sahihi’nde zikrettiği gibi ibn-i Cerir de zikreder ve tanınmış, alimlerden bir kaçı nakleder. Bunlardan biri Muttaki el-Hindidir; Kenz’ul Ummal, (c. 6 s. 401) der ki: ibn-i Cerir ‘Bu haber bizde doğru senetlidir’ diye yazar... Tirmizi'den nakledenlerden biri de Celâleddini Suyûti’dir. Cami’ul Cevâmi ve Cami’us Sağir’e bakınız.

11- Deylemi, Ebuzer'in hadisinden rivayet eder. Aynı Kenz'de olduğu gibi (c. 6 s. 156).

12- Kenz’ul Ummal (c. 6 s. 15)’da olduğu gibi Deylemi de Ebuzer’den rivayet eder. Aynı Kenz’de olduğu gibi Deylemi de Ebûzer’den rivayet etmiştir.

13- İbn-i Hacer 11. Bab da zikrettiği âyetlerde 14 âyetin maksadını belirtirken, hu hadisi nakletmiştir. (Savaik, s. 106)

14- Hitta kapısı, Kur'an’da Bakara suresinde zikredilmiştir. Manası: Kudüs Câmii’nin kapısı yahut mağfiret kapısıdır. Bu da Kenz'in 2528. hadisidir. (c. 6 s. 153)

15- İbn-i Mâce, sahabelerin faziletleri babında rivayet eder, (Sünen; c. 1 s. 92). Tirmizi ve Nesai de Sahih’lerinde rivayet ederler. Aynı zamanda Kenz’in 2531. hadisidir, (c. 6 s. 153) Ayrıca İmam Ahmed Müsned’inde Habeşi b. Cünade'nin hadisinden birkaç yoldan tahriç eder. (c. 4 s. 164) ki, bu yolların hepsi sahihtir ve sizi tatmin etmeğe yetecek olan şii şahısların yolundan rivayet etmesidir ki, hepsi birer hüccettir, silsile yoluyla: Yahya b. Adem, israil b. Yunus, israil'in dedesi Ebu ishak es-Subeyi... Hepsi de iki şeyhin zamanında birer hüccettirler ve onlarla tanıtlık yapmışlardır.

16- Bu hadisi Ahmed'in Müsned’inde tetkik eden herkes Resulullah (s.a.a)’in Veda Haccında buyurduğunu anlar ki, ondân sonra (s.a.a) Ebu Bekir'i ‘Tevbe’ süresinden on ayetle, Mekke ahalisine okuması için Mekke’ye gönderir. imam Ahmed'in Müsned’inde rivayet ettiğine göre (c. 1 s. 151) ardından Hz. Ali'yi çağırtıp ona der ki, ‘Ebu Bekir’in peşinden git ve ona yetiştiğin yerde, ondan mektubu al ve gidip Mekke ahalisine sen oku!...’ Ali gider ve ona ‘Cuhfe’ denilen yerde yetişir. Ondan mektubu alır ve Mekke'nin yolunu tutar. Ebu Bekir ise geri dönüp Peygamberle (s.a.a) karşılaşınca: Ya Resulullâh! Size benim hakkımda herhangi bir şey mi vahy edildi?
Resulullah (s.a.a) ‘Hayır. dedi; sadece Cebrâil gelip bana: Senin yerine, sen veya senden biri olan kimseden başka, hiç kimse bir şey bildiremez dedi.’ Ahmed'in Müsned’inde rivayet ettiği (c. 1 s. 150) diğer bir hadiste ise Peygamber (s.a.a) Ali’ye: ‘Bunu mutlaka benim ya da
senin götürmen lazım’ buyuruyor. Ali: ‘O zaman ben götürürüm’ der. Peygamber de (s.a.a) ona: ‘Git Allah dilini isabetten, ayırmasın...’ buyuruyor.

17- Amr b. şâs'ın hadisi ‘mektup 36’da.

18- Müslim'in Sahihi’nin -iman kitabında- rivayet ettiklerinden. ibn-i Abdübirr de istiâb’ta Ali'nin tercümesinde, aynı hadisin manasını bir çok sahabeden rivayet eder.

19- Hâkim bu hadisi, Ebu’l Ezheri’nin yolundan, Abdürezzak'tan, Muammer’den, Zehri'den Ubeydullah b. Abdullah'tan, ibn-i Abbas'tan rivâyet eder ki bu şahısların hepsi de birer hüccettir. Bunun için Hâkim zikrettikten sonra ‘iki şeyhin gereğince doğrudur’ der. Sonra der ki: Hâkim Ebu Abdullah el-Kureşi'den duydum, o da Ahmed b. Yahya el-Hulvâni'den şu rivâyeti duyduğunu söyledi: Ebu’l Ezher San'a'dan gelip bu hadisi Bağdat ehline naklettiğinde Yahya b. Muin kabul etmez ve böyle değildir der. Yahya b. Muin bir gün bir meclis kurmuştu, konuşmasının sonunda: Bu yalancı nerede? Nerede Abdurrezak'tan bu hadisi duyduğunu iddia eden Nişaburlu? diye sorar. Ebu’l Ezher ayağa kalkar ve ‘işte buradayım’ der. Yahya b. Muin bu hareketine güler ve onu çağırıp yanına yaklaştırdıktan sonra sorar: Bu hadisi Abdürrezzak nasıl hiç kimseye anlatmadı da yalnız sana anlattı ? Ebu’l Ezher şöyle der: Ya Ebu Zekeriyya! Bil ki ben San'a'ya gittiğim zaman Abdürrezzak kendine ait uzak bir köyde idi. Hasta olduğum halde gittim onu buldum. Benden Horasan'ın durumunu sordu, ona anlattım. Orada ondan bazı hadisler yazdım ve San'a'ya geldim ona veda ederken bana dedi ki: Bana senin hakkın geçti, benden kimsenin duymadığı bir hadisi sana anlatayım. Allah’a yemin ederim ki bu hadisi kelimesi kelimesine bana anlattı. Yahya b. Muin ona inanır ve ondan özür diler... Zehebi ise Telhisi’nde bu hadisi rivâyet edenlerin doğruluğuna inandığını itiraf eder, bilhassa Ebu'1 Ezher'in doğruluğuna ‘Nas’ koymuşsa da hadisi şüpheli göstermiş fakat herhangi bir kötülemede bulunmamış. Abdürrezzak'ın hakimiyetinin nedeni ise zalimlerin sultasından korkmaktır. Aynı Said b. Cübeyr'in Malik b. Dinâr'ın sorusuna muhatap olduğu zaman korktuğu gibi... Malik Said’e sorar: Resulullah (s.a.a)’in sancağını kim taşırdı? Malik diyor ki: Bana bakıp, ‘Başka taşıyan yok herhalde’ dedi. Ben de kızıp onu kardeşlerine şikayet ettim. Onlar özür dileyip: ‘Haccac'ın şerrinden Ali taşırdı demekten korkuyor’ dediler. Hâkim, bu hadisi de Müstedrik’inde (c. 3 s. 137) zikreder ve bu hadis doğrudur ama rivayet etmezler der. iki şeyhi kastediyor.

20- Bu hadisi 10. mektupta getirmiştik.

21- Bu hadisi de 10. mektupta getirmiştik.

22- Bu ve bundan evvelki hadisle ilgili yorumumuz 10. mektubumuzda gelmiştir tekrar bakabilirsiniz.

23- Deylemi Ammar ve Ebû Eyüp’ten rivayet eder. Aynı Kenz (c. 6 s. 156) de olduğu gibi.

24- Bu hadis Kenz (c. 6 s. 153)deki 2539. hadistir.

25- Hâkim'in Salih’i Müstedrek (c. 3 s. 129 de rivayet etmiş olduğu gibi Sünen sahiplerinin bir çoğu rivâyet edip doğrulamıştır.

26- Deylemi, ibn-i Abbas'ın hadisinden rivayet etmiştir. Aynı zamanda Kenz (c. 6 s. 157) 2632. hadistir.

27- Mektup 34' te bu hadis üzerinde yaptığımız eklemeye bakın ve Sünen’lerden irad ettiklerinizi tetkik edin.

28- ibn-i Hacer Savâik’inde bu hadisi irad eder; irad etmiş olduğu kırk hadisin l3. 9. Babında arayın.

29- Kenz (c. 6 s. 157) 2632. hadisidir.

30- Tabarâni, Avsat kitabında, Hatip, Müttefak ve Müfterak kitabında rivayet ederler. Ayrıca, Kenzil’ul Ummalda da yazılıdır. Nitekim 34. mektupta irad edip üzerinde durmuştuk, tekrar bakmak isteyip tetkik eden için faydalı olur sanırız.

31- Tabarani Kebirde ve ibn-i Asâkir Ebu'1 Hamrâ'dan merfu olarak rivayet etmiştir. Yine Kenzinde (c. 6 s. 158). hadisidir.

32- Her ikisinden de ibn-i Ebil Hadid nakleder. Nehcül Belağa şerhi; c. 2 s. 449... imâm Razide tefsirinde irad ettiği gibi daha bir çok müfessir ve tarihçi bu hadisi rivayet eder. Bunların biri de, ariflerin şeyhi sayılan Muhyiddin-i Arabi'dir; ondan nakleden ise, Arif şârâni'dir. ‘Yavâkit ve Cevâhir’ kitabı: (s. 172).

33- Hâkim Müstedrekte (c. 3 s. 122) rivayet eder.

34- Tabarâni ve Merdeveyh, ibn-i Abbas'tan rivayet ederler. Deylemi ise Aişe'den rivayet eder.

35- Ebu Nuaym ve ibn-i Asâkir, Ebi Leyla'dan merfu olarak rivayet ederler. ibn'ün Neccar ise yine merfû olarak ibn-i Abbastan rivayet eder, Ayrıca ibn-i Hacer'in Savâikinde irâd ettiği kırk hadisten 31. (s. 74) bakabilirsiniz.

36- Hâkim Müstedrekinde rivayet edip ve doğrulamıştır. (c. 3 s. 147) Ayrıca Zehebi Telhisinde doğru olduğunu itiraf edip irâd eder.

37- Bu hadisi ve bundan sonrakini yâni ibn-i Abbas'ın hadisini, Hâkim Müstedrekte her ikisini rivayet eder. (c. 3 s. 140) Ayrıca Zehebi, Telhisinde irad eder ve her ikisi de
iki şeyhin zikrettiği nisbette doğru olduğunu açıkça itiraf eder.

38- Hâkim Müstedrikinde (c. 3 s. 122) rivayet eder. Bu hadis iki şeyhin şartı gereğince doğrudur ama yine de rivayet etmezler. Aslında bu hadisi bir çok kişi rivayet etmiştir, onlardan: Zehebi, imam Ahmed b. Hanbel (Müsned; c. 3533), Beyhaki, Ebu Nuaym ve Ebu Ya'li. Aynı zamanda Kenzde de mevcuttur. (c. 6 s. 155)

39- İbn-i Asâkir'in rivayet ettikleri arasında olduğu gibi Kenzde de mevcuttur.

40- Deylemi, rivayet eder, Kenzde de mevcuttur. (c. 6 s. 155)

41- Tabarâni rivayet eder Kenzde de mevcuttur. (c. 6 s. 155)

42- Kendisi ibn-i Ebul Ahdar'dır. ibn-i Seken ondan bahseder ve bu hadisi ondan, Hâris b. Husayra, Câbir el-Cüfi, imam Bakır, Babası imam Zeynelabidin, Ahdar yoluyla Peygamber (s.a.a)den rivâyet eder. Darukutni de rivayet eder ve iöyle der: Bu hadisi yalnız Câbir el-Cüfi nakleder. O da rafızîdir.

43- Ebu Nuaym Maâz'ın hadisinden rivayet eder. Ondan sonraki hadisi de, yani Ebu Said'in hadisini de kendisi Hilyetul Evliya kitabında rivayet eder. Her ikisi de Kenzde mevcuttur. (c. 6 s. 156
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Cevapla

“Kitaplar” sayfasına dön