Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

11. MEKTUP - (20 Zilkade 1329)
1- Şâhit olarak getirdiğiniz sünen ve hadislere hayranlık duymak.
2- Bu Sünenin cumhur'un tutumları ile karşılaştırılmasından duyulan dehşet.
3- Kur’an’dan deliller ortaya koyarak bu şâhitleri perçinleştirmemizi arzu etmek.


1- Kadri büyük mektubunuzla şereflenmiş bulunuyorum. Doğru yönlü, açık anlamlıdır... Bu mektubunuzda, kovayı ağzına kadar doldurduğunuz gibi, dağların başından aşağıya doğru akan seller misâli akıp yürümüşsünüz. İyice inceleyip tetkik ettikten sonra gördüm ki: Münâzaranız kuvvetli, mücâdeleniz şiddetli, lisanınız gayet keskindir.

2- Hüccetinizi araştırmaya kendimi verip delillerinizi inceleyince baktım ki, karışık bir durum içerisindeyim. Şöyle ki: Delillerinize bakıyorum, hepsini vazgeçilmez görüyorum. Gözlerimi Ehl-i Beyt İmamlarına çeviriyorum, görüyorum ki, Allah ve Resulünün yanında öyle bir makama sahipler ki, heybet ve celâli karşısında herkesin boyun eğmesi gerekir. Sonra da bu milletin temsilcilerinden en büyük bölüme sahip olan Cumhur'a bakıyorum, bir de ne göreyim; Ehl-i Beyt’e karşı olan davranışları, bu delillerin gerektirdiğinin tam aksine...

Sonunda kendimi iki nefisle2 mücadele halinde buluyorum... Birincisi beni bu delillerin peşinden gitmeye zorluyor; ikincisi ise, Ehl-i Kıblenin çoğunlukta olan kısmının tarafına çekip oraya sığınmamı emrediyor. Birincisi hiçbir zorluk göstermeden dizginlerini elinize vermiş fakat ikincisi inatla yüzünü sizden çevirerek hala isyan ediyor.

3- Acaba "Kitap"tan kesin deliller getirip onun yolunu kesmeniz ve kamuoyu ile arasına girmeniz mümkün müdür? Vesselam. (S)


DİPNOT :Arapça "el-Lisan" lügat'ında şöyle yazıyor: Araplar insanın iki nefisli olduğunu söyler; biri bir işi yapmayı, öbürü ise yapmamayı emreder.





12. MEKTUP - (22 Zilkâde 1329)

Kitaptan Deliller

Allah'a çok şükür siz, Kitaba vâkıf, açık ve gizli mânalarından haberdar olan zatlardansınız. Acaba Ehl-i Beyt hakkında inen âyetler, onlardan başka herhangi bir kimseye nasip olmuş mudur? Cenabı Allah kendilerinden her türlü necâseti uzaklaştırmak istediğini ilan eden âyeti kendilerinden başka kimin hakkında indirmiştir. (1) Onları (Tahir) pak olarak vasıflandıran âyet, onlardan başka âlemde hiçbir kimseye kısmet olmuş mudur? (69) Muhkem âyetler, onlardan başka kimin sevgisinin farz olduğuna hükmetmiştir? (70) (2) Cebrâil (aleyhisselam), "Mübâhale" (71) ayetini tebliğ etmek maksadıyla onlardan başkası için gökten inmiş midir? (72) (3) Cenabı Allah'ın "Hep beraber Allah'ın ipine sarılın, dağılmayın... (73)" buyururken, Allah’ın ipi olarak kastettiği onlar değil mi? (4) Ve “Sadıklarla beraber olun” (75) (5) diyen âyet onları kastetmiyor mu? Ve "Budur benim doğru yolum, onu tâkip edin" (76) ve "Türlü yollara Sapmayın, Allah'ın yolunu şaşırırsınız" (77) diyen âyetler onların yolundan başkasını mı gösteriyor? Ve "Ey inananlar! Allah'a "Resulüne ve sizden emir sahibi olanlara itâat edin." (78) (7) diye buyurduğu âyet yine onların hakkında değil midir?

Yine onları "Ehl-i zikir" olarak tanımlayan bu âyet: "Eğer bilmiyorsanız Ehl-i zikr’e sorun." (79) (8) Yine onlar için "Müminler" dediği bu âyet: "Hudâ yolu göründükten sonra, her kim Resulullah’a muhâlefet eder ve müminlerin yolundan saparsa onu cehennem ateşi ile yakarız." (80) (9) Ve "Hâdiler" (doğru yola götürenler) dediği şu âyet, meâli: "Sen bir münzirsin (kortucusun) fakat her kavmin bir de Hâdisi vardır." (81) (10) Yâ onları işaret eden Fâtihadaki şu âyet, meâli: "Bizi, nimetini kendilerinden esirgemediğin kişilerin doğru yoluna irşat et." (82) (11) Ve onlar "Allah'ın kendilerine nimetini lütfettiği Peygamberlerle, Sıddıklar, ġehitler ve Sâlihlerle beraber olan kimselerdir." (83) (12) Bu ayetle umumi velayeti, Peygamberden sonra onlara vermiş olmuyor mu? Okuyun lütfen: "Sizin veliniz ancak Allah’la onun Resûlü ve iman edenlerdir ki, onlar namaza devam edenler ve rükudayken dahi zekât verenlerdir. Kim Allah’ı, Resûlünü ve Müminlerin kendine veli edinirse, şüphesiz ki gâlip gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır."(84) (13)

Cenabı Allah, tövbe eden, iman edip sâlih amel işleyene "Mağfiret"i onların yolundan gitmeyi bu âyetle şart koşmamış mıdır? "Ben, şüphe yok ki, tövbe eden kimse için Gaffârım." (85) (Çok bağışlayıcıyım) (14) Allah-ü Teala’nın kitabında zikrettiği "Emânet" onların velâyeti değil midir? Buyuruyor ki: "Biz emâneti göklere, arza ve dağlara arz ettik, hepsi yüklemekten korkup reddettiler fakat onu insan yüklendi; zira o çok zalim, çok cahildir." (86) (15) Yine, tavsiye ettiği "Barış" onların velâyeti değil midir? Ayetin meali: "Ey insanlar hepiniz barışa girin; şeytanın adımlarını takip etmeyin..." (87) (16) Ve Allah-u Teâlâ'nın nimet diye isimlendirdiği; yine velayetleri değil midir?

Ayetin meâli:
"O gün (Kıyamet günü) Allah’ın size ihsan ettiği nimetten sorulacaksınız." (88) (17) Ayrıca Resulullah (s.a.a) tebliğ etmek için Cenabı Allah tarafından tazyik hatta tehdit mahiyetinde "Bildir" diye şu âyetle emrolunmadı mı? "Ey Resul: Rabbin tarafından sana indirileni tamamen tebliğ et. Eğer tebliği tam yapmazsan, Allah’ın risaletini yerine getirmiş olmazsın. Oysa Allah seni insanlardan koruyacaktır." (89) (18) Nihayet Resulullah (s.a.a) o tebliği "Gadir günü" emre itâat ederek, yüz bin kişinin huzurunda yapmadı mı? Yaptıktan sonra da şu âyeti kerime nâzil olmadı mı? "işte bugün dininizi kemâle erdirdim, nimetimi üzerinize tamamladım ve size din olarak islam’ı kabul ettim." (90) (19) Görmüyor musunuz? Allah onların velâyetini açıkça inkâr etmeğe kalkışıp Resulullah’ın (s.a.a) yüzüne karşı bağırarak:

"Allah’ım, eğer bu doğru ise üzerimize taş yağdır..." diyen şahsın başına nasıl taş düşüp ânında helak oldu... Ve bu olay hakkında mûcize kabilinden inen şu âyete bakın: "Vuku bulmuş bir azâbın tekrarını istedi birisi; kâfirler için olan bu azâbı kimse engelleyemez." (91) (20) Ahirette onların velâyetinden herkes sorulacaktır; aynen şu âyetin içerdiği mâna gibi: "Durdurun onları (o insanları) çünkü onlar sorguya çekileceklerdir." (92) yani onlara (Ehl-i Beyt’in) velâyetinden sorulacaklardır... (21)
Burada hiçbir gariplik yoktur, zira Cenabı Allah'ın Peygamberi göndermesinin içerdiği sebeplerden biri de onların velayetidir. Bakın, bu mealdeki âyet ne diyor: "Senden evvel gönderdiğimiz Peygamberlerden sor."(93)

Hatta o öyle velâyet ki Cenabı Allah Kal-u Belâ gününden beri insanlardan, onun üzerine söz (ahd) almıştır; aynen şu âyetin tefsirinde söylendiği gibi: "Hatırla ki, Rabbin Adem oğullarının bellerinden zürriyetlerini çıkarıp, onları nefislerine karşı şâhit tutarak: "Ben sizin Rabbi’niz değil miyim?" diye buyurduğu zaman onlar da; "Belâ (Evet) Rabbimizsin, şâhit olduk" dediler. (94) (23) "Ve Adem, Rabbi’nden tevessül kelimelerine nâil olduktan sonra, Allah onun tövbesini kabul etti." (95) (24) Yine:"Allah onlara azap verecek değil ya." (96) (25) diye buyuran âyeti kerime... Kıskanılan insanlar da onlardır. Bu manadaki ayet de şöyle: "Yoksa Allah'ın fazlına şâyan olmuş insanları mı kıskanıyorlar?" (98) (26) İlmin derinliğine inenler de onlardır. Ayet: "O Kur’an’ın tevilini ancak Allah bilir. Ġlimde kökleşmi kimseler ise: "Biz ona inandık, iman ettik" derler..." (99) (27)

"A'raf Adamları" diye isimlendirilenler de onlardır. Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Araf (Cennetle Cehennem arasındaki engel) üzerinde bir kısım adamlar var ki bunlar, cennetlik ve cehennemliklerden her birini simasından tanırlar." (100) (28) Ve "Sıddık adamlar" diye Cenabı Allah'ın tanımladığı kimseler. Ayet şöyle: "Müminlerden öyle adamlar vardır ki, Allah'a vermiş oldukları sözlerde sâdık çıktılar kimi "şehit oluncaya kadar dövüşüp" adağını ödedi. Kimi ise "şehit olmayı bekliyor. Onlar asla verdikleri sözü değiştirmediler." (101) (29) Ve "Tesbih adamları", Cenabı Allah'ın Şöyle buyurduğu: "Allah yüceltilmesine ve kendi isminin, içinde anılmasına izin verdiği evler vardır. Bu evlerde kendisine sabah akşam tesbih edip namaz kılan adamlar vardır ki, Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten, ne bir ticaret ne de bir alış veriş onları alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin halden hale dönüp kıvrandığı günden (Kıyâmet gününden) korkarlar." (102) (30) Onların evleri ise, Cenabı Allah'ın şu zikrettiği evlerdir, işte: "Allah, yüceltilmesine ve içlerinde kendi isminin anılmasına izin verdiği evler vardır... (103) (31) Allah-u Teâlâ onları, evin duvarına yerleştirilmiş bir kandile benzetmiş ve o kandilin ışığını kendi nuruna misal olarak göstermiştir. (104) (32) "Sâbıklar (ileri geçenler-önde bulunanlar) dereceleri en yüksek olanlar" yine onlardır. (105) (33) "Çok doğru (Pek sâdık) ve Allah’ın varlığına şahâdette bulunanlar" (106) da onlar. (34) Ayrıca onlar ve onları sevenler için Allah-ü Teâlâ şöyle buyuruyor: "Bizim yarattığımız insanlardan bir ümmet vardır ki, rehberlik ederler ve hak ile hüküm verirler." (107) Ve onların hizbi ile düşmanların hizbi için der ki Cenabı Allah: "Cehennemlik olanlarla Cennetlik olanlar bir olamaz. Kurtulacak olanlar Cennet ehlidir." (108) (36)
Yine her iki hizip için buyuruyor ki: "Yoksa biz, iman edip salih ameller işleyenleri, o yeryüzünde fesatla uğraşanlarla bir mi tutacağız? Yahut takva sahiplerini, fücur ve fuhuş ehli gibi mi kabul edeceğiz? " (109) (37) Yine iki hizip için şöyle buyuruyor: "Yoksa o günah kazananlar, kendilerine iman edip salih ameller işleyenler gibi sayacağımızı, hayat ve ölümlerini bir tutacağımızı mı sanıyorlar? Ne de fena hüküm veriyorlar.(110)" (38) Yine onlar ve onların Şii’si için buyuruyor ki: "iman edip salih ameller ileyenler; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar." (111) (39) Ve onlarla hasımları için: "Bunlar iki hasım olarak (Mümin ve kâfir) Rablerinin dini hakkında husumete girdiler. işte; o kafir olanlar için ateşten elbiseler biçilmiş, başlarının üstünden kaynar su dökülecektir." (112) (40) Ve onlarla düşmanları için: "Hiç mü'min olanla fasık olan bir olur mu? iman edip te salih ameller işleyenlere, amellerine karşılık, kendilerine konukluk edecek cennetler vardır. Fasık olanların barınacakları yer ise ateştir. Oradan her defasında çıkmak istediklerinde tekrar içine döndürülürler; ve onlara: "Yalanlayıp durduğunuz o ateşin azâbını böylece çekin!.. denir." (113) (41) Onlar ve onlara karşı, fazilette üstünlük iddiasında bulunanlar için Cenabı Allah şu ayeti indirmiştir: "Siz hacılara su dağıtma işi ile Mescid-i Haram'ın onarımını, Allah'a ve âhiret gününe iman ederek Allah yolunda cihat eden kimsenin işi gibi mi tutuyorsunuz? Bunlar Allah katında bir olamazlar. Allah, zalim olanlara hidâyet ihsan etmez. " (114) (42) Ve üstün fedakârlıkları hakkında buyurmuştur ki: "Bir kısım insanlar da vardır ki Allah'ın rızası uğruna, canını satar (feda) eder. Allah ise kullarına çok merhamet edicidir." (115) (43) Ve buyuruyor ki: "Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikar hayra harcayanlar vardır ki onların Rableri katında ecirleri mahfuzdur. Onlar için hiç bir korku yoktur; ve onlar hiç bir zaman mahzun olmayacaklardır." (116) (44) "Doğru ile gelen Peygamber ve onu tasdik edenler, işte onlar takva sahibi kimselerdir." (117) (45) Ayrıca onlar Peygamberin en yakınları, aşireti ve yüce Allah'ın riâyet ve inâyetine layık görerek Peygambere (s.a.a) bilhassa şöyleta vsiyede bulunduğu: "Herkesten önce en yakın akrabalarını islam’a davet ederek uyar..." (118) Ve neseple yakın olarak târif ettiği ve şöyle buyurduğu: "Nesepte yakın olanlar, Allah’ın kitabında, birbirlerine diğer müminlerden daha evlâdırlar." (119) Ve kıyamet günü en yüksek makamda bulunan Peygamberin yanına çıkacak olanlar yine kendileridir. Bunun delili Yüce Allah’ın şöyle buyurmasıdır: "iman edenlere, iman edip kendilerine tâbi olan zürriyetlerini de âhiret günü peşlerinden yanlarına göndererek kendilerine kavuştururuz. Bununla beraber amellerinden hiç bir şey eksiltmeyiz..." (120) (46)
Ve Kur’an-ı Kerimin, akrabalık hakkına sahip olduklarını, açıkça vurguladığı kimseler yine onlardır: "Akrabaya hakkını ver..." (121) Ve her Müslüman’ın ödemek mecburiyetinde olduğu, “Akraba hakkını” ödemediği takdirde sorumluluğunu yerine getirmemiş olması ve beşte bir hakkın sahiplerinden olanlar; "Biliniz ki kafirlerden ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin muhakkak beşte biri Allah içindir. O da, Peygambere ve onun akrabalarına, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara aittir..." (122) Ve Yine kafirlerin, memleketlerinden gönüllü olarak verdikleri mallarda hakları olanlar: "Allah'ın, Peygamberine kafir memleketler ahalisinden verdiği ganimet (veya vergi) Allah ve Peygamber için ve ona yakın olan akraba içindir." (123) Ayrıca "Ehl-i Beyt" olarak Cenabı Allah'ın hitâbına mahzar olanlar da onlardır: "Ey Ehl-i Beyt (Peygamber ailesi!) Allah sizden her türlü günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (124) Ve yüce Allah'ın, Kur’an-ı Kerim de (Al-i Yâsin diye) selamladığı: (47) "Selam olsun Al-i Yasin’e" (125) buyurduğu ve üzerine salat ve selamı şu âyetle farz kıldığı: "Allah ve melekleri, Peygambere salavât getirirler, Ey iman edenler siz de ona sâlat ve selam edin." (126) Resulullah'a sorarlar: (48) "Ya Resulullah! Sana selam okumayı biliyoruz, fakat nasıl salavât getireceğiz, onu bilmiyoruz." Şöyle buyuruyor: "Deyin ki: Allahumme selli alâ Muhammed ve alâ Âl-i Muhammed..." Böylece, onlara salavât getirmenin namazın bir parçası olduğu anlaşılmış oldu: ve Onun için âlimler, bu âyeti onların hakkında inen âyetlerden biri saydılar. Hatta İbn-i Hacer onların âyetlerinden olduğunu kabul ederek Savâik’inde yazmıştır. Allah’ın selamı onların üzerine olsun; "Tûba (ne mutlu) onlara! Ahirette en güzel barınak da onlarındır." (127) (49) Cennetin kapıları, onlara elbette ki açıktır... (128) Evet, seçkin kişiler, Allah'ın izniyle hayırlar yapmakta ileri geçenler ve Allah'ın kitabının vârisleri de onlardır ki, Cenabı Allah bu hususta onları şöyle tanımlamıştır: "Sonra biz Kitabı (Kur’an’ı) seçtiğimiz kimselere miras olarak bıraktık. Bunların kimi nefislerine zulüm edicidir. (imamları tanımamakla) kimi muktasid, (imamları severler) kimi de Allah’ın izniyle hayır yapmakta ileri geçendir. (O da imamın kendisidir) işte bu çok büyük bir ihsandır." (130) (50) Faziletlerini içeren âyetlerden bu kadar yeterlidir sanırız... Aslında İbn-i Abbas'ın dediğine göre sırf Hz. Ali hakkında üç yüz ayet nâzil olmuştur. (131) Başkaları da der ki: Onların hakkında inen ayetler, Kur’an’ın dörtte birini (132), (51) teşkil eder. Bunu da yadırgamamak lazım, zira onlar Kur’an’la kardeştirler.

Şimdilik Kitabın muhkem âyetlerinden derleyip tilâvet ettiğimiz bu şâhitlerle iktifa edin... Buyurun, bunları sabahın nurundan kopmuş ışıklar olarak sükûnet ve huzurla alın... Hoşnutlukla muhabbetle, susuz toprağın yağmuru karşıladığı gibi karşılayın... Alın şu rastlamış olduğunuz bilginden alın; size bunları ancak bir bilgin sunabilir. Vesselam. (Ş)


DİPNOT:

1- (Ahzab/33)

2- Hayır… zira Cenabı Allah bu hususta onları herkesten üstün kılmıştır… Demiştir ki: "Bu Tebliğe karşı, sizden akrabalarımı sevmenizden başka hiç bir ücret istemiyorum." (Şura/23)

3- Hayır!.. Cebrail (a.s) Mübahale ayetini tebliğ vazifesi ile sadece onlar için inmiştir. Bu ayette Cenabı Allah Peygamberi’ne şöyle emir buyuruyor: "Onlara (Hıristiyanlara) de ki: Gelin çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, nefislerimizi ve nefislerinizi çağıralım ...”(Âl-i İmran/103)

4- İmam Salebi büyük tefsirinde de, bu ayetin manasını verirken İmam Caferi Sadık(a.s)'dan şu haberi tahric etmiştir: "Allah'ın gökten yere uzanan ipi bizleriz" Ayrıca İbn-i Şahabettin (Raşeftüs-Sada) kitabında imam Şafii'nin bu ayete işaret eden şu beyitlerini nakleder: "İnsanları dalalet ve cehalet denizine battıklarını gördüğüm an Allah'ın ismini anarak Necat gemisine bindim… İşte o gemi, son Peygamber Hz. Mustafa'nın Ehl-i Beytine âit olan gemidir. Keza orada Allah'ın ipine tutundum, zira, o ip onların velâyetidir… Nitekim biz o ipe tutunmakla emredildik."

5- Sadıklardan maksat, Resulullah ve sülalesinden olan İmamlardır. Hâfız Ebu Nuaym, bunu aynen tahric eder. Ayrıca İbn-i Hacer "Savaik"inde İmam Zeynelabidin'den nakletmiştir. (Bâb. 11 s. 90)

6- (En’am/153) İmam Bâkır ve İmam Sadık: "Doğru yol burada "İmam" demektir. Türlü yollara sapmayın. Yani, sapık imamların peşine takılmayın, yolunuzu şaşırırsınız; Allah'ın yolu bizim yolumuzdur" derlerdi.

7- (Nehl/ 43) Sikat'ül-İslam Muhammed b. Yakub, doğru olan senedinde, Yezid el-İcli'den şu hadisi tahric eder: "Bu ayetin manasını İmam Muhammed Bâkır'a sordum, bana şu ayetle cevap verdi: “Şu, kendilerine okuyup yazmaktan biraz nasip verilenlere bakmaz mısınız?” Kendileri, ruhlu ve ruhsuz putlara inanıyorlar da küfre devam edenler için: "Bunlar iman edenlerden daha doğru bir yoldadır" diyorlar. (Yoksa onların, mülkten imâmet ve hilâfetten bir hissesi mi var? Öyle olsa,insanlara bir çekirdeğin zerresini bile vermezlerdi.) (Yoksa Allah fazlından insanlara verdiği nimetlere hased mi ediyorlar? Gerçekten biz İbrahim sülâlesine kitap hikmet ve büyük bir mülk verdik". Ve şu ilaveyi yaptı: 'Bize tahsis edilen nimetten “imâmetten” dolayı hased edilenler biziz. Hz. İbrahim ve sülâlesine ihsan edilenlere, (ki bunlar, Nübüvvet, İmamet ve mülktür) inanıyorlar da, Muhammed’in sülâlesine ihsan edilenlere neden inanmıyorlar?

8- (Nisa/117) Salebi, tefsirinde Cabir'den naklettiği bir haberde, Hz. Ali'nin "Ehl-i zikir biziz" dediğini tahric eder. Allâme Bahrini ise, kitabın 35. babında bu hususta yirmiden fazla hadis getirir.

9- (Nisa/115) İbn-i Merdeveyh, bu âyet için "Tefsirinde: Burada Peygambere muhalefetin manası Hz. Ali içindir. Yani Peygamber’in onun hakkında dediklerine önem vermeyenler... Ayyaşi de Tefsirinde aynı manayı verir. Ehl-i Beyt yoluyla gelen haberlerde ise müminlerin yolunun, onların yolu olduğunu bildirirler.

10- (Ra'd/7) Salebi, "Tefsir"inde İbn-i Abbas'a isnâden diyor ki: Bu âyet indiği zaman, Resulullah (s.a.a) elini göğsüne koyup dedi ki: "Münzir benim, Hâdi ise Ali'dir. Bu hadisi aynı şekilde tahric eden müfessir ve Sünen sahipleri çoktur. Ayrıca Muhammed b. Müslim'den şu haber naklolunmuştur: İmam Cafer Sadık (a.s)'a bu ayetin mânasını sorunca bana şu cevabı verdi: Her İmam kendi asrının hâdisidir.

11- (Fâtiha) Salebi, Büyük Tefsiri’nde Fâtihayı tefsir ederken, Ebû Bureyde'den naklederek diyor ki: Doğru yol, Hz. Muhammed ve Ehl-i Beyti’nin yoludur... Salebi ayrıca Vaki b. Cerrâh, Sevri, Sediyy, Asbât ve Mücahit'ten İbn-i Abbas'a dayanarak şu hadisi tahric etmektedir: "Bizi doğru yola irşat et" demek "bizi Muhammed ve Ehl-i Beyti’nin sevgisine irşat et" demektir.

12- (Nisa/69) Ehl-i Beyt İmamları, sıddık ve şühedâların başta gelenleridir, şüphesiz.

13- (Maide/55) Bu âyetin Hz. Ali hakkında indiğini müfessirlerin çoğu itiraf etmiştir, bunlardan "Eş'ari" imamlarından biri olan Kuşçu, bu ayetin Hz. Ali’nin yüzüğünü "Tasadduk" etmesi sebebiyle indiğini kaydettiği gibi, Nesai "Sahih "inde Sa’lebi'de "Kebiri’nde açıkça yazmışlardır.

14- (Taha/82) İbn-i Hacer (Savâik)inin 11. babındaki birinci fasılda, aynen şöyle yazıyor; Said el-Benâni dedi ki: "Ben tövbe edip hidayette sebat edenlere mağfiret ederim " Ayeti’nin manası Resulullah(s.a.a)’ın Ehl-i Beyti’ni seçip onlara inananlar demektir. İbn-i Hacer, bu
tefsirin ayrıca İmam Bâkır tarafından da yapıldığını yazmaktadır.

15- Birçok müfessir gibi Sünni olan Allâme (Bahreyni’nin) de bu Emânetin Ehl-i Beytin velâyeti olduğunu beyan ediyor. (Gayet'ul-Meram Bab.115 )

16- (Bakara/208) Yine Allâme Bahreyni (Gâyet’ul-Merâm) kitabının 224. babında bu âyetin Ehl-i Beyt hakkında indiğine dair 12 hadis getirir.

17- (Tekâsür/8) Bahreyni aynı kitabın 48. babında bu âyetteki "Nimet"in Peygamber, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’in velâyeti olduğunu, Ehl-i Sünnet’ten üç hadisle tasdik etmiş bizim Sihahlar’dan ise 12 hadis getirmiştir.

18- Bu ayeti, Sünen sahiplerinin birkaçı Hz. Ali hakkında indiğini te'yid eder. Bunlardan imam Vahidi (Esbâb'ün-Nüzul) kitabında "Mâide" Süresi’nin tefsirinde, Ebu Said Hudri'ye isnâden diyor ki: "Bu âyet (Gadir-u Hum) günü Hz. Ali için nâzil oldu. İmam Salebi de, bu hadisi iki senetle tahric ettiği gibi Şâfii olan Himvini de (Feraid’üs-Sımtayn) kitabında muhtelif olaylardan Ebu Hureyre’ye dayandırarak doğruluyor. Ayrıca (Gayet’ul-Merâm) kitabında Ehl-i Sünnet tarafından dokuz, Şii tarafından ise sekiz hadis vardır ki, hepside aynı mânayı içermektedir.

19- (Mâide/3) İmam Bakır ve İmam Sâdık'ın bu mevzuda "nas"ları vardır. Ayrıca Ehl-i Sünnette bu mânada altı hadis tahric etmişlerdir. Bu hadisler (Gayet’ul-Merâm kitabının 39. ve 40. bablarında mevcuttur).

20- (Mearic) Bu ayet böyle bir olayın daha önce vuku bulduğuna işaret etmektedir; o da "Ebraha fillerle Mekke’ye hücum ettiği zaman; imam Salebi bu meseleyi Büyük Tefsiri’nde tafsilatlı olarak tahric etmiştir. Ayrıca Allâme Şeblenci, (Nur’ul Absâr) kitabının s. 17’de Hâkim ise (Müstedrek)inin (c. 2 s. 502) de, tahric etmişlerdir.

21- (Saffat/24) Deylemi ve İbn-i Hacer Ebu Said el-Hudri'den tahric ettikleri hadiste bu âyetin Hz. Ali hakkında indiğini yazarlar. Vâhidi diyor ki: "Onları durdurun onlar sorgulanacaklardır" ayetinin manası: Hz. Ali ve Ehl-i Beytin velâyetinden sorulacaklardır. Çünkü Cenabı Allah Resûlüne, risaletine karşılık, akrabalarına sevgi göstermekten başka hiçbir şey istemediğini, halka bildirmesini emretmişti. Buradaki mâna ise, "Bu halk âhirette Peygamber’in tavsiyesine uyup Ehl-i Beyte velâyet edip etmedikleri sorulacaktır. Size göre yeterli sayılacak olan şu ki: İbn-i Hacer bu âyeti onların hakkında inen âyetlerden sayarak (Savâik) kitabının 11. babında kaydetmiştir.

22- (Zuhruf/45) Bu ayetin tefsirinde, Hafız Ebu Nuaym'in tahric ettikleri, sizi tatmin edecek mahiyettedir. Ayrıca Salebi, Nişabûri ve Berki'nin, tefsirlerinde tahric ettikleri, Himvini ve Ehl-i Sünnetten daha da başkalarının yazdıkları yeterlidir. Bilhassa Tabersî’nin bu ayetin tefsirinde (Mecma’ul Beyanında) Hz. Ali'den yazdıkları... (Gayet’ul-Merâm'ın Bab, 44-45) teki sünenler ise, yüreklere su serpecek mahiyettedir.

23- (Araf/172) Ayetin tefsirinde Ehl-i Beyt hakkında hadisimiz sizi bu yönde aydınlatmaya kafidir.

24- (Bakara/37) Şâfii olan İbn-i Mağâzili, İbn-i Abbas'tan şu tahrici yapıyor: "Peygamber (s.a.a)’e Adem'e telkin edilen kelimeler nedir? diye sordukları zaman şöyle buyurdu: “Allah-u Teâlâ ona Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'in sevgisini sordu; müspet cevap alınca tövbesini kabul etti.” Bizde de nesilden nesile süregelen tefsir budur.

25- (Enfâl/33) İbn-i Hacer'in (Savaik)’ine bakın, Bâb 11'de bu ayetin tefsirinde ne diyor... Bakınca bizim dediğimizi nasıl te’yid ettiğini göreceksiniz.

26- (Nisa/4) İbn-i Hacer, bu âyetinde onlar hakkında indiğini itiraf etmiş ve altıncı âyet olarak (Bab l1)’de irât etmiştir. Keza İbn-i Mağazili İmam Bâkır (a.s)’ın: "Kıskanılan insanlar biziz" dediğini tahric etmiş... Ayrıca
(Gâyet’ul Meram) kitabının 60-61, bablarında bu hususta 30 tane sahih ve sarih hadis vardır.

27- (Ali İmran/7) Sikat'ül İslam Muhammed b. Yakub, sahih bir senetle tahric ettiği bir haberde İmam Sâdık (a.s)'ın: "İlmin derinliğine inenler ve kıskanılan insanlar biziz, bize itâat edilmesini Cenabı Allah farz kılmıştır"buyurduğunu yazıyor.

28- (A’raf/ 46) Salebi Tefsiri’nde İbn-i Abbas'a dayanan şu tahrici yapıyor: A'raf, Sıratın yüksek bir yeridir. Orada Abbas, Hamza, Ali ve Cafer-i Tayyar duracak. Kendilerini sevenleri yüzlerinin beyazlığından, sevmeyenleri ise yüzlerinin siyah oluşundan tanıyacaklardır... Hâkim de Hz. Ali'ye isnâden aynı manada bir hadis tahric eder. Ve Selman Fârisi diyor ki: "Resulullah (s.a.a)’tan duydum, dedi ki: Yâ Ali! Sen ve çocuklarından vasi olanlar, A’raf ın üzerinde duracaksınız... Hadis... Bu hadisi te’yid edecek bir hadisi de Dârukutni (aynen (Savaik)in 9. Babında, 2. faslın sonunda kaydettiği gibi).

Şöyle tahric eder: "Ali, Ömer’in kendisinden sonra halifeliğe laik gördüğü, kendisinin dışındaki beş kişiye der ki: "Allah aşkına size soruyorum! İçinizde, Peygamber’in, kendisine şöyle hitap ettiği bir kimse var mı? "Yâ Ali! Sen kıyamet günü, cennetliklerle cehennemliklerin ayırıcısı olacaksın" Onlar: 'Allah için hayır" derler. İbn-i Hacer diyor ki: "Bunun manası, İmam Ali Rıza'dan nakledilen şu mânaya uygundur: Yani kıyamet günü, sen yâ Ali, cehennem ateşine diyeceksin ki: İşte bu senin ve bu benim." İbn-i Hacer, ayrıca şöyle diyor: "İbn-i Semmâk şöyle rivayet eder: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali’ye der ki: Resulullah’ın şöyle dediğini duydum: Ali'den, yazılı bir vesika alamadıktan sonra, sırat köprüsünden kimse geçemez.

29- (Ahzab/23) İbn-i Hacer (Savaik; Fasıl. 5. Bab. 9) da, Hz. Ali’nin vefatından bahsederken şu olayı zikrediyor: "Ali bir gün Kufe Camii minberinde hutbe okurken kendisine adı geçen ayetin mânasını sorarlar, der ki: "Allah’ım gufran eyle; bu âyet benim ve amcam Hamza ile amcamın oğlu Ubeyde b. el-Haris b. el-Muttalib için indi. Ubeyde (Bedir) vakasında şehit olarak hedefine ulaştı. Hamza da (Uhud) vakasında şehit oldu ve adağını ödedi. Ben ise hala (başını ve sakalını işaret ederek) o, şakinin bunu, kanla boyayacağı günü bekliyorum; bana bu haberi habibim Ebu’l Kasım (s.a.a) vermişti...”

30- (Nur/36-37) Mücâhid ve Yakub b. Süfyan, tefsirlerinde, İbn-i Abbas'a dayanan şu olaya yer veriyorlar: "Dahiyye el-Kelbi, bir Cuma günü Şam'dan bir ticaret kafilesiyle dönmüştü, geldiğini bildirmek için tef çaldırmıştı. Tef sesi duyulunca, Peygamber (s.a.a)minberin üzerinde hutbe okurken onu bırakıp sesin geldiği tarafa koşuştular. Mescitte sadece Ali, Hasan, Hüseyin, Fatıma, Selman, Ebuzer ve Mikdad kalmıştı. Bu olayı müteâkip "Cuma suresindeki şu âyeti kerime nazil olur: "Bir ticaret veya eğlence gördüklerinde dağılarak o tarafa koşuştular ve seni (Hutbede) ayakta bıraktılar..." Peygamber ise, çok üzülerek şöyle buyuruyor: “Allah-u Teâla, mescidimin Cuma günü maruz kaldığı vaziyeti gördü. O içinde kalanlar olmasaydı, eminim ki Medine ateşlerle kavrulup üzerine Lut kavmine yağdığı gibi taş yağardı. " İşte bunun üzerine Cenabı Allah şu âyeti kerimeyi indirir “... O evlerde sabah ve akşam Allah’ı tesbih edip namaz kılan adamlar var ki, onları ne bir ticaret, ne de bir alış-veriş, Allah'ı anmaktan alı koymaz...”

31- Salebi Büyük Tefsiri’nde, Enes b. Mâlik’e dayanan şu tahrici yapıyor: "Resulullah (s.a.a) bu ayeti okuduğu zaman, Ebu Bekir kalkıp yanına gelir ve Ali ile Fatıma'nın evini göstererek: "Bu ev o evlerden biri midir? diye sorar. Peygamber: "Evet, en faziletlilerinden"diye cevap verir. Ayrıca "Gâyet’ul Merâm" kitabının 12. babında bu hadisi tasdik eden dokuz doğru hadis vardır ki, gün ışığı gibi açıktır.

32- Burada Nur süresinin 35. âyetindeki, "Duvarda yerleştirilmiş bir kandil gibi" tabirine işaret edilmektedir. Şafii olan İbn-i Mağazili, "Menâkib"isimli kitabında, Ali b. Cafer'e dayanan şu tahrici yapmaktadır: "İmam (Kazım)a Allah-u Teala'nın buyurduğu, "Duvardaki kandil"in manasını sordum, şöyle cevap verdi: "Duvardaki yer Fatıma, kandil ise Hasan ve Hüseyin’dir. "O Zücace (camdan mahfaza) sanki parlak bir yıldız" deyiminin manası da şu: "Fatıma, dünya kadınlarının arasında parlak bir yıldız idi.” "Mübarek bir zeytin ağacının yağından tutuşturulur" yani Hz. İbrahim'in şeceresindendir. "Ne doğuya ne de batıya âittir" yani, ne Yahûdi ne de Hıristiyan’dır. "O ağacın yağı öyle bir yağdır ki, neredeyse ateş dokunmasa da aydınlık verecek" yani, neredeyse ilim saçacak. "Nûr üstüne nûr" yani her İmamın ardından yine bir İmam. Allah, dilediği kimseyi nuruna kavuşturur" manası: Allah bizim velayetimize, istediğini kavuşturur." Bu tevil, Ehl-i Beyt tarafından oldukça yaygın bir şekilde intikal etmiştir.

33- (Vakıa/10) Deylemi ve İbn-i Hacer, Ayşe’ye; Tabarâni ve İbn-i Merdeveyh, İbn-i Abbas'a dayanan şu hadisi tahric ederler:"Peygamber (s.a.a) dedi ki: Sıddıklar üçtür. Birincisi, Musa'ya ilk inanan "Yüşa b. Nûn", ikincisi, İsa'ya herkesten önce iman eden "Yasin sahibi
Habibü'n-Neccâr", üçüncüsü ise, Muhammed'e herkesten önce inanan Ali b. Ebi Talib'tir" Bu hadisi ayrıca Muvaffak b. Ahmed ve İbn-i Mağazili yine İbn-i Abbas’a dayanarak tahric ederler.

34- (Hadid/19) İbn-i Hacer'in (Savaik) ında yazdığı gibi, İbn-i Neccar da şu tahrici yapıyor: "Sıddıklar üçtür: Firavun Kavminin mümini Hizkîl, Yâsin sahibi Habibü’n- Neccâr ve Ali b. Ebi Talib'tir." Ayrıca Ebu Nuaym ve İbn-i Asâkir'in Savâik’inde 31. hadisinde olduğu gibi İbn-i Ebi Leyla'dan tahric ettiklerine göre Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Sıddıklar üçtür: "Ey kavmim, Resullerin peşinden gidin..." diyen Yasin kavminin mu’mini Habibü'n- Neccar, benim Rabbim Allah'tır diyen, Firavun kavminin mümini Hizkil ve Ali b. Ebu Talib’tir ki, en faziletlisi de budur. " Kaldı ki, Sıddık'ların en büyüğü, Fâruk'ların en azametlisi olduğu bütün sahîhlerde mütevâtir'dir.

35- (A'raf/181) Muvaffak b. Ahmed, Ebu Bekir b. Merdeveyh'ten naklettiği bir haberde Hz. Ali'nin şöyle dediğini yazıyor: "Bu ümmet otuz üç fırkaya ayrılacaktır, biri hariç hepsi cehennem ateşinde yanacaktır; o tek fırka Cenabı Allah'ın haklarında şöyle buyurduğu fırkadır: Yarattığımız insanlardan bir ümmet vardır ki, rehberlik ederler ve hak ile hüküm verirler “işte onlar ben ve benim taraftarlarımdır...”

36- (Haşr/20) Şeyh Tûsi (Emali) kitabında Hz. Ali’ye dayanan şu hadisi tahric ediyor: "Resulullah (s.a.a) bu ayeti okuduğunda şöyle buyurdu: Cennetlik olanlar, bana itâat edip benden sonra da Ali’ye teslim olup onun velâyetini ikrâr edendir...” Ya Cehennemlik olanlar, diye sorulunca dedi ki: “Benden sonra onun velâyetini inkâr ederek onunla savaşanlardır.” Ayrıca Muvaffak b. Ahmed Câbire istinaden, bu hadisi tahric etmektedir: Resulullah (s.a.a) dedi ki: “Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, kıyâmet günü kurtulacak olanlar, Ali ve onu sevenlerdir.”

37- (Sâd/28) Bu ayetin manası için, Ali b. İbrahim'in Tefsirine veya Gâyet’ül Meram’ın 82. babına bakabilirsiniz...

38- (Casiye/21) Bu ayet; Hamza, Ali ve Ubeyde'nin Utbe, Şeybe ve Velid'e karşı çarpışmaları dolayısıyla nazil olmuştur. İman edenler, Hamza, Ali ve Ubeydedir. Günah kazananlar ise, Utbe, Şeybe ve Velid'dir.

39- (Beyyine/7) Bu âyetin de onlar için indiğini İbn-i Hacer'in itiraf edip onların fazlı hakkında inen âyetlerin 11'incisi sayması, sizi tatmin etmeye yeterlidir sanırım. (Savâik Fasıl 1. Bab.11'e bakın.

40- (Hacc/19) Buhari, Sahih’inin, c. 3 s. 107’sinde Hacc Süresi’nin tefsirini yaparken Hz. Ali’ye dayanan şu tahrici yapmıştır: "Kıyamet günü, Allah'ın huzurunda, hasımlarıyla dâvası ilk görülecek olan benim." Ve Buhari ayrıca Kays'ın, "Bu âyet onlar için indi" söylediğini ve şu ilaveyi yaptığını yazıyor: "Bunlar iki hasımdır" yâni Bedir vakıasında, Ali ve iki arkadaşı Hamza ve Ubeyde ile çarpışan Şeybe ve iki arkadaşı, bu iki taraf birbirlerine hasımdır. Aynı sayfada Ebuzer'den yaptığı bir tahricte, "Ebuzer, bu ayetin bu hususta indiğine, ayetin üzerine yemin ederdi " diye yazıyor.

41- (Secde/18-l9-20) Bu ayetin Hz. Ali ile Velid b. Ukbe arasında geçen bir tartışma sebebiyle indiği, bütün müfessirlerce kabul edilmiştir. Vahidi (Esbab’ün-Nüzul) kitabında âyetin manasını açıklarken, Said b. Cübeyre dayandırdığı ve İbn-i Abbas’tan alınmış olan şu hadisi tahric etmektedir: "Velid b. Ukbe b. Ebu Mait, Ali b. Ebu Talibe: "Benim kılıcım seninkinden daha keskin, lisanım daha yatkın, ben harpte senden daha ustayım" Ali ona şu cevabı verir: "Sus! Sen fasıksın..." Bunun üzerine: "Mü'min olanla fâsık olan bir olur mu?... "ayeti nazil olmuştur.

42- (Tövbe/19) Bu ayet, Ali, amcası Abbas ve Talha b. Şeybe hakkında nâzil olmuştur. Sebebi ise şöyledir:
Üstünlük iddiasında bulunan Talha: "Beyt’ul-Haram'ın idarecisi benim, anahtar benim elimdedir" der. Abbas ise: "Su dağıtma işi benden sorulur, onu ben idare ederim" der. Bunları duyan Ali onlara dönüp şu sözleri söyler: "Siz ne demek istiyorsunuz bilmiyorum... Ben herkesten altı ay önce namaz kıldım. En büyük cihadı yapan benim..." Bunun üzerine Allah-u Teâla bu âyeti indirir. Bu yazdıklarımızı imam Vâhidi, "Esbab’ün Nüzul" kitabında, Hasan el-Basri, Şâ’bi ve Kırazi'den nakletmektedir.

43- (Bakara/207) Hâkim, (Müstedrek) kitabının (c. 3, s. 4'te İbn-i Abbas'tan yapmış olduğu tahricte şunları yazmaktadır: "Ali canını feda etme pahasına, Peygamber (s.a.a)’in elbisesini giyip yatağına yattı"Hadis... Hakim bu hadisin, iki Şeyhin (Buhari ve Müslim) tahric etmemelerine rağmen doğru olduğunu açıklamaktadır. Ayrıca Müstedrek'in özetinde Zehebi’de doğru olduğunu itiraf eder. Hâkim, az önce zikrettiğimiz sayfada Ali b. Hüseyin'den şu tahrici de yazıyor; Allah rızası uğruna, canını ilk feda eden Ali b. Ebu Talib'tir."

44- (Bakara/274) Muhaddis ve müfessirlerin ve âyetlerin iniş sebebini yazan yazarların, İbn-i Abbas'a dayandırarak tahric ettikleri bütün hadislerde, bu âyetin Ali b. Ebi Talib için indiğini kaydetmektedirler. Hz. Ali’nin dört dirhemi vardı, birini gece, birini gündüz,
birini gizli ve birini de âşikar olarak ihsan eder; ve bu olayın ardından, adı geçen âyet nazil olur.

45- (Zümer/133) İmam Bâkır, Sâdık, Kâzım, Rıza, İbn-i Abbas, İbn-i Hanefiyye Zeyd b. Ali b. Hüseyin ve Ali b. Cafer’us Sâdık'ın koymuş oldukları nass'a göre, doğru ile gelen, Peygamber’dir; onu tasdik eden de Ali'dir. Ayrıca İbn-i Meğazili (Menakib)’inde Mücahid'den şu tahrici yapmaktadır: Sıdk ile gelen Muhammed’dir; onu tasdik eden ise Ali'dir. Bu hadisi aynı zamanda İbn-i Merdeveyh ve Ebu Nüaym de tahric etmişlerdir.

46- (Tur/21) Hakim, (Müstedrek) adlı sahihinde “Tûr” suresini tefsir ederken, İbn-i Abbas’tan şu tahrici yapıyor: “Peşlerinden zürriyetlerini yanlarına göndeririz” âyeti kerimesindeki mâna şudur: Cenabı Allah mü’minin zürriyetini, amelleri kendisinden daha az olsa bile onları, onun cennetteki mevkiine (yanına) çıkarır... Hâkim, bu açıklamayı yaptıktan sonra âyet-i kerimeyi tilâvet eder, “İman edenlere, iman edip kendilerine uygun zürriyetlerini de peşlerinden (cennette) bulundukları mevkiye gönderip kendilerine kavuştururuz...”

47- (Saffat/130) Bu âyet İbn-i Hacer’in (Sevaik)’in 11. babında irad ettiği âyetlerin üçüncüsüdür. İbn-i Hacer ayrıca: Müfessirlerin çoğunun İbn-i Abbas’a dayanarak, “Âl-i Yasin”in manasını “Âl-i Muhammed” olarak tefsir ettiklerini nakletmektedir.

İbn-i Hacer, Fahri Râzi’nin de şunları zikrettiğini yazıyor: “Ehl-i Beyt, beş şeyde Peygamberin seviyesinde sayılmışlardır.”

1) Selamda, buyuruyor ki; “Selam sana ey Nebi” ve “Selam bizden Âl’i Yasine...
2) Teşehhüd’te, kendisine ve onlara salavât getirmekte...
3) Tahârette; Allah-u Teâla buyuruyor ki, “Tâ-Hâ” yani “Ey Tahir” ve “yutahhirakum tathira”
4) Sadakayı tahrim etmekte.
5) Sevgide; buyuruyor ki: “Bana tâbi olun, Allah sizi sever ve “De ki; bu risâlete karşılık sizden akrabalarımı sevmenizden başka hiç bir mükâfat istemiyorum...”

48- (Ahzab/56) Buhari, sahihinin Kur’an tefsiri kitabı, (Cüzü 3), Ahzab süresi tefsirinde; Müslim, Salat kitabının, Peygambere salavât babında ve daha bir çok muhaddis bu hadisi tahric etmiştir.

49- (R’ad/29) Sa’lebi, Büyük Tefsirinde bu âyetin manasını verirken, Peygambere isnad ettiği şu tahrici yapıyor: “Tûba, Cennette bir ağaçtı. O ağacın kökü benim evimde, dalları ise cennet ehlini gölgelemektedir” dediği zaman biri ona: Ya Resulullah, sana daha önce
sorduğumuzda, Tûba’nın kökü Ali’nin evinde, demiştiniz. Şu cevabı verir: “Benim evimle Ali’nin evi bir değil mi?”

50- (Fâtır/32) Sikatül-İslam Küleyni, sahih bir senetle Sâlim’den şu tahrici yapmaktadır. Sâlim diyor ki: İmam Bakır’a bu âyetin manasını sordum, şöyle buyurdu: Hayırlar yapmakta ileri geçen İmamdır. Muktasid, imamı tanıyan, nefsine zulüm eden de imamı tanımayandır. Küleyni aynı zamanda bu hadisin benzerini, İmam Sâdık, Kâzım ve Rıza hazretlerinden tahric etmiştir. Ayrıca İbn-i Merdeveyh Hz. Ali’nin bu ayetin tefsirinde: “Kitabın vârisleri biziz” dediğini rivâyet etmektedir.
51- İbn-i Asâkir İbn-i Abbas’tan tahric ettiği bu hadis, Savaik de (Fasıl 3, Bab 9, s. 76) kayıtlıdır.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

13. MEKTUP - (23 Zilkade 1329)
Zikrettiğiniz âyetlerin bu maksatla indiğini iddia eden rivayetlerin zayıflığını ortaya çıkaran kıyas...


Cenabı Allah size öyle mübarek bir kalem ihsan etmiş ki, onun mükafâtını size ancak kendisi bahşedebilir... Onun çizdiği sayfalar, muârız ve münâzaracının makamından ne kadar yüksek, vazettiği hikmet, münekkid ve müstedrekin nazarından ne kadar mahfuz... Bu hikmeti anlatan sayfalar, hep aynı yoldan aynı hedefe doğru akıp yürümektedirler; yazıları aklı başında birinin kulağına gelip de, beğenilmeden geri dönmesi mümkün değil... Bilhassa bu son mektubunuz coşmuş bir sel, kabarmış bir denizi andırmaktadır... içinde zikrettiğiniz muhkem âyetler ve kıymetli açık delillerle sizden istenileni yerine getirmekle kalmayıp, istenilenin de ötesinde birçok bilgiler vermekten geri kalmamışsınız. Size karşı çıkacak olan kimsenin, mutlaka inatçı, haşin mizaçlı, batılla iştiğal eden, câhilce hüküm verenin biri olması gerekir. İşte böylesi biri size itirazda bulunup diyebilir ki: ‘Bu ayetlerin Ehl-i Beyt hakkında indiğini rivayet edenlerin hepsi Şîi yazarlardır. Bilindiği gibi Sünnet ehli, Şii yazarların rivâyet ettikleri hadisleri delil olarak kabul etmezler.’ Bu hususta cevabınız ne olacak? (133) Esirgemeyip lütufta bulunmanızı rica eder teşekkürlerimi sunarım. Vesselam. (S)






14. MEKTUP - (24 Zilkâde 1329)
1- İtirazcının kıyası geçersizdir.
2- İtiraz edenler, şiilerin hakikatını bilmemektedir.
3- Hadiste yalan söylemenin büyük günah olduğunun bilincinde
olmaktaki imtiyazlıkları.


1- Cevabımız şudur ki: Bu muârızın kıyası batıldır. Ayrıca istidlalinin mantıki şekli, suğra ve kubra açısından yanlıştır. Suğra, şu iddiasıdır: ‘Bu âyetlerin inişini rivâyet edenler Şii’dir.’ Bu iddiânın fâsit olduğu gayet açıktır. Buna bizzat Sünnilerin en itimat edilen yazarları, aynen naklettiğimiz şekilde tefsir edip rivâyet etmekle şahitlik etmektedir. Hatta onların senet ve sahihleri bu hadislerle Şiilerden çok, dolup taşmaktadır. Bütün İslam memleketlerine yayılmış Gâyet’ul-Merâm kitabı, bu dediğimizi ispat etmeğe yetecek en büyük delildir. (134)

Kubraya gelince, ‘Sünniler, Şiilerin rivâyet ve hadislerini hüccet olarak kabul etmezler’ demesidir. Bunun fesâdı ise daha da açıktır. Zira Sünnilerin kitapları meşhur Şîi muhaddislere isnâd edilmiş hadislerle doludur. İşte sahihlerinin altısı ve diğer kitapları meydandadır. Hepsi de hadislerin çoğunu Şîa muhaddislerine dayanarak nakletmiş ve sahih olarak kabul etmişlerdir. Gerçi Şii oldukları için, bu mümtaz şahıslar çoğu zaman kötülenmiş, kimisine ‘münharif Şii’dir, kimisine ‘Râfızi’dir demişler. Oysa Buhari’nin şeyhlerinden bile Şiiler vardır. Onlar için dahi ‘Rafızi’ ve ‘kinci’ gibi deyimler kullanmışlar, ama yine de Buhâri olsun başkası olsun ne onların adâletinden şüphe etmiş, ne de yalanlayabilmişlerdir. Aksine sahihlerinde, onların sözlerini senet, hadislerini hüccet olarak göstermişlerdir. Buna rağmen ‘Sünni'ler, Şii'lerin rivâyetlerini hüccet olarak kabul etmezler’ diyen muârızın sözlerine kulak verilir mi? Elbette ki hayır...

2- Şu da bir gerçektir ki muârızlar Şîilerin hakikatini bilmezler. Zaten bilselerdi, o masum soyun izinden gittiklerini, onların yolunu tercih ettiklerini anlarlardı. Ayrıca doğruluk ve eminlik bakımından kendi adamları arasında, onların seviyesine erişecek bir kimsenin bulunmadığını da biliyorlardı. Zühd ve ibâdette ahlak üstünlüğünde, nefis muhasebesinde Ehl-i Beytin seviyesine kim erişebilmiş ki?.. Eğer o muârız onların hakikatını olduğu gibi görebilseydi, onlara tamamen inanır ve her hâlükârda onlara bağlı kalırdı. Fakat görememiş olması, onu karanlıkta hiç bir tarafı göremeyip sağa sola çarpan birine çevirmiş.

Bazen Sikat'ül-İslam Muhammed b. Yakup el-Kuleyni'yi (135) ve bazen de Müslümanların en sâdıklarından olan Muhammed b. Ali b. Babeveyh el-Kummi (136) ve ümmetin şeyhlerinden Muhammed b. Hasan b. Ali et-Tûsi'yi (137) itham eder. Hatta onların kitaplarıyla alay etmeye bile kalkışır. Oysa bu seçkin âlimlerin kitapları, Hz. Muhammed ve zürriyetinin ilimlerini en çok ihtiva eden kitaplar olduğu gibi şeyhleri de en büyük ilim kahramanları sayılırlar. Zira bütün ömürlerini sırf Cenâbı Allah kitabı, Resûlü ve Müslümanların imamları ve âmmesi için öğüt vermeye vakfetmişlerdir. 3- Nezih, sefih, herkes, bu şahısların her türlü yalandan sakınan, her zaman doğruyu söyleyen kişiler olduklarını bilir. Yazmış oldukları binleri aşan kitaplarında daima, yalancıya lanet okumuş ve hadiste yalan söylemenin cezası cehennem olduğunu açıklamışlardır. (138) Hatta yalan hakkındaki hükümleriyle imtiyaz sahibi sayılırlar. Şöyle ki: Onlara göre Ramazanda yalan söyleyenin orucu bozulur ve keffâret ödemesi icab eder. (139) Böyle kimselerin naklettikleri hadislerden nasıl şüphe edilir?

Sonra nasıl Hâricilerin, Kaderi'lerin hadisi şüpheli olmaz da Âl-i Muhammed'in sadık Şii’sinin hadisi şüpheli olur?.. Söyleyelim: Çünkü onlara hücum etme eğilimi daha çok körüklenmiş, daha fazla teşvik görmüştür... Bu tür zulüm ve düşmanlıkların âkıbetinden Cenabı Allah'a sığınır, bizi korumasını dileriz. Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi el-Aliyil Azim. Vesselam. (Ş)
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

15. MEKTUP - (25 Zilkade 1329)
1- Hakk kıvılcımlarının parlaması.
2- Sünni'lerin Şii ravilerle ihticac ettiklerine dair tafsilat istemek.



1- Son mektubunuz, güzel tertipli, açık tabirli, tatlı sözlü, çok faydalı, yakın kavramlı, uzak gâyeli ve geniş çaplı idi. Gözlerimi ona doğru yöneltip baktığımda, içinde başarınızın parlayan kıvılcımlarını gördüm.

2- Fakat Ehl-i Sünnetin Şii ravileriyle ihticâc ettiklerini zikrettiğiniz halde, bu hususta tafsilat yapmamışsınız. Oysa tafsilatlı olarak bu adamları isimleri ile açıklamanız ve Ehl-i Sünnetin nassıyla Şii olduklarını bilerek onlara inanıp onları şâhit gösterdiklerini izah etmeniz çok daha iyi olurdu. Acaba hakk alâmetlerinin açıklığa kavuşması ve hakikat nurunun doğması için, bu izâhatı şimdi yapar mısınız? Vesselam. (S)





16. MEKTUP - (2 Zilhicce 1329)
Sünnilerin senet olarak gösterdikleri 100 Şii

Evet... Emrinizin gereğiyle size acele hazırlanmış azımsınmayacak bir kısım Şii şahsiyeti takdim edeceğim. Hepsi de Ehl-i Sünnetin yanında ‘Hüccet’ olarak kabul edilmiş kimselerdir. (140) Fakat fazla yer ve zaman kaybetmemek için uzun açıklamaya lüzum görmeyip özet olarak isimlerini ve babalarının isimlerini harf sırasıyla yazıyorum; lütfen anlayışla karşılayın.


1- Eban b. Tağlib El-Kûfi: ‘Zehebi,’ zikreder ve şöyle der: ‘Eban b. Tağlib, kuvvetli bir Şii’dir, fakat sâdıktır. Doğruluğu bizim kötülüğü kendisinin olsun.’ Ve der ki: ‘Ahmed b. Hanbel, ‘İbn-i Main’ ve ‘Ebû Hâtim, onun güvenilir olduğunu söylerler. (141) Bahsinin sonunda da der ki: ‘Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai (142) ondan şâhit getirirler. Müslim'in Sahihi’nde ‘Süfyan b. Uyayne’ ‘Şûbe’ ve ‘İdris el-Evdi’ ona dayanarak ‘Hadis’ ler nakletmişlerdir. Hicri 141 yılında ölmüştür. Allah rahmet eylesin.


2- İbrahim b. Yezid b. Amr b.El-Esved En-Nehai El-Kûfi El- Fakih: Dayısı Abdurrahman ve Abdurrahman’ın iki amcası ‘Alkame' ve ‘Übey’ hepsi doğru senetli hadis nakletmişlerdir. Her altı sahih sahibi de Şii olduklarını bildikleri halde onlara bir çok hadisler isnad etmişlerdir.
Yukarıdaki unvan sahibi ‘İbrahim b. Yezid’i ise, ‘İbn-i Kuteybe’ Şiîlerden sayar (143) ama ‘doğruluğu şüphegötürmez’ der. Buhari ve Müslim’in sahihlerinde ‘Hemmâm b. el-Hâris’ ve ‘Abdullah b. Mes'ûd'un oğlu ‘Ebu Ubeyde'ye ve daha başka bir çok sâdık hadis sahiplerine dayanarak naklettiği hadis onun nasıl mukaddes olduğunu ispatlar. 50 yılında doğup 95 veya 96 yılında ‘Haccac’ın ölümünden dört ay sonra vefat etmiştir.


3- Ahmed b. El-Mufaddal b. El-Kûfi El-Hafri: ‘Ebuzer'â ve Ebu Hâtim’ Şiilikteki yerini bildikleri halde ondan hadis nakletmişlerdir. Ahmed'in, Mizan’daki Tercümesinde: ‘Ahmed b. el-Mufaddal Şiilerin ileri gelenlerinden ama sâdık idi’ diyen ‘Zehebi’, ondan bahsederken (144) adına ‘Ebu Davud’un ve Nesai’nin rumuzunu koyar, yâni ondan şâhit getirdiklerine işaret eder. (145)


4- İsmail b. Ebân El-Ezdi El-Kûfi El-Verrak: ‘Buhari’nin Sahihinde Buhâri nin şeyhi idi. ‘Zehebi, Mizanı’nda (146) ondan bahseder ve Buhâri ‘Sâdık’ olduğuna işaret eder, hatta ondan vasıtasız nakleder. (147) 286 yılında vefat etmiştir.


5- İsmail b. Halife El-Melai El-Kufi: Künyesi de ‘Ebu İsmail’dir. ‘Zehebi’ Mizanında (148) ondan bahseder ve mutaassıp Şii olduğunu, hatta Hz. Osman'ı kâfir olarak telakki ettiğini yazar. Bununla beraber ‘Tirmizi’ ve başkaları ona bir çok hadis isnad ederler. (149) ‘İbn-i Kuteybe’ de Maârifinde onu Şiilerden saymıştır.


6- İsmail b. Zekeriyya El-Esedi, El-Hallakan, El-Kûfi: ‘Zehebi’ terceme-i hal’'ini yazarak (150) şöyle der; ‘İsmail b. Zekeriyya Şii’dir fakat doğrudur. Aynı zamanda ‘Sahih’ sahiplerinin altısının da (151) onu ‘hüccet’ olarakkabul ettikleri kimselerden saymıştır. 174 yılında Bağdat'ta ölmüştür. Şii olduğu herkes tarafından bilinmiştir. Hatta Hz. Ali için: ‘Tur dağında Hz. Musâ’ya hitap eden odur’ dediği iddia edilmiştir. Aynı zamanda şöyle demekle de itham edilmiştir:’Evvel de, Ahır da, Batın da, Zâhir de Ali b. Ebu Talip’tir.’ Bunun kendisini sevmeyenler tarafından uydurulmuş iftira olduğu muhakkaktır. Zira ‘Zehebi’ Mizanında bu meseleye değinmiş ve şöyle demiştir: ‘Hallakan’ hakkında bu iddia doğru değildir, bu zındıkların iftirasıdır,


7- İsmail b. Abbad b. El-Abbas Et-Tâlikâni Ebu’l Kasım: ‘Sâhip b. Abbâd’ ismiyle tanınır. ‘Zehebi’ Mizanında onu zikrederken ‘Ebu Davut’un ve ‘Tirmizi’‘nin yanında ‘Hüccet’ kabul edildiğine (152) işaret etmiş ve şöyle demiş: ‘Büyük bir ediptir, Şii'dir. Biz de diyoruz ki Şiîliği hiç şüphe götürmez. Ve tutmuş oldukları bu yolla ‘Al-i Büveyh’ devleti yöneticilerinin yanında kendi ve babası büyük mevkiler kazanmışlardır. Hatta vezirlerin arasında ‘Sahip’ lakabına ilk olarak kendisi layık görülmüştür. Zira ‘Müeyyid’üd Devle’ ye gençliğinden beri arkadaşlık yapmış ve bu lakabı ona o takmıştır. ‘Müeyyid’üd Devle’ vefat ettikten sonra yerine kardeşi ‘Fahr’üd Devle’ geçerse de ‘Sâhip’i vezirlikten azletmez; bilakis ona daha çok önem verir ve salâhiyetler tanır. -Sefer-385- Cuma günü ‘Rey’ şehrinde 59 yaşında vefat ettiği gün, şehir tamamen yasa kapanır; millet evinin önünde izdihamlı bir şekilde toplanır, cenazesinin merasimine ‘Fahr’üd Devle’ vezirler ve kumandanlar dahil, binlerce insan katılır. Hatta ‘Fahr’üd Devle’ cenazesinin teşyiinde halktan bir kişi gibi yürür ve defnedildikten sonra günlerce başsağlıklarını kabul etmeğe bizzat kendisi oturur. Şâirler ve alimler, onun hakkında nice mersiyeler ve ağıtlar yazarlar.’Sâlebi’ onun hayatını yazarken şöyle der: ‘Onun ilimdeki makamını vasfetmek için, beni tatmin edecek bir ibâre bulamıyorum. Zira söyleyebileceğim her söz, ne kadar belagatlı olursa olsun, onun faziletlerini, büyüklüğünü ve hususiyetlerini izah etmekten âciz kalır’ ‘Sâhip’ bir çok kitap da yazmıştır. Ayrıca büyük bir kitaplığı vardı. Kralın biri kendisine baş vezirliği ve bütün memleket işlerinin idaresini vermeğe davet eder, kendisi ise sırf kitaplarını taşımak için bir sürü deveye ihtiyacı olacağını onun için mazur görülmesini ister. Onun hakkında bu kadarlık izâhat yeter, sanırım.


8- İsmail b. Abdurrahman İbn-i Ebi Kerime El-Kûfi: Meşhur müfessir olup ‘Sudey’ ismiyle tanınır. Zehebi Mizanında (154) onu şöyle tanıtır; Şiilikle itham edilir; hatta ‘Hüseyin b. Vâkid el-Mervezi’ Ebu Bekir ve Ömer'e sövdüğünü duyduğunu iddia eder. ‘Bununla beraber ‘Sevri’ ve ‘Ebu Bekir b. Ayyaş’ ondan hadis naklederler. Ayrıca Müslim ve dört sünen sahibi de (155) onunla tanıtlık yaparlar. İbn-i Adiy, sadık olarak vasıflandırır. Yahya b. Said, Sediy’den bahsedildiği zaman mutlaka ‘iyidir, iyi değil denildiğini hiç duymadım.’ der. (Mizan el-İtidal) kitabını mütalaa ederseniz, onun hakkında özet olarak yazdığımızın tafsilatını bulursunuz. 127 yılında vefat etmiştir.


9- İsmail b. Musa El-Fezâri El-Kûfi: ‘Zehebi Mizanı’nda olduğu gibi ‘İbn-i Adiy’ de şöyle der: ‘Kendisini Şiilikteki taassubu ile ayıplarlar.’ Yine Mizan’da denildiği gibi, ‘Abdan’ der ki: ‘Ona gidişimizi ‘Hennad’ ve ‘İbn-i Ebi Şeybe, ayıplayarak, dediler ki; O selefe söven fâsık'ın yanında ne yaptınız’? Ama yine de ‘İbn-i Huzeyme’ ve ‘Ebu Urube’ gibi kişiler ondan nakledeler. Hatta Ebu Davut ve Tirmizi sahihlerinde onu ‘Hüccet’ olarak kabul etmişlerdir. (156) 245 yılında vefat etmiştir.


10- Telid b. Süleyman, El-Kûfi El-A'rac: İbn-i Main ondan şöyle bahseder: Hz. Osman’a küfrederdi: Bir defa Osman'ın adamlarından biri duyar, onu yüksek bir yerden iter, düşüp ayakları kırılır.’ Ebu Davut onun için şöyle der: ‘Rafızi’dır.’ Ebu Bekir ve Ömer'e küfrederdi. Bununla beraber ‘Ahmed’ ve ‘İbn-i Namir’ ondan nakleder ve Şii olduğunu bildikleri halde onunla tanıtlık yaparlar. Ahmed der ki; ‘Talib Şii'dir ama zararsızdı’. Zehebi Mizanında (158) ondan uzunca bahseder. ‘Tirmizi’ (159) de Sahihi’nde ondan şâhit getirmiştir.


11- Sabit b. Dinar. Ebu Hamza es-Sümâli lakabıyla tanınır. Şiiliği güneş gibi açık. Mizanda (160) ondan şöyle bahsediyor: ‘Bir kere, Osman’ın lafı edilince alaylı bir şeklide: ‘Osman kimdi’ dediği söylenir. Süleyman onu Rafızi’lerden sayar.’ Oysa ‘Tirmizi’nin senet adamlarından olup ‘Vaki’ ve ‘Ebu Nüaym’ onunla tanıtlık yapmışlardır. ‘Tirmizi'nin sahihinde (161), Enes’ten ve Şâ’bi’den nakleder. 150 yılında vefat etmiştir.


12- Suveyr b. Ebi Fâhite Ebu Cehim El-Kûfi: Ümmü Hâni Bint-i Ebu Talib’in kölesi; Zehebi Mizanında (162) onu zikreder ve ‘Yunus b. Ebi İshak’ Rafızi olduğundan söz ettiğini nakleder. Bununla beraber ‘Süfyan' ve ‘Şûbe’ ondan hadis almışlardır. ‘Tirmizi’ de sahihinde (163) İbn-i Ömer ve Zeyd b. Erkam’ dan naklettiğini yazmıştır. (164)


13- Câbir b. Yezid b. Hâris El-Cu'fi El-Kûfi: ‘Zehebi’ Mizanında (165) terceme-i halini yapmış ve Şii alimlerinden olduğunu zikrettiği gibi, Süfyan’ın onun hakkında şöyle dediğini nakletmiştir: ‘Peygamber (s.a.a)’in ilmi kendisinden sonra Hz. Ali'ye intikal ettiği gibi, ondan da Hz. Hasan (a.s)’a intikal etmiş ve böylece İmam’dan İmam’a intikal ederek Hz. Cafer Sâdık (a.s)'a varmıştır ki, o da onun zamanında idi. Müslim Sahihinde ‘Cerrah’tan nakleder: Câbir den duydum, dedi ki: 70 bin hadis biliyorum. Hepsini İmam Bâkır (a.s)’dan duydum, hepsi de Peygamber (s.a.a)’dendir. (166) Yine Müslim Züheyr’den nakleder, ‘Câbir’in böyle dediğini duydum: 50 bin hadis (167) biliyorum, onlardan kimseye bahsetmedim.’ Yine Zehebi Mizan’ında Zaide'ye isnad ederek şöyle yazar: ‘Câbir Rafızi idi, küfür de ederdi.’ Biz de diyoruz ki: Buna rağmen Nesâi ve Ebu Davut (168) onu hüccet kabul etmişlerdir. ‘Tirmizi’ Süfyan'dan nakleder: Câbir el-Cüfi hadiste her zaman günahtan sakınan ve Allah’tan korkan birisi idi, onun gibi Allah'tan korkan birine rastlamadım.’ Hatta Abdülkerim der ki: Şâfii'nin şöyle dediğini duydum ‘Süfyan es-Sevri Şubeye dedi ki: Câbir hakkında konuşursan ben de senin hakkında konuşurum. Câbir 128 yılında Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. (169)


14- Cerir b. Abdülhamit Ed-Dabbi El-Kûfi: İbn-i Kuteybe ‘Maârif’ kitabında onu Şiilerden sayar Zehebi ise şöyle der: (170) ‘Rey şehrinin âlimi ve Sâdıkı idi. Sahih sahipleri ondan nakletmiş ve doğruluğunu kabul etmişlerdir.’ Buhari ve Müslim (171) sahihlerinde A'meş, Muğire ve Mansur'dan naklettiği hadisleri kaydetmişlerdir. Allah'ın rahmetine ‘Rey’ şehrinde 187 yılında kavuşmuştur.


15- Cafer b. Ziyad El-Ahmar El-Kufi: Ebu Davut onun için şöyle der: ‘Sâdık Şii’dir’ Cevzecâni ‘Yoldan sapmıştır’ der. yani Şii'dir. Cevzacâni'nin yolundan ayrı bir yol, Ehl-i Beyt yolunu seçince ‘yoldan sapmış’ oluyor. İbn-i Adiy ise: ‘Salih bir Şii’dir’ diyor. Torunu, Hüseyin b. Ali b. Cafer b. Ziyad der ki: ‘Dedem Cafer, Horasan'da Şiâ’nın büyüklerindendi; Ebu Cafer el-Mensur onu, boynuna ip taktırarak getirir ve zindana attırır.’ Ondan İbn-i Uyayne, Vaki, Yahya b. Bişir ve İbn-i Mehdi naklederler, hocaları sayılır. İbn-i Muin, onu onaylar, Ahmed, ‘Hadisi doğrudur’ der. Zehebi, Mizanında (172) ondan bahseder, Tirmizi ve Nesâi’nin onu tanıtladıklarına işaret eder. (173) 167 yılında ölmüştür. Allah rahmet eylesin.


16- Cafer b. Süleyman Ed-Dab'i El-Basri: İbn-i Kuteybe Maârifinde onu Şii’den saymıştır. İbn-i Sa’d da Şiiliğini doğrulamıştır. (174) İbn-i Adiy der ki: ‘ Şii'dir, umarım hiç bir zararı yoktur, zira naklettiği hadisler sâhihtir.’ Ahmed zararsız olduğunu, Şiiliği açık, Hz. Ali (a.s)'dan çok bahsettiğini söyler. Akili Sehl b. Ebi Huduse’ye isnad ederek şöyle der: ‘Cafer b. Süleyman'a dedim ki: Ebu Bekir ve Ömer'e sövdüğünü duydum, doğru mu? şöyle cevap verdi: Sövmek mi? Hayır, ama nefret ne kadar istersen. Zehebi ondan bahseder ve hakkındaki bütün bu söylentileri zikreder. (175) Müslim ise Sahihi’nde (176) onu ‘Hüccet’ kabul eder ve ondan bir çok hadis rivayet eder. 178 yılının Recep ayında ölmüştür. Allah rahmet eylesin.


17- Camî b. Umeyre b. Sa'lebe El-Kufi Et-Teymi: Ebu Hâtim onun için: ‘Hadisi doğrudur, eski Şiilerdendir’ der. İbn-i Hayyan ise ‘Rafızi’dir’ der. Onun hakkındaki bu gibi söylentiler Mizan’da da yazılıdır. (178) Biz de diyoruz ki: ‘Alâuddin b. Salih, Sadaka b. el-Musenna ve Hâkim b. Cubeyr gibi kişiler ondan hadis nakletmişler ve onu hocaları kabul etmişlerdir. Tirmizi ondan nakletmiş. (179) Zehebi’de onu tasdik etmiştir. Tâbiîlerdendir, İbn-i Ömer ve Aişe'den duymuştur. İbn-i Ömer'den naklettiği hadislerden biri ‘Resulullah (s.a.a)’ın Hz. Ali (a.s)’a: ‘Sen, dünya ve ahirette kardeşimsin’ (180) dediğini duydum’ hadisidir.


18- El-Hâris b. Hasîra Ebu’n-Nûman El-Ezdi El-Kûfi: Hakkında, Ebu Hâtim er-Râzi, ‘Eski Şîalardandır’ der. Ebu Ahmed ez-Zubeyri ise: ‘Tenâsuha inanırdı’ der. İbn-i Adiy de onu zikreder ve şöyle der: ‘Hadislerini, ihtiyar ve zayıf olmasına rağmen kendi yazardı, çok ateşli bir Şii idi. Nesai onu doğrular ve Abbâd b. Yâkup, Abdullah b. Abdülmelik el-Mes'ûdi yoluyla, şu hadis kendisinden naklolunur: ‘Zeyd b. Veheb, Ali'nin şöyle dediğini duydum dedi: ‘Ben Abdullah’ım yani Allah’ın kuluyum ve Resulullah’ın kardeşiyim. Bunu benden başkası söylerse yalan söylemiş olur.’ (183)


19- El-Hâris b. Abdullah El-Hemdâni. Hz. Ali’ye yakın olan kimselerdendi. Tâbiilerin en faziletlilerinden idi. Şiiliği apaçıktı. İbn-i Kuteybe'nin saydığı Şîilerin başında gelir. Zehebi Mizanı’nda (186) Tâbilerin büyük âlimlerinden olduğunu itiraf eder ve İbn-i Habbân'ın şöyle dediğini yazar: ‘Aşırı bir Şii’dir. Buna rağmen herkes onun büyük bir fakih ve farzları en iyi bilenlerden olduğunu kabul etmişti.’ Nesai taassubuyla onu Hüccet kabul etmiş ve kuvvetli muhaddis saymıştır. Şâ’bi onu yalanla itham ederdi ama ondan nakletmekten de geri kalmazdı. Mizan sahibi diyor ki: ‘Belli ki Şâ’bi onu, lehçe ve hikâyelerde yalanlardı ama Nebevi hadislerde asla. Mizan’da diyor ki: Zehebi şöyle yazar: ‘Muhammed b. Sirin şöyle der: İbn-i Mesut'tan nakleden beş ashâbı vardı, dördünü görebildim ama beşincileri olan Harisi ki en fazılları da odur ama, onu görmek bana nasip olmadı.’ Diyor ki: Cenabı Allah, en inanılır kişilerden birini Şâ'bi’ye musallat ederek kendi metodu ile cezalandırdı. İbn-i Abdülbirr ‘Câmi-u Beyân'il-İlim, kitabında, İbrahim Nahai’nin Şâ’bi için ‘yalancı’ dediğini yazarken şöyle der: ‘Zannedersem Şâ’bi Hâris el-Hemdâni’yi yalanladığı için bu cezaya çarptırıldı. İbn-i Abdülbirr şöyle devam eder: ‘Hâris hiç yalan söylememiş, ancak Hz. Ali'yi aşırı bir şekilde sevdiği ve başkalarına tercih ettiği için, Şâ’bi ona kin besler. Zira Şâ’bi Ebu Bekir'i tercih eder ve ilk Müslüman onun olduğunu kabul ederdi. İbn-i Sa’d ise, ‘Hâris’in kötü demeçleri var’ der. Zira İbn-i Sa’d, Şii adamları için hiç insaflı davranmamıştır. Bu kötü dediği demeçler de Hâris’in Ehl-i Beyti herkesten üstün gösteren demeçleri olduğu muhakkaktır. Hâris, 65 yılında ölmüştür; Allah rahmet ve rızvân eylesin.


20- Habib b. Ebi Sâbit El-Esedi El-Kâhili El-Kûfi Et Tâbiî: İbn-i Kuteybe, ‘Maârif’inde, Şehristânî el-Milel ve’n Nihel'inde Şialardan olduğunu yazarlar. Zehebi (189), Altı Sahih'in (190), onu Hüccet saydıklarına işaret eder. İbn-i Muin’de onu tevsik ettiğini yazar. İbn-i Avn ise: ‘Bir gözü kördü’ der. Ne tuhaf, onu kötüleyecek başka bir şey bulamamış olacak ki, böyle demiş (olsun). Oysa körlük ayıp sayılmaz. Ayıp olan, böyle ‘Kör’ bir söz söylemektir. Buhâri ve Müslim Sahihlerinde Said b. Cubeyr ve Ebu Vâil ve daha başkalarından naklettiği hadisler doğruluğunu isbat eder. Her iki Sahihte de Sevri ve Şü’be ondan hadis naklederler. Ayrıca yalnız Müslim Sahihinde, Süleyman el-A'maş, Husayn ve Ebu İshak eş-Şibaniy ondan hadis naklederler. 119 yılında ölmüştür. Allah rahmet eylesin.


21- El-Hasan b. Hayy:Hayy’ın esas adı Salih b. Salih el-Hemdânî; Ali b. Sâlih'in kardeşi olup her ikisi de Şii âlimlerinden idi. Aynı zamanda ikiz idiler. Ali, Hasan’dan yalnız bir saat sonra doğmuş olduğu için onu ağabeyi saydığından, hiç kimse ismiyle çağırdığını duymamıştır. Zehebi, her ikisini de zikreder ve Hasan’dan bahsederken şöyle der: ‘Belli başlı âlimlerden idi. Ancak onda Şîilik bidatı vardı. Cuma namazına gitmediği olurdu. Ama Osman’a rahmet ederdi.’ İbn-i Sa’d ise ‘Tabakât'ının altıncı cildinde şöyle der: ‘İnanılır hadisi doğru ve çoktu, fakat Şii idi.’ Müslim ve diğer Sünnen sahipleri (192) onun hadislerini hüccet (tanıt) saymışlardır. Nesâi onu tevsik (doğrular) eder. Ebu Naim der ki: ‘Sekiz yüz Muhaddisten hadis yazdım, Hasan b. Salih'ten daha efdalını görmedim’ Ve der ki: ‘Hadiste hataya düşmeyen birine rastlamadım, Hasan b. Sâlih' ten Yahya b. Ebi Bekir ona: ‘Bize ölü nasıl yıkanır, izah eder misin’ der. Ağlamaktan izah edemez. Vakıayı anlatıyor: ‘Salih oğulları Hasan ve Ali ve anneleri kendi aralarında geceyi üçe bölmüşlerdi. Her biri gecenin üçte birini ibâdetle geçiriyordu. Anneleri ölünce ikiye bölüp her bölümde biri kalkıp ibadet etmeğe başladılar. Ali de ölünce, Hasan bütün geceyi ibadetle geçirmeye başlar. Ebû Süleyman ed-Derâni diyor ki: ‘Hasan b. Ali kadar Allah'tan korkan bir kimse görmedim. Bir gece, ‘Amma yetesâelün’ suresini okuyunca baygınlık geçirdi ve bu kısa sûreyi sabaha kadar ancak bitirebildi. (193) Hicretin yüzüncü yılında doğup, 169 yılında vefat etmiştir. Nur içinde yatsın.


22- El-Hakem b. Uteybe El-Kûfi: Şiiliğini İbn-i Kuteybe, Mâarifinde tasdik etmiştir. (194) Buhâri ve Müslim (195) onunla tanıtlık yapmışlar, Sahihlerinde, Ebu Cuheyfe, İbrahim en-Nehaî, Mücahit ve Said b. Cübeyr yoluyla naklettikleri hadisi görebilirsiniz. Buhâri'nin sahihinde Abdülmelik b. Ebi Gunye, bilhassa ondan hadis nakletmiştir. Müslim'in Sahihi’nde ise bilhassa kendisinden, A'meş, Amr b. Kays, Mâlik b. Miğvel, Hamza -i Zeyyat, Mutraf ve Ebû Avâne gibileri nakletmişlerdir. 115 yılında 65 yaşında iken ölmüştür.


23- Hammâd b. İsa El-Cehni:Onu, Ebu Ali; Münteh’âl-Makâl kitabında, el-Hasan b. Ali b. Davut da el-Muhtasar bi, ahvâli Rical'ında zikrederler. Şiâlardan ‘Feharis’ ve ‘Maâcim (196) sahipleri de, hayatlarını yazarlar ve en inanılır kişilerden olduğunu tevsik ederler. İmam Sadık’tan 70 hadis duyduğu halde, yalnız 20’sini açıklar. (197) Kendisinin yazmış olduğu kitaplar da var. Bir gün İmam Kâzım (a.s)’ın yanına gelir ve der ki: ‘Kurbanın olayım, bana dua et ki bir evim, bir zevcem, bir oğlum, bir kölem olsun ve her yıl hacca gitmeğe muvaffak olayım. İmam Kâzım (a.s) Peygamber (s.a.a) ve Âl-i’ne salavat getirdikten sonra: ‘Allah’ım Bu Mümin kuluna, bir ev, bir zevce, bir oğul ve bir köle ihsan et. Ve 50 yıl hacca gitmesini nasip eyle’ diye dua eder. Hammâd der ki: ‘ 50 yılı şart koşunca, anladım ki 51'inci, hac bana kısmet olmayacak.’ Ve der ki:’Şimdiye kadar 48 haccım gerçekleşti. Evim oldu şu perde arkasında da zevcem oturuyor. Oğlum da bu, bu da kölem. Bütün bunları Allah bana ihsan etti.’ Bu sözleri söyledikten sonra iki yıl daha hacca gider. Üçüncüsünde Ebu’l Abbas en-Nevfeli eşliğinde hac farizasını yerine getirmeye giderse de, ihram yerine varınca, yıkanmaya gider, tam o anda vadiden sel gelir ve suya düşüp boğulmasına neden olur. Böylece 51. haccı tamamlamadan 209 yılında vefat eder. (198) Allah rahmet ve gufrân eylesin. Zehebi, ondan bahseder (199) ve sünen sahiplerinin (200) ondan naklettiklerine işaret eder, ama Şii olduğu için, aleyhinde bulunmadan edemez. Dârukutni ise zayıf olduğunu iddia ettiği halde, sünenlerini onunla tanıtlamaktan geri kalmayışı ne kadar tuhaf. Zaten hep böyle yaparlar ya!

24- Hamrân b. A'yen: Zurâra'nın kardeşidir. İkisi de Şiâ’nın belli başlı şahsiyetlerinden, şeriata ve Muhammed Âl-i'nin ilmine vakıf olanlardan idiler. Her zaman İmam Bâkır ve İmam Sâdık (a.s)'ın huzurunda bulunurlardı. Bu yüzden İmamların yanında saygınlıkları vardı. Zehebi, Hamrân'ı zikreder (201) ve sünen sahiplerinin (202) ondan naklettiklerine işaret eder, der ki: ‘ Ebu-Tufayl ve başkasından nakletmiştir.’ Kurân'ı iyi bilirdi. İbn-i Muin, ‘ Şii değildi’ der. Ebu Davut ise Rafızi olduğunu yazar.

25- Halit b. Muhallet El-Katvâni, Ebu Haysem El-Kûfi:Buhâri’nin Sahih'indeki şeyhlerinden biridir. İbn-i Sa`d Tabakat'ında ondan bahseder ve şöyle der: ‘Şii’dir. 213
yılında muharrem ayında Abbasi halifesi Me'mun zamanında Küfe'de vefat eder. Şiilikte aşırı idi, ama Ehl-i Sünnet ondan yazarlar.’ Ebu Dâvut da şöyle der: ‘Doğrudur, fakat Şii’dir.’ Cevzacâni ise, şöyle der: ‘ Sövücülüğü ile mezhebini belli etmişti. (203)’ Buhâri ve Müslim Sahihlerinin (204) bazı yerlerinde onunla tanıtlık ederler. Hatta Buhari Sahihi’nin bazı yerlerinde, ondan vasıtasız hadisler yazmıştır. Kısaca, sünen sahiplerinin hepsi, mezhebini bildikleri halde onunla tanıtlık yaparlar.


26- Davut b. Ebi Avf Ebu’l Haccâc: İbn-i Adiy ondan şöyle bahseder: ‘Bence, onunla tanıtlık yapılmaz. Bütün hadisleri Ehl-i Beyt faziletleriyle ilgili.’ Şu bahâneye bakıp da şaşırmaz mısınız?.. Gerçi, Nâsibî’lerin bu gibi sözleri Davut gibi seçkin şahıslara dokunmaz; zira, her iki Süfyan'la, Ali b. Abis ve başkaları ondan nakletmişlerdir. Ebu Davut ve Nesâi onunla tanıklık yapmış, Ahmed onu doğrulamıştır.


27- Zübeyd b. Hâris b. Abdülkerim El-Yâmi El-Kûfi: Zehebi, onu zikreder (207) ve ‘itimat ve doğruluğa şayan tâbiilerdendi, Şiiliği vardı,’ der.
El-Cevzecâni ise âdetini bırakmayarak diğer Nâsibi'ler gibi liyakatsiz ibareler kullanmış, şöyle demiş: ‘Kûfe'de halkın; mezheplerini tasvip etmediği bir takım insanlar vardı ki, bunlar Kûfe'nin en ileri gelen muhaddislerindendi. Mesela, Ebu ishâk, Mensur, Zübeyd el-Yâmi, el-A'maş ve bunlara benzer başkaları. Millet onlara hadis nakletmekteki doğruluklarından dolayı tahammül ederdi.’ Sözlerinin sonundaki itirafa bakın, Allah ona, istemediği halde hakikatı nasıl söyletiyor: ‘Hakikat, hem insaflı, hem inatçıdır’ diye boşuna dememişler. İslam'ın en ileri gelen Muhhadislerinden olan,bu mümtaz şahsiyetlerin mezhebini, Nâsibi’lerin tasvip etmemesinin, onlara ne zararı vardır? Resulullah (s.a.a)’in tavsiye ettiği mümtaz kişiler, Mağfiret kapısı, Necât gemisi Ehl-i Beyti'nin yolundan gittikten sonra, onları tasvip etmeyenler, böyle demiş veya şöyle demiş, ne önemi var? Hem, onların kapılarında durmaması imkansız, onların sofralarında uşaklık yapmaktan başka çaresi olmayan Nâsibi'nin sözüne mi aldıracaklar?.. Şâir der ki: ‘Aşiretimin büyükleri ve sevdiklerim benden razı olduktan sonra, beni sevmeyenler ne derse desin’ Bu (hüccet olmuş) zatlar, bütün sünnet erbâbı (208) tarafından tanıtlandıktan sonra, Cevzecâni gibilerine elbette ki aldırış etmeyecekler. Buhâri ve Müslim Sahihlerinde: Ebu Vâ'il, Şâbi, İbrahim en-Nahaî ve Sâ’d b. Ubeyde'den naklettiği hadislere bakın lütfen!. Yine her iki sahih de kendisinden nakletmiş olan, şu şahıslara bakın: Şû’be, es-Sevri, Muhammed b. Talhâ, ‘Zübeyr b. Muâviye, Fudayl b. Azvân, Hüseyn en-Nahai, ise sadece Müslim Sahihi’nde ondan naklederler. Zübeyd, Allah’ın rahmetine 124 yılında kavuşmuştur.


28- Zeyd b. Hubâb Ebu’l-Hasan El-Kûfi Et-Temimi: İbn-i Kuteybe, Maârifinde, onu Şîilerden saymıştır. Zehebi Mizanı’nda zikretmiş (209) ve ‘Abit, inanılmaya şayan Sâdık’ olarak vasıflandırır. Ayrıca, İbn-i Muin, Ebu Hâtim ve Ahmed'in tevsik ettiğini yazmış İbn-i Adiyin: ‘Kûfe'nin büyük âlimlerindendir, sıdkından şüphe edilmez’ dediğini de zikretmiştir. Biz de diyoruz ki: Müslim, onunla tanıtlık yapmış, bir çok belirli kişilerden naklettiği hadisleri Sahihi’ne işlemiştir. (210) Ayrıca bir çok belirli kişiler ondan nakletmişlerdir. Örneğin Muhhammed b. Hâtım, Ahmed b. Munzir, İbn-i Numeyr ve Zûheyr b. Harb gibileri.


29- Sâlim b. Ebi Câ'd El-Eşcai El-Kûfi: Kardeşleri: Ubeyd, Ziyâd, Ümrân ve Müslimdir. İbn-i Sâd, Tabakât'ında hepsini zikreder, Müslim'den bahsederken şöyle der:’Ebu Câ’d'in, altı erkek çocuğu vardır. İkisi Şii, ikisi Murciî, ikisi de Hârici idi. Şii olanlar: Sâlim ve Ubeyd idi. İbn-i Kuteybe, Maârifinde, Şehristâni el-Milel Ve’n-Nihal'inde Sâlim'in Şii olduğunu yazarlar. Zehebi, onu Mizânında zikrederken, (211) Tâbi olduğunu söyler ve her iki Sahihte de hadisi olduğunu yazar. Ve şöyle der: ‘Abdullah b. Murre, Mensur, Abdullah b. Amr ve İbn-i Ömer'den olan hadisi Buhari’de mevcuttur’ Biz de diyoruz ki: Buhari’nin Sahihinde, Ümmü Derda'dan da hadisi var. Müslim’in Sahihinde ise, Ma'dan ve İbn-i Ebi Talhâ’dan hadisi vardır. Ayrıca, her iki sahihte kendisinden, A'meş, Kutade, Amr b. Murre, Mensur ve Husayn b. Abdurrahman nakletmişlerdir. Nesai ve Ebu Davut da (212) ondan Hz. Ali’ye isnad edilen hadisi yazmışlardır. 98 yılında Süleyman b. Abdülmelik zamanında öldüğü söylenir.


30- Sâlim b. Ebi Hafsa El-icliy El-Kûfi: Şehristani, onu el-Milel ve’n Nihal kitabında Şiilerden sayar. İbn-i Adiy: Ayıplanır ama zannedersem zararsızdır’ der. Zehebi ise şöyle diyor ‘Hüseyin b. Ali el-Cü'fi şöyle der: ‘Salim b. Ebi Hafsâ’yı gördüm, böyle bağırıyordu: ‘Emrindeyim ey Nâ’seli katleden, emrindeyim ey Ümeyye oğullarını helâk eden.’ Yine Zehebi yazıyor: ‘Amr b. Zerr, Sâlim'e der ki: ‘Osman'ı sen mi öldürdün? Salim: Ben mi? deyince o evet, çünkü ölümüne rıza gösteriyorsun. İbn-i Sâd, Tabakat'ında, ‘Mutaassıp bir Şii idi’ der ve şöyle devam eder:
‘Abbasiler devrinde Mekke'ye gider ve orada öyle bağırmaya başlar: ‘Emrine hazırım ey Ben-i Ümeyye'yi helâk eden, emrine hazırım’ Onu Davut b. Ali duyar, kimdir bu diye sorunca ona durumu ve görüşünü anlatırlar. Zehebi, Mizanının bir yerinde, onun tercümei halini yaparken der ki: ‘Ebu Bekir ve Ömer (213) hakkında bulunanların başında gelir.’ Bununla beraber, her iki Süfyan ondan nakleder, Tirmizi Sahihi’nde onu tasdik ettiği gibi, İbn-i Main de tevsik eder. 137 yılında ölmüştür.


31- Sa'd b.Turayf El-iskef El-Hanzali El-Kûfi: Zehebi onu zikreder (214) ve sünen sahiplerinin ondan hadis alıp yazdıklarına işaret eder. Fellas'tan naklettiği bir haberde ise, onun zayıf, aşırı bir Şii olduğunu yazar. Biz de diyoruz ki: Şiilikteki aşırılığı, Tirmizi’nin ondan hadis almasına mani olmamış, (215) Sahihi’ne bakarsanız, İkrime, Ebu Vâil ve Ümran b. Talha gibilerinden naklettiğini, ayrıca İsrail, Habban ve Ebu Muaviye'nin (216) ondan hadis naklettiklerini görürsünüz.


32- Said b. Eyva: Zehebi, Mizanı’nda zikreder ve; ‘Kûfe'nin kadısı; doğru ve meşhurdur’ der. Nesai ise; ‘Zararsızdır, Şâbi'nin dostlarındandı’ diyor. Ama adetini bırakmayan Cevzecâni, şöyle diyor: ‘Gâli, sapık, aşırı bir Şii idi’ Biz de diyoruz ki: Buhari ve Müslim, ona tanıtlık yapmışlar, Sahihlerinde, (217) Şâbi'den naklettiği hadis sabittir. Yine her iki Sahihte; Zekeriyya b. Ebi Zâide ve Halid el-Hazza ondan hadis naklederler.


33- Said b. Haysem El-Hilâli: İbrahim b. Abdullah b. Cüneyd der ki: ‘Yahya b. Muin'e, Said b. Haysem Şii’dir, onun hakkında görüşün nedir?’ diye sorarlar. Cevabı şu olur: ‘ Şii olsun, inanılır ve itimat edilir bir kişidir ya!..’ Zehebi de onu Mizan’ında zikreder (218) ve Nesai ve Tirmizi'nin (219) ondan hadis yazdıklarına işaret eder.


34- Seleme b. El-Fâdl el-Ebreş: Rey şehrinin kadısı idi. Künyesi, Ebu Abdullah'tır. İbn-i Muin onun için şöyle der: (220) ‘Seleme, Şiiliği kabul etmişti ve zararsızdır. Ebuzer'e diyor ki: ‘Rey halkı kötü görüşü yüzünden onu sevmezlerdi.’ Oysa biz diyoruz ki, asıl onların Ehl-i Beyt Şii’si hakkındaki kötü görüşlerinden dolayı onu sevmezlerdi. Zehebi, onu zikreder ve Ebu Davut ve Tirmizi'nin (221) ona itimat ettiklerini ve hadislerini yazdıklarına işaret eder, ayrıca şöyle der: ‘İbâdet ve namazını bırakmazdı; 191 yılında vefat etti. Yine Zehebi İbn-i Muin’in şöyle dediğini nakleder: ‘Seleme'den alıp yazdık, Meğazi kitaplarında onun kitabından üstünü yoktu.’ Zenbah'ın şöyle dediğini nakleder: ‘Seleme'yi duydum, dedi ki: Ebu İshak'ın Meğazisini kendisinden iki kere duydum, ondan sonra ‘Meğazi, usulü ile hadis kitabı yazdım.


35- Seleme b. Kuheyl b. Husayn b. Kâdih El-Hadrami: Künyesi, Ebu Yahya'dır. Cumhur âlimleri onu Şiilerden sayarlar. Örneğin, İbn-i Kuteybe Maarifinde, Şehristâni Milel ve’n Nihal'inde (222) olduğu gibi Sahih sahiplerinin altısı da (223) onunla tanıtlık yaparlar. Buhari'nin yanında; Ebu Cuheyf'le, Şâ’bi ve Atâ b. Ebi Ribah'tan duymuş Müslim'in yanında ise; Kureyb Zerr b. Abdullah, Zeyd b. Kâ’b, Said b. Cübeyr ve daha başkalarından duymuştur. Kendisinden her iki Sahihte; Sevri, Şube, Said b. Mesrûk, Ali b. Salih gibileri hadis nakletmişlerdir. 121 yılında Aşura günü ölmüştür.


36- Süleyman b. Sured El-Huzai El-Kufi: Irak'taki Şiilerin büyüğü sayılırdı. Her şeyi ona danışırlardı. Hz. Hüseyin (a.s)’i Kûfe'ye çağırdıkları zaman, onun evinde toplanmışlardı. Hz. Hüseyin’in intikamını almaya kalkan tövbekarların da reisi sayılır. Hicret'in 65. yılı Rabi’üs-Sani'de Şiilerden dört bin kişi toplanıp Ubeydullah b. Ziyad ve askerlerinin üzerine yürürler. ‘el-Cezire’ denilen yerde karşılaşırlar. Orada şiddetli bir savaşa girişirler. Adı geçen ‘Süleyman’ bu savaşta şehit olur. Onu, Husayn b. Numeyr’in oğlu Yezid okla vurup öldürür. Öldüğü zaman 93 yaşında idi. Onun başını kesip Mervan b. Hakem'e götürür. hayatını İbn-i Sâd, İbn-i Hacer, İbn-i Abdülbirr (224) ve bütün tarihçiler yazar ve onu fazilet ve din onurundan dolayı methederler. Sıffin Harbinde Muaviye adamlarından büyük savaşçı sayılan Havseb'i öldürmüştü. Mühaddisler ondan, vasıtalı ve vasıtasız Resulullah (s.a.a)’den naklettiği hadislerin hepsini tanıtlamışlardır. Kendisinden; Ebu İshak, Adiy b. Sabit, Yahya b. Yâ’mur ve Abdullah b. Yesar gibi şahıslar nakletmiştir.


37- Süleyman b. Tarhan Et-Temini El-Basri:
İbn-i Kuteybe, Maârifinde Şia adamlarından sayar. (226) Sihah sahiplerinin altısı da (227) onunla tanıtlık yaparlar. Bilhassa Müslim ve Buhari sahihlerinde şu şahıslardan nakleder: ‘Enes b. Malik, Ebu Mecaz, Bekir b. Abdullah, Katade ve Ebu Osman en-Nehdi.’ Yine her iki Sahihte kendisinden şu şahıslar nakletmiştir: ‘Oğlu Muammar, Şü’be ve Sevri. Müslim de, başkaları da ondan nakletmiştir. Süleyman b. Tarhan 143 yılında vefat etmiştir.


38- Süleyman b. Karm b. Maaz Ebu Davut ed-Dabbi El-Kufi: Onu, İbn-i Hebban zikreder ve şöyle der: ‘Gâli bir Rafızi’dir. Yazar diyor ki: ‘Buna rağmen ‘Ahmed b. Hanbel’ onu tevsik etmiştir.’ Süleyman’ın Mizandaki tercümesinde olduğu gibi, (228) İbn-i Adi de şöyle der: ‘Süleyman b. Karm'in hadisleri güzeldir. Bence o, Süleyman b. Erkam'dan daha iyidir. Hadisini, Müslim, Nesai, Tirmizi ve Ebu Davut, Sahihlerine (229) almışlardır. Müslim'de, Ebu’l Cevvâb'ın Süleyman b. Karm’dan onun da A'meş'ten aldığı Resulullah (s.a.a)’a dayanan şu hadis mevcuttur: ‘İnsan Sevdiğiyle beraberdir.’ (230) Sünenler’ de onun Sabit' ten, Enes'ten naklettiği şu hadisi de mevcut: ‘İlmi takip etmek, her Müslüman’a farzdır’ (231) Yine A'meş'ten Amr b. Murra'dan, Abdullah b. Hâris’ten, Zübeyr b. Akmar'dan, Abdullah b. Amr’dan şöyle bir hadisi var: ‘Hâkem b. Ebi’l As, Resulullah (s.a.a)’in meclisinde oturup, söylediklerini dinler ve tek tek Kureyş’teki düşmanlarına taşırdı. Resulullah (s.a.a), ona ve ‘Sulb’3ünden çıkacak olan bütün zürriyetine lanet okudu. (232)


39- Süleyman b. Mehrân El-Kâhili El-Kufi El-A’maş: Şiilerin şeyhlerinden ve müsbet muhaddislerinden idi. Sünni'lerin büyük tarihçilerinden İbn-i Kuteybe ve Şehristâni (233) onu Şiilerin büyüklerinden sayarlar. Zehebî de Mizan’ında onu zikreder ve büyük bir muhaddis olduğunu itiraf eder. A'meş'in, büyüklüğüne delâlet eden bazı nükteleri de var. Onun zamanında Halifelik makamında oturmakta olan Hişam b. Abdülmelik, ona şöyle haber gönderir: ‘Bana, Osman'ın faziletlerini ve Ali'nin kötülüklerini yazıp gönder.’ A'meş, hu haber üzerine yazılı olan kâğıdı bir koyunun ağzına verir. Koyun onu çiğnedikten sonra getiren elçiye şöyle’ der: ‘Ona cevabımın bu olduğunu söyle’ deyince elçi, ‘Eğer ona cevap götürmezsem beni öldüreceğine yemin etti’ der. Ve cevap yazması için yalvarır. Mecliste bulunanlar da rica edince şöyle yazar: Bismillahirrahmânirrahim Osman'ın faziletleri dünyayı doldurmuş olsa, sana hiç bir faydası olmayacağı gibi, Ali'nin kötülükleri de dünyayı doldurmuş olsa sana hiç bir zararı olmayacaktır. Kendi nefsinle ilgilen, vesselam. (236)’ İbn-i Abdülbirr ‘Câmi-el Beyan’ Kitabında ise Ali b. el-Haşrem’in şöyle dediğini yazar: Alfadıl b. Musa bana dedi ki, A'meş hastalanmıştı, Ebu Hanife ile ziyaretine gittik, Ebu Hanife ona; Ya Eba Muhammed, sana ağırlık yapmaktan çekinmeseydim, ziyaretine daha sık gelirdim’ dedi. A'meş şöyle cevap verdi: Vallahi sen evindeyken bile bana ağırsın, artık yanıma geldiğin zaman bana ne kadar ağır geldiğini sen düşün.’Fadıl diyor ki: ‘Yanından çıktığımızda, Ebu Hanife bana: ‘A'meş Ramazan da oruç tutmaz’ dedi. İbn-i Haşrem: ‘Fadıl, Ebu Hanife böyle demekle neyi kastetti?’ diye sorar. Fadıl: A'meş, iftarını Hûzeyfe'nin adisi ile yapardı, belki onu kastediyor’ der. Biz de diyoruz ki: Allah’ın kitabında ‘Beyaz iplik siyah iplikten belli oluncaya kadar yeyip için; Ondan sonra da akşama kadar orucunuzu tutun’ diye emrettiği farzdan şaşmazdı.

Vecize sahipleri Hasan en-Nehai’den, Şerik b. Abdullah el-Kadi'den şöyle rivâyet eder: ‘Kurtulamayıp öldüğü hastalığa düştüğü zaman A'meş'in ziyaretine gittim. Yanından ayrılmadan İbn-i Şebrama, İbn-i Ebi Leyla ve Ebu Hanife geldiler; zayıf düştüğünü günahlarından koktuğunu söyleyince, Ebu Hanife yanına yaklaşarak; ‘Ya Eba Muhammed Allah'ın azabından sakın ve nefsini düşün. Ali hakkında naklettiğin hadislerden vazgeçsen senin için daha hayırlı olur’ dedi. A'meş hiddetlenerek ona ‘Sen bunu bana mı söylüyorsun?’ diye çıkıştı. Hatta ona (Burada zikretmeye lüzum görmüyoruz) ağır bir şekilde küfretti.
A'meşin, doğru, adaletli ve her türlü günahtan sakınan biri olduğunu herkes kabul etmiş ‘Altı Sihah’ sahipleri (240) ona inanmış ve hadislerini hüccet4 olarak kabul etmişlerdir. (1) Hicretin 61. yılında doğmuş ve 148'inde vefat etmiştir. Allah’tan ona rahmetler olsun.


40- Şerik b. Abdullah b. Sinan b. Enes En-Nehai El-Kûfi El-Kâdi: İbn-i Kuteybe; Şia adamlarından olduğunu yazar. (241) Mizan’da, Şerik’in yazılı olan hayatında şu açıklamalar var: Abdullah b. İdris: ‘Şerik’in Şii olduğuna yemin ederim’ (242) der. Ebu Davut er-Rehavi, Şerik’in şöyle dediğini duydum der: ‘Ali İnsanların en hayırlısıdır; bunu kabul etmeyen kâfir sayılır. (243)’ Yazar diyor ki: Şerik, ‘Ali, Resulullah (s.a.a)’den sonra insanların en hayırlısıdır’ demek istiyor. Zira Şii’lerin mezhebine göre böyledir. Cevzecâni, bunun için ona, sapık diyor. Cevzacâni’nin yolundan sapıp, Ehl-i Beyt'in yoluna devam ettikten sonra sapık olsun, zararı yok’ Hz. Ali hakkında ‘Nas’ edilmiş şöyle bir hadisi vardır: (Mizan’da da geçer) Ebu Rabia el-Eyadı'den İbn-i Bureyde'den, babasından Peygamber (s.a.a) buyurdu ki: ‘Her Nebi'nin bir vasisi ve varisi vardır; benim de vasim ve varisim Ali dir.’ ( 244) Şerik Hz. Ali'nin faziletlerini neşretmeye kendini vakfetmiş, içtihadı ile Emeviler bile onun faziletlerinden bahsetmeye başlamıştı. Harici, Dürret’ul Gavvas kitabında şöyle yazıyor: Şerik’in, Emevi’lerden, her zaman beraber oturduğu bir dostu vardı, Şerik, bir gün ona Hz. Ali’nin faziletlerinden bahsediyordu. Emevi şöyle dedi: ‘Ali iyi bir adamdı.’ Şerik Emevi’nin bu kadarcık övgüsüne kızarak: ‘Ali'nin lafı gelirde sadece iyi bir adamdı’ demekle iktifa edilir mi’ diyerek çıkışır. (245) İbn-i Ebi Şeybe, Ali b. Hâkim'den, Ali b. Kadim'den naklediyor: (Mizan'da da yazılı) ‘Attab, bir arkadaşıyla birlikte Şerik'in yanına gelir ve şöyle der: ‘Senin için inançsız diyorlar, doğru mu?’ Şerik ona şöyle cevap verir: Ahmak herif! Ben nasıl inançsız olurum; Allah’tan isterdim ki, Ali'nin yanında olsaydım da kılıcımı onların kanından boyasaydım. (246)

Abdullah b. el-Mübârek diyor ki: (Mizan’da da aynen yazılı) ‘Şerik, hadiste Süfyan'dan da bilgilidir. Aynı zaman da Ali'nin düşmanlarına düşmandı.’ Abdüsselam b. Hark ona: ‘Bir din kardeşin hasta, ona ziyarete gider misin?’ der. ‘Kim’ diye sorar. ‘Malik b. Miğvel’ deyince O, ‘Ali ve Ammar'a leke sürmeye çalışan benim kardeşim değildir’ der. Bir gün yanında Muaviye’nin bahsi gelir. Birisi: ‘Akıllıydı’ deyince hiddetlenerek der ki: ‘Hak'la alay eden ve Ali ile savaşan akıllı olamaz.’ (247) Asım'dan, Zerden Abdullah b. Mesud'a dayanarak şu
hadisi nakleden kendisidir: ‘Peygamber (s.a.a) buyurdu ki:’ Muaviye’yi benim minberimin üstünde görürseniz öldürün.’ (248) Zehebi; ‘Sâdık ve Hâfız imamlardan birisiydi’ diye vasıflandırır ve sonunda şöyle der: ‘Şerik, ilim deposu idi, İshak el-Ezrak ondan dokuz bin hadis nakletmiştir.’ Zehebi, Ebu Tövbe el-Halebi'den naklederek şöyle de yazar; ‘Remle, denilen yerde bulunuyorduk, ‘Ümmetin adamı kim’ dediler, bazı kişiler ‘İbn-i Lâhia’ dedi. Bazıları da ‘Mâlik’ dedi. İsa b. Yunus'a sorduk O, ‘Ümmet'in adamı Şeriktir, dedi. O günlerde sağdı, henüz ölmemişti.’ (250) Şerik'ten, Müslim ve dört sünen sahibi (251) bahseder ve onunla tanıtlık yapmışlardır. Onların nezdinde şu şahıslardan nakletmiştir: Ziyad b. Alika, Ammar ed-Dahni, Hişam b. Urve, İsâ’li b. Atp, Abdülmelik b. Umeyr, Umera b.el Ka'kâ ve Abdullah b. Şibrima kendisinden nakledenler ise İbn-i Ebi Şayba, Ali b. Hakim, Yunus b. Muhammed, Fadıl b. Musa, Muhammed b. es-Sabah ve Ali b. Hacer. Horasan’da 95 yılında doğmuş ve 178 yılında Zilkade ayının başında Kufe'de vefat etmiştir.


41- Şu'be b. El-Haccac: ‘Vâsiti’ olup Basra’ya yerleşmişti. Künyesi: Ebu Bustam'dır. Ehl-i Sünnetin büyük yazarları onu Şiilerden sayarlar. ‘Altı Sahih’ sahibi de (253) onunla tanıklık yaparlar. Buhari ve Müslim'de Ebu İshak, İsmail b. Ebi Halid, Mensur ve A'meş'ten naklettiği hadis sabittir. Yine adı geçen her iki sahihte, kendisinden şu şahıslar nakleder: Muhammed b. Cafer, Yahya b. Said el-Kattan. Osman b. Cibille ve başkaları. 83'te doğup 160'ta vefat etmiştir.


42- Sa’saa b. Sûhan b. Hicir b. El-Hâris:İbn-i Kuteybe, ‘Maarifinin 206. sayfasında Şia’ların meşhur adamlarından saymıştır. İbn-i Sâ’d, ‘Tabakât’ında altıncı cüzünün 154. sayfasında onun için ‘Kufe’de plancılık yapanlardan; ayrıca büyük bir hatip idi; Hz. Ali'nin ashabından olup ‘Cemel’ Vakasında, iki kardeşi Zeyd ve Seyhân’la beraber onun yanında savaşmıştı. Savaşın başlangıcında sancak Seyhân’da idi. Şehit düşünce Zeyd alır, Zeyd de şahadete kavuşunca Sa’saa alır.’ Ve der ki: ‘Sa’saa’ın Hz. Ali’den ve Abdullah b. Abbas’tan hadisleri vardır. Doğru ve güvenilir olmasına rağmen hadisleri azdır. İbn-i Abdülbirr ‘İstiyab’ kitabında ondan şöyle bahseder; Resulullah (s.a.a)’in zamanında da Müslüman’dı, ancak yaşı küçük olduğundan onun meclisinde hiç bulunmamıştır.’ (254)
Kabilesi ‘Abdülkays’in reislerindendi. Fasih dilli bir hatip olup, dindar ve fazilet sahibi idi. Yahya b. Muin şöyle anlatıyor: ‘Ömer, şer’i bir meselede tereddüt eder. Çıkıp bir hutbe okur ve halktan bu hususta fikirlerini sorar. Sa’saa, genç yaşta olmasına rağmen kalkıp meseleyi çözer ve hakikati aydınlatır. O günden sonra da verdiği hükme göre hareket ederler.’ Bu hikâye hiç garip değil; çünkü, Sühan oğulları Arapların başlarından ve asil efendilerinden sayılırdı. İbn-i Kuteybe Maarif’inde diyor ki; ‘Sühan oğulları, Zeyd, Seyhan ve Sa’saa ‘Abdülkays’ kabilesindendirler. Zeyd’in faziletlerinden biri, hadiste anlatıldığına göre, Peygamber (s.a.a) der ki; ‘Hayırlı Zeyd ‘el Eczem’ (Yani eli kesik) ve ‘Cundeb’ (Çekirge veya ona benzeyen küçük bir kuş olarak) cennete gideceklerdir. Birincisinin eli kendisinden otuz yıl evvel cennete gidecek. İkincisi ise, Öyle bir vuruş vuracak ki, Hak’la Batılı ayıracak.’ Zeyd, ‘Celula’ vakıasında kolunu kaybeder.
Ondan otuz sene sonra da’ Cemel vakıasında’ Hz. Ali (a.s)’nin safında savaşırken Hz. Ali (a.s)’ye der ki: ‘Ya Emir’ul Mü’minin!... Bu savaşta benim ölümün mukadderdir. Hz. Ali: (a.s) Nereden biliyorsun? diye sorunca ‘Rüyamda, elimi gökten inip, beni yukarıya doğru çektiğini gördüm’ der ve savaşta hakikaten şehit olur. Kardeşi Seyhân da aynı vakada şehit olup (255) Allah’ın rahmetine kavuşur.’ Yazar diyor ki: Zeyd’in elinin kendisinden evvel cennete gideceği, Peygamber (s.a.a) tarafından daha evvel haber verildiği, bütün Müslümanlarca Peygamberlik kerâmetlerinden ve İslam’ın alametlerinden sayılmıştır. Ve Zeyd’in hayatını yazan her yazar bu hadisi mutlaka kitabında zikretmiştir. Bunlardan ‘İstiyab’ ‘İsâbe’ve başka kitaplar şahit olarak gösterilebilir. Demek ki Zeyd, Şii olduğu halde Peygamber (s.a.a) tarafından cennete gideceği haber veriliyor. Allah’a binlerce şükür... Sâ’saa’yı (İsâbe) sahibi zikrederken şöyle der: ‘Osman ve Ali hakkında rivayetleri vardır. ‘Siffin’ savaşında Ali'yi bırakmazdı. Hatip ve Fasih idi. Muaviye ile konuşmaları var?' Ve der ki ‘Şâ’bi, ondan hitabet öğrendiğini itiraf eder.’ Ondan, Ebu İshak, Minhal b. Amr, Abdullah b. Berida ve başkaları hadis naklederler. Muaviye'nin emriyle, Muğire b. Şû’be onu Kufe'den Bahreyn’e sürgün eder ve orada vefat eder. (256) Zehebi de onu Mizan’ında zikreder ve tanınmış, inanılır derken (257), İbn-i Sa'd ve Nesa'inin onunla tanıtlık yaptıklarına işaret eder. (258) Onunla tanıtlık yapmayanlar, ona değil, kendi kendilerine zarar vermiş. Ona değil, lakin bununla kendi nefislerine zulmetmişlerdir.


43- Tâvus b. Keysan El-Hamdâni El-Yamâni:Ehl-i Sünnet onu, şüphe götürmez Şiilerden sayarlar. Şehristâni ve İbn-i Kuteybe (259) Şia adamlarından olduğunu yazmayı ihmal etmemişlerdir. ‘Sihah’ sahiplerinin altısı da (260) onu tanıt olarak kabul ederler. İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, Ebu Hureyre, Aişe, Zeyd b. Sabit ve Abdullah b. Amr’dan nakletmiştir. Ayrıca kendisinden tanınmış bir kaç kişi nakleder. Mekke'de Hacda iken 108 yılında vefat eder. Ona orada büyük bir cenaze merasimi yapılır. Cenazesinde bulunan, Abdullah b. Hasan b. Ali b. Ebi Talip (a.s) tabutunu yüklemek isterken kalabalıkta sıkışmış ve sarığı başından düşmüştü.5 (261)


44- Zâlim b. Amr b. Süfyan Ebu’l Esved Ed-De’liy: Şiilikteki hali ve Hz. Ali ve çocuklarına olan bağlılığı gün gibi açık. Bizim daha çok açıklamamıza lüzum yok, zira Şiiliği hakkında kimse münakaşa edemez. Bununla beraber ‘Sahih, sahiplerinin altısı da (263) onunla tanıtlık yaparlar. Buhari, Sahihinde Ömer b. Hattab'tan, ‘Müslim’ de Sahihinde Ebu Musa ve İmran b. Husayn'dan naklettiği hadisler var. Kendisinden de Yahya b. Ya'mur, Abdullah b. Bureyde ve oğlu Ebu Harb nakletmişlerdir. Allah'ın rahmetine 99 yılında 85 yaşında iken (264) kavuşur. Nahiv ilminin kurallarını ilk olarak O vaz etmiştir. Hz. Ali (a.s)'nin irşâdı ile kendisi vazeder. (265)


45- Amir b. Vâile b. Abdullah b. Amr El- Leysi El- Mekki Ebut-Tufayl: ‘Uhud,’ Vakasının olduğu yılda dünyaya gelmiştir. Peygamber (s.a.a) vefat ettiği zaman kendisi sekiz yaşında idi. İbn-i Kuteybe, ‘Maarifinde’ onu aşırı Rafızilerin başında sayar ve der ki: ‘Hazreti Hüseyin'in intikamını kitabında yazmıştır.
5 - İbn-i Hallikan bu olayı (Vefeyat’ul- A’yan) almaya kalkan ‘Muhtar’ın bayrağını taşıyan kendisi idi. (266) İbn-i Abdülbirr de ‘İstiyab,’ kitabında onun için: ‘Kufe’ye göçederek ve Hz. Ali'nin bütün yaptığı savaşlara iştirak eder. Hz. Ali'nin ölümünden sonra tekrar Mekke'ye dönen Fâzıl, akıllı, hazır cevap ve fasih idi. Aynı zamanda Hz. Ali'nin Şiisinden olduğu malumdu’ der ve ardından şu hikayeyi anlatır: ‘Ebu’t Tufayl, bir gün Muaviye'nin meclisinde bulunur, Muaviye ona, ‘Dostun Ali'ye olan üzüntün nasıl?’ diye sorunca şöyle cevap verir: ‘Musâ’nın annesinin Musa'ya olan üzüntüsü gibi ama yine de bu hususta Allah’tan taksiratımı affetmesini diliyorum’. Muaviye ona; ‘Osman'ı muhasara edenlerle beraber miydin?’ deyince o ‘Hayır, fakat muhasara edenleri görenlerle beraberdim.’ Muaviye: ‘Ona yardım etmemenin nedeni ne idi. O: ‘Peki senin ona yardım etmemenin nedeni ne idi? Ki, bütün Şam halkı sana tâbi ve senin emrinde iken, sen durduğun yerde onun ölüm haberini bekledin’ der. Muaviye ona: ‘Onun intikamını almaya kalkmam ona yardım sayılmaz mı? deyince O: ‘Senin davranışın ancak şâirin şu beytindeki mâna ile bağdaşır: ‘Ölümümden sonra belki bana ağlayıp, benim için ağıt yakarsın ama, hayatta kaldığım müddetçe bana hiç yardımın dokunmayacağı muhakkak. (267)
Ondan Ebuz-Zübeyr, Katâde, Mensur b. Hayyan, Amr b. Dinar, Külsüm b. Habib ve Fürat el-Kazzaz gibi bir çok kişiler nakleder. Kendisi de, Muaz b. Cebel, Abdullah b. Mes'ud, Ali b. Ebi Talip, Huzeyfe b. Useyd, Huzeyfe b.Yeman, Abdullah b. Abbas ve Ömer b. Hattab'tan nakleder. Zira bütün hadis takipçileri onu iyi tanır. Ebu’t- Tufayl, 100 (269) veya 102 yılında vefat eder. Allah rahmet eylesin.


46- Abbad b. Yakub el-Esdiy Er-Revaciniy El-Kûfi: Darukutni, onu zikreder ve :’Abbad, inanılır bir Şii idi’ der. İbn-i Habban der ki: ‘Abbad b. Yakup, Rafızilik propagandası yapardı.’ İbn-i Huzeyme ise, ondan bir hadis naklederken: ‘Sözü inanılan ama, dinde sapıklıkla itham edilen Abbad, bize anlattı’ diye bahseder. Abbad, Şerik'ten, Asım'dan, Zerr’den, Abdullah’tan Peygamber'in (s.a.a) şöyle dediğini nakleder: ‘Eğer Muaviye'yi benim minberimde görürseniz onu öldürün.’ (271) Bu hadisi ‘Tabari’ ve başkaları da yazar. Abbad, şöyle derdi: ‘Her kim namaz esnasında ‘Allah’ım beni Muhammed ve Ali'nin düşmanlarından arındır’ demezse, kıyamet günü Allah onu onlarla birlikte haşreder’ yani düşmanlarla. Salih Cezera, ‘Abbad b. Yakup, Osman’a söverdi’ diyor. Biz de diyoruz ki: Bütün bunlara rağmen, Sünnilerin imamları sayılan Buhari, Tirmizi, İbn-i Mâce, İbn-i Huzeyme ve İbn-i Ebi Davut (273) onun hadislerini almışlar, hatta onu en inanılır kişilerden saymışlardır. Zehebi ‘Mizan’ında; ‘Aşırı bir Şii ve bid'at sahiplerinin başı olduğu (274) halde, hadiste sâdık idi. Buhari, ondan vasıtasız hadis rivâyet eder’ diyor. Abbad Allah’ın rahmetine 150 yılında kavuşur.


47- Abdullah b. Davut Ebu Abdurrahman El-Hemdaniy El-Kufi: İbn-i Kuteybe, Maarifinde (276) onu Şia adamlarından sayar. Buhari, Sahihi’nde (277) onunla tanıtlık yapmıştır. A'meş’ten, Hişam b. Urva'dan ve İbn-i Carih'ten nakleder. Kendisinden ise Müseddid, Amr b. Ali ve Nasr b. Ali naklederler. 212 yılında vefat etmiştir.


48- Abdullah b. İddad İbn-i El-Hâd Usame b. Amr: Annesi, Esma bint Umeys'in kız kardeşi Selma idi. Yani hem Abdullah b. Cafer'in, hem de Muhammed b. Ebu Bekir'in teyzesinin oğlu olur. Aynı zamanda Hz. Ali'nin ashabındandı. İbn-i Sa’d onu, Kufe’ye göçen fıkıh ve ilim sahibi Tabi'lerden sayar ve ‘Tabakat’‘ının 6. Cüz’ünün 86. sayfasında şöyle der; ‘Abdullah b. Şeddad, Haccac’a karşı çıkanlarla beraber olur ve ‘Dacil’ vakasında öldürülür. Fakih, doğru, inanılır ve hadisleri çoktur. Şiilikle tanınır. (278) Yazar diyor ki; ‘Bu vakıa 81 yılında cereyan eder. Bütün Sahih sahipleri (279) ve imamlar onun hadislerinden almışlardır. Ondan Ebu İshak, Mabed b. Halid ve Sa'd b. İbrahim her iki sahihte olduğu gibi diğer sahihlerde de naklederler. Kendisi en çok Hz. Ali (a.s) Meymune ve Aişe'den duymuştur.


49- Abdullah b. Ömer b. Muhammed b. Ebban b. Salih b. Umayr el-Kureyi El-Kûfi:
Lakabı, Meşkedâne'dir. Müslim, Ebu Davut, Bağavi ve bu seviyedeki daha başkalarının da şeyhlerindendir. Ebu Hâtim, ondan şöyle bahseder: ‘Doğru, sâdık ve Şii olduğu söylenir.’ Salih b. Muhammed b. Cüzre ise şöyle der; ‘Şiilikte aşırı idi. Bununla beraber Abdullah b. Muhammed babasının şöyle dediğini zikreder: ‘Meşkedane, doğru inanılır, bir muhaddistir.’ Zehebi, Mizan’ında onu zikrederken şöyle der: ‘Doğrudur, hadis sahibidir.’ İbn-i Mübârek Deravardi ve Tabakâdan duymuştur. Kendisinden de Müslim Ebu Davut ve Bağavi ve başkaları duymuşlardır. 239 yılında (280) ölür. Yazar diyor ki: ‘Müslim'in sahihine bakarsanız (281), Abde b. Süleyman, Abdullah b. Mübârek, Abdurrahman b.
Süleyman, Ali b. Hâşim, Ebu’l-Cufi Ahvas Hüseyin b. Ali Cufi ve Muhammed b. Fudayl'dan naklettiğini görürsünüz. Müslim ondan vasıtasız nakleder.


50- Abdullah b. Lâhia b. Ukbe El-Hadrami: Mısır'ın kadısı ve alimi idi. İbn-i Kuteybe Maarifi’nde (282) onu Şiilerden sayar. İbn-i Adiy: ‘Aşırı bir Şii idi’ der. Ebu Yâ’la, Kâmil b. Talhâ’ dan şöyle nakleder: ‘İbn-i Lâhia dedi ki: Hayy b. Abdullah el-Meğafiri bana, Ebu Abdurrahman el-Habli'den, onun da Abdullah b. Amr'dan duyduğu şu haberi nakletti: ‘Resulullah (s.a.a) hastalığı esnasında, bana; ‘kardeşimi çağırın’ dedi. Ebu Bekir'i çağırdılar, gelince yüzünü ondan çevirdi ve tekrar: ‘Bana kardeşimi çağırın dedi. ‘Bu kez Osman’ı çağırdılar, ondan da yüzünü çevirdi. Sonunda Ali yi çağırdılar gelince boynuna sarıldı ve cübbesini üzerine atarak bir müddet böyle kaldı. Ali yanından çıkarken ona, Sana ne söyledi? diye sordukları zaman: O bana bin kapıyı açan, bin kapının adını öğretti; diye cevap verdi’ (283) Zehebi, Mizan’ında ondan bahseder ve Ehl-i Sünnetin ondan naklettiklerine işaret eder. İbn-i Hallikân Vafayat’ında onu zikrederken övgü ve sevgi ile anar. (285) Müslim'in Sahihi’nde İbn-i Vahab kendisinden, kendisi de Yezid b. Ebi Habib'ten nakleder. ‘Kayserani’ onu, Buhari ve Müslim'in adamlarından sayar. İbn-i Lâhia 174 yılının Rebi’ul Ahir ayında Allah’ın rahmetine kavuşur.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

51- Abdullah b. Meymûn el-Kaddah el-Mekki: İmam Cafer Sadık'ın ashabındandı. Tirmizi (286), onu tanıt olarak gösterir. Zehebi, ondan bahseder ve Tirmizi'nin ondan hadis aldığına işaret eder. Cafer b. Muhammed ve Talha b. Amr'dan (287) nakleder.


52- Abdurrahman b. Salih El-Ezdi Ebu Muhammed El-Kûfi: Onu, talebesi Abbas ed-Devriy zikreder ve; ‘Şii idi’ der. İbn-i Adiy ise onu zikrederken şöyle der; ‘Şiilikle yanıp tutuşmuştu.’ Salih Cezre’de onu zikreder ve: ‘Osman'a itiraz ederdi’ der. Ebu Davut ise, şöyle diyor: ‘Sahabelerin ayıpları hakkında bir kitap yazdı, kötü adamdı.’ Bununla beraber Abbas ed Devri ve İmam Bağavi ondan naklederler. Nesai de onun hadislerine yer verir. Zehebi de Mizan’ında (288) bahsederek Nesai'nin onu tanıtladığına işaret eder ve İbn-i Muin'in doğru, inanılır olduğunu kabullendiğini yazar. 235 yılında vefat etmiştir (289).


53- Abdürrezzak b. Hemmam b. Nâfi El-Himyeri Es- San'âni: Şiilerin bilginlerinden idi. İbn-i Kuteybe onu Maârif’inde (290) Şia’dan saydığı gibi, İbn-i Esir de ‘el Kâmil’ kitabında 211 yılında olan hâdiseleri sayarken şöyle der: ‘Bu yılda büyük muhaddis Abdürrezzak b. Hemmam vefat eder. Ve der ki: Abdürrezzak, Ahmed'in şeyhlerinden idi. (291) Aynı zamanda Şii idi.’ Mütteki el-Hindi de Şiiliğini tasdik eder. Zehebi ise Mizan’ında ondan uzunca bahseder. Bahsinin bir kısmı şöyle: ‘Abdürrezzak b. Hemmam, belli başlı alimlerden olup doğruluk ve fazilet timsali bir zat idi. Çok şey yazdı. Onun ‘Câmi el-Kebir ‘kitabı ilim hazinesi idi. Ahmed, İshak, Yahya, ez-Zahli, er-Remâdi gibileri ona gidip, ondan hadis almışlardır. Onu yalnız Abbas b. Abdülazim yalanlamıştır ama bu iddiada kendisiyle beraber olacak ikinci bir şahıs bulamamıştır. Aksine bütün hafızlar ve ilim adamları onunla tanıtlık yapmışlardır.’ Daha sonra Zehebi, Tayâlîsi'den şöyle nakleder: 'İbn-i Muin dedi ki: Abdürrezzak'tan bazı laflar duydum, işte o zaman onun Şii olduğunu anladım ve ona senin bütün hocaların Sünni’dir, Şiilik mezhebine nasıl girdin?’ dedim. O, bir gün bize Cafer b. Süleyman ed-Dab'i geldi. Onu çok üstün faziletli ve dindar buldum; bu mezhebi ondan öğrendim’ (292) dedi. Yazar diyor ki: Abdürrezzak, Şiiliği kabul ettiğini kendi kulaklarıyla duyduğu halde, ondan çok hadis nakletmiştir. Hatta Ahmed b. Ebi Hayseme'nin dediğine göre, İbn-i Muin'e ‘Abdullah b. Musa, Abdürrezzak'ın hadislerini, Şii olduğu için reddediyor’ ( 293) derler. İbn-i Muin, şöyle cevap verir: ‘Tek olan Allah'a yemin ederim ki; Abdürrezzak, bu hususta Abdullah'tan yüz kat daha üstündür ki, ben Abdullah'tan duyduğumdan (294) defalarca daha çok, Abdürrezzak'tan duymuşumdur.’ Ebu Salih Muhammed b. İsmail ed-Darâri diyor ki; ‘San'a’da bulunuyorduk, duyduk ki, Ahmed, b. Muin ve başkaları, Şii olduğu için Abdürrezzak'tan hadis nakletmeyi terk etmişler. Bu habere çok üzüldük. Bir müddet sonra Mekke'ye hacca gittim, orada Yahya ile karşılaştım, ona sordum, dedi ki: ‘Ya Ebu Salih, Abdürrezzak İslam dinini terk etse, onun hadislerini (295) terk edecek değiliz.

İbn-i Adiy onu zikrediyor ve şöyle diyor: ‘Bazı kimselerin bazı faziletleri üzerine hadis nakleder, kendisine bu hususta kimse muvafakat etmez. Bazen de başkalarına günah sayılacak ayıplar yakıştırır. Bununla beraber Şii olduğu söylenir. (298)’ Yazar diyor ki: Bununla beraber Ahmed b. Hanbel'e sorarlar: ‘Abdürrezzak'tan daha iyi hadis nakledeni gördün mü?’ ‘Hayır’ der. (299) Muhalled eş-Şu’ayri diyor ki: ‘Abdürrezak'ın yanında bulundum, adamın biri Muaviye'den bahis açınca, Abdürrezzak ona şöyle dedi: ‘Lütfen, İbn-i Ebi Süfyan'ın zikri ile meclisimizi kirletme.’ Zeyd b. Mübârek anlatıyor: ‘Abdürrezzak'ın yanında idik, bize İbn-i Hadesan'ın hadisini okuyordu, Ömer’in Ali ve Abbas'a: ‘Sen, yeğeninden, bu da, karısının babasından kalan mirasını istemeye geldiniz’ demesine geldiği zaman, bize dönüp şöyle dedi: ‘Şu cahile bakın! ‘Yeğeninden’ ve ‘Babasından’ diyor da, Resulullah (s.a.a)’dan (301) demiyor.’ Yazar diyor ki: Buna rağmen, bütün Sünni hadisçileri onu hüccet sayıp ondan hadis naklederler. Hatta, İbn-i Hallikân'ın yazdığına göre; ‘Resulullah (s.a.a)’tan sonra, ona gidildiği kadar hiç kimseye gidilmemiştir. Ondan nakleden belli başlı imamlar: Ahmed b. Hanbel, Süfyan, İbn-i Uyayne, Yahya b. Muin ve başkaları. (302)’ Yazar diyor ki: Bütün ‘Sahih’ ve isnatlara bakın, onun hadisleriyle dolup taştığını görürsünüz. (303) 126 yılında doğmuş. 20 yaşında ilime atılmış ve 221 yılının Şevval ayında Hakkın rahmetine kavuşmuş, İmam ‘Sadık’ın, son 22 yılına muâsır olmuş, İmam ‘Cevad’ zamanında ve ondan 9 yıl önce vefat etmiştir. Allah onu, onların zümresiyle birlikte haşretsin.


54- Abdülmelik b. A'yen: Zurâre, Hamran, Bukeyr, Abdurrahman, Melik, Musa ve Zâris'in kardeşi.Hepside Şiilerin geçmiş ileri gelenlerinden olup, kendileri gibi mübârek zürriyetleri de hiç bir zaman Şiilikten sapmamıştır. Abdülmelik'i, Zehebi Mizan’ında zikrederken şöyle der: ‘Abdülmelik’in,’sâlih hadisleri var.’ İbn-i Muin ise: ‘O bir şey değil’ diyor. İbn-i Uyayne şöyle der: ‘Bize Abdülmelik anlattı, gerçi o Rafızi idi.’ Ebu Hâtim'in de dediği şöyle: ‘O Şiilerin eskilerindendir ama hadisi doğrudur. Her iki Süfyan ondan nakleder. (304)’ Yazar da diyor ki: İbn-i el-Kayserâni onu zikreder ve şöyle der: ‘Abdülmelik b. A'yen, Hamran el-Kûfi'nin kardeşidir; Şii idi. Buhari'nin yanında ‘Tevhid konusunda, Müslim'in yanında (305) ise İman konusunda Ebu Vâib'den hadis nakleder. Her ikisinin yanında ondan, Süfyan b. Uyayne (306) nakleder.’ İmam Sâdık'ın zamanında vefat etmiş ve İbn-i Babeveyh'in anlattığına göre İmam ‘Sâdık’ (a.s) ashabıyla birlikte (307) Medine’de onun mezarını ziyaret etmiştir.


55- Ubeydullah b. Musa El-Absi El-Kûfi:Buhari’nin şeyhlerindendir. İbn-i Kuteybe Maarifinde onu, hadis sahipleri arasında sayar. Yine Maarif’inin başka yerinde. (308) Şia adamlarının bir cümlesi arasında onu da sayar. İbn-i Sâd Tabakat'ının altıncı cüzünde, Şiiliğine işaret eder ve şöyle der: ‘Şiilik üzerine hadisler rivâyet ederdi. Bu sebepten bir çok kişinin yanında kıymeti azalır.’ Daha sonra şöyle der: ‘Devamlı Kuran okurdu. (309)’ İbn-i Esir, Kâmil'inde, 213 yılındaki hadiseleri anlatırken onun bu tarihte öldüğünü kaydeder ve şöyle der: ‘Ubeydullah b. Musa el-Fakih, Şii idi. Buhari’nin Şeyhlerinden (310) sayılırdı.’ Zehebi Mizan’ında şöyle der: ‘Ubeydullah b. Musa Buhari'nin şeyhlerinden, inanılmaya şayan ama Şii idi. Ebu Hâtim ve İbn-i Muin, ona itimatlarını gizlemezler. Ahmed b. Abdullah el-İcli, onun Kur’an’da büyük bir âlim olduğunu, Kur'an okurken başını kaldırmaz ve hiç gülmezdi der. Ebu Davut'da sapık bir Şii olduğunu söyler’ ( 311) Bununla beraber altı sahih sahibi (314) onu hüccet kabul ederler. Buhari de, A'meş’ten Hişam b. Urve'den ve İsmail b. Ebi Hâlit'ten nakleder. Müslim'de ise İsrail'den, Hasan b. Salih ve Usame b. Zeyd'den nakleder. Buhari, bazı yerlerde, ondan vasıtasız nakleder. Ondan başka nakledenlerin bazıları şunlar: İshak b. İbrahim, Ebu Bekir b. Ebi Şeybe, Ahmed b. İshak ve daha birçok kişiler. Zehebi’nin dediğine göre, 213 yılında (315) vefat etmiştir. Allah rahmet eylesin.


56- Osman b. Umayr Ebu Yakzan El-Kûfi: Ona İbn-i Ebi Zer'a da derler. Ebu Ahmed ez-Zubeyri diyor ki: ‘O Tenâsühe inanırdı.’ Ahmed b. Hanbel de şöyle diyor: ‘Ebu’l-Yakzan, İbrahim b. Abdullah b. Hasan'ın başkanı olduğu fitneye katılmıştı.’ Adiy ise şöyle diyor: ‘Kötü bir mezhebe sahipti, ama zayıflığına rağmen (316) büyük âlimler ona istinaden hadis nakletmişlerdir.’ Yazar diyor ki: Şii olan her muhaddisin kıymetini düşürmek için, mutlaka ona leke sürerlerdi. Osman b. Umayr için de elbette aynı metoda başvuracaklardı. Ve bütün bu kötülemelere rağmen, A'meş, Süfyan, Şu’be, Şerik ve benzerleri ondan hadis alıp rivayet etmekten geri kalmamışlardır. Ebu Davut, Tirmizi (317) ve benzerleri de Sünenlerinde onu hüccet olarak kabul etmişlerdir. Zehebi ise, onun hakkında yazdıklarımızın hepsini zikretmiştir


57- Adiy b. Sabit El-Kufi: İbn-i Muin, onu zikrederken aşırı Şii olduğunu söyler. Darukutni: ‘Aşırı bir Rafızi olmasına rağmen inanılır bir kişi idi’ der. Mes'udi diyor ki: Şiilerin maksadını, Adiy b. Sabit kadar diliyle savunan birini göremedik.’ Zehebi de onu Mizan’ında zikreder ve şöyle der: ‘O, Şiilerin alimi, kadısı ve mescitlerinin imamıydı. Bütün Şii’ler onun gibi olsaydı şerlerinin etkisi daha az olurdu. (318)’ Yine Zehebi, daha sonra, (Dârukutni, Ahmed b. Hanbel, Ahmed el-İcli ve Nesâi) gibi büyük alimlerin doğruluğuna inandıklarına işaret eder ve altı Sahih Sünen sahibinin de, hadislerine yer verdiğini yazar. (319) A'meş, Mes'ar, Said, Yahya b. Said el-Ensari, Zeyd b. Ebi Enise ve Fudayl b. Gazvan, ondan naklederler.


58- Atiyya b. Sa'd b. Cenade El-Avfi El-Kûfi: Meşhur Tâbiilerdendir. Zehebi, Mizan’ında, Sâlim el-Muradi'den, Şii olduğunu (320) nakleder. İbn-i Kuteybe, Maarifi'nde onu hadis sahipleri arasında zikreder ve şöyle der: ‘Atiyya b. Sâd, ‘Haccac’ zamanındaki fakih'lerden, aynı zamanda Şii idi. Babası Sâ’d b. Cenade Hz. Ali'nin ashabındandı. Oğlu Atiyya doğduğu zaman, Hz. Ali'nin yanına gidip: ‘Ya Emir’el Mu’minin bir oğlum oldu ona ne isim koymamı tavsiye edersin’ diye sorar. Hz. Ali: ‘Bu, ‘Attiyyatülah’tır’ der. Yani, Allah’ın vergisi. Böylece adı Atiyya olur.’ İbn-i Sâ’d ise şöyle yazar; ‘Atiyya, İbn-i Eş'as ile beraber Haccac'a karşı çıkar, İbn-i Eş'as, askerî hezimete uğrayınca, Atiyya İran’a kaçar. Haccac oranın Vâlisi Muhammed b. Kasım'a şöyle yazar: Atiyyâ’yı çağır! Ali b. Ebi Talib’e lanet okursa affet, etmezse, ona dört yüz sopa attır ve saçını sakalını kestir. Vâli onu çağırtıp, Haccac'ın mektubunu okutur. Ali'ye sövmeyi reddedince Vâli ona dört yüz sopa attırıp, saçını sakalını kestirir. Bir müddet sonra Horasan’a Kuteybe isminde bir vâli tayin edilir. Atiyya onun yanına gider ve orada bir müddet kaldıktan sonra Irak'a Ömer b. Hubayrâ’nın tayin edildiğini duyar. Ona Irak'a dönmek için bir mektup yazıp izin ister. Ömer izin verince Kufe’ye gelir ve 121 yılında ölünceye kadar orada kalır. (322) İtimada şayan olup kıymetli hadisleri vardır.
Evet, biz de diyoruz ki, bütün zürriyeti Al-i Muhammed (s.a.a) Şiilerinden idi. Ebu Davut ve Tirmizi (323) onu hüccet kabul ederler, Sahih'lerinde İbn-i Abbas’tan, Ebu Sait'ten, İbn-i Ömer'den naklettiği hadisler vardır. Kendisinden, oğlu Hasan b. Atiyya, Haccac b. Artat, Mes'ar, Hasan b. Advan ve başkaları nakletmişlerdir.


59- A'la b. Salih Et Teymi El-Kûfi: Ebu Hâtim, onu zikrederken (324) şöyle der: ‘Şiilerin eskilerindendi.’ Biz diyoruz ki bununla beraber Ebu Davut ve Tirmizi (325) onu hüccet kabul ederler. Ebu Naim, Yahya b. Bukeyr ve bunların seviyesinde daha başka şahıslar ondan naklederler. Bu Â’la, şair olan Â’la el-Mekki’den başkasıdır. O, iki Süfyân’ın şeyhlerindendir ve Mekkelidir. A'la b. Salih ise Kufe’lidir. Her ikisini Zehebi, Mizanı'nda zikreder ve Şii olduklarını yazar. Şair olan A'la'nın Hz. Ali hakkında bir çok methiyeleri vardır. Şehit Hz. Hüseyin hakkında da mersiyeler yazmıştır.


60- Alkame b. Kays b. Abdullah En Nehai: Ehl-i Beyt’in en sâdık dostlarındandı. Şehristâni, ‘Milel ve’n Nihal’ (326) kitabında Şii olduğunu yazar. Cevzacâni’nin zikrettiği muhaddislerin (327) büyüklerinden sayılır. Alkame ve kardeşi ‘Ubeyy’ Hz. Ali’nin ashabından idiler. Her ikisi de ‘Sıffin’ vakasında onun yanında idiler. Ubeyy bu vakıada şehit olur. Ona çok ibadet ettiği için, ‘Ubeyy’üs-Salat’ derlerdi. Alkame ise, bu savaşta ayağından yaralanır ve topal kalır. Allah'ın yolunda mücâhitliği hiç bir zaman bırakmaz ve ölünceye kadar Muaviye'ye düşman kalır. Muaviye halife olduktan sonra Vâli Ebu Berede, ona göndereceği bir heyete kendisini dahil ettiğini ve gidecekler arasında adının yazıldığını duyunca, razı olmaz ve adının silinmesini ister. Bütün bunları İbn-i Sad ‘Tabakat’ında (328) yazar. Alkame'nin adaleti, şerefi, Şii olduğunu bildikleri halde, Ehl-i Sünnetin yanında inkâr edilmemiştir. Onun hadislerini bütün ‘Sahih’ sahipleri (329) hüccet olarak kabul etmişlerdir. İbn-i Mesut'tan: Ebu’d Derda'dan, Aişe'den ve Osman'dan hadisler nakletmiştir. Kendisinden ise yeğeni İbrahim en Nehai Abdurrahman b. Yezid, İbrahim b. Yezid ve Şâ’bi naklederler. Altmış iki yılında vefat eder... Allah rahmet eylesin.


61- Ali b. Budeyme: Zehebi, Mizân’ında Ahmed b. Hanbel'e istinaden onun doğru hadis sahibi ve Şii büyüklerinden olduğunu yazar ve der ki: İbn-i Mu'in onun doğruluğunu tasdik eder. Şu'be ve Muammer ondan naklederler. (330)’ Ayrıca sünen sahiplerinin (331) ona istinaden hadisler yazdıklarına işaret eder.


62- Ali b. Ca'd Ebu’l-Hasan El-Cevheri El-Bağdadi: Buhari’nin, şeyhlerinden biridir. İbn-i Kuteybe, Maarif kitabında (332) onun Şiilerden olduğunu yazar ve Mizan’da (333) da olduğu gibi ondan şöyle bahseder: ‘Ali b. Câ’d, bir gün yeyip bir gün oruç tutardı ve altmış yıl böyle devam etti.’ İbn-i Kayserâni de ondan bahsederken (334) şöyle der: ‘Buhari (335) ondan on iki hadis nakleder.’ 230 yılında öldüğü zaman 96 yaşında idi.


63- Ali b. Zeyd b. Abdullah b. Züheyr b. Melike Ebu’l Hasan El-Kureyşi El-Basri: Onu, Ahmed el-İcli zikrederken, Şii olduğunu söyler. Yezid b. Zeri'de şöyle der: ‘Ali b. Zeyd, Rafizi idi.’ Bununla beraber, alim, tâbiinlerden, Şii ve Abdülvâris ve benzerleri ondan hadis alıp naklederler. Basrâ’nın üç büyük fakih'lerinden biri sayılırdı. Bunlar: Katâde, Eş'as el-Haddâni ve Ali b. Zeyd; Üçü de âmâ (kör) idi. Hasan el- Basri öldüğü zaman Ali b. Zeyd'e: ‘Onun yerine sen otur’ derler. Ki, o devirde Basra gibi bir yerde, Şii bir âlime bu şekilde değer vermek pek nadir görülen hareketlerdendi. Onun hakkında bu yazdıklarımızın hepsini Zehebi, Mizan’ında (336) zikreder. 131 yılında Allah'ın rahmetine kavuşur.


64- Ali b. Salih: Hasan b. Salih'in kardeşidir. Kardeşinden bahsettiğimizde ondan da biraz bahsetmiştik. O da kardeşi gibi geçmiş Şiilerin âlimlerindendi. (337) Müslim, ondan hadis yazmış (338) kendisi de Selama b. Küheyl'den nakleder. Ayrıca ondan Vaki’de nakleder. Kardeşi Hasan'la yüz yılında ikiz olarak doğarlar ve Ali 151 yılında vefat eder.


65- Ali b. Gurab Ebu Yahya El-Fezâri, El-Kûfi: İbn-i Habban, onun için: ‘Aşırı bir Şii idi’ diyor. Zaten Cevzacâni'nin ona; ‘Sâkıt ve sözü kabul edilmez’ demesinin sebebi budur. Fakat İbn-i Muin ve Darukutni onun hadislerini doğru kabul ederler. Ebu Hâtim: ‘Zararsız’ Ebuzer'e ve Ahmed b. Hanbel ‘sâdık’, olduğunu kaydederler. Zehebi de onu Mizan’ında (339) zikreder ve Sünnet ehlinin (340) ona istinaden hadis rivâyet ettiklerine işaret eder. Kendisi, Hişam b. Urve ve Ubeydullah'tan nakleder. İbn-i Sa'd, Tabakatında İbn-i Reca'nın ondan, A'meşin, Osman hakkındaki hadisi naklettiğini yazar. 180 yılında Kufe’de Harun Reşit zamanında vefat eder. Allah rahmet eylesin.


66- Ali b. Kâdim Ebu’l Hasan el-Huzai El-Kûfi:Ahmed b. Fürat'ın şeyhlerindendi. İbn-i Sa'd, Tabakat'ında ondan bahsederken, Şiiliğe aşırı derecede bağlı olduğunu kaydeder. Böyle olduğu için de Yahya b. Muin: ‘Zayıftı’ der. Fakat Ebu Hatim: ‘Onun yeri doğruluktur’, demekten kendini alamaz. Zehebi de Mizan'ında (341) ondan bahseder ve Ebu Davut'la Tirmizi’nin (342) ondan hadis yazdıklarına işaret eder. Allah'ın rahmetine 213 yılında Me'mun zamanında kavuşur.


67- Ali b. Munzir Et-Tarâifi: Tirmizi, Nesa'i, İbn-i Sâid ve Abdurrahman b. Ebi Hâtim'in şeyhlerindendir. Zehebi, onu Mizân’ında zikreder (343) ve sünnet erbâbının ondan naklettiklerine işâret eder. Ayrıca Nesâi’nin onun için: ‘Hakiki bir Şii, fakat inanılır’ dediğini yazar. İbn-i Hâtim de şöyle der. ‘Sâdıktır, inanılır bir kimsedir. İbn-i Fudayl, İbn-i Uyayne ve Velid b. Muslim'den nakleder’. İbret alınacak husus da şudur ki, Nesâi, onun hakiki bir Şii olduğunu itiraf ettiği halde, kendi Sahihinde hadislerini hüccet olarak kabul etmiştir. (344) İbn-i Munzir 256 yılında vefat eder Allah rahmet eylesin.


68- Ali b. Hâşim b. El-Bureyd, Ebu’l Hasan El-Kufi: İmam Ahmed'in şeyhlerinden biridir. Ebu Dâvut, onu zikrederken şöyle der: ‘Dinine bağlı bir Şii’dir.’ İbn-i Abban ise: ‘Aşırı bir Şii’dir ‘ der. Buhari: ‘Ali b. Hâşim ve babası Aşırı Şii idiler’ der ve bu inancından dolayıdır ki onun hadislerini ihmal etmiştir. Ama diğer beş Sahih sahibi onu hüccet olarak kabul etmişlerdir. Zehebi'nin dediğine göre (345) 181 yılında vefat etmiştir.


69- Ammar b. Zürayk el-Kufi: Süleymânî, onu Rafızî'lerden sayar. Zehebi de bu iddiayı kabul eder. (347) Bununla beraber Müslim, Ebu Davut ve Nesai (348) onu hüccet kabul ederler. Müslim de, A’meş, Ebu İshak, Mensur ve Abdullah b. İsa'dan nakleder. Kendisinden ise, Ebu’l Cevvâb, Selem Ebu’l Ahras, Ebu Ahmed ez-Zubeyri ve Yahya b. Adem naklederler.


70- Ammar b. Muâviye: Şiilerin kahramanlarından sayılır. Âl-i Muhammed uğruna eziyete maruz kalır. Mervan oğlu Beşir isminde biri Şiiliği için onun topuklarının üstündeki damarlarını keser. Her iki Süfyan’la beraber Şû’be, Şerik ve Ebbâr ondan naklederler. Doğruluğunu Ahmed, İbn-i Muin Ebu Hâtim ve bütün halk kabul etmiştir. Şiiliğini Zehebi de tasdik eder. (349) Müslim ve Sünen sahipleri (350) ona istinaden hadis yazmışlardır. 133 yılında ölmüştür. Allah rahmet eylesin.


71- Amr b. Abdullah Ebu ishak Es Sebi’i El-Hemdâni El-Kufi: Şii olduğunu, İbn-i Kuteybe ‘Maarif’inde’ Şehristani ‘Milel ve Nihal'inde’ (351) yazmışlardır. Nâsibiler’in teferruat ve usulde mezheplerini benimsemedikleri muhaddislerin başlarındandı. Zira, bu muhaddislerin mezhebi Ehl-i Beyt'in minvali üzerinde idi. İşte bu sebepten ‘Cevzacâni’ demiştir ki, Kufe’ de mezhepleri cemaat tarafından benimsenmeyen mühaddisler vardı. Herkes onlara, sâdık, yalan söylemez kişiler oldukları için tahammül ederdi.’ Nâsıbi'lerin hoşlarına gitmeyen hadislerinden biri de şöyle: ‘Resulullah (s.a.a) dedi ki: Ali, bir ağaca benzer, o ağacın aslı benim, Hasan ve Hüseyin meyveleridir. Onlara tabi olanlar da yapraklarıdır.’ (353) Sahih sahiplerinin altısı da (354) onu hüccet saymışlardır. Buhari ve Müslim’de hadislerini şu şahıslardan almıştır: Bera b. Azib, Yezid b. Erkam, Hârise b. Vahb, Süleyman b. Sard, Numan b. Beşir, Abdullah b. Yezid el- Hatimi ve Amr b. Meymun. Kendisinden alanlar ise: Şû'be, Sevri, Züheyr ve kendi torunu olan Yusuf b. İshak. İbn-i Hallikân'a göre, Osman'ın hilâfetinin sona ermesinden üç yıl evvel doğmuş ve Hicretin 127 yılında vefat ettiği söylenir.


72- Avf b. Ebi Cemile El-Basri Ebu Sahl: Onu, Zehebi Mizan’ında (356) zikrederken şöyle der. Ona ‘Avf ‘us Sıdk’ derlerdi. Şii olduğu da söylenir. Ama onun doğruluğunu bir çok kişi tasdik etmiştir. Cafer b. Süleyman, Şii olduğunu söyler. Bendâr ise: Rafızı idi der. Ondan şu şahıslar nakletmişlerdir: (357) Ravh, Havâzeh, Şû’be, Nadr b. Şumeyl ve Osman b. Haysem ve başkaları. Sahih sahiplerinin altısı da (358) onu hüccet kabul etmişlerdir. Buhari’de şu şahıslardan naklettiği hadisler mevcut: Ebu’l Hasan el-Basri'nin çocukları Hasan ve Said, Muhammed b. Sirin ve Seyyar b. Seleme. Müslim’de ise Nâdr b. Şumel’den nakleder. Allah'ın rahmetine 146 yılında kavuşmuştur.


73- Fadl b. Dekin b. Hammad b. Züheyr El-Melai El-Kufi: Ona, ‘Ebu Naim’de derlerdi. Sahihte Buhari'nin şeyhlerindendi. Bazı büyük âlimler onu Şialardan saymışlardır. Bunların arasında İbn-i Kuteybe (359) ve Zehebi de vardır. Zehebi: ‘Fadl b. Ebu Naim, hafız ve Hüccettir; Fakat Şii idi’ der ve İbn-i Cüneyd el-Hatli'nin şöyle dediğini nakleder: ‘İbn-i Muin'in şöyle dediğini duydum: ‘Bir insandan bahsedip te Ebu Naim'in ‘iyidir’ dediğini duyarsan, bil ki o insan Şii’dir. Yok ‘O iyi değildir, Murcidir’ derse, bil ki o Sünni’dir.’ Zehebi bu iddiaya karşı şöyle yorum yapıyor: ‘Anlaşılan, Yahya b. Muin’in Merciliğe meyli vardı. (360)’ Biz de diyoruz ki:

Aynı zamanda Ebu Naim'in sert bir Şii olduğunu kabul ediyordu. Cevzacâni şöyle diyor: ‘Ebu Naim'in mezhebi Kûfi idi’ yani Şii. (361) Kısacası Ebu Naim Fadl b. Dekin şüphe götürmez bir Şii idi. Böyle olmakla beraber, Sahih sahiplerinin altısı da (362) onu hüccet kabul ederler. Buhari de, Humam b. Yahya, Abdülaziz b. Ebi Seleme, A'meş, Mes'ar, Sevri ve benzerlerinden nakleder. Müslim de, Seyf b. Ebi Süleyman, İsmail b. Müslim, Muhammed b. Eyyüp, Musa b. Ali ve daha başkalarından nakleder. Buhari onun hadislerini vasıtasız rivayet etmişse de Müslim, Haccac b. Şair, Abd b. Hamid, İbn-i Ebi Şeyba, İbn-i Numeyr, Abdullah ed-Darimi, İshak el-Hanzali ve Züheyr b. Harb vasıtasıyla rivayet etmiştir. 130 yılında doğup 210 yılının Şaban ayında, Kufe'de, halife ‘Mûtasım’ zamanında hayata gözlerini kapamıştır. Allah-u Teâla rahmet eylesin.


74- Fudayl b. Merzuk Ebu Abdurrahman El-Ağar Er-Revaisi El-Kûfi: Zehebi Mizan’ında onu Şiilikle tanınmış olduğunu yazar. Ayrıca İbn-i Adiy’in ‘zararsız’ diye vasıflandırdığını Heysem b. Cemil'in de onun için ‘Huda sahiplerinin imamlarındandı’ ( 363) dediğini nakleder. Biz de diyoruz ki: Müslim, Sahihi’nde, Şakik b. Ukbe'den aldığı, Salât hakkındaki hadisini Adiyy b. Sabit’ten de ‘Zekât’ hakkındaki hadisini ‘Şâhit’ kabul etmiştir. Yine Müslim’in Sahihi’nde (364), Yahya b. Adem ve Ebu Usâme, kendisinden naklen hadis rivayet etmişlerdir. ‘Sünen’de ise, Vakî, Ebu Naim, Ali b. el-Câ’d ve gibileri kendisinden naklederler. Hicretin 158. yılında vefat eder. Allah rahmet eylesin.


75- Fatr b. Halife Hannat El-Kûfi:Abdullah b. Ahmed, babasından Fatr'ı sorunca şöyle der: ‘Fatr, doğru hadis sahibidir; hadisleri zarif, kibar bir adamın hadisleridir, fakat Şii’dir.’ Abbas, İbn-i Muin'in şöyle dediğini rivayet ediyor: ‘Fatr b. Halife, inanılır bir Şii'dir.’ Biz de diyoruz ki; bundan dolayı Ebu Bekir b. Ayyaş şöyle diyor. ‘Fatr b. Halife’nin hadislerini bırakmanın yegane sebebi Şii oluşudur.’ Cevzacâni diyor ki: ‘Fatr b. Halife sapıktır.’ Cafer el-Ahmar ise, onun hastalığında şöyle dediğini duyduğunu söylüyor: ‘Beni mes'ûd edecek bir şey varsa, o da Ehl-i Beyt’i sevdiğimden dolayı ümit ederim ki vücudumun her bir kılı yerine bir melek oluşur ve Allah-u Teala’ya tesbih eder.’ Fatr Ebu’t-Tufayl, Ebu Vâil ve Mücahid'den nakletmiştir. Kendisinden nakledenler ise, Ebu Usâme Yahya b. Adem, Kabisa ve bu tabakadan daha başkaları... Zehebi Mizan’ında (365) onu zikreder ve Ebu Hâtim'in ‘Hadisleri sahihtir, Nesâi'nin, ‘Zararsızdır’, İbn-i Sad'in de ‘İnanılır’ dediklerini yazıyor. İbn-i Kuteybe de Şiileri sayarken, Fatr’ı da aralarında saymıştır. Buhari Sahihi’nde Mücahid'den olan hadisini tahric etmiştir. Yine Buhari'de ondan, Sevrî rivâyet etmiştir. ‘Sünen’ sahiplerinin dördü (366) ve daha başkaları da ondan tahric etmişlerdir. Hicretin, 153. yılında vefat etmiştir. Allah-u Teâla rahmet eylesin.


76- Malik b. İsmail b. Ziyad, b. Dirhem, Ebu Gassân El-Kûfi: Buhari'nin şeyhlerindendir, İbn-i Sâ’d ‘Tabakat’ın (c.6. s. 282) da onu zikreder ve son olarak onun hakkında şöyle der: ‘Ebu Gassân, inanılır ve sâdık bir Şii olup Şiiliği aşırıdır. (367) Zehebi de ‘Mizanı’nda onun adalet sahibi oluşundan bahseder ve Şiiliği, şeyhi Hasan b. Salih'ten öğrendiğini zikrettikten sonra İbn-i Muin'in onun için şöyle dediğini yazar: ‘Küfe de Ebu Gassân'dan daha usta bir Muhaddis yoktur.’ Abu Hâtim'in de şöyle dediğini kaydeder: ‘Kufe’de ondan daha ustasını görmedim, ne Ebu Naim ne de başkası onun gibi değildir. Fazileti ve ibadeti bârizdir’ ( 368). Buhari (369) ondan vasıtasız nakleder. Müslim ise, Harun b. Abdullah'ın vasıtasıyla nakleder. Kendisi İbn-i Uyeyne, Abdülaziz b. Seleme ve İsrail'den nakleder. Buhari de kendisinden nakleder. 219 yılında Kufe’de vefat etmiştir. Allah-u Teâla rahmet eylesin.


77- Muhammed b. Hâzim Ebu Muaviye Ed-Darir Et-Temimi El-Kufi: Zehebi, ‘Mizan’ında ondan bahsederken şöyle der: ‘ed Darir, doğruluk âbidesidir, onun zayıflığına işaret edecek hiç bir söz söylendiğini bilmiyorum.’ Ayrıca ‘Künyeler Babı’nda onun için ‘Ebu Muaviye ed Darir, doğruluk abidelerinden birisidir’ dedikten sonra Hâkim'in, onun için şöyle dediğini yazar: ‘ed Darir’i her iki Şeyh hüccet kabul eder, fakat o mutaassıp bir Şii (370) olarak tanınır. Biz de diyoruz ki: Sahih sahiplerinin altısı da (371) onu tanıt kabul eder. Buhari'de ondan nakledenler: Ali İbn-i el-Medîni, Muhammed b. Selam, Yusuf b. İsa, Kuteybe ve Musedded. Müslim'de, Said el-Vasiti, Said b. Mensur, Amr en-Nâkid, Ahmed b. Sinan İbn-i Namir, İshak el-Hanzali Ebu Bekir b. Ebi Şeybe, Ebu Kerib Yahya b. Yahya ve Züheyr nakleder. Musa ez-Zemen ise her iki Sahihte ondan rivâyet eder. Ebu Muaviye 113 yılında doğup, 195 yılında vefat etmiştir. Allah rahmet eylesin...


78- Muhammed b. Abdullah ed Dabbi Et Tahâni En Nişâbûri: Künyesi, Ebu Abdullah el-Hâkim; Hâfız ve Muhaddislerin İmamlarından sayılırdı. Aynı zamanda bir çok kitap da yazmıştır. Bir çok memleket gezip iki bine yakın alimden hadis ve fıkıh öğrenmiş olan Ebu Abdullah'ın zamanında bulunan es Su'lûki ve Ebu Favrek ve benzerleri kendilerinden üstün olduğunu itiraf ederler ve daima ona hürmet ederlerdi. Şia kahramanlarından olduğu sabittir. Şii olduğunu Zehebi, Tezkiret’ül Huffaz ve el-Mizan kitaplarında tasdik eder. Mizan'da: ‘Sâdık bir imam olup, meşhur bir Şii’dir’ dedikten sonra İbn-i Tahir'den şu haberi nakleder: ‘Ebu İsmail'e el-Hâkim nasıl diye sordum, şöyle cevap verdi: ‘Hadiste imamdır ama kötü ve inatçı bir Rafızi’dir.’ Daha sonra Zehebi, onun: ‘ Mustafa (s.a.a) göbeği kesilmiş ve sünnetli doğdu... Ali (a.s)’de vasisidir’ şeklinde konuşmaları olduğunu yazar. Ebu Abdullah el-Hâkim 321 yılında doğmuş ve 405 yılında vefat etmiştir, Allah-u Teâla rahmet ve mağfiretler bahşetsin.


79- Muhammed b. Ubeydullah b. Ebu Rafi El- Medeni: Kendisi ve kardeşleri (372) Fâzıl ve Abdullah ve babaları Ubeydullah ve dedeleri Abu Râfi (373) ve amcaları Râfi, Hasan, Muğire ve Ali, hepsi Şiilerin geçmiş sâlih ve tertemiz insanlarındandır. Ve bu hususta yazmış oldukları kitaplar Şiiliği ne kadar benimsemiş olduklarını ispat ve teyit etmeye yeterlidir. (374) Kendisinden bahsetmek istediğimiz ‘Muhammed’ için İbn-i Udey şöyle der (375): ‘Küfe’nin ileri gelen Şiilerinden biridir.’ Zehebi ise, Mizan’ında onun hayat tercümesini yaparken, Sünen sahiplerinin (376) onun hadislerini tahric ettiklerine işaret eder ve babası ve dedesinden naklettiği, Mendel ve Ali b. Hâşim'in ise kendisinden naklettiklerini zikreder... Biz de deriz ki: Keza, Habban b. Ali, Yahya b. Ya'la ve başkaları da ondan naklederler. Tabarâni Büyük Tarihinde, onun babasına, babasından da, dedesine isnat ettiği şu hadisi tahric eder: Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'ye dedi ki: ‘Cennete ilk giden, ben, sen, Hasan ve Hüseyin olacak, giderken de zürriyetimiz peşimizde, Şia’mız sağımız ve solumuzda bulunacak.’ (377)


80- Muhammed b. Fudayl b. Gazvân Ebu Abdurrahman El-Kufi: İbn-i Kuteybe Maarif’inde (378) onu Şiilerden saymıştır. İbn-i Sâ’d Tabakat'ında şöyle der: ‘Hadisi çoktur, bazıları da onu ‘Hüccet’ olarak kabul etmezler. (379)’ Zehebi, Mizan’ında ‘Sıddık ehlindendir. (380) Fakat Şii’dir’ dedikten sonra, Ahmed'in ve Ebu Davud'un onun için ‘Hadisi güzel, ama ateşli bir Şii’dir’ dediklerini kaydeder. Biz de deriz ki: ‘Sahih’ sahiplerinin altısı da (382) onu’Hüccet’ olarak kabul etmişlerdir. Buhari ve Müslim de, Babası Fudayl'dan, A'meş'ten, İsmail b. Ebi Halit'ten ve daha başkalarından hadisleri vardır. Kendisinden nakledenler ise Buhari’de, Muhammed b. Nemir, İshak el-Hanzali, İbn-i Ebi Şeybe, Muhammed b. Selam, Kutaybe, Umran b. Meysere ve Amr b. Ali. Müslim'de ise, Abdullah b. A'mir, Ebu Küreyb, Muhammed b. Tarif, Vasil b. Abd’ul A'la, Züheyr, Ebu Said-i Eşec, Muhammed b. Yezid vb. naklederler. 194 veya 195 yılında vefat etmiştir.


81- Muhammed b. Müslim b. Et Tâifi: İmam Sâdık'ın bâriz ashabındandı. Şeyh Ebu Cafer et Tûsi ‘Rical-i Şii ‘kitabında onu zikreder. Zehebi, hayatını anlatırken Yahya b. Muin ve başkalarının onu doğruladıklarını, Ka'nebi'nin Yahya b. Yahyâ’nın ve Kuteybe'nin ondan naklettiklerini ve Abdurrahman b. Mehdi'nin de şöyle dediğini yazıyor: ‘Kitapları doğrudur. Zira Maruf b. Vâsil şöyle dedi; ‘Süfyan es Sevri'yi Muhammed b. Müslim'in yanında gördüm, oturmuş ondan hadis yazıyordu.’ (384) Bazı kişiler, Şii olduğu için onun zayıf olduğunu ileri sürerler ama bu onun doğruluğunu etkilemez. Ama İbn-i Dinar'dan nakletmiş olduğu, abdest hakkındaki hadisi Müslim'de mevcuttur. (385) İbn-i Sa'd'ın Tabakat'ında ise ondan, Vakî b. Cerrah, Ebu Nairo, Muîn b. İsa ve başkaları rivayet ederler ki, Allah'ın rahmetine 177 yılında kavuşmuştur. Aynı yılda onun adaşı Muhammed b. Cemmaz Medine’de vefat eder. Her ikisinin de hayat tercümesini, İbn-i Sa'd (Tabakat)ının 5. cüzünde yapmıştır.


82- Muhammed b. Musa b. Abdullah El-Fitrî El-Medeni: Zehebi, ‘Mizan’ında ondan bahseder (386) ve Ebu Hâtim'in, onun Şiiliğini açıkladığını, Tirmizi'nin de doğruluğunu kabul ettiğini yazar ve Müslim'in ve Sünen sahiplerinin onu ‘Hüccet’ kabul ettiklerine işaret eder. (387) Abdullah b. Abdullah b. Ebi Talha, Makberî ve benzerlerinden ‘Hadis’leri vardır. Ayrıca ondan İbn-i Ebi Füdeyl, İbn-i Mehdi, Kuteybe ve benzerleri rivayet ederler.


83- Muaviye b. Ammâr Ed-Dehni El-Beceli El- Kufi: Şiaların ileri gelen belirli simalarından, doğruluğa şâyan önemli bir şahsiyetti. (388) Babası Ammar ise, sabrın, sebatın ve haktan ayrılmamanın canlı örneği idi. Zalimin biri, Şiiliğinden ötürü ‘Topuk’ üstündeki damarlarını kesmişti. Ama yine yılmadı ve hiç bir zaman yolundan şaşmadı. Bahsini ettiğimiz oğlu Muaviye de aynı kendisi gibidir. Zaten çocuğun babasına benzemesinden tabii ne olabilir. Her iki İmam, ‘Sâdık’ ve ‘Kâzım’dan çok şeyler öğrenmiş (389) ve onların ilimlerini taşıyıcılardan olmuştur. Bu hususta kitapları da vardır. Müslim ve Nesai onu hüccet kabul etmişlerdir. (390) Zübeyr'den nakletmiş olduğu Hac mevzuundaki hadisi Müslim’de mevcuttur. Yine Müslim'de kendisinden Yahya b. Yahya ve Kuteybe rivâyet ederler. Ayrıca kendisinin babası Ammar'dan ve onun tabakasındaki bazı kişilerden rivâyet ettiği hadisler vardır ki bunlar Sünni mesnetlerinde mevcuttur. 175 yılında ölür, Allah rahmet eylesin.


84- Maruf b. (Harbuz) veya (Firuz) El-Kerhi: Zehebi, ‘Mizan’ında onun bahsini eder ve ‘Doğruluğa şâyandı ama Şii idi’ der. Ayrıca Buhari ve Müslim'in ve Ebu Dâvud'un onun hadislerini tahric ettiklerine işâret eder ve der ki: ‘Hadisleri azdır; Ebu Asım, Ebu Dâvut, Übeydullah b. Musa ve başkaları ondan naklederler. (391)’ Biz de diyoruz ki: İbn-i Hallikân onu zikreder ve: ‘İmam Ali er Rıza’nın kölelerindendi.’ dedikten sonra, ondan şu hikayeyi nakleder: ‘Cenabı Allah’a yöneldim ve efendim Ali er Rızâ’nın hizmetinden başka her şeyi terk ettim.’ (392) İbn-i Kuteybe de ‘Maarif' adlı kitabında Şiileri sayarken, Mârufu da onlardan saymıştır. (393) Müslim, onu hüccet kabul etmiş, Ebu’t Tufayl'dan nakletmiş olduğu, Hac mevzuundaki hadisi, Sahihi’nde mevcuttur. 200 yılında Bağdat'ta vefat eder, mezarı hala orada mevcut ve ziyaret edilmektedir.


85- Mensur b. Mu’tamer b. Abdullah b. Rabia Es Selemi El-Kufi: İmam Bâkır ve İmam Sâdık'ın adamlarındandı. Onlardan da hadisleri var. İbn-i Kuteybe ‘Maarif’ inde onu Şia’lardan saymıştır. (394) Cevzacânî de, onu Cemaat tarafından mezhepleri benimsenmeyen kişilerden yani Şiilerden saymıştır ki, şöyle der: ‘Kufe'de, mezhepleri halk tarafından benimsenmeyen şahıslar vardı ki; bunlar muhaddislerin reislerindendiler. Örneğin Ebu İshak, Mensur, Zübeyd el-Yâmi ve A'meş gibileri... Ama halk bunlara doğrulukları yüzünden tahammül etmiştir. (395)’ Soruyoruz: ‘Bu doğru kişilerin kabahati neydi? ‘Sekaleyn’e sıkıca tutunmaları mı yoksa, Necât gemisine binmeleri mi? Yahut, Peygamberin ilim şehrinin kapısından (Hitta Kapısı) gitmeleri mi? (396) Veya, Allah'a inançlarından ve ondan korkularından devamlı ağlamaları mı?.. Hatta İbn-i Sâ'd ‘Tabakat’ında Mansur'un tercüme sinde der ki: ‘Ağlamaktan ‘Ameş’ oldu. Yani gözlerinin nuru zayıfladı, görüşü azaldı.’ Soruyoruz: Böyle muhterem bir insanın, halkça ‘sakil’ çekilmez, telakki edilmesi mümkün mü? Hiç zannetmiyoruz. Ama ne yazık ki, kısmetimiz, insafsız kişilerin yargısına bırakılmakmış. Bakın İbn-i Sâ'd, Mansur'un hayatını yazarken ne diyor: ‘Hammad b. Zeyd dedi ki: Mansur'u Mekke’de gördüm, tahmin edersem o ‘Haşabiye’ Tahtacı, fırkasındandı, fakat kendisinin yalan söyleyecek bir insan olduğunu tahmin etmiyorum’...

Şu alay ve düşmanlık dolu sözlere bakın. İnsanı en çok dehşete düşüren şu cümlenin üzerinde durmak gerek, ‘yalan söyleyeceğini tahmin etmiyorum.’ Allah Allah... Sanki yalan, Ehl-i Beyt ve müritlerine vergili bir huymuş da, Mensur, doğru söyleyince hakikatın hilafına hareket etmiş oluyor ve sanki Nâsibiler Ehl-i Beyt'in Şiisine ‘Haşabiyye’, ‘Turabiyye,’ ‘Rafiza’ gibi küçümseyici isimlerden başkasını bulamıyorlar da onlara hep buna benzer isimler yakıştırıyorlar veya sanki cenabı Allah'ın şu buyruğunu hiç duymamışlardır: ‘Birbirinize kötü lakaplar takmayınız; iman etmiş kişilere fâsık demek en kötü şeydir.’ (397) İbn-i Kuteybe ‘Haşabiye’lerden şöyle bahseder: ‘Onlar Rafızilerdendir, İbrahim b. Eşter Ubeydullah b. Ziyad'la karşılaştığı zaman, İbrahim'in adamlarının çoğunda ‘Haşeb’ yani, ‘tahta sopalar’ vardı. Bu yüzden onlara ‘Haşşabiyeler’ denildi. (398)’ Biz de deriz ki: Onlara bu isimleri takmalarının sebebi, sadece onları küçük görmelerinden ileri gelmektedir. Buna rağmen yine de bu Haşabiler, Haşebleri ve imanlarıyla, Mercâne'nin oğlu, Ehl-i Beyt katilleri ve Nâsibileri mahvetmeye kâfi geldiler ve böylece zalimler onların elleriyle cezalandırılmış oldu. (399) Sonra bu şerefli lakabın bize ne zararı var ki? Bilakis biz bununla ve ‘Turabiyye’ lakabıyla iftihar ve şeref duyuyoruz. Olayların tesirine kapılarak mevzu dışına çıktık, tekrar bahsimize dönelim; Mansur'u bütün Sahih sahipleri ittifaken hüccet kabul etmişlerdir. (400) Şiiliği de elbette hepsi tarafından malumdu. İbn-i Sâ’d şöyle der: ‘Mensur, 132 yılının sonuna doğru vefat eder’ ve der ki: ‘İtimada şayan, emin, hadisleri bol, yüce ahlaklı bir insandı.’ Allah ona bol mağfiret ihsan etsin.


86- El-Minhal b. Amr El-Kufi Et-Tâbi: Kufe Şiilerinin meşhurlarındandır. Bu sebepten dolayı Cevzacâni onu zayıf kabul ederek: ‘Kötü Mezheplidir’ der. Keza, İbn-i Hazım ve Yahya b. Muin’de aleyhinde bulunurlar. Fakat Şii olduğunu bildikleri ve kendisi de bunu saklamadığı halde hadislerinin doğru olduğundan şüphe etmemişlerdir. Şu’be, Mes'udi, Haccac b. Artat ve daha bir çok kimseler kendisinden naklederler. İbn-i Muin, Ahmed el-İcli ve benzerleri onu tasdik ederler. Zehebi ‘Mizan’da ondan bahseder (401) ve yazdıklarının hepsini zikrederken, Buhari (402) ve Müslim'in ondan tahric ettiklerine işaret eder.


87- Musâ b. Kays El-Hadrami: Künyesi Ebu Muhammed'dir. Ukayli, onu aşırı Rafızilerden sayar. Süfyan, ondan Ebu Bekir ve Ali'yi sorar, O: Ali'yi daha çok severim, der. Musa, Seleme b. Kühayl'den İyad b. İyad'den Malik b. Caûne'den müselsel olarak şu hadisi rivâyet ederdi; ‘Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini duydum: Resulullah (s.a.a) dedi ki: ‘Ali Hak'la beraberdir. Ona tabi olan da Hak'la beraberdir. Onu terk eden ise Hakkı terk etmiş olur.’ (403) Bu hadisi Musa'dan Ebu Nuaym Fadıl b. Dekin nakleder. Musa, bundan başka Ehl-i Beyt hakkında, Ukayli'yi rahatsız eden doğruluğu sabit bir çok hadis rivâyet eder. Musa, hakkında konuşmasının sebebi de budur. İbn-i Muin ise, Musâ’yı doğrular. Aynı zamanda Ebu Davut ve Said b. Mensur sünenlerinde onu hüccet kabul etmişlerdir. Zehebi de tercümei hayatını yazarken (404), hakkındâ yazdıklarımızın hepsini zikretmiş. Musa, Halife Mensur zamanında ölür. Allah rahmet eylesin.


88- Nafi b. Haris Ebu Davut En Nahai, El-Kûfi, El-Hemdânî Es-Sebîi: Ukayli: ‘Rafizilikle aşırı gidenlerdendi’ der. Buhari: ‘Şiiliği yüzünden hakkında konuşurlar’ diyor. (406) OysaSüfyan, Hümam, Şerik ve bu tabakadan daha bir çok kişi ondan nakleder. Tirmizi, onu hüccet kabul eder. (407) Mesnet sahipleri de ona ait hadisler tahric ederler. Tirmizi ve diğer kitaplarda Enes b. Malik, İbn-i Abbas, Amran b. Husayn ve Zeyd b. Erkam'dan nakletmiş olduğu hadisleri bulabilirsiniz. Zehebi de tercümei halini yapar ve onunla alakalı zikrettiğimiz hususları zikreder.


89- Nuh b. Kays b. Rebah El-Hemdâni: Ona et Tahi el-Basri de denir. Zehebi, Mizanında onu zikreder ve şöyle der: Hadisi özenli ve elverişlidir’ ve der ki: ‘Ahmed ve b. Muin onu tasdik ederler. Ebu Davut onun Şii olduğundan bahseder ve der ki: Nesai, onun zararsız olduğunu söyler. (408) Aynı zamanda Zehebi, onun adının üzerine Müslim'in ve Sünen sahiplerinin rumuzunu koyar. (409) Yani onun, bunların sahihlerindeki adamlarının biri olduğuna işaret eder. Müslim'in Sahihi’nde içki hakkında onun bir hadisi var. Bu hadisi İbn-i Avn’dan naklediyor. Yine Müslim'de giyim hakkında bir hadisi var; bunu da kardeşi Hâlit b. Kays'tan nakleder. Ondan nakledenler ise, Müslim'de Nasr b. Ali; diğer Sahihlerde Ebu’l Eş'as ve bu gruptan daha başka kişiler. Nuh'un ayrıca, Eyyup'tan, Amr b. Mâlik'ten ve daha başkalarından hadisleri var.


90- Harun b. Sa'd El-İcli El-Kûfi: Zehebi onu zikreder. Zikrettiğinde adamın üstüne Müslim'in rumuzunu koyar ki, bu da Müslim'in adamlarından olduğuna delalet eder. Daha sonra onu vasfederken şöyle der: ‘Ahlakça sâdıktır, fakat kindar bir Rafızidir.’ Abbas, İbn-i Muin’in şöyle dediğini nakleder: Harun b. Sâ’d aşırı Şiilerdendir. Abdurrahman b. Ebi Said
el-Hudri'den hadisleri vardır, kendisinden ise, Muhammed b. Ebi Hafs el-Attar, Mes'udi ve Hasan b. Hayy naklederler. Ebu Hâtim: ‘Zararsız’ der. (410) Ben de, Hasan b. Salih'in, Harun'dan, Harun'un da Selman'dan Müslim’de, ateşin sıfatı hakkında, bir hadisi, naklettiğini hatırlıyorum. (411)


91- Hâşim b. Berid b. Zeyd Ebu Ali El-Kufi: Zehebi, onu zikrederken adının üstüne ‘Ebu Davut’ ve ‘Nesai’nin rumuzunu koyar ki, (412) bu da onun her ikisinin sahihlerindeki adamlarından biri olduğuna işarettir. Ayrıca onun Rafızilik yaptığına şahitlik yaptığı gibi İbn-i Muin’in ve daha başkalarının da onu doğruladıklarını nakleder ve Ahmed, onun için ‘zararsız dedi’ der. (413) Biz de diyoruz ki: Hâşim, Zeyd b. Ali'ye Müslim-i Batin'den naklettiği gibi kendisinden de Harbi ve oğlu Ali b. Hâşim ve belli başlı daha başka kişiler de naklederler. Hâşim'in bir Şiilik evinden olduğu bu kitapta daha önce oğlu Ali b. Hâşim'in ahvalinden bahsederken yaptığımız açıklamalardan belli olmuştur.


92- Hubeyre b. Barim El-Himyeri: O da Hâris b. Abdullah gibi Ali aleyhis’selam'ın ashaplarındandı. Zehebi, ‘Mizan’ında onu zikreder ve adının üzerine ‘Sünen sahiplerinin rumuzunu koyarak, (414) senetlerindeki adamlarının biri olduğuna işaret eder ve Ahmed'in, ‘Hadisinde bir sakınca yoktu, bize göre Hâris’ten daha sevimlidir.’ dediğini nakleder; ayrıca İbn-i Hiraş'ın: ‘Zaaf sahibidir, Sıffın maktullerini kontrol edip henüz ölmeyenleri öldürürdü’ dediğini, Cevzacâni'nin de: Muhtarın adamlarındandı, Hâzır günü henüz ölmeyen yaralıları öldürür’ (415) söylediğini zikrediyor. Biz de şöyle diyoruz: Şehristani ‘Mile’l ve Nihal’ kitabında onu şialardan sayar. (416) Zira şiiliği sabittir. Hz. Ali hakkındaki hadisi ‘Sünen’lerde sabittir. Bu hadisi ondan Ebu İshak ve Ebu Fâhite rivayet ederler.


93- Hişam b. Ziyad Ebu’l Mikdam El-Basri: Şehristani, ‘Milel ve Nihal’ kitabında onu Şialardan saymıştır. (417) Zehebi ise Mizan’ında (H) harfinde adını, künyelerde de künyesini zikreder (418) ve künyesinin üstüne (T-K) Rumuzunu koyar, Bu da ‘Sünen’ Sahiplerinden kendisine itimat edenlere işarettir. Arzu eden, Tirmizi Sahihi ve başkasına bakıp (419) Hasan ve Kardi'den olan hadisini görebilir. Ayrıca kendisinden, Şeyban b. Feruh, Kâvarîri ve daha başkaları da naklederler.


94-Hişam b. Ammar b. Nusayr b. Meyser’e Ebu’l Velid. Ez Zafari ed-Dimeşki de denir. Buhari'nin şeyhlerindendir. İbn-i Kuteybe Maarif’inin fırkalar babında ondan bahsederken onu Şia’dan saymıştır. (420) Zehebi’de ‘Mizan’nında onu zikrederken ondan: İmam Şam'ın Hatibi, misafir evi, muhaddis diye bahseder. ‘Sâdık ve hadislerinin çok olduğu inkâr edilemez’ der. (421) Biz de ilaveten şöyle diyoruz:

Buhari Sahihi’nde Bey (Satıcılık) kitabının ‘Bir fakirin, borcunu geciktirmek’ babında (422) onun hadisini vasıtasız rivâyet ettiği gibi, başka yerlerde de ondan hadisler naklettiğini hadis okuyucuları bilir elbette. Bunların bazıları ‘Mağazi’ ‘İçkiler’ ve ‘Peygamber (s.a.a)’in ashabının faziletleri’ kitaplarındadır. Hişam Yahya b. Hamzâ’dan, Sadaka b. Halit'ten, Abdülhamit b. Ebu’l İşrin ve başkalarından nakleder. Mizan’da şöyle deniyor: ‘Çok kişi ondan bahseder, zira çok kişi ona okuma ve hadis öğrenmeye gitmiştir.’ Şeyhlerinden biri olan ‘Velid b. Müslim’ ondan bahseder. Kendisi de Ebi Lehiâ’dan mecazen nakletmiştir. Abdan: ‘Onun gibisi dünyada yoktu’ der. Başka biri de: Hişam, fasih, beliğ ve ilmi çok olan bir adamdı der. Bizim de diyeceğimiz şu: Hişam diğer Şiiler gibi, Kur'an kelimelerinin Cenabı Allah tarafından yaratıldığına inanırdı. Hatta bu inancı imam tarafından Ahmed'e tebliğ edildiği zaman: (423) ‘Onun istikametsiz olduğunu bilirim Allah cezasını versin’ der. Ahmed, bir gün de Hişam'ın yazdığı bir kitabın hutbesinde şöyle yazıldığını görür: ‘Yaratmasıyla yaratıklara tecelli eden Allah’a şükürler olsun.’ Ahmed, bunu görünce sinirinden yerinde duramaz oldu. Hatta Hişam'ın arkasında namaz kılanları namazlarını tekrar etmelerini emretti. Hişam’ın bu sözleri Cenabı Allah'ı görünürlükten ve keyfiyetten tenzih ettiği gibi halk ettiği yaratıklarla kudretin tanzimini ifade ettiği anlayışlı kişiler nezdinde açıktır. Hişam demek istiyor ki her şeyde kudretinin bir delili bir alameti vardır. Fakat sonraki alimler içtihatları nisbetinde birbirleri hakkında konuştukları olabilir. Hişam, 153’te doğup, 245 yılının muharrem ayının sonunda vefat etmiştir. Allah-u Teâla rahmet eylesin.


95- Hüşeym b. Beşir b. Kasım b. Dinar Es Selemi El-Vasıti: Belh asıllıdır; Dedesi Kasım, ticaret için Vâsıt’a gelir. İbn-i Kuteybe ‘Maarif’inde onu Şia’lardan sayar. (424) Ayrıca imam Ahmed b. Hanbel'in asrında onun tabakasından olanların şeyhi idi. Zehebi, Mizan’ında onu
zikreder ve Sahih sahiplerinin altısının da onu hüccet gösterdiklerini yazar. Ayrıca onu hâfız diye vasıflandırır ve büyük bir âlim olduğunu, Zehri’den ve Huseyin b. Abdurrahman’dan duyduğunu, Yahya b. Kahtan’ın Ahmed'in Yakup ed-Dervaki'nin ve daha bir çok kişinin ondan naklettiklerini zikreder. (425) Biz de ilaveten deriz ki, Buhari ve Muslim’in Sahihlerine bakın. (426) Şu şahıslardan naklettiği hadisleri görürsünüz: Hamid et-Tavıl, İsmail b. Ebi Hâlil, Ebu İshak eş-Şeybâni ve daha başkaları... Yine aynı sahihlerde kendisinden, Amr en-Nakit, Amr b. Zurâra ve Said b. Süleyman naklederler. Ayrıca yalnız Buhari’nin yanında kendisinden, Amr b. Avf Sâ’d b. Nadr, Muhammed b. Nebhan, Ali b. Medini ve Kuteybe rivayet ederler. Yine yalnız Müslim'in yanında Ahmed b. Hanbel, Şurayh, Yakup ed-Devraki Abdullah b. Muti, Yahya b. Yahya, Said b. Mensur İbn-i Ebu Şeybe, İsmail b. Sâlim, Muhammed b. es-Sabah, Davut b. Râşit, Ahmed b. Mâni, Yahya b. Eyyüp, Züheyr b. Harb, Osman b. Ebi Şaybe, Ali b. Hacer ve Yezid b. Hârun rivâyet ederler. Hüseyin b. Beşir, 183 yılında, Bağdat'ta 79 yaşında vefat eder. Allah rahmet eylesin.


96- Vakî b. Cerrah b. Melih b. Udeyy: Oğlu Süfyan Revâsi ile künyelenir. Kays Gaylan kabilesindendir. İbn-i Kuteybe Maarif’inde onu Şialardan saymıştır. (427) İbn-i el-Medini de Tezhib’inde, Vaki'in Şiiliğine nas koymuştur. Muaviye oğlu Mervan da Vaki’in Rafızi olduğundan şüphe etmezdi. Bir gün ona Yahya b. Muin gelir ve yanında üzerine şöyle yazılmış bir yazı görür: ‘Filan adam böyledir, filan da şöyledir’ arada bir de: ‘Vaki Rafızi’dir.’ İbn-i Muin bu yazıyı görünce ona: Vaki senden daha hayırlıdır, der. O: Benden mi? Diye sorunca, İbn-i Muin: Evet der. Ahmed b. Hanbele sorarlar: Vaki ile Abdurrahman ihtilafa düşerse hangisinin dediğini tercih edelim? Ahmed, Abdurrahman'ı tercih eder, ileri sürdüğü bazı sebeplerden dolayı bunlardan biri, Abdurrahman, Vaki hilafına selefın (eskilerin) lafını etmezdi. (428) Bunu Zehebi de, Hasan b. Salihin hayatının tercümesinin sonunda yazdıklarıyla onaylar. Zehebi şöyle der: Vaki dedi ki: Hasan b. Salih benim yanımda imamdır. Ona: Ama o Osman'a rahmet okumaz denildiğinde, ona: Sen, Haccac'a rahmet okur musun? der. (429) Böylece Osman'ı Haccac'la bir kefeye koyar. Zehebi, onu zikreder ve bu yazdıklarımızın hepsini nakleder. Sihah sahiplerinin altısı da ona tanıklık yaparlar. (430)

Buhari ve Müslim’in sahihlerinde; A'meş, Sevri, Şü'be, İsmail b. Ebi Hâlid ve Ali b. Mübârek’ten olan hadisleri sizi ikna eder sanırım. Yine aynı sahihlerde İshak el-Hanzali ve Muhammed b. Namir ondan hadis naklederler. Ayrıca yine Buhari'de ondan şu şahıslar nakleder: Abdullah b. Hamidi, Muhammed b. Selam, Yahya b. Cafer b. A'yen, Yahya b. Musa ve Muhammed b. Mukâtil. Yine ayrıca Müslim’in yanında ondan şu belirli şahıslar nakleder: Zübeyr, İbn-i Ebi Şeybe, Ebu Küreyb, Ebu Said el-Eşecc, Nasr b. Ali, Said b. Ezher, İbn-i Ebu Umar, Ali b. Haşrem, Osman b. Ebi Şeybe ve Kuteybe b. Said. 197 yılının Muharrem ayında hacdan dönerken vefat eder. Allah-u Teâla ona rahmet eylesin. Öldüğünde 67 yaşındaydı.


97- Yahya b. El-Cezzar El-Arni El-Kûfi: Hz. Ali (a.s)’ın ashabındandı Zehebi onu, Mizan’ında zikrederken Müslim'in ve Sünen sahiplerinin ona tanıklık ettiklerine dair işaret koyar ve inanılır olduğunu tasdik ederek Hakem b. Uteybe'nin, onun hakkındaki şu sözlerini nakleder: Yahya b. Cezzar, Şiilikte aşırı bir tutuma sahipti. (431) Ayrıca İbn-i Sa'd da onu Tabakat'ında zikreder ve şöyle der: Yahya b. Cezzar, Şii olduğu gibi, sözleri aşırı idi. Hepsi de der ki: İnanılır bir şahıstı ve hadisleri vardı. Biz de deriz ki: Müslim Sahihinde (432) Hz. Ali’den, namaz hakkında nakletmiş olduğu bir hadisini gördük. Yine Müslim Sahihinde Abdurrahman b. Ebi Leyla’dan iman hakkında naklettiği bir hadisi daha var ve yine Müslim'de Hakem b. Uteybe ve Hasan el-Ami ondan naklederler.


98- Yahya b. Said El-Kattan: Künyesi el-Basri’dir. Zamanının muhaddisi idi. İbn-i Kuteybe Maarif’inde (433) onu Şiilerden sayar. Altı Sahih sahipleri ona tanıklık ederler. (434) Hişam b. Urve, Hamit et Tavil, Yahya b. Said el-Ansari gibilerden naklettiği hadisler Buhari ve Müslim'in sahihlerinde sabittir. Yine aynı Sahih'lerde, kendisinden şu şahıslar nakletmişlerdir: Muhammed b. Musenna, Bendar, Musedded, Ali b. Mediniy Beyan b. Amr Muhammed b. Hâtim ve daha nice niceler... Hicretin 198. yılında, 78 yaşında vefat eder. Allah-u Teâla rahmet eylesin.


99- Yezid b. Ebi Ziyad El-Kûfi, Ebu Abdullah:Beni Hâşim'in kölesi idi. Zehebi onu Mizan'ında zikreder (435) ve isminin üzerine kendisinden naklettiklerine işareten, Müslim’in ve dört Sünen sahibinin (436) rumuzunu koyar ve İbn-i Fudayl'in: ‘Yezid b. Ebi Ziyad, Şiilerin büyük imamlarındandı,’ dediğini nakleder. Bizzat kendisi de, onun Kufe âlimlerinin meşhurlarından olduğunu itiraf eder. Bununla beraber hepsi ona yüklenir ve ellerinden geldiği kadar onu kötülemeye çalışırlar. Buna sebep daha çok Ebu Berzen’in senedi ile şu hadisi rivâyet etmesidir: ‘Peygamber (s.a.a) ile beraberdik, şarkı sesi duyuldu, baktık ki Amr b. As ile Muaviye şarkı söylüyorlar, Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: ‘Allah’ım, onları fitneye döndükleri zaman o fitnenin içinde bırak ve ateşin içine sürükle.’ Müslim'in Sahihi’nde, Abdurrahman b. Ebi Leylâ’dan aldığı ve kendisine isnaden Süfyan b. Uyayne'nin rivayet ettiği, yemekler hakkındaki hadisi görebilirsin... 136 yılında, 90 yaşında ölür. Allah rahmet eylesin.


100- Ebu Abdullah El-Cedeli: Zehebi, Onu künyeler babında zikreder ve adresinin üzerine (D.T) işaretini koyar; bu, Sahihlerinde Ebu Davut ve Tirmizi’nin adamlarından olduğuna delalettir. Sonra da onu Şii ve buğz sahibi olarak vasıflandırır ve Cevzacâni'nin, ‘Muhtar’ın bayrağını taşıyanlardan’ dediğini, Ahmed'in ise onu onayladığını nakleder. (437) Şehristâni de Milel ve Nihal kitabında onu Şiilerden sayar. (438) İbn-i Kuteybe ise Maarif’inde onun mutaassıp Rafiziler'den olduğunu zikreder. (439) Hadislerini Ebu Davut ve Tirmizi'nin Sahihlerinde ve bütün Sünen senetlerinde görebilirsiniz. Ayrıca onu İbn-i Sâd’da Tabakat’ında zikreder ve: ‘Mutaassıp bir Şii idi’ der.

Onun hakkında şu iddiayı da ileri sürerler. Muhtar’ın jandarmalarındandı, Muhtar onu sekiz yüz kişiyle, Muhammed b. Hanefiyye ve Ben-i Haşim’i, İbn-i Zübeyr’den kurtarmak için gönderir ki, İbn-i Zübeyr Muhammed ve yakınlarının kendisine biat etmedikleri için kuşatıp ateşe vermeğe kalkmıştı. Fakat Ebu Abdullah el-Cedeli onları bu tehlikeden kurtarmıştı. Allah ona Peygamberinin ailesine yapmış olduğu bu iyiliğin mükâfatını versin... Bu muhterem, acele olarak zikretmek istediğimiz şahısların sonuncusudur. Hepsi Şiiliği sabit yüz kahraman olup, Sünnilerin ister istemez hüccet kabul ettikleri, ümmet tarafından alim sayılan kişilerdir. Nübüvvetin eserleri onlarla muhafaza edilmiştir. Sihahların, Sünenlerin, Müsned'lerin dayanağı onlar olmuşlardır. İsimleriyle birlikte onları zikrettik. Ehl-i Sünnetin, onların Şii olduklarını kabul etmelerine rağmen yinede onları hüccet kabul ettiklerini isbat için naslar getirdik, bunu da sizin hükmünüze uymak için yaptık. Böylece, Sünnet ehli, Şia adamlarını hüccet olarak kabul etmezler, diye iddia edenler, ümit ederiz ki bu tesbitleri okuyunca hatalarını anlamış olurlar ve hadis dayanağının, doğruluk ve emanet mevzubahis olduktan sonra, Şii ve Sünni fark gözetilmeyeceğini idrak ederler.

Kaldı ki Şiilerin hadisi mutlak şekilde reddedilseydi Nebevi eserlerin tümü zâyi olacaktı. Bunu Zehebi Mizân’ında Eban b. Tağleb'in tercümei halini yaparken açıkça itiraf etmiştir. (441) Zira inkâr etmek apaçık fesada davet etmekten başka bir şey değildir. Siz ise -Allah sizinle hakkı galip kılsın- biliyorsunuz ki Sünnilerin hüccet kabul ettiği şu saydıklarımızdan başka, daha nice Şiiler vardır ki, onlar bunlardan sayıca daha fazla, ilimde daha ileri, hadiste daha zengin, Şiilikte daha köklü kimselerdir. Zira onlar Sahabe Şiilerdir. Allah hepsinden razı olsun...

Size o değerli şahısların isimlerinden son bölümlerimizde bahsettik ve edeceğiz, inşaallah. (442) Tâbiinlerden de hüccet kabul edilir öyle Şiiler vardır ki, hepsi birer doğruluk ve emanet âbidesi... Hepsi de yetenekli hafız, itimada şayan kimselerdir. Örneğin Allah-u Teâlâ’nın yolunda ‘Küçük Cemel’ (443) ‘Büyük Cemel’ (444) ‘Sıffin’ (445) ve ‘Nehrevan’ (446) vakıalarında, Emir’ul Mü’minin Hz. Ali’nin saffında savaşırlarken şehit olanlar... Hicaz ve Yemen'de Busr b. Artat'ın gadrine uğrayanlar. (447) Muâviye tarafından Basra'ya gönderilen Hadrami’nin fitnesine kurban gidenler. (448) Ve ‘Cennet gençlerinin efendisi’ ile birlikte Kerbela’da şahâdete erişenler. (449) Torunu, şehit Zeyd ve onun gibi Muhammed soyundan olup (450), zulme karşı isyan edenlerle beraber şehit olanlar. (451) Ve yerlerinden zalimce sürgün edilip, eziyetle öldürülenler. (452) Ve korkudan takiyye'ye yönelenler ki, bunların arasında Ahnef b. Kays, Esbağ b. Nebâte ve (harfleri ilk noktalayan) Yahya b. Yâ’mur, luğat ve aruz ilmini icad eden Halil b. Ahmed, (454) Sarf ilmini ortaya koyan Maaz b. Müslim gibi meşhur şahsiyetler de vardır. (455) Daha bunlar gibi niceleri var ki, hepsini sayacak olursak ciltlere sığmaz. (456) Sünnet ehlinin ihmal ettiği daha nice Şii hafızlar, ilim adamları vardır. Fakat dediğimiz gibi, onları zayıf gösterip isimlerinden bahsedilmemesini tavsiye ettiler. Ama Şii âlimler onların isimlerini, haletlerini ihtiva eden fihristler, ansiklopediler tanzim ettiler. (457) Böylece Şeriat yolundaki hizmetlerini ispat etmiş oldular. Bu alimlerin hakikatlerine vakıf olanlar, onların ne derece sâdık, emin, zahid olduklarını ve Cenabı Allah ve Resulünün yolunda ne derece muhlis nasihatlerde bulunduklarını gayet iyi bilirler. Allah bizi, sizin ve onların bereketinden faydalı kılsın. (Ş)

DİPNOT:
1- Guluvv, haddinden fazla dinci olana denir. Ayrıca Şiilerden Hz. Ali'ye Allah’lık sıfatı veren, ‘Gulât’ fırkası vardır, onun ferdine Guluvv veya Gâli denir.
2- Mübazere: Teke tek vuruşma, savaşma.
3- Hüccet: Beyy'ine, şahit, tanık.
4- Mizan’da Abdürazzak'ın hayatı babında 2 ve 3. Mizan'da yazılı.
5- Evet kendisine muvafakat eden insanlar çok, ona muvafakat etmeyenler sadece Nasibi ve Haricilerdir. Muvafık olup da en büyük hüccet olan, Ahmed b. el-Ezher şöyle diyor: Ahdürrezak Muammer'den, ez Zehri'den, Ubeydullah'tan, İbn-i Abbas'tan şu hadisi nakletti: (Resulullah (s.a.a) Hz. Ali’ye bir gün şöyle dedi: ‘Sen dünyada da efendisin âhirette de. Seni seven beni de sevmiş olur. Senden nefret eden benden de nefret etmiş olur ki onun cezası cehennem azabıdır. Bu hadisi, Hâkim Mustedrek’inde yazar.
6- Muaviye, Allah'a karşı isyan etmiş adamlarının görüşünün dışında, hâşâki günah sayılsın. Resulullah (s.a.a)’a dayanan hadisi de kendisi nakleder: ‘Muaviye’yi benim minberimde görürseniz öldürün.’
7- Mizan’da yazılı.
8- Mizan’da aynen yazılıdır.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

17. MEKTUP - (3 Zilhicce 1329)
1- Münazaracının nezaketi.
2- Ehl-i Sünnetin, itimat edilir Şiileri Hüccet kabul etmelerinde bir sakınca
olmadığını açıkça söylemesi.
3- Ehl-i Beyt hakkında inen ayetlere iman etmesi.
4- Bu ayetlerle, Kıble ehlinin tuttuğu yolun bu kadar farklı olduğuna şaşması.



1- İnanın gözlerim şimdiye kadar sizden daha zeki ve anlayışlı bir zatı görmemiştir; kulaklarım sizden daha açık zihinli, daha basiretli birini duymamıştır. Hiç bir duygu sahibinin kulağını lehçenizden daha yumuşak, sözünüzden daha tesirli bir ses okşamamıştır. Mektubunuzda adeta bir nehir gibi akıyorsunuz... Münazaranızda, dillere, kulaklara, gözlere ve gönüllere hükmediyorsunuz. Bilhassa bu son mektubunuz insanların başını eğecek, batılın başına, hakikat kılıcını vuracak mahiyette.

2- Herhangi bir Sünni’nin Şii kardeşini, ‘İtimada şâyan olduktan sonra, hüccet kabul etmesinde hiç bir sakınca olmadığı anlaşılmıştır. Bu doğrultudaki görüşünüz açık bir hakikattir. Muârızların görüşü ise, düşmanlık ve inada dayanmaktadır. Şiileri şâhit, kabul etmediklerine dayanan sözleri, filleriyle bağdaşmadığı gibi, onları şâhit, göstermekte de filleri sözleri ile çakışmaktadır. Yani, sözleri ve fiilleri aynı bahis istikametinde yarışmadığı gibi, aynı gâye, aynı yoldan gitmemektedir; daha başlangıçtan birbirine çarpıp, her biri ötekini göğsünden tutupitmektedir. İşte onun için, onların ‘Hücceti’ sakat, sizin ‘Hüccetiniz’ ise gayet sıhhatli olmuştur. Hatta acele olarak da olsa, takdim etmiş olduğunuz isimleri bir ‘kitap’ halinde derleyip, ona şöyle bir isim vermenizi bendeniz tavsiye ederim: ‘Sünni senetlerinde Şii Senetler.’ Böyle bir Risale bu mevzudaki gâyenin kendisi olur ve hiç kimsenin ardında arayacağı başka bir gâye kalmaz. ümit ederim ki İslam aleminde büyük bir ıslah ihdas etmeğe sebep olur, inşallah.

3- Allah-u Teâla’nın âyetlerinin tümüne inandığımız gibi Emir’ül Müminin Ali b. Ebi Talibin ve bütün Ehli Beytin hakkında nâzil olan ayetlere, istediğinizden fazla iman etmişizdir.

4- Ehl-i Kıblenin, neden Ehl-i Beyt İmamlarını ihmal ettiklerini bilemiyoruz. Neden onların ‘Mezhepleri’ icabınca, ne asılda ne teferruata ibadet etmediler; neden ihtilaflı meselelerde onların sözüne uymadılar? Neden ümmetin alimleri onların görüşünü aramayıp, nazari meselelerde onlara muârız bile oldular. Hatta onlara muhalefet etmekte hiç bir sakınca görmediler... Böylece Ümmetin âmmesi Seleften Halef'e aynı yolu takip edip din meselelerinde, inkâr yoluna sapmadan başkalarına yönelmişlerdir. Eğer kitap âyetlerinde ve Sünnet sahihlerinde dediğimiz hususlar ‘Nas’ olsaydı, kıble ehli Ehl-i Beyti bırakıp başkalarına yönelmezlerdi. Fakat onlar, kitaptaki âyetlerden ve sünnetten ancak Ehl-i Beyte medh ve senayı, onları sevip onlara hürmet etmeyi vasiyet etme manasını çıkarmışlardır. Salih Selef elbette ki ‘Sünnet’ ve ‘Kitap’ hususunda daha çok bilgiye sahiptirler. Onların yolundan gitmekteyiz.’ Vesselam. (S)







18. MEKTUP - (4 Zilhicce 1329)
1- Sevgiye hürmetle mukabele.
2- Münâzaracının kıble ehline mutlakıyet hakkı vermekteki hatası.
3- Ehl-i Beyte sırt çevirenler idâreciler olmuştur.
4- Ehl-i Beyt imamları, kesin olarak hiç bir nazarı itibar ve delille başkalarından
geri kalmamışlardır.
5- Hangi Adil mahkeme onlara sığınanları dalâlet suçundan mahkum eder?



1- Benim gibi bir âciz hakkında iyi düşünceler beslemenizden dolayı size teşekkürlerimi sunar, bana ve mektuplarıma rıza gözüyle bakışınızı takdirle karşılarım. Bu yakınlık ve lütuf karşısında huşû eder, heybet ve iclalle eğilirim.

2- Ne var ki; Zatı alinizden Ehl-i Kıblenin tümüyle Ehl-i Beyt'e sırt çevirdiklerini içeren hükmünüzü, tekrar gözden geçirmenizi rica edeceğim. Size şunu hatırlatmak isterim ki Ehl-i Kıblenin yarısı Ehl-i Beyt'in Şia’sıdır. Onlar hiç bir zaman ne sırt çevirdi, ne çeviriyor, ne çevirecek, ne de ilelebet Ehl-i Beyt'in takip ettiği, din usulleri ve teferruatı yolundan sapacaklardır.
Onlar Ehl-i Beyt'in Mezhebiyle ibâdet etmeyi Kitap ve Sünnetin tayin ettiği vâciplerden saymaktadırlar. Ve Allah-u Teâla’ya bu görüş çerçevesinde, her asırda ve her diyarda ‘tedeyyün’ etmeyi uygun görmüşlerdir. Peygamber (s.a.a)’in vefatından bugüne dek Halef Selefi takip ederek aynı yola devam etmektedirler.

3- Ehl-i Beyt'e yüz çevirenler halifelik meselesi yüzünden bu ümmetin idarecileri ve âmirleri olmuştur. Halifeliği Emir’ül Müminin Ali b. Ebi Talib'e ‘nas’ olunduğu halde, ihtiyari yaptılar. Güya Araplar devamlı bir kabilede kalmasına sabredemezlermiş... Buna dayanarak o ‘nassı’ tevillere büründürüp halifeliği seçime dayandırdılar ki, Arapların her kabilesi zamanın birinde kendisine geçeceğine ümit etsin. Nitekim böylece bir müddet burada bir müddet orada kalmaya mahkum oldu. Zira mâlik oldukları bütün kuvvet ve gayreti bu usûlün yerleşip devam etmesi uğruna sarf etmekten geri kalmadılar. Bu vaziyet onları Ehl-i Beyt’e karşı haşin ve zalim davranmaya ve onların mezhebi ile ibâdet etmenin Kitap ve Sünnetçe vâcip olduğuna işaret eden ne varsa te'vil etmeğe mecbur bıraktı... Eğer, o delillerin açıklığına teslim olup, Ehl-i Beyt'e, din usulü ve teferruatı ile dayanıp, halkı da kendilerine dayandırsalardı, yerleştirmek istedikleri usûlün yolunu yine kendileri keser Ehl-i Beyt'in en büyük müritlerinden olurlardı. Zaten bu hususları iyice tetkik eden bilir ki, Ehl-i Beytin imamlığına mezhepteki yüz çevirmenin sebebi, aslında Resulullah (s.a.a)’den sonra umumi imamlıklarının (halifelikte dahil)yerleşme korkusunun tepkisidir.
Eğer yalnız din ve mezhep imamlıkları mevzubahis olsaydı buna hiç kimse itiraz etmeyecek onların mezhebinden kimse ayılmayacaktı.

4- Bırakın onların hakkındaki nas ve beyanatı. Bunların, hiç aslı olmadığını sayıp onlara dikkatlice bakın. Onlarda hiç bir kusur bulabilecek misiniz?.. İlim ve takvâda imam Eş'ari'den veya dört imamdan geri midirler?.. Eğer kusurları yoksa ve başkalarından geri değillerse, neden başkalarının sözü daha geçerli ve takip edilmekte daha evlâ oluyor?.. 5- Ve hangi âdil mahkeme onların korkuluğuyla korunmanın veya onların yolunu takip etmenin sapıklık olduğuna hükmeder? Sünni Cemâatinin mahkemesi mi, haşa. Selamlar size. (Ş)
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

19. MEKTUP - (5 Zilhicce 1329)

1- Adil Mahkemeler Ehl-i Beyt'e sığınmanın dalâlet olduğuna hüküm veremezler.
2- Onların Mezhepleriyle amel etmek emâneti muhafazadır.
3- Denilebilir ki, onların mezhebini takip etmek daha evlâdır.
4- Hilafetin ‘Nas’ mâhiyetinin açıklanmasını istemek.


1- Ehl-i Beyt'in ipine tutunanların, onların yolunu takip edenlerin dalâletine dâir, âdil mahkemeler hüküm veremez. Onlar da imamlık vecibeleri hususlarında diğer imamlardan geri kalmazlar.

2- Onların mezhebi ile amel etmek, şüphesiz kifâyetlidir ve diğer dört mezhep gibi mükelleflerin zimmetlerini beraat ettirir.

3- Hatta İmamlarınız olan on iki İmamın peşinden gitmek, dört imamın ve diğer imamların peşinden gitmekten daha evlâdır denilebilir. Zira on iki İmamın hepsi aynı mezhep üzerindedirler. (458) Hepsi de aynı şekilde o mezhebi her şâibeden arındırmış ve tespit etmişlerdir. Bilakis dört mezhep sahibinin arasındaki ihtilaflar fıkıhın bütün dallarında yaygındır. O ihtilafın kaynaklarını ihâta ve zapt etmek imkansızdır. Şu da malumdur ki, bir kişinin tasfiye ve tespiti On iki kişinin tasfiye ve tespiti ile eşit tutulamaz. Bütün bunlar hiçbir insaf sahibinin tereddüdüne yer, yolunu şaşırıp yol arayana da başka bir yön bırakmamaktadır. Evet. Nâsibiler, mezhebinizin Ehl-i Beyt İmamlarına isnat edilmesinin yaygarasını yapıyorlar. Size daha sonra bu hususta açıklama yapmanızı teklif edeceğim.

4- Şimdi ise, sizden halifeliğin İmam Ali b. Ebi Talib (r.a) ‘Nas’ olunduğundaki iddianızın açık ve sahih bir şekilde açıklanmasını rica edeceğim buyurun. Sadece Ehl-i Sünnet yolundan lütfen, Vesselam. (S)





İKİNCİ KONU : UMUMİ İMAMLIK

‘O da şüphesiz Resulullah (s.a.a)’tan Sonraki Hilafettir.’


20. MEKTUP (9 Zilhicce 1329)
1- Nass'lara özet olarak işaret etmek.
2- Evde cereyan eden ‘inzâr’ nassı.
3- Sünnet Ehli’nden bu nassı rivayet edenler.



1- Resulullah (s.a.a)’in İslam devletini Allah Teala’nın emri ve iradesi ile tesis ettiğini, kaidelerini hazırladığını, kanunlarını yerleştirip usullerini tanzim ettiğini etraflıca bilmiş olanlar, Ali'nin, onun veziri, düşmanlarına karşı desteği, ilminin mahalli, hikmetinin vârisi, veliahdı ve kendisinden sonra emrin sahibi olduğunu açıkça görürler. Yine Resulullah’ın, onun hakkındaki buyruklarına, ona karşı davranışlarına vakıf olanlar, bu husustaki nasların, peygamberliğinin başlangıcından ömrünün sonuna kadar birbirini mütevâtir bir şekilde takip ettiğini görür ve idrâk eder.

2- Bu davetin henüz başlangıcında cereyan eden şu olay sizi tatmin edecek niteliktedir: Mekke'de İslamiyet daha doğmamış sayılırdı. Allah-u Teala Resul-ü Ekremi'ne şu âyeti kerimeyi indiriyor: ‘En yakınların olan aşiretini inzar et (uyar).’ Bunun üzerine bütün yakınlarını (ki o gün kırk kişi kadar idiler) amcası Ebu Talib'in evine davet eder. (Aralarında amcaları Ebu Talib, Hamza ve Ebu Lehep de vardı.) Ziyafetin sonunda kalkıp onlara şöyle hitap eder: ‘Ey Abdülmuttalip oğulları! Allah'a yemin ederim ki, Arapların içinde hiç bir genç kavmine size getirdiğimin daha üstününü getirmemiştir. Size dünya ve ahiretin en hayırlısını getirdim. Cenabı Allah bana, sizi bu hayıra çağırmamı emretti. Hanginiz bana bu dâvamda yardımcı olmak isterse, o benim vasim ve halifem olacaktır...’ Hepsi susar, sadece Ali (a.s) en küçükleri olduğu halde ayağa kalkar ve ‘Ben ya Resulullah!.. Bu davada yardımcın ve vezirin olmak isterim’ der. Peygamber (s.a.a) kolunu boynuna dolar ve ‘İçinizde vasim ve halifem budur. Onu dinleyin ve ona itâat edin.’ Hepsi kalkarken Ebu Talib'e ‘Sana, oğlunun sözünü dinlemeni ve ona itâat etmeni emrediyor’ deyip gülüşerek dağılırlar. (459)

3- Bu ‘Nassı’ aynı sözlerle bir çok İslâmi tarihin yazarı beyan etmiştir. Bunlardan; İbn-i İshak, İbn-i Cerir, İbn-i Ebu Hâtim, İbn-i Merdeveyh, Ebu Nuaym, Beyhaki ‘Sünen’ ve ‘Delailinde, Sa'lebi ve Teberi ‘Şuara’ suresinin tefsirinde ve yine Teberi Ümem ve Mülük Tarihi kitabının ikinci cüzünde zikreder. İbn-i Esir de ‘Kâmil’ isimli tarihinin ikinci cüzünün 22. sayfasında, şüphesizliğinden emin olarak ileri sürer. Ebu’l Fida ise tarihinin birinci cüzünde (ilk Müslüman olanları zikrederken) bu olayı zikreder. İmam Ebu Cafer el-İskâfi el-Mûtezili de ‘Nakd’ul Osmaniye’ kitabında bu bahsin doğru olduğunu önemle nakleder.

Halebi de ‘Sireti Halebiyye’sinde Peygamber (s.a.a)’in Erkam'ın evinde ashabı ile saklandığına işaret eden ‘Bab’da bu bahsi getirir. Ayrıca bu asrın içtimai yazarlarından sayılan Mısırlı Muhammed Hüseyin Heykel ‘Siyaset’ isimli gazetesinde geniş bir şekilde anlatmıştır. Hatta bu hadisi meşhur olduğundan dolayı, Fransız, İngiliz ve Alman yazarların bir çoğu kitaplarında zikretmişlerdir. Yine bu hadisi Sünnilerin ileri gelen, müspet yazarlarından bir çok kişi aynı kelimelerle zikretmiştir. Örneğin Tahavi ve Diyâ el-Makdisi ‘Muhtare’de. Said b. Mahsur Sünende... Bilhassa Ahmed b. Hanbel ‘Müsned’inin 1. cüzünün 109. ve 111. sayfalarında, -Ali hadisinde-bakabilirsiniz. (460) Yine kendisi, Müsnedi’nin cüz, 1, sayfa, 331'de İbn-i Abbas’tan çok yüce bir hadis rivayet etmiştir ki, bu hadis şu ‘Nassı’ ihtiva eder: ‘Hz. Ali on hususiyete sahiptir ki, bunlarla diğer sahabelerden imtiyazlıdır. (461)’ Hatta bu yüce hadisi Nesai, ‘Hasâisi Aleviyye’sinde, Hâkim de Müstedrek'inde ihraç etmiştir. Zehebi de, doğru olduğunu itiraf etmiştir. Daha da tafsil istiyorsanız ‘Kenz’ul Ummal’ın 6. cüzüne bakabilirsiniz. Bu kadar sağlam deliller yeterlidir sanırım. Vesselam. (Ş)
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

21. MEKTUP - (10 Zilhicce 1329)
‘Bu ‘Nass’ın doğruluğundan şüphe etmek.’

Hasmınız olan kimse, bu ‘Hadis’i itibara almaz, hatta şiddetli bir şekilde reddedebilir. Her iki şeyhin de bu hadisi ihraç etmemesi, size gösterilecek yeterli delildir. Hatta, Sihah sahiplerinin diğerleri de ihraç etmemiştir. Bu hadisin ileri gelen Sünniler tarafından nakledildiğini zannetmiyorum. Sizin de bunun onlarca doğru kabul edildiğine inandığınızı tahmin etmiyorum. Vesselam. (S)






22. MEKTUP - (12 Zilhicce 1329)
1- Bu Nass'ın tashihi.
2- Neden onu terk ettiler?
3- Onları iyi tanıyan bunu yadırgamaz.



1- Ehl-i Sünnetçe doğru kabul edildiğine inanmasaydım, onu burada arz etmezdim. Zira ‘İbn-i Cerir’ ve ‘İmam Ebu Cafer el-İskafi’ doğruluğu şüphe götürmez olarak takdim etmişlerdir. Belli başlı tahkikatçıların çoğu doğru olduğunu kabul etmiştir. Doğruluğu sizi tatmin edecek mahiyettedir. Sihah sahiplerinin, inanılır kimseler olarak tanımladıkları ve onlara isnaden nice hadisler rivâyet ettikleri sabittir. Size, Ahmed’in Müsned'i (Cüz,1. s, 111) e bakmanızı tavsiye ederim. Orada bu hadisi şu şahıslardan rivayet ettiğini görürsünüz. Esvet b. Amir, Onu Buhari ve Müslim Tanıt (Hüccet) kabul etmişlerdir. Perik, Müslim’in onunla tanıtlama yaptığını daha evvel zikretmiştik, A'meş, Buhari ve Müslim'in onunla tanıtlama yaptıklarını 16. mektupta zikretmiştik. el-Minhâl, Buhari'nin onunla tanıtlama yaptığını söylemiştik. (463) Abbâd b. Abdullah b. Zübeyr b. el-Avvâm; Buhari ve Müslim sahihlerinde, onu Ebu Bekir kızları Esma ve Ayşe’den duymuş, itibâriyle ‘tanık’ kabul etmişlerdir.

2- Buhâri ve Müslim bu hadisi doğrudan zikretmemelerinin nedeni hilâfet meselesinde fikirlerine uymamasından olsa gerek. Zira bir çok sahih hadisleri bu yüzden zikretmekten vazgeçmişlerdir. Şiilerin elinde bir silah olmasın diye, bilerek susmayı tercih etmişlerdir. Nitekim Sünnilerin bir çok şeyhi -Allah kusurlarını affetsin- bu tür hadisleri gizleme hatasına düşmüşlerdir. Hatta, bu husustaki gayelerini ‘İbn-i Hacer’ (Feth-ül Bâri) kitabında açıklamıştır. (464)
3- Buhâri'nin Emir’ül Müminin ve bütün Ehl-i Beyt'e karşı tutumunu tanıyan ve onun bu ‘nass’ları açıklamak istediği zaman titrediğini ve mürekkebinin kuruduğunu bilen kimse bu hadis ve benzerini görmezlikten geldiğini yadırgamaz elbet... Ve lâ havle Ve lâ kuvvete İllâ billâh’il-aliyy’il-azim. (Ş)
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

23. MEKTUP - (14 Zilhicce 1329)

1- Sâbit olduğuna inanması.
2- Mütevâtir olmadığı için şâhit gösterilemez.
3- Hususi hilâfet için yorumlanabilir.
4- İptalinden bahsedilebilir.



1- Ahmed’in Müsnedinde c. l, s. 111'e baktım ve senedindeki şahısların kimliklerini araştırdım, hepsinin belirlenmiş, doğru, inanılır kimseler olduğunu gördüm. Sonra bu hadisin geldiği bütün yolları tetkik ettim. Hepsi birbirine uygun birbirini teyit etmektedir. Ve böylece sâbit olduğuna inandım.

2- Fakat bu hadisi imamlık meselesinde ileri sürmeniz yerinde olmaz sanırım. Zira imamlık size göre din usullerindendir. Ona şâhit gösterilecek hadisin "mütevâtir" olması gerekir. Bu hadisin ise "mütevâtir" olduğu iddia edilemez.

3- Ayrıca bu hadis "Hz. Ali'nin yalnız Ehl-i Beyt'e özellikle Resulullah (s.a.a)in halifesi olabileceğine delâlet eder" söylenebilir. Umumi halifeliğine işaret eden belgeler nerede?.. (465)

4- Belki de bu hadisin iptalinden ve yerine başka hadisin geçerlilik kazandığından söz edenler çıkabilir. Zira Peygamber (s.a.a) tekrarından kaçınmıştır. Onun için sahâbeler her üç halifeye biat ederken bu hadis bir mâni teşkil etmemiştir. Allah hepsinden razı olsun. (S)







24. MEKTUP - (15 Zilhicce 1329)

1- Bu hadisi şâhit göstermemizin nedeni.
2- Husûsi Hilâfet genel olarak olumsuzdur.
3- iptal, burada gerçek dışıdır.



1- Ehl-i Sünnet imamlık ispatında her türlü "sahih" hadisi, mütevâtir olsun olmasın (466) şâhit gösterirler. Biz, bu hadisi onların yolundan doğruluğu ispat edilmiş olduğu için şâhit gösterdik. Daha doğrusu, kendi kendilerini ilzâm ettikleri şâhitle onları ilzam etmek için... Bu hadisi imamlığa işaret saymamızın nedeni ise bilindiği gibi aramızda mütevâtir olduğundandır. (467)

2- Bu hadisin, "Hz. Ali (a.s)ın hususi olarak Resulullah (s.a.a)ın sadece Ehl-i-Beytinde halifeliğine işaret eder" iddiası ise, aslından reddedilmiştir. Çünkü, Hz. Ali'nin halifeliğini Resulullah (s.a.a)ın Ehl-i Beytine husûsiliğini herkim kabul ederse, umumi halifeliğini de kabul etmiş sayılır. Yine umûmi halifeliğini her kim reddederse, hususi halifeliğini de reddetmiş olur. Bu ikisini birbirinden ayırmak mümkün değil... Nedir bu Müslümanların bütünlüğüne aykırı olan felsefe?..

3- İptalinden bahsettiklerini hiç unutmuş değilim: Fakat bu aklen ve şer'en vuku bulması mümkün olmayan bir şeydir, zira bu olay Peygamberin deneme zamanından evveldir ki, burada "Peygamber (s.a.a) teyidinden vazgeçti" diye onların iddialarından başka bir iptal belirtisi mevcut değil... Aksine nas'lar arka arkaya tevâtür hâlinde birbirini teyit etmekte... Farz edelim ki ondan sonra hiç bir nas yok, peki Peygamberin onu teyit etmekten vazgeçtiğini nereden biliyorlar? Zandan ve nefislerinin arzu ettiklerinden başkasını benimsemezler, oysa onlara Râblerinden hidayet gelmiştir. Vesselam. (Ş)
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

25. MEKTUP - (16 Zilhicce 1329)

1- Bu Nass’lara inanması.
2- Daha çok açıklama istemesi.



1- İman ettim sizinle karanlıkları aydınlatana, şüpheleri açığa kavuşturana ve sizi ibretlerin bir işareti, delillerin bir tecellisi olarak yeryüzünde bulundurana...
2- Bana bu delillerden daha da ihsan et Allah aşkına, vesselam. (S)






26. MEKTUP - (17 Zilhicce 1329)

1- Hz. Ali (a.s)’dan başkasına nasip olmayan, açık Nass'la belirtilen Ondan fazla fazilet.
2- Onunla Ģahitlik yapmanın tafsilatı.



1- “Dâr” hadisinin ne derece meşhur olduğunun ispatı için, Ahmedin "Müsned"inin birinci cüzünde ve Nesâinin "Hasâisi Aleviyye"sinde, Hâkimin Müstedrekinin üçüncü cüzünde zikrettikleri "nas"ların size yetmesi gerek... Zehebi'de açıklamasında, doğru olduğunu itiraf etmiştir. Bunlardan başka "Sünen" sahipleri de doğru kabul edilmiş yollardan ihraç etmişlerdir. Amr b. Meymun der ki; "İbn-i Abbas'ın yanında oturuyordum, baktık ki, dokuz adam geldi ve ona dediler ki: “Ya bizimle gelirsin, ya da meclisi boşaltır yalnız bizimle kalırsın.” İbn-i Abbas onlara “Ben sizinle gelirim” dedi ve onlarla birlikte bizden uzaklaşıp, biraz konuştular. Ne konuştuklarını biz duymadık, ama İbn-i Abbas dönünce yakasını silkip uflamaya başladı ve şöyle konuştu. "Öyle bir adamın hakkında konuşuyorlar ki, 10'dan fazla fazileti var ki, başkasına nasip olmamıştır. Öyle bir adamın hakkında konuşuyorlar ki, Peygamber (s.a.a) onun için: “Öyle bir adam göndereceğim ki, Allah onu hiç bir zaman mağlup etmez. Allah ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu severler” dediği zaman da herkes kulak kabartır ve o adamın kendisi olmasına dua eder, ama Peygamber (s.a.a) hemen arkasından "Ali nerede?" diye sorar. Ali gelir, fakat gözlerindeki ağrıdan dolayı önünü zor görüyor; Peygamber (s.a.a) onu böyle görünce her iki gözünün içine üfler ve sancağı üç kere sallayıp ona verir. Hayber Kalesini fetheder ve sonradan Peygamber (s.)in zevcelerinden biri olan Safiye bint-i Huyey'yi diğer esirlerle getirerek geri döner. İbn-i Abbas şöyle devam etti:

Sonra Peygamber (s.a.a) Tevbe Süresini filanla gönderdikten sonra, ondan tekrar almak için arkasından Ali (a.s)ı gönderir ve şöyle der; "Onu ancak benden olan, benim de ondan olduğum kimse götürebilir." İbn-i Abbas devam etti: Peygamber (s.a.a) amca çocuklarına der ki: Hanginiz benim dünyada ve ahirette velim, yardımcım ve kârdeşim olmayı kabul eder? Hepsi susar, Ali ise: "Ben kabul ederim” der. Peygamber (s.a.a) soruyu üç defa tekrar eder üçünde de ona yalnız Ali cevap verir. O zaman ona "Dünyada ve ahirette velim, yardımcım ve kardeşim sensin" der. İbn-i Abbas sözlerine şöyle devam etti: Ali, Hatice'den sonra ilk iman eden şahıstır; Peygamber (s.a.a) abâsını alıp Ali Fâtıma, Hasan ve Hüseyinin üzerine atar ve der ki "Ey Ehl-i-Beyt Allah sizden her türlü ricsi (pisliği) ve necaseti defedip sizi pak, temiz kılmak ister." “Ve Ali Peygamber (s.a.a)in yatağında yatan ve bu uğurda canını feda eden kişidir” İbn-i Abbas sonunda şöyle dedi: “Resulullah (s.a.a) "Tebuk" vakıasına gideceği zaman Aliyi Medine'de bırakmak isteyince Ali ağlar. Peygamber (s.a.a) ona: “Ya Ali, Harun'un Musâya yakınlık derecesi kadar bana yakın olmak istemez misin? Ne var ki benden sonra peygamber yok ve olmayacaktır; seni halifem olarak bırakmadıktan sonra gitmem doğru olmaz" der. Ona Resulullah (s.a.a) yine şöyle der: "Sen her mümin ve müminenin velisisin” Ve İbn-i Abbas dedi ki: Resulullah (s.a.a) mescidin ana kapıdan başka bütün kapılarını kapattırdı, Yalnız Alinin kapısını açık bıraktırdı. Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: “Ben kimin mevlası isem Ali'de onun mevlasıdır...” hadisi meşhurdur. Hâkim, bu hadisi aktardıktan sonra: Bu hadis doğru istinatlı olduğu halde Müslim ve Buhari bu şekilde zikretmezler der. Biz de deriz ki: Zehebi, Telhisinde bu hadisi rivayet etmiş ve "doğrudur" demiştir. (468)

2- Bu hadisteki kesin delillerden anlaşılıyor ki, Ali onun veliahdı ve ondan sonraki halifesidir. Görmüyor musunuz? Peygamber (s.a.a) nasıl onu dünya ve ahirette ki velisi, en sadık dostu olarak tanıtıyor... Nasıl onu, Harun Musa'ya ne kadar yakın ise, kendisine aynı derecede yakın olduğunu ilan ederken bütün mertebelerden yalnız peygamberlik mertebesini istisna ediyor. Onu istisna etmekte şüphesiz diğerlerinin genelliğine işarettir. Siz de biliyorsunuz ki. Harun'un Musa'nın yanındaki en açık derecesi ona vezirliği, destek olması ve davasında ona ortaklık yapması ve aynı zamanda bütün ümmetine ona, itâat etmesinin farz olduğunu söylemesi...

Bunun delili ise şu âyettir:
Allahım! Bana yakınlarımdan bir vezir tayin et... O kardeşim Harun olsun... Onunla beni kuvvetlendir. (469)
Ve dâvamda onu bana ortak yap) ve şu ayet:
Kavminin içinde benim halifem ol! Sulh eyle ve müfsitlerin yolunu takip etme!
Ve Cenabı Allahın ona cevabı:
İstediğine nail oldun ya Musa!..

İşte bu nassın hükmüne göre Ali, Resulullah (s.a.a)in kavminde halifesidir; ehlinde veziridir; davasında ise ortağıdır. -Tabii hilafet mahiyetinde, Nübüvvet mahiyetinde değil- ve ümmetinin en faziletlisi ve onun sağlığında ve ölümünde onunla ilgilenmeye herkesten daha lâyık olan kimse, Peygamber sağ kaldığı müddetçe veziri sayılması itibariyle herkesin ona itâat etmesi farzdır; aynı Musânın zamanında kavminin Harun'a itâat etmeleri farz olduğu gibi. Nitekim "Derece (menzilet) hadisi"ni duyan herkes bu bahsi edilen derecelerin hepsi aklına gelir. Zira Resulullah (s.a.a) durumu bu sözleriyle daha da açıklamış ve şüpheye yer bırakmamıştır: "Seni halifem olarak bırakmadan gitmemem lazım” Bu sözler, eğer onu halifesi olarak bırakmadan gitseydi yerinde olmayan bir iş yapmış olacağına apaçık bir "nas"tır. Bu da kendisine Cenabı Allahın bu hususta emri olduğunu dile getirmekten başka bir şey değildir.

Aynı, Allah-u Teâla'nın: “Ey Resul! Sana Allah'ından tenzil edileni tebliğ et, etmediğin takdirde onun elçiliğini yapmamış olursun" (470) hitabında sabit olan tefsir gibi... Sonra Resulullah (s.a.a)'ın: "Seni halifem olarak bırakmadan gitmemem lazım" sözlerini tetkik edin! Her iki değimin aynı maksada yöneldiğini göreceksiniz. Bu hadiste Peygamber (s.a.a)in ona söylediği şu sözleri unutmayın: “Sen benden sonra her Müminin velisisin." Bu sözler onun bu dâvanın velisi, vâlisi ve kendisinden sonra makamını işgal edecek yegane şahıs olduğuna dair bir "Nas" dır. Rahmetli Şair "Kumeyl"in dediği gibi "Bu davanın velisi olan üstün şahıstan sonra, yerine geçmeye layık görülen o, takvâdan başka aradığı bir rızk olmayan şahıs, ne edepli ne üstün şahıstır." Vesselam. (471) (Ş
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

27. MEKTUP - (18 Zilhicce 1329)
Derece hadisinin senedinden şüphe.

Derece hadisi yaygındır ama, ‘Usul’ ilminde çok büyük bir şahsiyet, inceleme dalında tanınmış Amidi, bu hadisin senetlerini ve intikal ettiği yollarını şüpheli göstermiştir.
Hasımlarınız onun görüşünü benimseyebilirler... Onlara ne ile karşı koyabilirsiniz? Açıklar mısınız? Vesselam. (S)







28. MEKTUP- (19 Zilhicce 1329)

1- Derece hadisi en sâbit eserlerden biridir.
2- Buna hâkim olan karineler.
3- İhraç edenler Ehl-i Sünnettendir.
4- Amidi'nin, şüpheli göstermesinin nedeni.



1- Amidi, bu şüpheli gösterişi ile kendi kendine zulüm etmiştir. Zira ‘derece’ hadisi Ehl-i Sünnetin en doğru, eserlerin en sabitlerindendir.

2- Senedin sağlığından kimsenin şüphesi olmamıştır, hatta hiç kimsenin aklına gerçekliği üzerine münakaşa etmek gelmediği gibi bu hususta kimse dudak dahi oynatmamıştır. Hatta Zehebi bile direnişine rağmen, ‘Müstedrek’ özetinde, doğru olduğunu açıkça söylemiştir
(26. mektupta duymuştunuz). İbn-i Hacer de Savâik'i ile çatışmasına rağmen bu hadisi 12. şüphe olarak zikreder ve doğruluğunun hakkındaki söylenen sözleri hadis imamlarının en sağlam hatta onlardan başka mürâcaat yeri olmayan kimselerden naklederek doğruluğunu kabul etmiştir. Bakabilirsiniz... (472) (1) Bu hadis ‘Sübût’ mesâbesinde olmasaydı, Buhari kitabında ihraç etmezdi; gerçi adamcağız, Hz. Ali'nin özelliklerinden ve Ehl-i Beyt'in faziletlerinden bahsederken kendini zorladığı belli oluyor. Muaviye, isyan tâifesinin imamı idi; Hz. Ali'ye düşman olup onunla savaştı, İslam minberinde ona sövdü ve sövdürdü, ama düşmanlığındaki küstahlığına rağmen ‘Derece’ hadisini inkâr etmemiş, Sa’d b. Ebi Vakkas’la bu bahiste münâzara yapmıştır. Müslim'in, tahric ettiğine göre Muaviye, ‘Eba Turab'a lanet okumaktan seni meneden nedir?’ dediği zaman Sa’d, şöyle cevap verir: ‘Resulullah'ın ona söylediği üç şeyi hatırlarım ki, onların birini bana söylemiş olsaydı dünya malına değişmezdim; onun için ona sövmem. Resulullah’ın ona şöyle dediğini kulaklarımla duydum: ‘Harun’un Musa'dan yakın olduğu gibi, aynı derecede benden yakın olmak istemez misin? Ne var ki benden sonra peygamberlik yoktur.’ (473) Hadis... Muaviye mecburen susar ve Sa’d'ı zorlamaktan vazgeçer.

Bunlara ilaveten sana Muaviye'nin ‘Derece’ hadisini bizzat anlattığını söyleyeyim. İbn-i Hacer Savaik’inde şöyle der: ‘Ahmed’in ihraç ettiğine göre adamın biri Muaviye'ye soru sorar; Muaviye ona: ‘Ali ye sor o daha iyi bilir’ der. Adam: ‘Senin cevabın bana Ali'nin cevabından daha hoştur’deyince Muaviye ona ‘Ne kadar miskince söz ettiğinin farkında değilsin; öyle bir adama karşı kerâhet gösteriyorsun ki Resulullah (s.a.a) onu ilimle beslerdi; ona demiştir ki: ‘Sen benim yanımda Harun’un Musa'nın yanında olduğu derecedesin, ancak benden sonra peygamber yoktur’ Ömer bile bir müşküle düştüğü zaman ondan akıl alırdı’ der. (474) Hülasa ‘Derece’ hadisi şüphe götürmeyecek kadar sabit olduğuna bütün Müslümanlar, ‘Mezhep’ ve ‘Meşrepleri’nin ihtilafına rağmen müttefiktir.

3- Bu hadisi, Altı Sahihin Cem'i adlı kitabın sahibi de ihraç etmiştir. Keza İki Sahih'in Cem'i isimli kitabın sahibi... (2) Ve Buharı Sahihi’nin Tebük gazvesi babında da mevcuttur. (3)
Ve Müslim'in Sahihi’nde, ‘Ali'nin faziletleri’ babında... (4) Ve İbn-i Mace'nin Sünen’inde Peygamberlerin ashabının faziletleri babında... (5) Ve Hâkim’in Müstedrek'inde Ali'nin menkıbeleri bahsinde... (6) Ahmed b. Hanbel’de Müsnedi'nde, Sâ’d'ın hadisine isnâden ve ona varan bir çok yollardan bu hadisi ihraç eder. (7) Yine kendisi İbn-i Abbas, (8) Esma bint-i Umeys (9) Ebu Said el-Hudri (10), Muaviye b. Ebi Süfyan (11) ve daha başkaları. Ayrıca Tabarâni, birçok şahsın hadisine dayanarak tahric eder. Bunlardan: Esma bint-i Umeys, Ümmü Seleme, İbn-i Umar, İbn-i Abbas, Zeyd b. Erkam, Berrâ b. Azib, Ali b. Ebi Talib (12) ve daha başkaları... Bezzaz’da Müsned’inde (13) Tirmizi’de ‘Sahih’inde (14) Ebu Said el-Hudri hadisinden naklen ihraç etmiştir. İbn-i Abdülbirr’de İstîabı’nda, Ali'nin ahvali bahsinde bu hadisi sunar ve şunları ilave eder:’ Bu hadis en sabit ve en doğru eserlerdendir. Peygamber (s.a.a)’den duyup rivâyet edenlerden Sa’d b. Ebu Vakkas da vardır. Hatta bu hadisin Sa’d'a dayanan yolları ekseriyettedir; İbn-i Ebi Hayseme ve bazı yazarlar hepsini zikretmişlerdir’ dedikten sonra da İbn-i Abbas, Ebu Said el-Hudri, Ümmü Seleme, Esma bint-i Umeys, Cabir b. Abdullah ve daha bir çok kimselerin rivâyet ettiklerini sözlerine ekler. Bunlar İbn-i Abdülbirr’in sözleri... Aslında ‘Tebük’ gazvesini veya Hz. Ali’nin tercümei halini veya Ehl-i Beyt menkıbelerini yazan, nakleden, tahlilini yapan, eski veya yeni, meşrebi ne olursa olsun her yazar (Ahmed b. Hanbel vb...) mutlaka bu hadise yer vermiş ve tahlilini yapmıştır. (475)

4- Amidi’nin şüpheli konuşması muteber değil. Zira o hadis ilminden bihaber, sened ve kaynaklar hakkında vereceği hükmün, hadisten hiç anlamayan avamın vereceği hükümden farkı yoktur. Onu daha çok bu vanaya düşüren Usûl ilmi’nin derinliğine fazlaca dalması olmuştur. Zira bu hadisi usûl gereğince sarih bulmuş ve onu şüpheli göstermedikçe ondan kurtulmanın mümkün olmayacağını anlamış; böylece bu işi başaracağını zannetmiş. Heyhât... Heyhât... Vesselam. (Ş)

DİPNOT:
1- Savâik, s. 29.
2- Ali’nin menkıbelerinde.
3- Üçüncü Cüzün 28. sayfasında.
4- İkinci Cüzün 323. sayfasında.
5- C. l s. 28.
6- C. 3 s. 109.
7- C. l s. 173-175-177-179-182 ve 185.
8- Müsned; c. l s. 331.
9- Müsned; c. 6 s. 369-438.
10- Müsned; c. 3 s. 32.
11- Savâik; s. 107.
12- Savâik; s. 72.
13- Suyûti'nin 'Halifeler Tarihi’ s. 65.
14- Kenz'ul Ummal c. 6 s. 152.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Cevapla

“Kitaplar” sayfasına dön