Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

49. MEKTUP – (11 Muharrem 1330)
1- Ali'nin bu faziletlere sahip olduğunu itiraf etmek.
2- Faziletleri, hilâfetini gerektirmez.



1- İmam Ahmed b. Hanbel şöyle der: Resulullah (s.a.a)’in ashabından hiçbiri Ali kadar faziletlere sahip olmamıştır. (604) İbn-i Abbas ise şöyle der: Hiç kimse hakkında Ali kadar âyet inmemiştir. (605) (1) Başka bir hadisinde de şöyle der: (606) (2) Ali hakkında üç yüz âyet nazil olmuştur. Yine başka bir hadisinde şöyle der: (3) “Cenabı Allah'ın bütün "Ey İman edenler!" diye buyurduğu ayetlerin, emiri ve şerifi mutlaka Ali'dir. Allâh Teâla Muhammed (s.a.a)’in ashabını birçok âyette kınamıştır. (607) Ali (as)’ı ise yalnızca hayır ve övgü ile zikretmiştir." Abdullah b. Ayyaş b. Ebu Rabia der ki: "Ali ilimde olağanüstü bir hazza sahipti. Ayrıca İslam'da kıdemliliği, Peygamber (s.a.a)’e akrabalığı, sünnetteki fıkhı, harpteki başarısı ve cömertliği gibi faziletlerde ona kimse erişemezdi. (608) (4) İmam İbn-i Hanbel'den Ali’yi sordular, dedi ki: Ali'nin düşmanları çoktur düşmanları bir gün onun hakkında konuşmak için, onda bir kusur ararlar, bulamayınca kendisiyle savaşmış olduğu bir adama giderler ve bilerek onun önünde Ali'yi överler. (609) Tabi ki maksatları acaba o bir kusur bulur da onu ağızlarına sakız yaparlar; ama nereden? Kadı İsmail, Nesâi, Nişaburi ve başkaları derler ki: Sahâbelerin hiç biri hakkında Ali gibi iyi senetler gelmemiştir. (610)

2- Bu hususta elbette kimsenin itirazı olamaz. Ama Peygamber (s.a.a)’in kendisinden sonra, onun halife olmasını tavsiye ettiğine dair açık sünenler mevcut değildir. Ancak bu sünenler İmamın, rakamlara sığmayacak kadar çok ve kendisine has olan faziletlerini içermektedir. Biz zaten onun (kerremellahu vechehu) bu faziletlere ve daha âlâsına layık olduğuna inanmışız. Sizin zikretmedikleriniz bunların daha kaç mislidir'?... Bu faziletler, onu hilafete aday göstermekten yoksun olmayabilir ama biliyorsunuz ki, aday göstermek tâyin etmek demek değildir. Vesselam. (S)


DİPNOT:
1- İbn-i Asâkir ve Sünen sahiplerinin bir çoğu rivayet eder.
2- Yine İbn-i Asâkir’in rivayet ettiği bir hadisten.
3- Tabarâni ve Ebu Hatim'in Sünen sahiplerinden daha başkalarının da rivayet ettiği bir hadistir. Ayrıca İbn-i Hacer Savâik’inde bunu ve daha evvelki üç hadisinde nakleder. (Fasıl 3. Bab. 95-76)
4- Sünen ve haber sahipleri İbn-i Ayyaş'tan naklederler. Aynen Savâik’te de mevcuttur.








50. MEKTUP - (13 Muharrem 1330)
“Sahip olduğu hususiyetlerde imâmetine (hilafetine) delâlet eden taraflar.”

Sizin gibi harikulâde ileri görüşlü, kelâmın nasıl vârit ve sâdır olduğunu iyi bilen; Peygamber (s.a.a)’in beliğ hikmetine, nübüvvetinin sırlarına sâkıp nazarla bakabilmiş, sözlerini ve fiillerini takdir etmiş, onun şahsi arzusuna uyarak konuşamayacağını takdir eden bir zatın, bu Sünenlerin maksatlarını idrak etmemesi mümkün olmadığı gibi bunların örf ve akla dayanan gereklerini de bilmemesi düşünülemez.

Siz ki, Arapça'nın dayanaklarından birisiniz. Bundan dolayı siz bu sünenlerin Hz. Ali’yi çok yüksek derecelere çıkardığını ve bu dereceleri, Cenabı Allah ve Peygamberlerinin, ancak halifelerine bahşedeceklerini bilirsiniz. Ve haşa (!) Peygamberlerin efendisi bu yüksek dereceleri vasisi ve veliahdı olmayan birine versin... Kaldı ki, Ali'ye tahsis edilen Sünenlerin tümünü insaf ve itidalle tetkik eden herkes çoğunun ya Gadir ahdi ve benzeri naslardaki uygunluk delâletiyle, ya da daha önce Mektup 48'de zikrettiğimiz, Peygamber (s.a.a)’in “Ali Kuran’la Kuran’da Ali ile beraberdir...” (611) (1) ve "Ali bana nispeten başımın bedenimden olduğu yerdedir...” (612) (2) hadislerinde bulunan iltizamı delâletle vurgulandığını görür. Ve Abdurrahman b. Avf’ın hadisindeki şu sözleri: (613) (3) "Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ya namazı kılmaya zekât vermeye devam edersiniz, yahut size benden veya nefsim yerinde olan birini gönderirim." Ve hadisin sonu şöyle: "Ali'nin elinden tutar ve "o budur” der.” Bu sünenlerin benzerleri sayılmayacak kadar çoktur... Burada büyük bir fayda vardır ki ona, hakikatlerin derinliğine dalan, örtülü olanları açan ve bahislere kendi nefsi için giren her şahsın dikkatini çeker, hiçbir hisse kapılmadan mukaddes sünenlerin icaplarından yalnız anladıklarını benimsemesini tavsiye ederim. Vesselam. (Ş)


DİPNOT :
1- Hâkim Müstedrik'in (c. 3 s. 124)'de rivayet eder. Aynı sayfada Zehebi de zikreder ve her ikisi de doğru olduğunu açıklar. Zaten bu herkes tarafından konuşulan bir hadistir. Hz. Ali'nin Kur'an’la, Kur'an’ın da onunla olduğunu kabul ettikten sonra kim inkâr edebilir ki...

2- Hatib. Berâ hadisinden, Deylemi ise İbn-i Abbas'ın hadislerinden rivayet eder. Ayrıca İbn-i Hacer'in Savaik’inin 75. sayfasında yer almıştır.

3- Kenzil'ul Ummal’ın 6133 hadisidir; (c. 6 s. 405) Hz. Ali'nin "Mübâhale" ayetinde Peygamber (s.a.a)’in Nefsi (zâti) gibi gösterilmesi sizi tatmin edecek derecede Hüccettir herhalde; ki, Razı, büyük tefsirinde (Tefsir-i Kebir) çok açık bir şekilde tefsir eder.(c.2s. 488).
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

51. MEKTUP - (14 Muharrem 1330)
“Delillere aysnısıyla muârız olmak.”

Şâyet hasımlarınız, üç halifenin faziletleriyle bezenmiş nakledilen sünenlerle (614) size muârız olurlar ve yine, eğer Muhâcir’in ve Ansar’dan kıdemli olanlarının faziletlerini içeren sünenleri ileri sürerlerse, cevabınız ne olur acaba?... (S)






52. MEKTUP - (15 Muharrem 1330)
‘İtiraz davasını reddetmek.’

Biz, kıdem sahibi Muhâcirin ve Ansar (r.a)’ın hepsinin faziletlerini kabul ediyoruz. Elbette faziletleri sayılmayacak kadar çoktur. Kur'an-ı Kerim’de onların hakkında nâzil olan âyetler ve Sahihlerin içerdiği hadisler onlara yeter de artar bile... Biz bütün bunları tahkik ve tetkik ettik, fakat Allah şahittir ki, Hz. Ali hakkındaki nasslara muârız olduklarını hatta onun hususiyetlerinin hiç birine muâraza teşkil ettiğini görmedik. Evet hasımlarımız, faziletler hususunda bizce sabit olmayan bazı hadisler hakkında bizden farklı düşünebilirler. Fakat bize doğrudan muârız olmalarını ancak inatçı ve mütehakkim bir davranış sayarız. Zira böyle bir muârazaya hiç bir şekilde itibar edemeyiz. Çünkü görüldüğü gibi biz hasımlarımıza, bize has olan rivâyetlerle muârız olmadık, aksine kendilerine hep kendi yollarından şâhitler getirdik. Örneğin ‘Gadir’ hadisi gibileri kendilerine hâs fazilet hadislerini tetkik
ettik, hiç birinde muaraza namına bir şey bulamadık. Aynı zamanda hilâfete delâlet edecek hiç bir işarete rastlamadık. Zaten onun için üç halifenin hiç biri halifelik konusunu herhangi bir hadise isnat etmiş değildir. Vesselam. (Ş)
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

53. MEKTUP - (16 Muharrem 1330)

‘Gadir hadisini rica etmesi.’

‘Gadir’ bahsini birkaç kere tekrar ettiniz; Onun hadisini lütfen Ehl-i-Sünnet yolundan takdim edin ki, tetkik edelim. Vesselam. (S)







54. MEKTUP - (18 Muharrem 1330)
Gadir’den Bir Nebze

Tabarâni ve daha bir çok hadisçi, Zeyd, b. Erkam'ın şu hadisinin doğruluğunda ittifak etmişlerdir. (1) Der ki Zeyd b. Erkam: Resulullah (s.a.a) ‘Gadir-i Hum denen yerde bir ağaçlığın altında bir hutbe okudu ve hutbesinde şöyle buyurdu: ‘Ey insanlar! Çağrılmama ve çağrıya icâbet etmeme az kaldı. (2) Ben de sorumluyum sizde sorumlusunuz. (3) Diyeceğiniz var mı, varsa nedir?.. Hepsi birden şöyle dedi: Şahâdet ederiz ki, nasihat ettin, cihatta bulundun ve sana tevdi edilen her şeyi tebliğ ettin... Allah senden razı olsun. Dedi ki (s.a.a): ‘Allah’ın birliğine, Muhammed ise onun Resulü, cennetinin hakk, ateşinin hakk, ölümün hakk, bâas'ın (dirilmenin) hakk olduğuna, kıyametin şüphesiz er geç kopacağına ve cenabı Allah mezardakileri tekrar dirilteceğine şahâdet etmez misiniz?’ ‘Elbette şahâdet ederiz’ (4) diye bağırdılar. Peygamber (s.a.a) ‘Allah’ım şâhit ol’ dedi ve şöyle devam etti: ‘Ey insanlar! Benim mevlam Allah’tır, ben ise müminlerin mevlâsıyım ve onların nefisleriyle kendilerinden daha evlâyım (5). Ben kimin mevlâsı isem (Ali’yi işaret ederek) bu da onun mevlâsıdır. Allah’ım onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol!... Ve yine devam etti: Ey insanlar! Ben sizden evvel gideceğim ve siz bana havuzdan içmeğe geleceksiniz... O havuz ki, gözümün görebildiğinden ta Yemen’e kadar olan mesafeden daha geniştir ve içinde gökteki yıldız sayısı kadar gümüşten çift bardak var ve oraya yanıma geleceğiniz zaman sizden Sekaleyn’i -iki nefis şey- soracağım, benden sonra onlarla ne yapacaksınız? Onların birincisi, Cenâbı Allah'ın kitabıdır; onun bir ucu Allah'ın elinde, bir ucu da sizin elinizdedir. ona tutunursanız yolunuzu şaşırmaz ve değişmezsiniz. İkincisi, Ehl-i Beyt'im. Cenâbı Allah bu ikisinin benimle havuzun başında buluşuncaya kadar ayrılmayacağını bildirdi.’ (615) (6)

Hâkim de Müstedrek’inde (7) Ali'nin menkıbeleri babında Zeyd b. Erkam'dan iki Şeyhin zikrettiği nispette tashih ederek rivayet eder; der ki: ‘Resulullah (s.a.a) Vedâ Haccından dönerken ‘Gadir-i Hum’ denen yerde indi ve ağaç dallarından yüksek bir yer yapılmasını emretti, üzerine çıkıp dedi ki: ‘Kendimi çağrılmış ve icâbet etmiş gibi hissediyorum. Size çok nefis iki şey bırakıyorum, biri ötekinden daha büyük, Allah-u Teala’nın kitabı ve Ehl-i Beyt'im, dikkat edin, benden sonra onlarla aranız nasıl olacak. Onlar benimle, havuzun başında buluşuncaya kadar birbirinden ayrılmazlar.’ Sonra dedi ki:’Cenabı Allah benim mevlamdır, bense bütün müminlerin mevlasıyım.’ Sonra Ali'nin elinden tutarak şöyle devam etti: ‘Ben kimin mevlâsı isem bu da onun mevlâsıdır.

Allah’ım ona dost olana dost ol, düşmanlık edene düşman ol!..’ Ve hadisin tümünü zikreder. (616) İmam Ahmed b. Hanbel de Zeyd b. Erkam'ın (8) hadisinden şu sözleri rivayet eder: ‘Resulullah'la beraber ‘Vâdiyi Hum’ denen bir yere geldik, (9) orada namaz kılmayı emretti, namazı sıcağın altında kıldırdıktan sonra bir ağaca bez gererek kendisine yapılan gölgelikte bize bir hutbe okudu ve şöyle dedi: ‘Benim her müminin üzerinde bizzat kendisinden daha çok velâyet sahibi olduğuma şahadet etmez misiniz?’ Herkes ‘evet’ deyince şöyle devam etti: ‘Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır, Allah’ım! ona dost olana dost ol, düşmanlık edene ise düşman ol’ (617) Nesai ise, yine Zeyd b. Erkam'ın ( 10) şöyle dediğini rivayet eder: ‘Peygamber (s.a.a) Vedâ Haccı’ndan dönerken Gadir-u Hum denen yere gelince... Ve hadisi aynen zikreder, sonunda şöyle dediğini yazar: ‘Ben kimin velisi isem Ali de onun velisidir. Allah’ım! ona dost olana dost ol, düşmanlık edene ise düşman ol!’ Ebü't Tufâyl der ki: (11) Zeyd'e sordum Sen bunları bizzat Resulullah (s.a.a)’dan duydun mu? Evet dedi, orada bulunanlardan, gözleriyle görmeyen kulaklarıyla duymayan kalmadı. (618) Bu hadisi Zeyd b. Erkam’dan birkaç yoldan Müslim de tahriç eder, (12) fakat çok kısaltıp kırparak... Her zaman yaptıkları gibi.

Yine İmam Ahmed, Berra b. Azib’in hadisinden (619) (13) şunları rivayet eder: ‘Resulullah (s.a.a) ile beraberdik ‘Gadir-i Hum’ denen yerde indik. Namaza çağrı yapıldı. İki ağacın altında Resulullah’a yer hazırlandı öğle namazını kıldıktan sonra Hz. Ali'nin elinden tutarak dedi ki: ‘Müminlerin nefisleri üzerinde kendilerinden daha çok yetki sahibi olduğumu bilmiyor musunuz? ‘Evet biliyoruz’ dediler... Şöyle devam etti: ‘Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah’ım ona dost olana dost ol... düşmanlık edene de düşman ol...’ Ve der ki hadis sahibi: Bu hâdiseden sonra Ömer yanına gelir ve der ki: ‘Tebrik ederim seni Ya Ebu Talib’in oğlu! Her mümin ve mü’mine'nin mevlâsı oldun...’ Ve yine Nesai, Sâ’d kızı Ayşe’den şu (620) (14) sözleri rivayet eder ve şöyle dediğini yazar: ‘Babamın şöyle dediğini duydum: Resulullah (s.a.a) ‘Cuhfe’ (Vadi) günü Hz. Ali’nin elinden tuttu, Allah'a hamdü senâ ederek şöyle dedi: ‘Ey insanlar! Ben sizin velinizim...’ ‘Doğru söylüyorsun Ya Resûlullah’ dediklerinde Hz. Ali'nin elini yukarı kaldırarak şöyle devam etti: ‘Bu benim vekilim, benim yerime borcumu ödeyecek ve ben ona dost olanın dostu düşman olanın düşmanı olacağım...’ (621) (15) Ayrıca Sâ’d der ki: Resulullah ile beraberdik, Gadir'i Hum’a varınca durdu, ileride olanları geri çağırttı, geride kalmış olanların da yetişmesini bekledi. Halk toplanınca şöyle dedi: ‘Ey insanlar! Sizin veliniz kimdir?’ ‘Allah ve Resûlüdür’ dediler... Sonra Ali'nin elinden tutup kaldırarak dedi ki: ‘Allah ve Resûlü kimin velisi ise bu da onun velisidir. Allah’ım onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol...’ (622) Kısacası bu husustaki sünenlerin haddi, hesabı yoktur. Hepsi de onun veliahdı ve kendisinden sonra emir sahibi olduğuna dair açık nasslardır. (Ş)


DİPNOT :
1- Bu hadisin doğru olduğunu bir çok kişi açıklamıştır. Hatta İbn-i Hacer bile bu gerçeği kabul etmek zorunda kalmış ve Tabarani ve başkalarından naklederek Savâik’inde yer vermiştir. (Fasıl. 5, Bab. 1 s. 25)

2- Yakında aralarından çekilip göçeceğini kendilerine bildirmekteki maksadı kendisinden sonra, onları kimin idare edeceğini, yani halifesi olarak kimi tâyin edeceğini tebliğ etme zamanının geldiğini hissettirmekti. Zira görevi ancak böyle tamamlıyordu.

3- Kardeşini veliaht tayin etmesinin, nifak ve haset ehline ağır geleceğini bildiğinden dolayıdır ki, onlara yumuşak bir şekilde yaklaşmayı yeğlemiş ve kalplerini yumuşatıp yakınlaştırmak maksadıyla, onlara özür dilercesine demiştir ki; ‘Bensorumluyum, siz de sorumlusunuz’ bu şekilde onlara bunun yukarıdan kendisine verilmiş bir görev olduğunu anlatmak istemiş. İmam Vâhidi Esbab'un Nüzûl kitabında Ebu Said Hudri'ye isnat ederek der ki: ‘Ey Resul, sana Allah’ından ineni tebliğ et’ âyeti ‘Gadir-u Hum’ günü Hz. Ali için nâzil olmuştur.

4- Şu hutbeyi hakkiyle tetkik eden şu mânâya geldiğini anlar: Hz. Ali’nin velayeti din usullerindendir... Onlara ne şahâdet ettikleri hakkında soruyor ve sonunda âyetin bahsini ekliyor ki, bunların hepsi velâyette dahil aynı seviyededir. Bunu bütün kelâm üslubunu bilenler anlar ve idrâk ederler.

5- ‘Daha evlâyım’ demesi bir söz karinesidir. Yâni ‘Mevlâ’ kelimesi ‘Evlâ’ kelimesinin işareti ve aynı maksadı içermektedir. Yani ben kimin nefsine daha evlâ isem, Ali de daha evlâdır.

6- Bu hadis kelimeleriyle Tabarâni, İbn-i Cerir ve Tirmizi'nin yanında Zeyd b. Erkam'dan naklen aynıdır.

7- Velâyet, sevgi ve sadâkat mânasına da gelir. Arapça... (c. 3 s. 109)

8- (c. s. 533)

9- (Müsned, c. 4 s. 372)

10- (Hasâis-u Alevviye, s. 21 )

11- (Ebu’t Tufayl'in sorusu hayret ifadesi taşıyor ki bu ümmet bu hakikatleri bilip rivâyet ettiği halde, nasıl Hz. Ali’yi bırakıp başkasına yöneldiler. Onun için Zeyd'e soruyor: Sen bizzat bunu Resulullah (s.a.a)’den duydun mu?‘Evet’cevabını aldıktan sonra da anlıyor ki mesele ayni şâir Kumeyt'in dediği gibidir. Kumeyt'in söylediği şiirin meâli şöyle: ‘Gadir-i Hum’daki devh (büyük ağaç) günü hilafetin ona ait olduğunu açıkladı, eğer sözü dinlenseydi... Fakat adamlar onu birbirlerine biat ederek gasbettiler. Ben böyle bir şerefin, bu şekilde satıldığını hiç görmedim... Aynı zamanda, o gün gibi bir gün görmediğim gibi, onun gibi bir hakkın böylesine kaybolduğunu da görmedim.’

12- İkinci cüzün 325. sayfası

13- Müsned, c. 4 s. 281.

14- Hasâis-u Aleviyye'nin, Hz. Ali'nin Yüce Allah'ın yanında derecesi babında. s. 4. Ayrıca onun velâyetini teşvik etmek ve onun düşmanlığından korkmak icab ettiğini hatırlatmak, s. 25

15-Nesâi'nin Hasais’inden s. 25.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

55. MEKTUP - (19 Muharrem 133)

Mütevâtir Olmadığı Halde Onu Şâhit Göstermenin Yorumu Nedir?

Şiiler, imamlık meselesinde tevâtüre itibar gösterirler, zira yanlarında bu husus din usullerindendir. Oysa Gadir-i Hum hadisi Ehl-i-Sünnetin hadislerine, doğru yoldan intikal etmiş ve sabit görülmüş olsa bile mütevâtir değildir. Şu halde sizin bu hadis konusundaki hüccet ve iddianız nedir? (S)






56. MEKTUP - (22 Muharrem 1330)

1- Tabiat sırları Gadir hadisini ispatlar.
2- Cenabı Allah'ın onunla ilgilenmesi.
3- Resulullâh (s.a.a)’in ilgilenmesi.
4- Emir’ül Mü’mininin ilgilenmesi.
5- Hüseyin (a.s)’ın ilgilenmesi.
6- Dokuz imamın ilgilenmesi.
7- Bütün şiilerin ilgilenmesi.
8- Cumhur'un yolundan tevâtürü.


Aslında size daha evvel mektup 24'te söylediklerimiz, her haliyle hüccet sayılır ve yeterlidir.

1- Bununla birlikte Gadir hadisinin tevâtürünü (623) Cenabı Allah’ın tabiatı yaratma sırları dahi ispat eder. Nasıl ki, bir ümmetin büyüğü, tarihî bir vâkıayı binlerce kişinin gözü önünde gerçekleştirir ve onlar bu olayın haberini kendilerinden sonra gelen nesile iletirlerse (624) bilhassa bu olay kendi yakınları ve yakınlarının hakiki dostları ve onların halefleri tarafından ilgi ve itina sorumluluğu taşıyorsa ve onun haberini yaymak ve neşretmekle haddin son safhasına gelmişlerse bunun, sadece beş on kişinin iddiası olduğu ileri sürülebilir mi? (625) Hayır, aksine sabahın ışığı gibi her tarafa yayılmış kara ve denizi sarmış olduğu muhakkaktır... “Allah’ın kanununu değiştirmeye asla imkan bulamazsınız”

2- Gadir hadisi Cenabı Allah'ın dahi ilgi ve alaka gösterdiği bir husustur. Zira haberini Resulü Ekrem’ine vahiy vasıtasıyla tebliğ etmiştir... Onun hakkında bütün Müslümanların her zaman, her yerde konuşmalarında, namazlarında, minberlerinde, minarelerinde kıraat ettikleri âyetler indirmiştir. Birincisi: "Ey Resul! Sana Rabbi’nden tenzil edilenleri tebliğ et.Bunuyapmadığın takdirde onun mesajını tebliğ etmemiş olursun. Çekinme Allah seni insanlardan korur. " (626) (1) İkincisi, olayı gerçekleştirdikten sonra, yani yüz binden fazla müslümanın önünde Hz. Ali'ye vasisi veya veliahdı olduğunu ilan ettikten sonra şu âyet nazil olur: "Bugün dininizi ikmal ettim ve size daha evvel bahsetmiş olduğum nimetimi tamamladım ve islâm’ı size din kabul ettim." (627) (2) Buna "ne mutlu ne mutlu" (bravo-bravo) diyenler olacaktır elbet..." O Allah’ın bir lütfudur, mutlaka istediğine bahşedecektir." Bu ayetlere dikkatle bakan herkes, bu iltifatları mutlaka dikkate alacak ve hakikate boyun eğecektir.

3- İlgi Cenabı Hak'tan bu şekilde zâhir olduktan sonra, elbette ki Resûlullah (s.a.a)’a ilgi ve alakayı mutlaka gösterecekti... Zira ecelinin yaklaştığı kendisine bildirilince Allâh Teala’nın emri gereğince Hacca giderek, orada toplu bulunan Müslümanların huzurunda Hz. Ali'nin velâyetini ilan etmeye karar verir. (628) Hac mevsimi henüz gelmemiş olduğu halde, hacca gideceğini ve bu haccın veda haccı olacağını ezan okutarak Müslümanları hazırlanmaya çağırır. Müslümanlar kıyı ve bucaktan kopup Resulullah (s.a.a)!in dâvetine icâbet ederler. Sayıları yüz bini aşkındı... (3) Arafat'ta vukûf günü gelince, orada herkesin duyacağı bir şekilde sesini yükseltip şöyle dedi: "Ali benden ve ben Ali’denim, benim mesajımı ancak ben veya Ali ulaştırabilir.” (629) (4) Oradan, beraberinde olan binlerce kişiyle geri dönüp "Hum" vadisine gelince Cebrâil hazretleri kendisine Cenabı Hakk’ın tebliğ ayetini iletir. Ve hemen orada konaklama emri verir. Geridekilerin yetişmesini bekler, ilerlemiş olanlar ise geri döner. Hepsi orada toplanınca önce farz namazını kıldırır, sonra Allâh Teala’nın tebliğini ve Ali hakkındaki nassı onlara açıkça bildirir. Bu nassın altın kıymetindeki bazı sözlerini size duyurmuştuk. Aslında duymadıklarınız daha sarih ve daha sahihtir. Fakat duyduklarınız da kâfi ve yeterlidir... Ve böylece bu hadisi bütün orada bulunanlar, (ki yüz binden fazla idiler) Resulullah (s.a.a)’tan duymuş ve mesûliyetini taşımak mecbûriyetinde kalmıştır... (630) Her ne kadar naklini önleyecek engeller icat edilse de, Cenabı Allah’ın değişmez olan sünneti, tevâtürünü sağlayacaktır. Zira Ehl-i Beyt İmamlarının, yayma ve duyurmasında hikmet dolu çeşitli yolları vardır.

4- Bunlardan biri ve sizi tatmin etmeye yeterli olanı, Emir’ül Müminin Ali’ nin hilafeti zamanında cereyan etmiştir. Şöyle ki, Ali (a.s) herkesi şehrin sahasına toplanmaya çağırmış ve onlara hitaben demiş ki: "Cenabı Allah’ın aşkına, her kim Resulullah (s.a.a)’ın Gadir-i Hum günü, benimle ilgili söylediği sözleri duyduysa ayağa kalksın, gözüyle görüp kulağıyla duymayan ise kalkmasın...” Otuz kişi ayağa kalkar otuzu da sahabedir. Aralarında on kişi vardı ki, bunlar Bedir savaşına iştirak edenlerden idi... Hepsi de: Resulullah senin elinden tutup: "Müminlerin kendi nefisleri üzerinde benim daha çok velâyetim olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Herkes "Evet" deyince Resulullah (s.a.a): “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır. Allah’ım, ona yardım edene yardımcı, düşmanlık edene düşman ol...” (631) Ve sonuna kadar hadisi duyduklarına dair şahâdet ederler... Siz de iyi biliyorsunuz ki, otuz sahabenin yalan söylemesi aklın kabul edeceği bir şey değildir. Bu da demek oluyor ki, şahâdetlerin mütevâtir olması hadisin doğruluğunda hiç bir şüphe bırakmıyor.

Zira o gün o sahada bulunanların hepsi bu hadisi duyunca gittikleri her yerde neşrettiler, ama şunu bilmek gerekir ki şu bahsettiğimiz Rahbe (sâhâ) günü Hazreti Ali'nin hilafetinin başlangıç günlerinde; yani hicretin 35. yılında. "Gadir-i Hum günü” ise, Peygamber (s.a.a)’in Veda haccında, yani hicretin onuncu yılında arada yirmi beş yıl var. Bu arada büyük bir veba hastalığı çıkmıştı. Buna bir de ölen savaşçıları eklersek, o güne kadar nice insanların öldüğü ve yok olduğu anlaşılır. Bu müddet çeyrek asırdır ve bu müddet zarfında savaşlar ve gazalar olmuştur. Üstelik insanları silip süpüren “Amves vebası” hastalığı çıkmıştı. Elbette ki Gadir gününe şahit olan sahabelerin çoğu vefat etmiş olacaktı. Zira bunların arasında ihtiyarlar, cihada susamış Cenabı Allah'ın huzuruna bir an evvel gitmeye can atan gençler de vardı. Şu halde ölenler sağ kalanlardan daha çoktu. Ayrıca sağ kalanların bir kısmının başka şehirlere dağılmış olması da tabiidir ki, Rahbe (saha) günü ancak Hz. Ali ile Irak'ta bulunanlar, hatta onlardan da sadece erkekler mevcuttu. Ayağa kalkıp bu hadisi Resulullah (s.a.a)’tan kulaklarıyla duyduklarına şahitlik yaparlar.

Ne acıdır ki bazı şahıslarda, diğerleri gibi bu hadisi duymuş oldukları halde buğz duyguları daha ağır bastığından kalkmadılar. (Enes b. Malik (5) ve onun gibileri) Onlar da Hz. Ali'nin bedduasından nasiplerini alırlar... (632) Eğer imkânı olsaydı da sahabelerden kadın erkek bütün sağ kalanları bir araya getirip onlara aynı soruyu sorsaydı, bu otuz kişinin bir kaç katı daha şahâdette bulunacağı muhakkaktı. Bir de düşünün ki, bu sorma imkanını, Hicaz ve Gadir olayı bu kadar eskimeden elde edebilseydi, kaç kişi şâhitlik yapardı? Bu hakikati iyice göz önünde bulundurursanız, Gadir hadisinin doğruluğuna ne kadar kuvvetli bir delil olduğunu göreceksiniz. "Rahbe günü" hakkında yazılan sünenlerden imam Ahmed'in Zeyd b. Erkam'dan rivayet ettiği hadis, sizi tatmin edecek mahiyettedir. (Müsned, c. 4 s. 370) Ebu Tufayl'den, der ki: Hz. Ali halkı Rahbe'de (sahâ’da) toplar ve Gadir-i Hum’da Resulullah (s.a.a) bana söylediklerini duyanlar ayağa kalksın, der. Otuz kişi kalkar ve şahâdette bulunur. Bu hadis için Ebu Nuaym da şöyle yazar: Bir çok kişi kalktı ve şu şahâdette bulundular: Resûlullah (s.a.a) elini kaldırdığı zaman dedi ki: "Benim müminlerin nefisleri üzerinde kendilerinden daha fazla velâyetim olduğunu biliyorsunuz” evet dediler.

Resûlullah (s.a.a) şöyle devam eder: "Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır... Allah’ım onu veli kabul edenin velisi ol, ona düşmanlık yapana da düşman ol...” Ebu Tufayl hadisinin sonunda şöyle der: "Oradan ayrılırken içimden bazı şeyler geçiriyordum. Diyordum ki, bu ümmetin cumhuru neden bu hadisle amel etmedi... Yolda Zeyd b. Erkam'a rastladım ve ona olanları anlattım. O ise dedi ki: Neden şüphe ediyorsun? Ben de Resulullah’ın Ali'ye böyle söylediğini duydum... (633) Biz de deriz ki: Zeyd b. Erkam'ın şâhitliğini Hz. Ali'nin kelâmına izafe edersek, şahadette bulunan sahabelerin sayısı otuz iki olur. İmam Ahmed Müsned’inde (c.1 s.119) Hz. Ali'nin bu hadisini Abdurrahman b. Ebi Leylâ dan rivayet eder. Abdurrahman Rahbe’de bizzat kendisinin bulunduğunu ve olaya şâhit olduğunu söyler.

5- Şehitlerin piri Hz. Hüseyin’in de Muaviye devrinde Arafat’ta bir duruşu ve hutbesi vardır ki, babasının Rahbe’de Gadir-i Hum hakikatini ortaya çıkardığı gibi, kendisi orada bu olayı bütün teferruâtıyla büyük bir belagatla izah etmiş ve bulunanların hepsi gözlerini ona dikmiş ve kulak kesilmiştir. Bu hitâbenin de Gadir hadisinin intişârında büyük tesiri olmuştur. (636)

6- Kendisinden sonra gelen çocukları ve torunları olduğu bilinen dokuz İmam da bu hadisin neşrinde büyük katkıları olmuştur. Şöyle ki, Zilhicce ayının on sekizini bayram kabul etmiş ve her yıl o günde kurbanlar kesmişler, birbirlerine hediyeler götürmüş, birbirlerini tebrik etmiş, oruç tutmuş, namaz kılmış ve Cenabı Allah'a dua ve niyazda bulunmuşlardır.

Hatta bu günde herkese ihsanda bulunurlar ve muhtaçlara bolca yardım ederlerdi. Aileleri ve çocuklarına, komşularına hediye ve ikramda bulunur, bütün müritlerine aynı şekilde davranmayı tavsiye ederlerdi. Böylece böyle bir günde Cenabı Allah'ın, dedeleri Emir’ül Mümininle Peygamber (s.a.a)’in nassı ile bahşedilmiş bir nimet sayılan veliahdliğini kutlamış ve Cenab-ı Allah'a şükranlarını bildirmiş olurlardı.

7- Ve böylece on sekiz Zilhicce bütün Şiilerin yanında bayram (6) olarak kabul edilmiş (637) ve bu güne dek her yıl onlarca kutlanmaktadır. Bulundukları her yerde şehirde, kasabada, köyde mescitlere koşarlar, namaz kılarlar, Kur'an okurlar ve Cenabı Allah'a Hz. Ali'nin imâmetiyle dini ikmal ettiğine, nimeti tamamladığına duâda bulunur, hamd ve şükür ederler. Ayrıca her yıl bu günde Emir’ül Mü’minin makamına bir ziyaretleri vardır. Mezarının etrafında toplananların sayısı yüz binden aşağı değildir. Tabii bunların çoğu uzak yerlerden gelmişlerdir. Yegane gayeleri İmamların yolunda yürüyerek böyle bir günde onların yaptıkları gibi oruç ve namaz gibi ibadetlerini yerine getirmek, sadaka vermektir. Sonra da mukaddes mezarının başında durup İmamlarından öğrendikleri şekilde Emir’ül Müminin Hz. Ali'nin büyük faziletlerini din tesisindeki büyük çabalarını, büyük Peygamber (s.a.a)’in yolundaki hizmetlerini, saydıktan sonra, aziz Peygamberin, ona Gadir Günü nass ettiği veliahtlığı da zikrederler... Şiilerin her sene tekrar ettikleri âdettir bu. Şairleri dahi bu hadisi, eskiden olduğu gibi şimdilerde de şiirlerinde tekrarlamaktan geri kalmamışlar. (638) Daha önce şair Kumeyt'in bu husustaki şiirinden bazı beyitlerin meâlini sunmuştuk.

Ondan başka büyük şair Ebû Tammam’ın da bu hususta meşhur bir şiiri var. Neticede Ehl-i-Beyt tarafından gelen yollardaki mütevâtir hadislere bakarsanız, şüphe götürür hiç bir işâret göremezsiniz. Onlar ve Şiaları bu hadise o kadar önem vermişlerdir ki, kelimesi kelimesine ezberlemişler, bütün kitaplarında tescil etmişler ve her tarafa yayılışını sağlamışlardır. (639)

8- Hatta duyduğunuz gibi, tabiat sırlarının hükmüne göre Ehl-i Sünnetin yolundan da tevâtürü şüphe götürmez. (640) (Allah’ın yaratıklarını da değişiklik olmaz, o din doğrudur. Fakat ne çare ki insanların çoğu bunu bilmez.) "El-Fetavi'1-Hamidiye" sahibi o kadar mutaassıp olmasına rağmen bu hadisin mütevâtir olduğunu ikrar eder. Suyuti ve emsali de bu hadise nass koyarlar. Bilhassa Taberi Tefsir’inde ve tarihinde zikretmiştir. İbn-i Ukde ve Zehebi, bütün yollarını ele alıp, ona bilhassa birer kitap tahsis etmişlerdir. İbn-i Cerir, kitabında 75 yoldan rivayet eder. İbn-i Ukde ise 105 yoldan rivayet eder. (641) (7) Gâyet’ül Merâm kitabının sahibi, Ehl-i Sünnet yolundan Gadir nass’ı üzerine 89 hadis rivayet eder. Suyüti ise Tirmizi'den nakleder, Der ki: Bu hadisi İmam Ahmed Ali'den, Ebu Eyyüp’ten, Zeyd b. Erkam'dan ve Ömer’den rivayet eder. (8) Ve der ki: Ebu Yâ’la Ebu Hüreyre’den ve Tabarâni, İbn-i Ömer, Malik b. Huveysi, Habeşi b. Cenâde, Cerir ve Sâad b. Ebu Vakkas'tan. Ebu Said el-Hudri, Enes ve Bezzaz ise, İbn-i Abbas, Amâra ve Büreyde'den... (642) Bu hadisin şüyû ve tevâtürünün delillerinden biri de, imam Ahmed'in Müsned’inde Riyah b. Hâris’ten iki yoldan rivayet ettiği şu hadis, Der ki: Halktan bir grup Hz. Ali’yi ziyarete gelir ve: Es-Selâmu Aleyk (Sana selam) Yâ Mevlânâ (Ey mevlamız) derler. Siz kimsiniz? diye sorar: Senin kulların diye cevap verirler. Ben nasıl sizin mevlânız oluyorum? Zira siz Arap kavmisiniz dediğinde de Biri; Resulullah (s.a.a)’in Gadir-i Hum günü: “Ben kimin mevlâsı isem bu da onun mevlâsıdır” dediğini duyduk. Riyah diyor ki: Onlar giderken tâkip ettim ve yolda bunlar kim? diye sorduğumda bana: Bunlar Ensar’ dan bir grup, aralarında Ebu Eyüp el-Ensari de var dediler. (643)

Mütevâtir olduğuna dair en büyük delillerden biri de Ebu İshak Sâlebi’nin Meâric süresinin tefsirinde; Tesfirinden muteber iki senetle rivayet ettiği şu hadis: Resulullah (s.a.a) Gadir-i Hum günü, beraberinde bulunan cemâati toplantıya çağırır. Hepsi toplanınca Hz. Ali'nin elini kaldırarak, "Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır...” diye buyuruyor. Bu bütün şehirlere yayılır. Bu olayı duyan Haris b. Numân el-Fahri devesine binerek Peygamber (s.a.a)’in yanına gelerek şöyle der: Ya Muhammed! Bize Allah’ın bir, senin de onun Resulü olduğuna şahâdet etmemizi emrettin kabul ettik. Namaz kılmamızı emrettin, kabul ettik, zekat vermemizi emrettin yine kabul ettik, Ramazan’da oruç tutmamızı emrettin kabul dedik, hacca gitmemizi emrettin buna da evet dedik... Bu kadarına da razı olmayıp, şimdi de amcanın oğlunun kolunu kaldırarak, "Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır” diyorsun... Bu senin mi, yoksa Allah'ın mı emridir? Resulullah (s.a.a)’in cevabı şu olur: "Kendisinden başka İlâh olmayan Allâh’a yemin ederim ki, Cenabı Allah’ın emridir.” Hâris devesine doğru
yürürken şöyle söylenir: Allah’ım eğer Muhammed’in dediği doğruysa, üzerimize gökten taş yağdır. Henüz devesine varmadan Cenabı Allah üzerine öyle bir taş yağdırır ki, tepesinden girer, altından çıkar; elbette oracıkta düşüp ölür... Bu olayın ardından Cenabı Allah şu ayetleri indirir: "Vuku bulacak bir azabı istedi birisi... Bu kâfirler için öyle bir azab ki, onu kimse defedemez... Zira o göklerin sahibi Allah'tandır." Böylece hadis son bulmaktadır. (644) (9)


DİPNOT:
1- "Gadir-u Hum" günü Hz. Ali hakkında indiğinden hiç bir şüphemiz yok. Ehl-i Beyt'e dayanan haberlerimiz bu hususta mütevâtirdir. Onlardan başka kimselerin yolundan da gelen hadisler tatmin edecek niteliktedir. İmam vahidi Esbab’un Nüzul kitabında Mâide süresinin tefsirinde iki yoldan rivayet eder biri, Atiyye yoluyla Ebü Said el-Hudri'den, der ki: Bu Ayet, "Ey Resul sana Rabbinden indirileni tebliğ et" Gadir-u Hum günü Hz. Ali hakkında nazil olmuştur. Bizim de diyeceğimiz, şudur ki: Hafız Ebu-Nuaym “Nüzûl'ul Kur'an” kitabında iki senetle rivayet eder. Biri Ebu Said’ten ikincisi ise Ebu Râfi’dendir. Ayrıca imam Hamvini eş-Şâfii. Feraid isimli kitâbında müteaddit yollarla Ebu Hureyre’den rivâyet eder. Kezâ, Ebu İshak Sâlebi büyük tefsirinde yer verir.

Sonra bu ayetten maksadın en büyük şahidi şudur ki: O güne kadar, namaz, zekât, oruç gibi farzlar artık meşrulaşmıştır, hacca da gidiliyordu, haram-helal
hükümleri de çizilen istikamette yürümekteydi... Şu halde Cenâbı Allah tarafından bu önemi icab ettirecek ve bu uyarıyı gerektirecek neydi acaba? Veliahtlık ve hilafetten başka ne olabilir di ki?... Peygamber (s.a.a) bunu açıklamaktan sakınıyor ve Cenabı Allah ona: "Çekinme Allah seni insanlardan korur" buyuruyordu...

2- Bizim sihahlarımız, aynı izah ettiğimiz şekilde, bu âyetin nüzûlu hakkında mütevâtirdir. Hepsinin de Ehl-i Beyt yolundan ve doğru olduğunda şüphemiz yoktur.

3- Bu hadisi, es-Sîret’un Nebeviyye kitabının, Veda Haccı babında Ahmed Zeyni Dehlan, aynen zikreder.

4- Bu hadisi 48'inci mektubunuzda zikretmiştik. 15. hadise bakın.

5- Hz. Ali Enes'e: Sen neden ashabın kalktığı gibi kalkıp şâhitlik yapmıyorsun? sorduğunda O “Ben yaşlandım hatırlamıyorum...” der. Hz. Ali: Eğer yalan söylüyorsan Allah seni bir beyazlıkla müptela etsin ki, o beyazlığı sarığın gizlemeğe yetmesin" diye beddua eder. Ve daha oradan kalkmadan yüzünde “Sedef” hastalığı belirir... Ondan sonra dedi ki, "Salih kulun duası bana dokundu." Bu menkıbe meşhurdur; İbn-i Kuteybe Maarif kitabında zikreder. Ayrıca imam Ahmed b. Hanbel de Müsned’inde, (c. 1 s. 194) rivayet ederek der ki: Üç kişi hariç hepsi kalktı bunlara da duası dokundu.

6- İbn-i Esir el-Kâmil kitabında 352 yılının hadiselerini yazarken, şöyle der: Bu yıl Zilhiccenin on sekizinde halife Muizz'üd Devle bütün, şehrin süslenmesini emretti... Ateşler yakıldı, eğlenceler tertip edildi, bütün dükkanlar gece açık kaldı. Bütün bunlar Gadir Bayramı için yapılmıştı. Yani Gadir-i Hum günü için. ( el-Kamil, c. 8 s. 181)

7- Gâyet’ül Meram’ın sahibi kitabının (bab. 16. s. 89) da şöyle nass eder: İbn-i Cerir Gadir hadisini 95 yoldan rivayet eder ve bu hadisleri el-Velâye ismini verdiği bir kitapta toplar... İbn-i Ukde ise, 105 yoldan rivayet eder ve yine onlara bir kitap tahsis eder... Ayrıca, İmam Ahmed b. Muhammed b. Sıddık el- Mağribi şöyle nass eder: Zehebi ve İbn-i Ukde bu hadise birer kitap tahsis ederler.

8- İbn-i Hacer'in de bu hususta nassı vardır: (Savaik. Fasıl: 5. Bab:1)

9- Bu hadisi Sa'lebi ve başkaları da nakleder. Mesela Şeblenci el-Mısri, Nur’ul Absar kitabına bakın. (c.5 s.11)Yine Halebi Siret-i Halebiye sinde Hiccet ul Veda bahsinde bulabilirsiniz. (c.3 s. 214)
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

57. MEKTUP - (5 muharrem 1330)
1- Gadir Hadisi’nin tevili.
2- Bunun üzerine delil.


1- Gadir Hadisi'nin sahâbelerce doğrulandığını kabul etmek -mütevâtir olsun veya olmasın- hadisin tevilini icap ettirir. Bundan dolayıdır ki Ehl-i Sünnet, “Mevlâ” kelimesi Kur'an-ı Kerim'de çeşitli manalarda geldiğini ileri sürmüşlerdir. Örneğin bazen evlâ manasına gelir ki kafirlere şöyle hitap etmektedir: "Sığınacağınız yer atetir. O sizin mevlânızdır.” Yani, sizinle daha evlâdır, size daha çok yakışır... Bâzen yardım eden manasına gelir, şu âyette olduğu gibi: "Cenabı Allah iman edenlerin yardımcısıdır, kâfirlerin ise mevlâsı yardımcısı yoktur." Vâris manasına da gelir. Örneğin şu ayette olduğu gibi: "Her birinize ebeveyn (anne-baba) ve akrabasının ölümünden sonra geriye bıraktığı maldan "mevâli" (miras) tahsis ettik." Şu âyette ise dost manasını taşıyor: "O gün hiç bir mevla (dost), mevlâsından (dostundan) bir azâbı engelleyemez." Yine, veli kelimesi, daha evla daha yetkili manâsına da gelir... Yâni Ehl-i Sünnet dedi ki: Bu hadisten, ben kimin yardımcısı ve dostu isem Ali de öyledir manasında olabilir ki böylece selefi salihin onuru zedelenmediği gibi üç halifenin imamlığına da gölge düşmez. Allah hepsinden razı olsun...

2- Bu hadiste demek istediğine delil olarak şu olayı ileri sürerler: Hz. Ali'nin hakkında, kendisiyle Yemen'de beraber bulunanlar tarafından, onun şeriat hükümlerinde çok sert davrandığına dair şikayetler olmuştu. Bu nedenden dolayı Peygamber (s.a.a) Gadir günü Hz. Ali'yi övmeye lüzum görmüş ve onun makamının çok büyük olduğuna dikkatlerini çekmek istemiştir. Hitabının devamındaki: "Size iki değeri biçilmez nefis, emanet bırakıyorum; Allah’ın kitabı ve Ehl-i Beytim.” (645) demekteki maksadı da, vasiyet mahiyetindedir. Yâni Ali'nin bilhassa Kur’an-ı hâfız olduğunu, bundan dolayı da bütün Ehl-i Beyt'in ona hâfız olabileceğini kastetmektedir. Onlara göre, bu hadis, ne hilâfetle ilgili bir vasiyet ne de imamlığa bir delâlet mânası taşımaktadır. Vesselam. (S)






58. MEKTUP - (27 Muharrem 1330)
1- Gadir hadisini tevil etmek mümkün değil,
2- Tevil delili şaşırtmacadır.


1- Söylediklerinizin sizi tatmin etmediğini, içinizi rahatlatamadığını ben de iyi biliyorum... Zira Resulullah (s.a.a)’in, belagatlı hikmetini, vâcip olan ismetini sonuncu olan peygamberliğini sizin de takdir ettiğiniz muhakkaktır. Hükemânın en büyüğü, peygamberlerin sonuncusu o değil midir? “Havâdan (nefsinin istediği gibi) konuşmaz. Onun söyledikleri sadece vahiydir ancak vahiy olunur.” (646) Size, yabancı âlimler sorsa ve deseler ki, "Gadir günü" Muhammed (s.a.a) neden binlerce insanı o yakıcı sıcağın altında durdurup, gitmekten alı koydu? Neden ileri gidenleri geri çevirtip, geri de kalanların varmasını bekleyerek hepsinin bir arada toplanmasına bu kadar önem verdi? Ve neden onlara çeşitli bölgelere dağılacakları bir yerde Allah'ın emrini tebliğ etme ihtiyacını duydu? Neden daha konuşmaya başlarken yakında aralarından ayrılacağının haberini vererek dedi ki: “Rabbimin elçisi beni dâvet etti, icabet etmem yaklaşmaktadır. Ben de sorumluyum, siz de sorumlusunuz...” Peygamber (s.a.a)’in tebliğinden kendini sorumlu bulduğunu ve ümmetin ona itaat etmesi lazım gelen bu emir nedir? Ve niçin onlara soruyor: "Allah’ın birliğine ve Muhammed’in O’nun resûlü olduğuna ve cennetinin hak, ateşinin hak, ölümün hak ve hesap günü ölümden sonra dirilmenin hak olduğuna, kıyametin şüphesiz bir gün kopacağına, şahâdet eder misiniz?”

Hepsi bir ağızdan: "Evet, şehâdet ederiz" deyince, neden hemen Hz. Ali’nin elini alıp koltuk altının beyazlığı görününceye kadar yukarı kaldırdı ve dedi ki: "Ey insanlar! Cenâbı Allah benim mevlâmdır, ben de müminlerin mevlâsıyım.” (neden bende müminlerin mevlâsıyım sözlerini ve ben onların nefisleri üzerinde daha evlâyım (daha yetki sahibiyim) diyerek tefsir etme ihtiyacını duymuştur? Ve bu tefsirden sonra neden: "Ben kimin mevlâsı isem bu da onun mevlâsıdır” ya da: "Ben kimin velisi isem, bu da onun velisidir, Allah’ım ona dost olana dost ol düşman olana düşman ol, ona yardım edene yardım et, onu terk edeni terk et.” Neden ona, ancak hak imamlarına ve gerçek halifelere layık duaları sıralıyor? Ve neden Allah'ın kitabına delil olarak Ehl-i Beyt’i gösterip, her ikisini hesap gününe kadar, her aklı başında Müslüman’ın rehberi olması gerektiğini tavsiye ediyor?.. Bu hikmet sahibi peygamberin, bu kadar önemle ihtimam gösterdiği mesele neydi acaba?... Cenabı Allah'ın kendisine tebliğ etmesi gerektiği şey ne olabilir di?

Ki, Cenâbı Allah şöyle buyuruyordu:
"Yâ Resul! Sana Rabbin’den indirileni edileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan Allah'ın emrini tebliğ etmemiş olursun. Çekinme, Allah seni insanlardan korur!" (647)

Neydi Cenabı Allah tarafından bu kadar tetkik icap ettiren tebliğini tehdide benzer bir lehçeyle ısrarla tavsiye etmek ve tebliği esnasında, münafıkların âçısından Allah'ın korumasına ihtiyaç duyulacak önemli şey?... Bütün bunları size sorsalar ne cevap vereceksiniz? Cenabı Allah Hz. Ali'nin sadece Müslümanlara büyük yardımı dokunduğunu beyan etmek istedi mi diyeceksiniz?... Bu şekilde cevap vermeğe gönlünüzün razı olacağını sanmadığım gibi, bu cevabın içeriğini ulu Allah'a ve hükemânın efendisi nebilerin sonuncusuna câiz göreceğinizi tasavvur etmiyorum... Siz elbette ki, onun bütün ihtimam ve azmini sadece, beyan edilmiş bir şeyi beyan etmeye ve gayet açık bir meseleyi açıklamaya seferber edeceğini tecviz etmeyecek kadar münezzeh ve akıllısınız. Gayet iyi biliyorsunuz ki, o yakıcı sıcakta kendilerinin makamına uyacak fiil ve kavillerine yakışacak, ancak bir şey olabilirdi, o da vasiyetini tebliğ ve makamını kendisinden sonra işgal edecek şahsı tayin etmek... Kaldı ki, söz karineleri ve akli deliller kesin bir şekilde ispat ediyor ki, Peygamber (s.a.a) O gün, Hz. Ali'yi veliahdı tayin etmekten başka hiç bir maksadı yoktu...

Hadis bir çok karinelerle çevrilmiş olmakla beraber, Hz. Ali'nin hilafetine dair apaçık, tevil kabul etmeyen bir nastır. Bu nassı hiç bir kuvvet, bu manâdan ayıramaz.

2- İddia ettikleri delile gelince, o da tahmini ve şaşırtmacadır. Aynı zamanda karıştırmak ve
renklendirmek marifetidir. Zira Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’yi Yemen’e iki kere gönderir. Birincisi, hicretin sekizinci yılında (649) ve bazı kişilerin, hakkında dedikodu yapıp, Medine'ye döndüklerinde onu Peygamber (s.a.a)’e şikayet etmeleri bunda olmuştu. (1) Peygamber (s.a.a) onları öyle terslemişti ki, sinirlendiğini yüzünden anlamışlardı. Zira bir daha tekrarına cesaret edememişlerdi... İkincisi, hicretin onuncu yılındadır. (650) Bunda Peygamber (s.a.a) mübârek eliyle bayrağını bağlar, sarığını sarar ve: "Arkana bakmadan yoluna devam et" der. Râşid ve mehdi olarak gider ve peygamberin harfiyen emirlerini yerine getirdikten sonra, Vedâ Haccında Peygamber'e yetişir. Peygamber (s.a.a) onu kurbanlarına ortak eder... Bu sefer hiçbir dedikoducu aleyhinde bulunma cesaretini gösteremez. şu halde nasıl bu hadisin nedeni muârızların dedikleri gibi, Hz. Ali’ yi korumak veya Onun aleyhinde bulunanlara cevap mâhiyetinde olabilir? Nitekim bazı kişiler tarafından Hz. Ali’ye yüklenmek Peygamber (s.a.a)’in Gadir-i Hum’da ki gibi apayrı bir üslupla onu övmesine sebep olması mümkün değil... Bu ancak -Allah korusun- Onun sözleri ve fiillerinde, himmet ve azametlerinde, tahminci ve pazarlıkçı olmasını gerektirir. Hâşâ, onun beliğ hikmetinin kutsiliği elbette ki alelâde insanlara yaraşır davranışından münezzeh ve mahfuzdur.

Cenabı Allah buyuruyor ki;

"O, kerim olan bir Resûlün kavlidir. Bir şâirin kavli değildir. Ancak siz az imân edersiniz. O bir kâhinin kavli de değildir. Ancak siz az hatırlarsınız... O, Alemin Rabbi’nden tenzil olunmuştur.” (651)

Eğer sadece onun faziletini beyan etmek ve ona yüklenenleri cevaplandırmak isteseydi, şöyle diyebilirdi: "Bu benim amcamın oğlu, damadım, çocuklarımın -yâni torunlarımın ve Ehl-i Beytimin- reisidir onu incitip bana eziyet etmeyin." Buna benzer fazilet ve üstünlüğe delâlet eden sözler söyleyebilirdi. Oysa hadisin sözlerinde önceki söylediklerimizden başka akla hiç bir anlama gelmemektedir. (2)

Gadir hadisinde Ehl-i Beyti’nin zikri ise, bahsettiğimiz mânayı onaylamaktadır ki, onları Allah'ın kitabına karine olarak gösteriyor; diyor ki: "Size, onlara sarıldığınız takdirde dalâlete düşmeyeceğiniz şeyler bırakıyorum bunlar: Allah’ın kitabı ve Ehl-i Beytimdir.” Böyle davranmıştır ki ümmet, kendisinden sonra, bunlardan başka baş vuracakları hiçbir mercilerinin kalmayacağını bilsin. Tâhir olan Ehl-i Beyt İmamlarının peşinden gitmenin vâcip olduğunu size ispatlamak için onları Allah'ın kitabı ile eşdeğer göstermek yeterlidir herhalde. Nasıl ki, hükümleri gereğince Allah’ın kitabına muhâlif başka bir kitaba uymak câiz değilse aynı şekilde Ehl-i Beyt İmamlarına muhalif başka bir imama uymak câiz değildir. (652)

Zira Peygamber (s.a.a)’in: “Onların ikisi havuz başında bana gelene kadar birbirinden ayrılmayacaklardır” demesi, kendisinden sonra dünya, onların soyundan gelen bir imamdan yoksun kalmayacağına işarettir. Öyle ki bu hadisi iyice tetkik eden, hilafetin Ehl-i Beyt’le sınırlı kalmasını kastetmekte olduğunu anlar. Bu dediğimizi, İmam Ahmed Müsned'inde Zeyd b. Sabit’ten rivayet ettiği şu hadisi onaylar ve der ki: Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: “Size iki halife bırakıyorum. Gökten yere uzanmış bir ip olan Allah’ın kitabı ve Ehl-i Beytim. Bunların ikisi, havuz başında bana kavuşuncaya kadar birbirinden ayrılmazlar.” (653) Bu da Ehl-i Beyt
imamlarının hilafetine dair bir nasstır. Siz de biliyorsunuz Ehl-i Beyt'in peşinden gitmenin icap ettiğine dair herhangi bir nas, Hz. Ali’nin peşinden gitmenin vâcip olduğunu içeren bir nâs demektir. Çünkü kendisi Ehl-i Beyt'in önderidir ve bunun aksini kimse iddia edemez. Demek ki Resulullah (s.a.a) kimin velisi ise, Hz. Ali de onun velisidir. Vesselam. (Ş)

DİPNOT:
1- Bu hadisi mektup 36’da zikredip üzerinde durmuştuk.
2- (c. 5 s. 122)’ye müracaat edin.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

59. MEKTUP - (28 Muharrem 1330)
1- Hakikat meydana çıktı.
2- Onu terk etme sebebine hilece gerekçe arama.


1- Geçmiş ve kalmışların arasında sizden daha yumuşak lehçelisine sahip olup ve hüccetini ispat etmekte böylesine keskin bir zekâlıyla karşılaşmadım. İşaret ettiğiniz delillerde, hakikat tamamen ortaya çıkmış ve gerçeğin çehresini örten şüphe maskesi düşmüştür. Gadir hadisindeki veli ve mevlâ gibi kelimelerin evlâ mânâsına geldiği ve maksadın bu olduğu yolunda önümüzde hiç bir durak kalmamıştır. Eğer maksat yardımı dokunan ve buna benzer olsaydı, vuku bulacak bir azâbı istemezdi. Mevlâ üzerindeki görüşünüz sâbit ve gerçektir.

2- Keşke bu hadisin tefsirinde, bazı ulemânın zikrettiği şekli kabul etseniz! Örneğin İmam İbn-i Hacer Savâik'inde ve Halebi Siret'inde diyorlar ki: "İmamlıkta evlâ olduğunu kabul ediyoruz, ama bundaki maksat, vukua geldiği zaman yâni hilafet ona verildiği zaman evlâdır. Öyle olmasaydı, Peygamber (s.a.a)’in zamanında da imâm, kendisi olması gerekirdi. Fakat gayenin kendisine biat edildiği zaman imamdır var sayılması halinde kendisinden önce imamlık yapan üç halifenin imamlığı ile hiç bir çelişki ortaya çıkmaz. Böylece onların da onuru korunmuş olur. Allah hepsinden razı olsun. (S)






60. MEKTUP - (30 Muharrem 1330)

“Onu terk etme sebebine hilece gerekçe arama çabasını reddetmek.”

İstiyorsunuz ki -Allah sizinle hakkı güçlü kılsın- Gadir hadisinden maksadın, Hz. Ali'nin Müslümanlar tarafından seçildiği zaman imamlığa evlâ (daha uygun) olduğuna kâni olalım. Böylece Gadir günü onun nass edilmiş evveliyeti, halî değil meâli olmuş olsun. Yâni Peygamber (s.a.a)’in vefatından hemen sonra değil, sadece kendisine hilafet verildiği zamana mahsustur. Başka bir deyimle fiile değil kuvvete dayanan bir evveliyettir. Böyle olunca da kendisinden önceki üç imamın hilafetini olumsuz bir şekilde etkilememiş olur. Biz ise sizden, hakikatin nûru, insanların şerefi, faziletin namusu aşkına soruyoruz: Siz bunlara kanâat getirebiliyor musunuz? Eğer hakikaten getirebiliyorsanız, sizinle beraber olalım ve gittiğiniz yoldan gidelim. Bu mânanın size ait olduğuna ve sizin tarafınızdan nakil ve rivâyet edilmesine razı olursanız izinizi takip edip, aynı minval üzerinde biz de yürüyelim. Bunu yapacağınızı ve buna razı olacağınızı tahmin etmiyorum. Gayet iyi biliyorum ki hadisin sözleriyle bağdaşmayan bambaşka bir mânâyı ileri sürenlere siz de hayret ediyorsunuz ki, bunu bu şekilde kimsenin anlamadığı gibi, Peygamber (s.a.a)’in hikmeti ve belâgatiyle bağdaşır tarafı da yok.

Ayrıca meâli öncelik hadisin genelliği ile de bağdaşmamaktadır. Çünkü o zaman Hz. Ali (a.s) ne üç halifenin ne de ölen Müslümanlardan hiç birinin mevlâsı olamayacağını icap ettirir. Bu da Resulullah (s.a.a)’in hükmünün tersine olur. Zira demişti ki: “Ben müminlere nefislerinden daha evla değil miyim” evet dediklerinde de: “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır” diye ilave eder. Ebu Bekir ve Ömer dahi Resulullah (s.a.a)’tan Hz. Ali'ye böyle dediğini duyunca Ona: “Ya Eba Talibin oğlu! Her Mümin ve müminenin mevlası oldun, tebrik ederiz.” (654) (1) dediler. Böylece onun, o günden itibaren bütün mümin ve müminelerin mevlâsı olduğunu açıklamış oldular. Ömer'e derler ki: (2) Hz. Ali'ye, Peygamber (s.a.a)’in diğer ashâbına göstermediğin ilgiyi gösteriyorsun. Der ki: "O benim mevlamdır." (655) Mevlâsı olduğunu açıkça söylemiş oldu. Ki, o zaman kendisini henüz halifeliğe seçmiş değillerdi. İki Arap münakaşa etmiş Ömer'e şikâyete gelmişlerdi. Ömer Hz. Ali'den onlara kadılık yapmasını rica edince onlardan biri: Bu mu bize kadılık yapacak? dediğinde Ömer (3) kalkıp yakasına yapışır ve ona şöyle der: Zavallı herif, bunun kim olduğunu biliyor musun? Bu senin ve her müminin mevlâsıdır, bunun mevlası olmadığı kimse mümin değildir. (656) Özet olarak bu husustaki haberler pek çoktur.

Siz de biliyorsunuz ki, İbn-i Hacer ve benzerlerinin felsefesini benimsemek için Peygamber (s.a.a)’in Allah korusun görevini hafife alan birinin durumuna düşmesini gerekir. Böyle bir felsefeye bırakın aklı başında olanları, cahiller bile güler. Zira bu felsefe geçerli olsaydı, Hz. Ali'nin diğer Müslümanlardan ne gibi özelliği olacaktı? O
zaman kime biat edilirse evlâ olurdu. Bu durumda Ali ve diğer sahabelerin birbirinden hiç bir farkı olmazdı. şu halde Nebi (s.a.a) o gün Hz. Ali'yi diğerlerine nazaran hangi faziletle seçmek istemişti? Siz söyleyin ey Müslümanlar! Halbuki Hz. Ali'nin imamlığının Peygamber (s.a.a)’in mevcudiyeti esnasında geçerli olmayacağını kabul etsek bile, vefatından sonra mutlaka geçerli olması ve devam etmesi lazımdı. Zira hadisteki sözlerin en yakın mecazlarına göre bu mânayı taşıyor ve bu hakikati aksettiriyor. Selefi Salih'in izzet ve onurunun korunması ise, bu tevile başvurulmadan da yapılabilir. İcap ederse bunun nasıl yapılacağını da izah edebiliriz. Vesselam. (Ş)

DİPNOT:
1- Darukutni’nin ihraç ettiği gibi İbn-i Hacer de Sevaik'inde zikretmiştir (s. 26) Ayrıca imam Ahmed Müsned’inde Berra b. Azib'in hadisinde Ömer'den rivayet eder. Mektup 45'te görmüşsünüz.
2- Darukutni’nin de ihraç ettiği ve Sevaik s. 31 de olduğu gibi.
3- Sevaik’in sonunda 11. bab da olduğu gibi ve Darukutni’nin rivayet ettiği gibi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

61. MEKTUP - (1 Sefer 1330)
“Şia yolundan gelen nassları rica etmek.”

Selefi Salih'in onuru korunacak olduktan sonra imamla ilgili rivâyet ettiğiniz hadisler, ister Gadir hadisinde ister başkasında olsun, hiç bir sakıncası olmadığı gibi, teviline de neden yoktur. Herhalde bu mevzuda Sünnilerin bilmediği hadisler vardır. Onları bizim de bilmemiz için bazılarını rivâyet etmenizi rica ederim. Vesselam. (S)






62. MEKTUP - (2 Sefer 1330)
Kırk nass

Evet bizde mütevâtir sihahlardan Sünnilerin bilmediği nasslar vardır. Bunlardan size kırk tane takdim edeceğim.

1- Şeyh Saduk b. Muhammed b. Ali, el-Kummi İkmal’ud Din ve İtmâm’un Nime kitabında Abdurrahman b. Semara'ya isnat ederek Resulullah (s.a.a)’den şöyle bir hadis rivayet eder: “Yâ Semera! Eğer arzular ihtilafa, fikirler dağılmaya mâruz kalırsa, sen Ali b. Ebu Talibi bırakma. O ümmetimin imamı ve onlara benden sonra benim halifemdir.” (659)

2- Şeyh Saduk, İkmal’de İbn-i Abbas'tan rivayet eder: Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: “Cenabı Allah, yeryüzü insanlarına bir bakış baktı, beni seçip Peygamber yaptı. İkinci bir bakış baktı. Ali’yi seçip imâm yaptı. Ondan sonra, onu kendime kardeş, veli, vasi, halife ve vezir olarak kabul etmemi emretti.” (660)

3- Şeyh Saduk yine İkmal’de İmam Cafer-i Sâdık'a babasına, dedelerine isnat ederek Resulullah (s.a.a)’den şöyle rivayet eder: "Cebrail bana Allah-u Teala’nın şöyle buyurduğunu söyledi: Her kim benden başka ilah olmadığını, Muhammed’in ise benim Resulüm, Ali b. Ebu Talibin de halifem ve onun çocuklarından olan imamların da hüccetim olduklarını bilir ve bunu ikrar ederse onu rahmetimle cennete götürürüm.” (661)

4- Şeyh Saduk yine İkmal’de Cafer-i Sâdık (a.s)'dan, babasından, dedesinden tahricin de rivâyet ediyor: "Resulullah (s.a.a)’in imamlar benden sonra on iki kişidir. İmamların ilki Ali sonuncusu ise Mehdi’dir” demişti. (662)

5- Şeyh Saduk İkmal’deki tahricinde Asbağ b. Nebâta'ya isnat ederek diyor ki: Bir gün Emir’ul Müminin Ali b. Ebu Talib, oğlu Hasan'ın elini tutmuş bir vaziyette karşımıza çıkıp dedi ki: “Bir gün Resûlullah (s.a.a)’in benim elimi bu şekilde tutmuş bir vaziyette: "Benden sonra halkın en hayırlısı bu kardeşimdir, kendisi benim vefatımdan sonra her Müslüman’ın imamı ve her müminin emiridir” demişti. (663)

6- Şeyh Saduk İkmal’de İmam Rıza (a.s)’a isnat ettiği tahricinde İmam Rıza. (a.s) atalarından naklederek Resûlullah (s.a.a)’ın şöyle dediğini söylüyor: “Benim dinime bağlı kalıp, necat (kurtuluş) gemisine binmek isteyen, Ali b. Ebu Talib’e itimat etsin! O benim vasim olduğu gibi sağlığımda ve vefatımdan sonra benim halifemdir.” (664)

7- Şeyh Saduk İkmal’de yine İmam Rızâ (a.s)’a isnat ederek babasından, atalarından naklettiğine göre Resulullah (s.a.a)’ın bir hadiste şöyle dediğini rivâyet ediyor. “Ben ve Ali bu ümmetin babasıyız... Bizi tanıyan Allah’ı tanımış olur. Bizi inkâr eden Allah’ı inkâr etmiş olur... Ve Ali’den cennetin iki genci Hasan ve Hüseyin, Hüseyin'in çocuklarından dokuz kişi olacak; ki onlara itâat etmek bana itâat etmek, onlara isyan etmek bana isyan etmek demektir. Onların dokuzuncusu Mehdi’dir.” (665)

8- Şeyh Saduk İkmal’de İmam Hasan Askeri (a.s)’a isnâden tahric etmiştir: İmam Askeri (a.s) atalarından naklen: "Resulullah (s.a.a)’in bir hadisinde İbn-i Mes'ûd'a: “Ya İbn-i Mes’ûd! Ali b. Ebu Talib benden sonra sizin imamınız ve benim size tayin ettiğim halifedir.” (666)

9- Şeyh Saduk İkmal’de Selman'a isnâden tahricinde şöyle dediğini rivâyet ediyor: "Bir gün Peygamber (s.a.a)’in yanına girdiğimde baktım ki Hz. Hüseyin (a.s)’ı dizine oturtmuş ağzından öpüyor ve ona şöyle diyordu: “Sen imam oğlu imam, imam kardeşi ve imamlar babasısın. Sen Allah’ın hücceti, hüccetimin oğlu ve senin sulbünden gelecek dokuz hüccetin babasısın; onların dokuzuncusu Mehdi’leridir.” (667)

10- Şeyh Saduk, İkmâl’de yine Selman'a isnat ederek tahric ediyor... Selman Resulullah (s.a.a)’in uzun bir hadisinden şunları anlatıyor: “Ya Fatıma! Biliyor musun, biz öyle bir Ehl-i Beyt’iz ki Cenabı Allah bize ahireti, dünyaya tercih etti... Ve Cenabı Allah, dünya halkına bir bakış baktı beni seçti, ikinci kez baktı kocanı seçti... Ve bana seni onunla evlendirmem için vahiy indirip emir buyurdu... Senin baban peygamberlerin, kocan ise
vasilerin en hayırlısı ve en üstünüdür... Ve beni ölümde ilk takip edecek olan sensin.”(668)

11- Şeyh Saduk İkmal’de... (669)
12- “ “ “ (670)
13- “ “ “ (671)
14- “ “ “ (672)
15- “ “ “ (673)

16- “ “ “ (674) (Bu hadislerin hepsi birbirlerinin benzeri olduğu için yazma gereğini görmüyoruz. Dipnottan bakabilirsiniz. Her ne kadar hepsi belli başlı meşhur kişilere isnat edilmiş ve onların hadislerinden nakledilmiştir. )

17- Şeyh Saduk, ayrıca Emâli kitabında yine o hadislere benzer hadisler rivayet etmiştir bu nedenle tekrarına gerek görmüyoruz. (675)

18- Şeyh Saduk Emali’sinde... (676)

19- “ “ “ (677)

20- Bu hadiste az bir fark var. şeyh Saduk Emali’sinde İbn-i Abbas’ın Resulullah (s.a.a)’dan şöyle rivayet ettiğini yazıyor: “Ya Ali! Sen ümmetime halifesin... Ve şit Adem’e nasılsa sen de bana öylesin.” (678)

21- Bu hadis de biraz farklı. şeyh Saduk Emali’sinde Ebuzer’e isnaden, diyor ki "Bir gün Resulullah (s.a.a) ile mescidinde beraberdik, buyurdu ki (s.a.a): “şimdi bu kapıdan bir adam girecek, işte o müminlerin emiri ve Müslümanların imamıdır... Bir de baktık ki Ali b. Ebi Talip giriverdi. Onu Resulullah (s.a.a) karşılayıp bize dönerek: “Benden sonra imamınız işte budur.” diye buyurdu. (679) (1)

22- " " " " (680)
23- " " " " (681)
24- " " " " (682)
25- " " " " (684)
27- " " " " (685)
28- " " " " (686)
29- " " " " (687)
30- " " " " (688)
31- " " " " (689)
32- " " " " (690) (Hadisler birbirinin benzeri olduğu için tekrar etmeye gerek duymuyoruz.)

33- Şeyh Saduk yine Emali’sinde İmam Cafer’i Sâdık (a.s)'dan rivayet ediyor Sâdık atalarından naklen Resulullah (s.a.a)’ın şöyle buyurduğunu söylüyor: Miraç günü göğe çıktığım da Allah’ım bana Ali hakkında bir ahitnâme verdi. Onun takva sahiplerinin imamı, yüzleri ak olanların kumandanı ve müminlerin reisi olduğunu içeriyordu.” (691)

34- " " " " (692)
35- Şeyh Ebu Muhammed b. Hasan Tüsi Emali’sinde, Ammar b. Yasir'e isnadında şu hadisi ihraç eder. Resulullah (s.a.a) Ali'ye dedi ki: “Cenabı Allah seni öyle bir ziynetle süslemişki, bu Allah'ın en sevdiği ziynetti. Seni dünyaya karşı zühtle süslemiş ve onda bulunan hiç bir şeyin kayıbına üzülmez kılmıştır. Seni sevip de sevginde sâdık olana ne mutlu. Senden nefret edip sana yalan söyleyene ne yazık, o ne kadar bedbahttır” (693)

36- Yine Şeyh Emali’sinde Hz. Ali'ye isnâden ihraç ediyor: Hz. Ali Kufe minberinden halka şöyle hitap etmişti: “Ey halk! Resulullah (s.a.a)’dan bana bahşedilmiş dokuz fazilet vardır ki bunlar benim yanımda güneşin
üzerine doğduğu her şeyden daha kıymetlidir. Bana demiştir ki: Ya Ali! Sen dünyada ve ahirette kardeşimsin. Sen kıyamet günü bana bütün mahlukattan daha yakın olacaksın. Senin evin cennette benim evimle karşı karşıya olacaktır. Sen benim vârisimsin. Benim ailemde benden sonra vasi sensin. Benim gıyabımda Ehl-i Beytimin muhafızı sensin. Sen benim ümmetimin imamısın. Sen bana tâbi olan bütün kavmimin daima adâletle kâimi olan kimsesin. Sen benim velimsin, benim velim ise Allah’ın velisidir. Senin düşmanın benim düşmanımdır, benim düşmanım ise Allah'ın düşmanıdır.” (694)

37- Şeyh Saduk Nusus kitabında Hz. Hasan (a.s)'a isnat ederek şu hadisi ihraç eder; Hz. Hasan diyor ki: Resulullah (s.a.a)’dan babamın şöyle dediğini duydum: Ya Ali! Sen benim ilmimin vârisi, hikmetimin madeni (kaynağı) ve benden sonra imamsın.” (695)

38- " " " " (696)
39- " " " " (697)

40- Şeyh Saduk aynı kitabında, Hz. Hüseyin (a.s)'a isnat ederek tahricinde şöyle dediğini rivâyet ediyor. “Allah Teâla, akrabalar Allah’ın hükmüne göre mirasta birbirine daha evlâdır” âyetini tenzil ettiği zaman Resulullah (s.a.a)’dan meâlini sordum, dedi ki: Aralarında akrabalık olanlar, sizsiniz. Ben ölürsem, benim yerimi miras almakta evlâ babandır; o göçerse onun yerine ağabeyin Hasan, o da göçerse onun yerine sen bu makama herkesten daha evlâsın.” (698) Böylece bu acele durumda istediklerimin sonuncusunu da sunmuş olduk. Bu ancak çiçek aleminden bir demet veya denizden birkaç damladır. Fakat yeterlidir sanırım. Alemlerin Rabbi’ne hamd olsun. Vesselam. (Ş)

DİPNOT:
1- Bu hadisi ve diğer hadislerin çoğunu şeyh Saduk’un İkmal’ud Din... kitabından naklettik.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

63. MEKTUP - (3 Sefer 1330)
1- Şii'lerin nassları hüccet değildir.
2- Neden bunlardan başka kimse ihraç etmemiştir?
3- Onun dışındaki nassların fazlasını istemek.


1- Bu nassların Sünnilere karşı hüccet sayılacak tarafı yoktur, zira onlarca ispat edilmiş değildir.
2- Eğer sabitse neden onlar da şiiler gibi ihraç etmemişlerdir?
3- şu halde gelin Ehl-i Sünnet hadislerinin bu mevzudaki kısmına dönelim. Vesselam. (S)






64. MEKTUP - (4 Sefer 1330)
1- İstediğiniz üzere bu hadisleri naklettik.
2- Cumhur'a karşı olan hüccetimiz, onların kendi Sahihleridir.
3- Bizim Sahihleri ihraç etmemelerinin sebebi.
4- Verâset nassına değinmek.


1- Biz bu nassları, bilginiz olsun diye size naklettik, aynı zamanda bunları bizden siz istemiştiniz.

2- Sizin Sahihlerinizden daha önce takdim ettiğimiz hadislerin size karşı hüccet oluşu bize göre yeterlidir.

3- Bu nassların neden ihraç edilmediğine gelince: O da Ehl-i Beyt’e karşı kinlerini gizleyenlerde tanıdığımız hastalıktandır. Onlar Firavunları’nın hizbinden giden ve
sulta sahiplerinin kullarıdır. Onlar, Ehl-i Beyt’in faziletlerini gizlemeye, onların nurunu söndürmeğe bütün kuvvet ve imkânlarıyla çalışanlardır. Halkı, onların menkıbelerini, hususiyetlerini çeşitli yöntemlerle müsâdere etmeğe teşvik ettiler. Bazen paralarıyla, bazen de makam vaâdiyle, o da sökmezse sopa ve kılıçlarıyla. Siz de iyi biliyorsunuz ki, imâmet nassları ve hilâfet vasiyetleri zalimlerin en korktuğu şeylerdir. Zira bunlar tahtlarını sarsar, saltanatlarının temelini dipten oyabilirdi. Bu nassı ve ahitlerin onların ve yardımcılarının elinden sâğlam olarak kurtulup, bizim elimize geçmesi büyük mûcize sayılır.

Zira Ehl-i Beyt’e karşı çıkanların hepsi makamlarında kurulmuş, onları sevenlere her türlü işkenceyi revâ görüyorlardı. Hatta onları o kadar sıkıştırıyorlardı ki, bir çoğu vâlilerin adaletinden bile ümitsizliğe düşüyorlardı. (699) (1) Birisi Hz. Ali'yi övgüyle andı mı vay haline. Ona her türlü kötülük yapılır, malı elinden alınır ve boynu bile vurulurdu. Onun faziletlerini saydığı için kaç dili kopardılar. Ona hürmetle bakan kaç gözü oydular. Onun menkıbelerine işaret eden kaç eli kestiler... Onu sevenlerin nice evlerini yaktılar, hurma ağaçlarını kesip üzerine astılar. (700)

Hadis ve tarih alimlerinin çoğu da bu zalim hükümdarlara ve onların adamlarına Allah gibi tapıyorlardı. Onlara yaranmak için her türlü tahrifatı yapıyorlardı. (701) Aynı şimdiki zamanımızda da gördüğümüz gibi. Hâkimlerin rızasına mahzar olabilmek için ister haklı ister haksız onların siyasetlerini destekleyenleri, doğru olsun, yalan olsun onları tasdik edenleri görmüyor muyuz? Hâkim, bir fetva verip onlardan fikirlerini sorduğu zaman, fetvası kitap ve
sünnete muhalif olsa bile onu onaylamaya koşuşmuyorlar mı? Neden? Çünkü ya işgal ettikleri bir makamı kaybetmemek veya bekledikleri bir rütbeyi elde etmek için...

Böylelerinin, hükümdarlar ve valilerin yanında, derecesi yüksek, sözü geçerli ve şefâatleri makbul olur... Şşte bunlar Hz. Ali (a.s) ve Beyt-i Nübüvvet ehli ile ilgili doğru hadislere karşı çıkar, onların faziletlerini kapsadığı için hemen taassup gösterip reddeder ve bu hadisleri rivâyet edenleri Rafızilikle itham ederlerdi. Ayrıca bunların her yerde fikirlerini destekleyecek kendileri gibi dünyacı adamları vardı. Kendilerinden duydukları, doğru hadisleri reddeden demeçleri, hüccet sayar ve âmmenin arasına yayarlardı... (702) Orada hadis sahiplerinden bir takım daha vardı ki, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'in faziletini içeren hadisleri korku belası terk edip o dalkavukların söylediklerinin doğruluk derecesini soran insanlara, fitne çıkmasın diye kaçamaklı cevaplar verirlerdi... Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, o mâhut hâkim ve vâliler, halkı Emir’ül Müminin Hz. Ali’ye sövmek için sıkıştırıyor, bu uğurda kimisini para, kimisini de tehdit yoluyla kendi hesaplarına çalışmayı temin ediyorlardı. Hz. Ali'yi, henüz okuma yazma öğrenmekte olan çocukların defterine tiksindirici şekillerle resmedip onlara, onun hakkında kulakları tıkatacak kadar kötü şeyler anlatıyorlardı. Ve hatta bu bedbaht herifler, Müslüman ümmetinin minberinden, ona lânet okumayı bayram ve cuma namazlarının sünneti haline getirmişlerdi... (703) "Cenabı Allah’ın nûru sönmez" olmasaydı, hilafeti hakkındaki bu doğru hadisler bize kadar ulaşamaz, onun faziletleriyle taşan naslar bu kadar mütevâtir olmazdı. Vallâhi bendeniz yüce Allah’ın kulu ve Resûlünün kardeşi olan Hz. Ali'ye bahşetmiş olduğu şu müstesna fazilet ve liyakatlere şaşıyorum ki, nûru bütün engellere rağmen o biriken karanlıkları, kopan fırtınaları ve çalkanan dalgaları yarıp da âlemin üzerine gün ortasındaki güneş gibi nasıl doğabilmiştir.

4- Bütün bu duyduğunuz kesin delillere ilâveten verâset nassı vardır, o da başlı başına beliğ (açık) bir hüccet olduğu gibi sizi tatmin edecek mâhiyettedir. Vesselam. (Ş)


DİPNOT:
1- İbn-i Ebi'l Hadid'in Nehc’ül Belağa şerhinin 3. cildinin 15'inci sayfasına bakın. Orada, Ehli beyt ve Şia'sına o günlerde yapılan eziyetlerin bir kısmını göreceksiniz.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

65. MEKTUP - (5 Sefer 1330)
Bize, Ehl-i Sünnet yolundan, verâset hadisini anlatın.
Vesselam. (S)





66. MEKTUP - (5 Sefer 1330)

“Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)’in vârisidir.”

Hiç şüphe yok ki, Resulullah (s.a.a) diğer bütün Nebilerin vasilerine hikmetlerinden ne derece miras bırakmışsa kendileri de Hz. Ali’ye ilim ve hikmetlerinden o kadar bırakmıştır. Bunun için demiştir ki (s.a.a): "Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır. Şlim kazanmak isteyen kapıya yönelsin.” (704) Kezâ demiştir ki: (s.a.a): “Ali ilmimin kapısıdır ve benden sonra ümmetime peygamberliğimi izâh edecek olandır. Onu sevmek imân, buğzu ise nifaktır.” (706) Yine ona bir seferinde şöyle der (s.a.a): “Sen benim kardeşim ve vârisimsin. Senden neyi miras alacağım?” diye sorduğunda ise “Benden önceki Enbiyanın miras olarak bıraktıklarının aynısını” der... (707) (1) Bureyde’nin hadisinde, Hz. Ali’nin varisi olduğuna (708) dair kendisinin (s.a.a) koyduğu nas açıktır. (2) Ayrıca “Dâr” hadisi sizi tatmin edecek mahiyettedir. (709)

Zira Hz. Ali Peygamber (s.a.a) hayattayken de: “Allah’a yemin ederim ki, ben onun kardeşi, amcasının oğlu ve ilminin varisiyim. Kim onun üzerinde benden daha çok hak sahibidir” derdi... (710) (3) Ona bir defa: "Amcan varken (Abbas amcası) nasıl amcanın oğlunun vârisi oluyorsun?" diye sordular. Şöyle cevap verdi: “Resulullah (s.a.a) bir gün Abdulmuttalib oğullarını evine davet etti, hepsi de akrabaları idi. Onlara yemek verdi, hepsi doyasıya yedi, fakat yemek hiç eksilmedi. Onlara şöyle hitap etti: “Ey Abdulmuttalib oğulları! Şnsanlara umumi, size ise husûsi olarak gönderildim. Hanginiz benim kardeşim, sahibim ve vârisim olmak şartıyla bana biat eder?” Hiç kimse kalkıp ben demedi. O günler de ben hepsinden daha küçük yaştaydım. Ayağa kalkıp “Ben olurum yâ Resulullah!” dedim. Bana otur dedi ve sözlerini üç kere tekrarladı, fakat yine kimse kalkmadı, her seferinde kalkıp: “Ben olurum” diyordum. Üçüncüsünde elini elime vurarak: “Benim kardeşim, sahibim ve vârisim sensin” dedi.İşte onun için amcamın oğlunun mirası, amcam sağ olsa bile bana düşmektedir.”(711) (4)

Hâkim Müstedrek’inde (5) Zehebi de Telhis’inde, katiyetle doğru olduğunu beyan ettikten sonra şu hadisi ihraç ederler: Kusem b. Abbas’a sorarlar: "Nasıl Ali Resulullah'ın vârisi oluyor da siz olamıyorsunuz?" Şöyle cevap verir: "Çünkü o, hepimizden önce peşinden koşan ve hepimizden fazla ona yapışandır." (712) Biz de diyoruz ki: Halk Hz. Ali’nin Resulullah’ın varisi olduğunu biliyordu, fakat bu verâsetin kendisine hâs olduğunun nedenini bilmiyorlardı. Onun için bazen Ali'ye bazen de Kusem'e sorma ihtiyacını duymuşlar ve duyduğunuz cevabı almışlardır... Hâkim, Kusem'in hadisini ihraç ettikten sonra şöyle der: Bana, kadıların kadısı Ebu’l Hasan Muhammed el-Hâşimi dedi ki: Ebu Ömer el-Kâdi'den duydum, o da Şsmail b. Şshak el-Kâdi’den Kusem'in dedikleri zikredilince şöyle dediğini duyduğunu söyler: Miras, ya neseple veya velâyetle olur. Şlim ehli arasında bu hususta hilaf yoktur. Herkesçe bilinmektedir ki ilimde, Peygamber (s.a.a) vârisi Hz. Ali olmuştur. (714) Zira bu hususta haberler mütevâtirdir. Bilhassa Ehl-i Beyt kanalıyla gelen hadislerin hesabı yoktur. (715) Nitekim vasiyetin’in açık nassları bize yeter de artar. Vesselam. (Ş)


DİPNOT:
1- 32. mektupta zikretmiştik.
2- 68. mektuba tekrar bakabiliriniz.
3- Bu sözler aynen Hz. Ali'ye ait olduğu sâbittir. Hâkim, Müstedrek'te, sahih bir senetle, Buhâri ve Müslim'e uymak şartıyla ihraç etmiştir (c. 3 s. 126). Aynı zamanda Zehebi de Telhis’inde doğru olduğunu itiraf etmiştir.
4- Bu hadis sâbit ve yaygındır; bir çok kişi ihraç etmiştir; Bunlardan: Ziyâuddin el-Makdisi, İbn-i Carir ve Nesâi.Nesâi Hasaisi Aleviyye’nin (s. 18)'ine bakın. Ayrıca Kenz’ul Ummal’ın 6155. hadisi olup (c. 6 s. 408)'de mevcuttur... Keza İbn-i Ebi’l Hadid Tabari'den nakletmiş ve Nehc’inde (c. 3 s. 255) mevcuttur... Aynı zamanda İmam Ahmed'in Müsned’inin (c.1 s.159)'a bakarsanız, hadisi olduğu gibi görürsünüz.
5- (C. 3 s. 125)’te. İbn-i Ebu Şeyba'dan ihraç eder, ayrıca Kenz’ul Ummal’da da mevcuttur.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

67. MEKTUP - (6 Sefer 1330)
Vasiyetten Bahsetmek

Ehl-i Sünnet Ali’ye yapılan vasiyeti bilmezler; hatta hiç bir nassını araştırmış değiller. Lütfedip izah ederseniz memnun olurum. Vesselam. (S)






68. MEKTUP - (9 Sefer 1330)
1.Vasiyetin Nassları

1- Vasiyetin nassları, taharet sembolü Ehl-i Beyt tarafından gâyet mütevâtirdir. (716) Gerçi 20. mektupta başkalarının yolundan gelen hadisler de sizi tatmin edecek mahiyettedir. Nitekim orada duyduğunuz gibi Peygamber (s.a.a): “Bu benim kardeşim ve vasimdir. İçinizde halifemdir, onun sözünü dinleyin ve ona itâat edin” (717) sözlerini defalarca tekrar etmiştir. Muhammed b. Hamid Razi, Bureyde’ye dayandırdığı bir hadiste Resulullah (s.a.a)’in şu hadisini tahric eder: “Her Peygamberin bir vasisi vardır, benim vasim ve vârisim Ali b. Ebu Talip’tir.” (718)

Tabarâni de Kebiri’nde, Selman-i Farisi’ye dayandırarak şu hadisi tahric eder: Resûlûllah (s.a.a) dedi ki: “Benim vasim, sır yerim ve benden sonra bırakacağım en hayırlı olup, borcumu ödeyecek olan kişi, Ali b. Ebi Talip’tir.” (719) Bu nass onun, vasisi ve ondan sonra insanların en faziletlisi olduğunu içerdiği gibi, halifeliğine de delâlet ettiği, aklı başında olan herkesçe gizlenmeyen hakikattir. Ebû Nuaym, Enes’ten şöyle tahric eder: Resulullah (s.a.a) bana dedi ki: “Ey Enes! Bu kapıdan ilk girecek olan muttakilerin imamı, Müslümanların efendisi, vasilerin sonuncusu ve yüzü pak, alnı açıkların kumandanıdır.” Enes diyor ki: O anda Ali geldi ve Resulullah (s.a.a) onu görünce sevinçle ayağa kalktı ve onu kucaklayarak dedi ki: “Sen benim yerime tediye edeceksin ve benim sesimi onlara duyuracaksın ve onlara üzerinde ihtilafa düştükleri meseleleri izah edeceksin.” (720) Tabarâni Kebir’inde Ebu Eyyüb Ensari’ye isnaden şu hadisi tahric eder: Resulullah (s.a.a) Fâtıma’ya dedi ki: “Yâ Fâtıma! Bilmez misin ki, Cenabı Allah yeryüzündeki insanlara bakarak onların arasından babanı seçti ve onu peygamber ilan etti. İkinci defa baktı ve kocanı seçerek seni onunla evlendirmem ve onu vasi kabul etmem için bana vahiy indirdi.” (721)

Bakın! Cenabı Allah nasıl bütün yeryüzündeki insanların arasından Peygamberi seçtikten sonra, nasıl vasiyi de seçiyor, zira vasinin de seçilişi aynı usul ve kaide üzerine gerçekleşiyor. Ve bakın! Nasıl Cenabı Allah onu kızıyla evlendirmesi ve onu vasisi yapması için vahiy indiriyor. Ve de düşünün! Daha önceki peygamberlerin halifeleri vasilerinden başkaları olmuş mudur? Allah’ın seçkin kulunu ve peygamberlerin efendisinin vasisini tehir edip ona başkalarını takdim etmek câiz midir? Aynı zamanda herhangi bir kimsenin onun üzerinde hüküm sahibi olmaya ve onu sıradan bir insan gibi tasarrufu altında görmeye yetkili midir? Allah’ın seçtiği bir kimse, bizim seçtiğimiz bir kimseye itâat etmesinin vacip olmasını mantığa sığdırmak mümkün müdür? Ayrıca nasıl onu Allah ve Resûlü seçer de biz kalkıp başkasını seçeriz? Allah ve Resûlüne karşı isyan edenler apaçık dalâlete sapmış olurlar.


Rivâyetler şunda müttefiktir ki, nifak ve haset ehli Peygamber (s.a.a)’in kendisinden bir parça olan Zehra’yı Ali ile evlendireceğini hanımları kıskanırlar ve derler ki: “Bu öyle bir imtiyazdır ki, yarın Ali buna nâil olursa fazileti meydana çıkar ve ona artık kimse yetişmez,” söylemekle de kalmazlar, vazgeçirmek için Fâtıma’ya karılarını gönderdiler, ona söylediklerinden biri de şu: “Ali fakirdir, onun hiçbir şeyi yoktur” Fâtıma ise onların oyununu ve kocalarının kötü maksadını anlamış, Allah ve Resûlünün istediği gerçekleşince Emir’ul Müminin, düşmanlarını kahredecek faziletlerini izhar etmek ister babasına: “Ya Resûlullah! Beni hiç malı olmayan bir fakirle evlendirdin” der. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) kendisine daha önce zikrettiğimiz ve duyduğunuz şekilde cevap verir. Hatib’in İbn-i Abbas’a isnat ettiği muteber bir hadis de şöyle: Peygamber (s.a.a) Fâtıma’yı Ali ile evlendirince dedi ki: “Yâ Resulullah! Beni hiçbir şeyi olmayan fakir biriyle evlendirdin...” Peygamber (s.a.a) ona şu cevabı verdi: “Cenabı Allah yeryüzündeki insanlardan iki kişi seçti, biri baban diğeri kocan, buna razı değil misin?” (723) (2) Hâkim de Müstedrek’inde Süreye b. Yûnus yoluyla Ebû Hüreyre’ye dayandırdığı buna benzer bir hadis tahric eder. (724)

Kısacası Resulullah (s.a.a) “Kadınların hanımı” olan kerimesine, her acı bir durumla karşılaştığında, Allah kendisine ihsan ettiği nimeti hatırlatırdı. Zira onu ümmetinin en faziletlisiyle evlendirmişti. Bu da ona bütün acıları unutturacak en büyük teselli idi. İmam Ahmed’in Müsned’inde (c. 5 s. 26) Mâ’kal b. Yesâr’dan bu hususta tahriç ettiği şu hadisi sizi tatmin edecek en büyük şâhittir: Nebi (s.a.a) Fâtıma’nın hasta olduğunu duymuş ve onu görmeye gitmişti. Ona sorar: Kendini nasıl hissediyorsun? Fâtıma “Vallâhi müzminleşti...” Peygamber (s.a.a) onu: Seni ümmetimin Müslümanlıktaki en kıdemlisi, ilimde en zengini,
akıl ve sabırda en büyüğü ile evlendirdim, buna razı değil misin?” der. (726) Bu husustaki haberler çoktur, mektubumuzda hepsine yer vermek imkansız. Vesselam. (Ş)


DİPNOT:
1- İbn-i Ebi Hâtim, Enes’ten şu hadisi tahric eder: Ebu Bekir ve Ömer Resulullah (s.a.a)’a gelip Fatıma’yı istediler, susup onlara hiç bir cevapta bulunmadı. Ali’ye gidip istemesi için tembihte bulunurlar. Bu hadisi bir çok kişi nakil ve tahric etmiştir.

2- Bu hadis, aynı söz ve senediyle Kenz’de mevcut olup 5992. hadistir.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Cevapla

“Kitaplar” sayfasına dön