Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

EL-MÜRÂCAAT

(BİR Şİİ VE SÜNNİ ALİMİN MEKTUPLAŞMALARI)

SEYYİD ABDULHÜSEYİN ŞEREFUDDİN (R.A)


BU MEKTUPLAŞMALAR HİCRİ 1329-1330 YILLARINDA, YANİ MİLADİ OLARAK 1900 LÜ YILLARIN
BAŞINDA YAPILMIŞTIR VE MISIRLI BİR SÜNNİ ALİM OLAN -O YILLARDA EZHER ÜNİVERSİTESİ
HOCASI- ŞEYH SELİM BİŞRİ EL MALİKİ İLE ŞİANIN BÜYÜK ÜSTADLARINDAN SEYYİD ABDÜLHÜSEYİN
ŞEREFÜDDİN ARASINDA SORU CEVAP ŞEKLİNDE GEÇEN TOPLAM 106 MEKTUPTAN (SÜNNİ ALİMİN 53
MEKTUPLA SORDUĞU SORULARA Şİİ ALİMİN DE 53 MEKTUPLA VERDİĞİ CEVAPLARDAN)
OLUŞMAKTADIR.
En son MERDAN tarafından 08 Nis 2009, 12:43 tarihinde düzenlendi, toplamda 9 kere düzenlendi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: EL MÜRACAAT (Bir Sünni Alim Soruyor - Şii Alim Cevaplıyor)

Mesaj gönderen MERDAN »

ABDÜL HÜSEYİN ŞEREFUDDİN’İN HAYATI :

Şii aleminin en büyük alimlerinden biri olan Abdül Hüseyin, Şerefuddin Hicri 1290 yılında Irak'ın Kâzımeyn
şehrinde doğmuştur. Babası, Şerif Cevad oğlu, Şerif Yusuf isminde tanınmış bir zattır. Annesi ise,
babasının amca kızlarından Zehra dır. Küçük yaşta ailesi tarafından büyük bir ısrarla yetiştirilen Abdül
Hüseyin, bilhassa din ilminde asrın tanınmış şeyh ve imamlarından çok istifade etmiş, büyüdükçe ilmi de
büyümüş, nihayet muhitinde parmakla gösterilen en büyük alimlerden biri olmuştur. Hocaları, Irak ın
başta gelen alimleri sayılan Tabatabâi, Horasâni, Fethullah İsfahâni, şeyh Muhammed Tâha Necefi ve
şeyh Hasan Kerbelai gibi tanınmış büyük şahsiyetlerdir. Tahsilini bitirip bir çok ilmi müzakere ve
münazaralara katılınca yıldızı parlamış ve adı İslam dünyasının her tarafında duyulur hale gelmiş, daha sonra
otuz iki yaşında, asıl vatanı olan Lübnan ın Cebeli Amil bölgesine dönmüş, hemşehrileri tarafından coşku
ve sevgiyle karşılanmıştır. Büyük alim, burada da boş durmamış, kısa zamanda herkesin takdirini kazanmış
ve her ilmi meselede başta aranan kişi olmuştur.

Ayrıca çok büyük hatip olan üstat, her konuşmasında dinleyicilerini büyülemiş ve nihayet bütün alimler
tarafından ziyaret edilmeye başlayınca evi bir ilim merkezi haline gelmiştir. Daha sonra H. 1329 yılının sonuna
doğru Mısır'a ilmî bir seyahat yapmış, orada da bir çok alimle tanışmış ve çoğuyla münazaralar
yaparak büyük takdirlerini kazanmıştır. Bu âlimlerin biri Ezher Camii ve Üniversitesi'nin o tarihteki hocası
Şeyh Selim Bişri el-Maliki dir. Onunla birkaç kez buluşarak İslam'daki ihtilaflar hakkında görüş alışverişinde
bulunurlar ve neticede sohbetlerini mektuplar aracılığıyla devam ettirmeyi kararlaştırırlar. Nitekim bu arzu
gerçekleşmiş ve sonunda "el-Mürâcaât" adını taşıyan bu mektuplar bir kitap haline gelmiştir. İşte
elinizdeki kitap odur. Yazar bundan başka yirmiye yakın kitap yazmıştır. Bunların çoğu bir çok Arap
kütüphanelerinde bulunabilir. Bu büyük insanı sözcüklerle tarif etmek yetersiz kalır. "el-Mürâcaât ı okuyunca
ne derece ilim ve irfan sahibi olduğunu göreceksiniz.

SEYYİD ŞEREFUDDİN AMULİ'NİN (R.A) ÜSTATLARI :

1- Seyyid Yusuf Şerefuddin (r.a), babası.
2- Aga Rıza İsfahani (r.a)
3- Şeyh Muhammed Taha Necef (r.a)
4- Ahunt Horasani (r.a)
5- Şeyhu'ş-Şeria İsfahani (r.a)
6- Şeyh Abdullah Mazenderani (r.a)
7- Seyyid Muhammed Kazım Tabatabai Yezdi (r.a)
8- Mirza Hüseyin Nuri (r.a) [4]

Seyyid, Necef İlimler Havzasında 12 yıl canla başla tahsil ederek içtihat makamına ulaştı. 32 yaşında Necef,
Kazmeyin, Kerbela ve Samerra'daki fakihlerin onayı ile büyük bir yazar, hatip ve ilmi şahsiyet olarak tanındı.
9 Zilhicce hicri 1322 yılında ailesiyle birlikte vatanı Cebel Amul'a dönerek babasının yanında üç yıl tedris,
tebliğ ve irşat işleriyle meşgul oldu. Üç yıl sonra Sur halkının daveti üzerine oraya gitti. Orada Sur
Hüseyiniyesini kurdu. Dini ve siyasi alanlarda faaliyet ederek orayı bir merkeze dönüştürdü. [5]
Seyyid Şerefuddin ilmi konulara vakıf, İslami hedefleri iyi bilen, İslam ümmetinin sorunlarını dert edinen
ve Şia-Sünni ihtilafını bir kenara itip aynı bayrak altında toplanmalarının zaruri olduğuna inanan büyük
İslam âlimiydi. Ümmeti Muhammed'in vahdet ve birliği konusunda önemli adımlar attı. İslam ümmetin birlik
ve beraberliği için ilk olarak çok değerli eseri olan "el-Fusulu'l Muhimme fi Telifi'l Ümmet" kitabını yazdı.
Hicri 1329 yılında Mısırda'ki Ehlisünnet'in en önemli ve büyük İslam merkezi olan "el-Ezher Üniversitesine
giderek üniversitenin sorumlusu ve baş müftüsü olan Şeyh Selim Bişri Maliki ile tanıştı.

Onunla tanıştıktan sonra ilişkisini kesmedi. İrtibatını mektuplar yazarak devam ettirdi. Yazdığı
mektuplarda ilmi ve akidevi konularda 112 soruya cevaplar verdi. Bu yazışmaları 25 yıl sonra "el-Müracaat"
kitabı adıyla basılarak yayımlandı.Seyyid, Mısırlı Şeyh Muhammed Necib, Şeyh Muhammed Selmuti, Şeyh
Muhammed Abduh, Abdülkerim İdrisi gibi büyük âlimlerle de mektuplaştı.

Hicri 1330 yılında Mısır'dan Lübnan'a döndü. Ülkeyi Fransız sömürüsü ve işgalinden kurtarmak için
direniş liderliğini kabul etti.Bölge âlimleriyle bir araya geldiği konferansta konuşma yaparak Fransız işgaline
karşı cihat fetvası verdi.

Fransızlar Seyyid'i (r.a) tutuklama kararı çıkarınca Seyyid Cebel-i Amul'a, oradan da Dimeşk'e gitti.
Gittiği her yerde ilim adamları tarafında ilgiyle karşılanyor ve toplantılarda baş tarafda oturtuluyordu.
Seyyid'i bulamayan Fransızlar evini, kütüphanesini ve kendi el yazısıyla yazdığı kitaplarını yaktılar.
Seyyid Dimeşk'ten Lübnan'daki hareketi yönlendiriyordu. Ancak Fransızlar Suriye'yi de işgal edince ailesiyle
birlikte Filistin'e, oradan da Mısır'a gitti. Camiler, Hüseyniyeler ve konferanslarda siyasilere ve ruhanilere
konuşmalar yaparak Lübnan direnişini yönlendiriyordu.

Konuşmalarının birinde şöyle dedi: "Şia ve Sünni'yi ilk olarak ayıran siyaset şimdi bir kez daha ayırmaya
çalışıyor. Müslümanlar ihtilafları bir kenara bırakarak birleşmek zorundadırlar."
Seyyid Şerefuddin
Lübnan'ın özgürlüğü ve resmi bir ülke olarak tanınması için kahramanca mücadele etti. Onun bu
mücadelesi 1945 yılında Lübnan'ın resmiyete tanınmasıyla sonuçlandı.Seyyid (r.a) o günün siyasi olaylarını,
İngilizlerin Filistin'i işgali ve Yahudilerin oraya yerleşmelerinin gelecekte büyük bir felaket doğuracağını
Filistinliler'e bildirdi.

SEYYİD ŞEREFUDDİN AMULİ'NİN (R.A) ZİYARET YOLCULUKLARI

Hicri 1340 yılının hac mevsimi İslam Ülkeleri Konferansına katılarak oradakilere manevi bir hava yaşattı.
Arabistan padişahı Şah Hüseyin'nin teklifiyle Mescidu'l Haram'da ilk kez bir Şia âlimi olarak cemaat namazı
kıldırdı. [6]
Hicri 1355 yılında Irak'a giderek Necef, Kazı-meyn, Samerra ve ardından da Kerbela'yı ziyaret etti.
İmam Rıza'yı (a.s) ziyaret etmek amacıyla Irak'tan İran'a hareket etti. Seyyid geçtiği her yerde halkın
samimi ve sıcak ilgisiyle karşılanıyordu. O yörenin âlimleriyle bir araya gelerek durumlar hakkında genel
bilgiler alıyordu. Seyyid Şerefuddin (r.a) Tahran'a ve oradan da Kum şehrine geçerek Hz. Masume'yi (s.a)
ziyaret etti. Kum İlimler Havzasını yakından gördü. Kum şehrinden ayrılarak Horasan'a İmam Rıza'nın (a.s)
ziyaretine gitti. Hicri 1356 yılında ise vatanına döndü.

Batı kültürü Lübnan kültürü ve toplumunun ahlakı üzerinde büyük etkiler bırakmıştı. Seyyid Lübnan halkını
ve özellikle de gençleri bu durumdan kurtarmak için maddi destekteler sunmaya imkânı olan müminleri
toplayarak hicri 1357 yılında Sur şehrinde "el-Medresetu'l Caferiye'yi" faaliyete geçirdi. [7] Bu ilkokulda
bedava olarak günlük derslerin yanı sıra İslami derslerde verilmeye başlandı.

Seyyid geleceğin gençliğini bir araya toplamak ve İslam düşmanlarından korumak için Nadi-el İmam
Sadık (a.s) adından bir spor salonu yaptırdı. Salonun yanında gençlerin ibadetlerini yapmaları için
bir de mescit yaptırdı. [8]
Seyyid Şerefuddin (r.a), bu günün genç kızlarının yarının anneleri olacaklarını, parlak bir geleceğin ve
nesillerin iyi eğitilmesinin yolunun annelerden geçtiğini çok iyi biliyordu.

Bu düşünceyle hicri 1361 yılında "ez-Zehra Medresesini" kurarak onların eğitimine başladı. Ne yazık ki
fazla bir zaman geçmeden Fransızların baskısıyla medrese kapatıldı. Seyyid hiçbir şeyden korkmadan yıl
sonuna kadar derslere kendi evinde devam etti. İkinci yıl büyük zahmetlerle medreseyi yeniden faaliyete
geçirdi.[9]

Seyyid Şerefuddin elinden geldiği kadar fakirlerin, düşkünlerin ve ezilmişlerin elinden tutardı. Evi fakirler
ve kimsesizlerin sığınağıydı. Ömrünün sonlarına doğru hicri 1365 yılında fakir ve kimsesizlerin
ihtiyaçlarını gidermek için yardım vakfını kurdu. [10]

SEYYİD ŞEREFUDDİN AMULİ'NİN (R.A) ESERLERİ:

Seyyid Şerefuddin'in birçok eseri Fransızlar tarafında yakılarak yok edildi. Tüm bunlara rağmen birçok
konuda değerli ve paha biçilmez eserler yazarak İslam âlemine miras bıraktı.

Eserlerinden bazıları:
1- El-Fusulu'l Muhimme
2- El-Kelimatu'l Garra fi Tefzili'z-Zehra
3- El-Müracaat
4- En-Nassu vel İçtihad
5- Ebu Hureyre
6- Felsefetu'l Misak vel Vilayet
7- Subutu'l Esbab fi Silsileti'r-Ruvat
8- Muellefu'ş-Şia fi Sadri'l İslam
9- Zeyneb-u Kubra
10- Buğyetu'r-Rağibin fi Ehvali Al-i Şerefuddin


SEYYİD ŞEREFUDDİN AMULİ'NİN (R.A) VEFATI
( Ö. Hicri / 1377 - Miladi / 1956 )


Bir ömür hizmet ve mücadeleden sonra 8 Cemadiussani hicri 1377 yılında 87 yaşında ebedi yurduna göçtü.
Matemli Sur halkı temiz bedenini İmam Ali'nin (a.s) türbesine götürerek o kutsal mekânda üstadı Seyyid
Muhammed Kazım Yezdi'nin yanına defnettiler.

DİPNOTLAR :
[1] - Nakubau'l Beşer, c.3, s.1080, "Aga Buzurgi Tahrani."
[2] - Hayatu'ş-Şerefuddin, s.31.
[3] - Hayatu'ş-Şerefuddin, s.130.
[4] - Şerefuddin, s.53, "Muhammed Rıza Hekimi."
[5] - Hayatu'ş-Şerefuddin, s.85.
[6] - El-Müracaat, s.19.
[7] - Hayatu'ş-Şerefuddin, s.109.
[8] - En-Nassu ve'l İctihad, s.33.
[9] - Hayatu'ş-Şerefuddin, s.91.
[10] - En-Nassu ve'l İctihad, s.132-137.


*********************************************
En son MERDAN tarafından 08 Nis 2009, 18:25 tarihinde düzenlendi, toplamda 3 kere düzenlendi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: EL MÜRACAAT (Bir Sünni Alim Soruyor - Şii Alim Cevaplıyor)

Mesaj gönderen MERDAN »

ÖNSÖZ VE İTHÂF

Bu sayfalar bugün yazılmamıştır. Yazılışının üzerinden çeyrek asırdan fazla zaman geçmiştir.
Bugün nasıl ortaya çıktıysa o gün de çıkabilirdi. Ancak o günün olayları, çıkmasına izin vermeyecek
boyutta önüne engeller koymuş ve bugüne kadar ertelenmesine neden olmuştur. Bu olaylar aynı
zamanda kitabın konumunda da bazı değişikliklere yol açmıştır. Kitaptaki düşünce ve görüşler ise
çok daha eskilere dayanır. Zira gençliğimin ilk günlerinden beri, gönlümde ve beynimde şimşek
pırıltıları gibi parlamaya başlamıştı. Bu düşüncenin hedefine gelince, o da sadece Müslümanlar
arasındaki ihtilafın sebeplerini araştırıp bu ihtilafı ortadan kaldırmaya çare aramaktır. Amacım,
bu insanların gözlerindeki perdeyi kaldırıp hayatın ciddi taraflarına bakmalarının hak bayrağı altında,
kendilerine farz olunan ilim ve amel yolunu takip ederek, kardeşçe, tek yoldan yürümelerini görebilme
mutluluğuna erişebilmekti. Ne hazindir ki, bu din kardeşlerinin aynı akideye bağlı oldukları halde
asırlar boyu birbirlerine düşman gözüyle bakmış, hatta çoğu zaman aralarında yüz binlerce Müslümanın
kanı dökülmesi pahasına düşmanca savaşmışlardır. Sanki tarafların bir masaya oturup bu ihtilafı
görüşmeleri, bu anlaşmazlığa, edebi tartışmalarla çare aramaları hiç mümkün değil... Yürekleri
parçalayan acı gerçek de budur zaten...


Şu halde ne yapmalı, çare nedir? Biri de yüzlerce yıldır etrafımızı saran felaketler, ötede ise bazen
cehaletin etkisinden, bazen de hırs ve bağnazlıktan dolayı yan çizen kalemler... Ve bunların
arasında kalmanın yarattığı şaşkınlık... Evet şu durumda ne yapmalı, çare nedir?.. Beni üzüntüye
boğan bu düşünce neredeyse göğsümü çatlatacak hale geliyordu. Nihayet H. 1329 yılının sonuna doğru,
aradığımı orada bulacağımı umarak Mısır'a gittim. Düşüncelerimi paylaşacak olan kişiyi bu diyarda
bulacağımın ilhamı içime doğmuştu. Ve Allah'a şükürler olsun buldum... Zaten Mısır ilim üreten bir ülkedir.

Burada delil yoluyla sabit olan gerçekleri benimseyecek alimleri bulmak her zaman mümkündür.
Mısıra has olan meziyetlerden biri de budur. İşte burada şansım bana yardımcı olarak, beni bayrak gibi
tanınmış bir âlim ile karşılaştırdı. Aklı geniş, ahlakı üstün, kalbi pak, bilgisi sınırsız ve bütün bunlarla
birlikte yüksek bir makama sahipti. Bu makamda, hak ettiği dini bir liderlikte oturuyordu. Bu da bir
gerçektir ki, ilim adamları zarif görünüşlü oldukları zaman insana daha çok güven verirler. İşte Mısır'ın
âlimi ve imamı olan bu zat, böyle güven verici bir zarafete sahipti. Onunla yaptığımız ve sonra
hep övgü ile andığımız konuşmalar da elbette aynı nispette zarif ve güzel olmuştu.

Ben ona derdimi dökünce o da bana aynı dertten şikayetçi olduğunu söyledi. Sonunda her ikimiz de
şu kanıda birleştik: Her iki tâife Sünni ve Şii İslam dinine bağlı inanmış Müslümanlardır. İslam
Peygamberinin getirdikleri inançta görüş birliğindedirler. İslam esaslarını zedeleyecek hiçbir ihtilafları yoktur.
Aralarındaki ihtilaf, sadece müçtehitlerin kitap ve sünnetten veya icma ve delillerden elde ettikleri bazı
hükümler üzerinedir.
Bu da aradaki
mesafenin bu kadar uzak olmasını icap ettirmediği gibi, bu düşmanlığın sonsuza dek devam etmesine de
yeterli bir sebep değildir. İslam tarihini araştırıp, içinde türeyen inanç, görüş ve teorileri tetkik ettiğimizde,
bu ihtilâfın sadece taassup ve hizipçiliğin ürünü olduğunu görürüz. Ümmetin arasında vuku bulan en büyük
anlaşmazlık ise imâmet (Hilafet) yüzünden ortaya çıkmıştır. Müslümanlar arasında hiçbir dini meseleye
karşı, onun kadar silah çekilmemiştir. Demek ki anlaşmazlıkların başında, imâmet davası
geliyor.
Bu mesele gün geçtikçe büyütülmüş, hizipçilik çoğalmış, taraflar şartlandırılmıştır.

Oysa her iki taraf birbirinin görüşlerine önem verip, uzlaşmaz tutumlarını bir tarafa bırakarak,
anlayışlı ve barışçı bir tavırla birbirlerine yaklaşmış olsalardı, gerçekler gün gibi meydana çıkacak ve
durum bu aşamaya varmayacaktı. Kendileriyle şu anlaşmaya vardık: Bu meseleyi her iki tarafın ileri
sürdüğü delilleri tam anlamıyla tartışacağız; bunu yaparken de hislerimizi tutkusuna alan muhit, âdet
ve taklit gibi etkenlerin etkisi altında kalmayacağız. Etrafımızı saran asabiyetlerden sıyrılıp gerçeği en
doğru yoldan, ona elimizle dokunabilene kadar takip edeceğiz... Umudumuz, bu çabamız Müslüman
kardeşlerimizin dikkatini çeker ve inceleyeceğimiz gerçekler onları bir parça rahatlatır ve ondan sonra
inşallah kendilerine bu gerçekler önünde durabilecekleri bir sınır tespit ederler.

Bunu şu şekilde yapacağımızı kararlaştırdık: O benden istediğini yazılı olarak soracak, ben de ona şartların
icap ettirdiği şekilde, her iki tarafın akıl ve nakille tespit etmiş olduğu doğruların ışığı altında
cevaplar yazacağım.

Aziz ve Celil olan Allah'ın lütfü ile yazışmalarımız arzu ettiğimiz gibi sonuna kadar devam etti, hatta
daha o günlerde bu mektupları toplayıp kitap haline getirmeyi istemiştik. Fakat daha önce de dediğim
gibi kötü kader ve zalim günlerin olayları bunu engellemiş ve bu gecikme benim için belki daha da
hayırlı olmuştur. Ayrıca bu sayfaların sadece o günlerde aramızda geçen mektuplardan ibaret olduğunu
iddia etmiyorum. Fakat içindeki sözlerin benden başkasının yazdığı da söylenemez.

Daha önce de söylemiştim, gecikmesine neden olan etkenler, az da olsa, bazı değişikliğe uğramasına da
neden olmuştur. Fakat aramızda gelişen sorular üzerindeki tartışma ve muhâkemelerin tümü, hatta
vaziyetin gerektirdiği bazı ilâveler de dahil şu kitabın iki kapağı arasındadır. Ancak bu bahsini ettiğim
ilaveler, ittifakımıza hiç bir olumsuzluk getirmeyen, sadece söz gelişinin neden olduğu bazı nasihat ve
irşatlardır. O gün olduğu gibi, şimdi de yegane amacım bu kitabın hayırlı olup barışa yardımcı olmasıdır.
Bu kitap Müslüman kardeşlerimin ilgisini çeker ve onlarca aranır bir eser haline gelirse, bunu kendime
Cenabı Hakkın bir lütfü sayacağım. Zira bu çalışmalarımdaki amacım barışçı ve birleştirici olmaktır.
Allaha güveniyorum ve bu çabamda bana yardımcı olmasını diliyorum.

İthafa gelince; kitabımı düşünce adamlarına, tarih araştırmacılarına, ilmi hayatın sırrına eren hâfız ve
muhaddislere, sünen ve siyerleri tetkik etmiş bilginlere ve bütün hür düşünceli aydın gençlere
ithaf ederim. Eğer bunların hepsi ithafımı kabul eder ve kitabımın kendilerine faydalı olacağına
inanırlarsa, en büyük mutluluk benim olacaktır. Kitabı yazarken cevap kısmını en mükemmel bir şekilde
özetleyip hazırlamaya çalıştım. Maksadım insaf sahibi kimselerin zihninde herhangi
bir şüphe bırakmamaktır.

Doğru kabul edilen Sünen ve açık Nass'lara o kadar önem verdim ki, toplamış olduğum deliller, hadis
kitaplarıyla donatılmış bir kütüphanenin yerini tutacak kadar zengin bir eser meydana getirdi.
Ümit ederim ki, aziz okuyucular, başından sonuna kadar şevkle ve zevkle okurlar ve bilhassa
onlardan insaf ehli sayılanların beğenisini kazanır.

Bu arzumun tahakkuku halinde Cenabı Allah'a bir kez daha şükredip mutluluğa kavuşmuş olacağım.
Kendi şahsıma gelince; Allaha çok şükür bu kitabı yazmakla içim rahat etmiş, hayırlı bir iş yaptığıma
inandığımdan dolayı bütün çektiğim zahmed ve zorlukları unutmuş, hayatımdan memnun bir şekilde kendimi
bahtiyar hissetmekteyim.

Amelimin kabulünü, günahlarımın affını ve bu kitabın Müslüman kardeşlerime faydalı olduğu nispette, mükafat
ve sevabının benim kadar kendilerine de ait olmasını Yüce Allah'tan temenni ederim.

Abdül Hüseyin Şerefüddin
En son MERDAN tarafından 08 Nis 2009, 18:15 tarihinde düzenlendi, toplamda 5 kere düzenlendi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: EL MÜRACAAT (Bir Sünni Alim Soruyor - Şii Alim Cevaplıyor)

Mesaj gönderen MERDAN »

1. MEKTUP - (6 Zilkade 1329)
1- Münâzaracıdan selam
2- Münâzara için izin isteme


1- Büyük alim Şeyh (1) Abdül Hüseyin Şerefuddin el-Musevi hazretlerine: Allahın selamı, rahmeti ve bereketi
üzerinize olsun. Geçmiş günlerimde, ne Şiilerle tanışmış, ne de onların ahlakını denemiştim. Zira meclislerinde
bulunmamış, onlarla hiç bir konuda fikir tartışması yapmamıştım. Oysa onların görüşlerini, meyillerini çok
merak ediyor, yakından tanımayı çok arzuluyordum. Bu arzum ancak, kader beni, okyanusunuzun
sahiline sürükleyip şifa dolu kadehinizi sunduğunuz zaman tatmin olmuş, susuzluğum ancak o zaman
geçmeğe başlamıştır. İnanın ki, hayatımda ne böyle şifalı bir şarap dudağıma değmiş,
ne de bu kadar
saf ve berrak Kevser’i tatmışımdır. Daha önceleri, Şiilerin, Sünni kardeşleriyle bir araya gelmekten
kaçındıklarını, onlardan uzak kalmayı tercih ettiklerini, yalnızlığı sevdiklerini duyardım da duyardım... (2)

Oysa ben sizi, söyleşide dakik, muaşerette sevimli, tartışmada güçlü ve onurlu, sohbette hoş bir şahıs
olarak gördüm.
Meğer ki Şii mezhebini seçen biri, hoş sohbetli ve onunla oturmak her yazarın ideali imiş.

2- Şimdi denizinizin sahilinde durmuş, incilerinden mümkün olduğu kadar toplamak amacıyla ummana dalmak
için izninizi bekliyorum. İzin verirseniz, uzun zamandan beri kalbimde saklı ve sabitleşmiş bazı meselelerin
derinliğine iner ve beraberce tetkik ederiz. Yoksa siz bilirsiniz... Ben bu girişimimle, ne bir hata aramaya,
ne de gizli kalmış bir ayıbı ortaya çıkarma gayreti içindeyim. Ben sadece aradığını bulmaya çalışan, aradığı da
‘hakikat’ olan birisiyim. Eğer hak meydana çıkıp, haklı olan belli olursa ne âlâ, yoksa ikimiz de şairin aşağıda
söylediği gibi kalmaya mahkûmuz: ‘ Biz, bizdeki ile kaniyiz; siz de, size ait olanlara razısınız; ama
fikirlerimiz ayrı ayrıdır...’ Müsaade ederseniz, size yönelteceğim sorular şu iki konu
üzerinde olacaktır;
birincisi: Asıl ve teferruatla mezhep imamlığı... İkincisi ise: Umumi imamet, yani Peygamber (s.a.a)’den
sonra ortaya çıkan ‘Hilâfet’ meselesi... Ayrıca bütün mektuplarımın sonunda benim imzam yerine ismimin
kısaltılmışı (S) olacaktır; sizinki ise (Ş) olsun. (1) Ve yapacağım her hatanın affını, şimdiden sizden
rica ederim. Vesselâm.(S)


DİPNOT:
1- Bismillâhirrahmânirrahim İzin istemekle yetinmeyip, bahsimizin hangi konu etrafında döneceğini de
açıklamış. Bu da kemâline ve münazaradaki âdâbına delâlet eder. Ayrıca şu imza konusundaki
harfleri gözden kaçmamaktadır. Zira (S) kendi ismi olan Selimin, baş harfi, (Ş) ise benim Şerefuddin olan
adımın baş harfidir. Ayrıca onun Sünni, benim de Şii olduğumuzun remzini de içermektedir.








2. MEKTUP - (6 Zilkâde 1329)

1- Selama karşılık vermek
2- Münazarayı kabul etmek


1- Efendimiz Şeyh’ul İslam (3) hazretlerine Allah’tan selam, rahmet ve bereket. Kıymetli mektubunuzla
bana lütfettiğiniz nimet ve minnetin, hak ettiği teşekkürü sunmaktan dilim âcizdir. Bana karşı göstermiş
olduğunuz güvene aslında siz daha layıksınız. Zaten buna inandığım için, Suriye illerinden kalkıp, ümit
gemisine binerek, ilminizin meyvelerinden, ihsanınızın rahmetinden faydalanmaya gelmiş bulunuyorum.
Sizden ayrılırken dipdiri ümitlerle, sapasağlam emellerle döneceğime eminim.

2- Emir ve yasak size ait olduğu halde benden izin istiyorsunuz. Arzu ettiğiniz her hususta bana sorular
yöneltebilirsiniz.
Adaletli hüküm ve hakkı batıldan ayıran söz size aittir. Allah’ın selamı üzerinize olsun. (Ş)
En son MERDAN tarafından 08 Nis 2009, 12:58 tarihinde düzenlendi, toplamda 5 kere düzenlendi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: EL MÜRACAAT (Bir Sünni Alim Soruyor - Şii Alim Cevaplıyor)

Mesaj gönderen MERDAN »

BİRİNCİ KONU : MEZHEP İMAMLIĞI

3. MEKTUP - (7 Zilkade 1329)
1- Neden Şiiler Cumhur'un Mezheplerine uymaz.
2- Bu gün birleşmek bir ihtiyaçtır.
3- Ancak Cumhur'un Mezheplerine uyarak birlik sağlanabilir.


1- Şimdi sizden, Cumhur ve cemâat mezheplerini kabul etmemenizin sebebini soracağım. Din usullerinde
Eş'ariyi teferruatta ise dört mezhebi kastediyorum. Halbuki gelip, geçmiş bütün din adamları, asırlar
boyunca bu mezhepleri en iyi mezhepler olarak kabul etmiş ve ibadetlerini hep bunların hükümlerine
uyarak yapmışlardır. Bu mezheplerin sahiplerini birer müçtehit, emin, abid ve zâhit kimseler olarak kabul
etmişler; şereflerini, iffetlerini ve temiz mâzilerini göz önünde tutarak onlara gönülden inanmışlardır.

2- Birliğin çok gerekli olduğu şu günlerde, sizin de efkâr-ı umumiye ye uyup bu mezheplere tabi olmanıza
ne kadar ihtiyacımız var. Din düşmanlarımızın, bizi daha çok parçalamak için her türlü metodu
kullandıklarını biliyorsunuz. Onlar her zaman uyanık ve planlı bir şekilde çalışırken Müslümanlar,
içinde bulundukları gafletten hiç bir zaman kurtulamamışlar. Hatta hizipleri çoğaltarak birbirlerine
düşmanca bakarak çoğu zaman onların ekmeğine yağ sürmüşlerdir. Böylece devamlı kurtlara yem
olmuş, köpekler dahi bize göz dikmiştir.

3- Acaba birleşmeyi sağlamak için, şu söylediklerimizden başka, sizin göstereceğiniz bir yol var mıdır?
Söyleyin dinleyelim, emredin itâat edelim. Vesselam. (S)






4. MEKTUP - (8 Zilkade 1329)
1- Şer'i deliller Ehl-i Beyt mezhebini farz kılar.
2- Cumhur'un tâbi olduğu mezheplerin kabulünü icap ettiren hiç bir delil yoktur.
3- İlk üç asrın insanları bunları tanımamıştır.
4- İçtihat, imkan dahilindedir.
5- Birlik ve beraberlik, Ehl-i Beyt mezhebine saygı duyduktan sonra gerçekleşebilir.


1- Usulde Eş'ari'nin ve teferruatta dört mezhebin dışında kalan bir mezheple ibadet etmemiz, ne
taassup ve hizipçilikten dolayıdır, ne de bu mezheplerin sahipleri olan müçtehitlerin, ilim ve ameldeki
adâlet ve nezâhetlerinden şüphe ettiğimizdendir. Lâkin şer'i deliller, evleri vahyin iniş yeri ve meleklerin
uğrağı olan İmamların mezhebine tâbi olmamızı emretmiştir. Bu mezhep bize dinin teferruat ve akidelerini,
fıkhın usul ve kaidelerini, Kitap ve Sünnetin ışığı altında ahlak, gidişat ve âdâp ilimlerini, Peygamberlerin
efendisi olan İslam Peygamberinin sünnetine uygun olduğunu göstermiştir. İşte bunun için delil ve
şâhitlerin hükmüne uyarak kesin olarak onlara bağlandık.Eğer o deliller bize, Ali Muhammed’in
İmamlarına muhâlefet etmeye müsaade etseydi veya başkalarının mezhebiyle ibâdet etmenin bizi
Allah'a daha çok yaklaştıracağına inansaydık, hiç tereddüt etmeden Cûmhur’un gittiği yoldan gider
ve böylece birliğin ve kardeşliğin bağlarını sağlamlaştırmaya yardımcı olmaktan geri kalmazdık.
Fakat kesin deliller, iman ehlini şahsi heveslerine uymaktan alıkoyarak istedikleri her yolu takip etmeye
mani oluyor.

2- Ayrıca Cûmhur’un mezheplerini tercihli kılacak herhangi bir delilin varlığından bahsedilemez.
Müslümanlara ait bütün delilleri itina ile araştırdığımızda, bu mezheplerin tercihine işaret eden herhangi
bir delile rastlamadık. Gördüğümüz bir şey varsa da bu, mezhep sahiplerinin (sizin de dediğiniz gibi)
müçtehit, emin ve onurlu birer şahsiyet olduğudur. Ancak siz de biliyorsunuz ki, içtihat, emanet ve
onur gibi meziyetler sadece onlara ait değildir. Onları, hiç kimsenin cesaret edip de kurtuluş gemisi
ve Peygamberin soyu olan Ehl-i Beyt'e (ne ilim ne de amelde) tercih edebileceğini sanmıyorum.

Zira Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Onların ne önlerine geçin, nede arkalarında kalın; çünkü
önlerine geçer veya arkalarında kalırsanız helâk olursunuz. Onlara karşı bilgiçlik taslamaya da kalkmayın;
çünkü onlar sizden bilgilidirler. (4)” Ama siyaset her şeyi yaptırır. İslam’ın henüz başlangıcında
ne oyunlar oynandığını siz de çok iyi biliyorsunuz.

Beni en çok hayrete düşüren; "Selef-i Salih'in (önceki mümtaz şahıslar) tümü, bu mezhepleri en
âdil, en faziletli mezhepler olarak kabul etmiş ve her yerde bunların içerdiği hükümlerle ibâdet etmeyi
ittifakla öngörmüşlerdir" demenizdir. Sanki Peygamber (s.a.a) soyuna tâbi olan Şii’nin halef ve Selef-i
Salih’inin, (ki bunlar asıl manada Müslümanların yarısıdır) Hz. Ali ve Fâtıma’dan başlayarak bugüne dek,
hiçbir zaman Hz. Peygamberin soyu olan İmamların mezhebinden şaşmadıklarını bilmiyorsunuz.
Ki o yıllarda Eşar'i ve dört mezhep sahibi, hatta onların babaları dahi dünyaya gelmemişti. Bunu herkes
bilmektedir.

3- Bununla birlikte ilk üç asrın insanları, bu mezhepleri hiç tanımamış ve hiç bir şekilde onlara
bağlanmamışlardır. Şu halde üç asır boyunca bu mezhepler nerede idi? Ki bu üç asır İslam'ın en
parlak asırları sayılır. Eş'ari, H.270 yılında doğmuş, H.330 yılında vefat etmiştir. (5) İbn-i Hanbel, 164'te
doğmuş, 241'de ölmüştür… (6) Şâfii, 150 yılında doğmuş, 204 yılında ölmüştür… (7) Malik, 95 (1) yılında
doğmuş,179 yılında ölmüştür. (8) Ebu Hanife ise 80 yılında doğmuş, 150'de ölmüştür. (9) Ve bütün bu
müddet zarfında Şiiler, Ehl-i Beyt imamlarının mezhebi mûcibince ibâdetlerini sürdürmüş ve bu mezhepten
asla ayrılmamışlardır. Şunu da kabul etmek gerekir ki, Beytin, yani evin sahipleri evin dahilindekini
dışarıdakilerden daha iyi bilirler... Şiilerin dışındakiler ise bu esnâda bazı âlim, sahâbe ve tâbilerin
mezhebi ile amel etmişlerdir. Şu halde üç asırdan sonra tüm Müslümanların daha önce kabul ettikleri
mezhepleri terk edip bu mezheplere tâbi olmayı icap ettiren sebep nedir? Ayrıca Allah’ın kitabı ve
Hz. Peygamber’in soyu olup ümmetin kurtuluş gemisi olarak tanımlanan İmamların peşinden gitmemenin
sebebi nedir?..

4- Aynı zamanda içtihat kapısı üç asır boyunca açık tutulduğu halde, daha sonraları Müslümanların
yüzüne neden kapansın?... Ayrıca Cenabı Allah, bu mezhep kurma yetkisi sırf bu mezhep sahiplerine
tahsis edilsin diye, Peygamberlerin en ulusunu dinlerin en yücesi ile taltif edip gönderdiğini ve kitapların
en faziletlisini tenzil ettiğini kim iddia edebilir? Sanki İslâm dinini, Kitabı ve Sünnetiyle, kendi
açıklamalarıyla, bunların kendilerinin şahsi mülkü ve tekelidir. Sanki dînî emirleri depolayıp, başkalarından
gelen bütün yolları kapatma yetkisi de kendilerine aittir. Acaba bunlar Peygamberlerin vârisleri midir?
Yoksa Cenabı Allah, vasi ve imamları bunlarla mı hatmetti? Yahut ilmin bütün geçmişini ve geleceğini
sırf bunlara mı telkin etti?... Hayır hiçbiri değil; bunların diğer din âlimlerinden bir farkları yoktur...

Ayrıca din alimleri ilim kapısını hiç bir zaman kapamazlar. Akılları bağlamak, gözleri boyamak,
kulakları ve ağızları tıkamak asla onların işi değildir. Bu gibi ithamları onlara yakıştıran elbette ki
yalan söylemiş olur. Zaten kendi fetvâları da buna şâhittir.

5- Şimdi de buyurun ittifak ve birleşme yolunda bize yaptığınız dâvet konusuna gelelim: Bana kalırsa
ittifak, ne Şii ne de Sünnilerin kendi mezheplerinden vazgeçmesine bağlı değildir. Üstelik bu teklifin yalnız
Şiilere yapılması da yersizdir. Çünkü bunun geçerli bir teklif olmadığı gibi yerinde bir tercih sayılmayacağı
da daha evvelki yazılarımızdan anlaşılmıştır.

İttifak, ancak Müslümanların dağınıklığının ortadan kalkması ve Ehl-i Beyt mezhebinin tanınıp
hürriyete kavuşmasıyla mümkündür. Ne zaman diğer mezhepler birbirlerine baktıkları gibi ona bakar
ve dört mezhep gibi onu da bir mezhep olarak kabul ederlerse, işte o zaman
Müslümanlar
dağınıklıktan kurtulur ve bir kolye taneleri gibi toplu ve muntazam hale gelirler. Aslında Sünni
mezheplerin birbirleri arasındaki ihtilaflar, kendileri ile Şii mezhebi arasındaki ihtilaftan az değildir. (10)
Bu, tarafların usul ve teferruatlar hakkında yazmış oldukları eserlerle sabittir.

Şu halde neden âlimleriniz, Sünnilere muhâlif oldukları için Şiileri tenkit ederler de, Şiilere hatta
birbirlerine dahi muhalif olan Sünnileri tenkit etmezler? (11) Sonra, neden mezheplerin dört olması câiz
oluyor da beş olması câiz olmuyor? Veya neden dört mezhep Müslümanların ittifakına şâyan
oluyor da, beş olunca ittifak bozuluyor? Keşke bu ittifaka bizi davet ederken o dört mezhep
ehlini de davet etseydiniz. Acaba neden özel olarak bizi davet ettiniz? (12) Yoksa Ehl-i Beyt mezhebine
tâbi olmayı, ittifak bağını çözen yegane sebep olarak mı görüyorsunuz? Ya da öbür mezheplere
uymayı kendi aralarında ihtilaflı da olsalar, gönülleri birleştiren bir yaklaşım mı sayıyorsunuz?
Böyle düşündüğünüzü hiç tahmin etmiyorum. Zaten sevgi ve doğruluk akseden karakterinizden
böyle bir düşünce beklenemez. Vesselam. (Ş)

DİPNOT :
1- İbn-i Hallikân, (Vefeyât'ül-Ayân) kitabında Mâlik için: "Mâlik, anasının karnında üç sene kaldı" diye yazar.
İbn-i Kuteybe ise bu söylentiyi, analarının karnında dokuz aydan fazla kaldıklarını sandığı bazı kişilerin
isimlerini zikrederek tasdik etmiştir!
En son MERDAN tarafından 08 Nis 2009, 18:32 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

5. MEKTUP - (Zilkade 1329)
1- Söylediklerimizin doğru olduğunu itiraf etmek.
2- Delillerin tafsilatını açıklamamızı arzu ettiğini söylemek.


1- Lütufkâr mektubunuzu aldım; ibaresi açık, bölümleri mükemmel, tahriri güzel,

mücadelede metin ve bilhassa usul ve teferruatlarda Cûmhur’un mezheplerine

mutlak surette tâbi olmayı icap ettiren hiç bir sebebin mevcut olmadığını, bununla

beraber içtihat kapısının daima açık kalmasının lazım geldiğini ispat etmekle her

türlü çabayı harcamaktan geri kalmamıştır. Mektubunuz, her iki meseleyi kuvvetli

şâhitlere dayandırmış, doğru deliller ortaya koymuştur. Sizin her iki mesele hakkında

büyük araştırma yapıp, meçhul kalan taraflarını meydana çıkardığınızı inkar edemeyiz.

Buna hiç bir itirazımız yok, görüşünüze aynen katılıyoruz.

2- Fakat biz size, "Cumhur'un kabul ettiği bu mezheplere karşı neden yüz çevirdiniz?"

diye sorduk. Siz ise "Bunun sebebi şer'i delillerdir" diyorsunuz. Oysa bu şer'i delilleri

tafsilatlı olarak açıklamanız icap ederdi. Lütfen bunları kitap ve sünnet yolundan, tafsilatlı

bir şekilde kesin delillere dayandırarak açıklar mısınız? Nitekim siz, kat'i delillerin iman ehlini,

şahsi heveslerine uymalarını engellediğini zikretmiştiniz. Şimdiden teşekkürlerimi takdim

ederim. Vesselam. (S)






6. MEKTUP - (12 Zilkade 1329)
1- Ehl-i Beyt’e tâbi olmayı gerektiren delillere işaret etmek.
2- Müminlerin Emiri, Ehl-i Beyt mezhebini tavsiye ediyor.
3- İmam Zeynelabidin'in bu husustaki sözleri.


Allah’a çok şükür siz sarâhate lüzum kalmadan işaret ve kinâye ile merâmı anlayan

kimselerdensiniz. Pak olan Peygamber sülâlesi hakkında herhangi bir şüpheye düşmeniz

veya onların başkalarına karşı daha tercihli sayılmalarına karşı çıkmanız düşünülemez.

Zira onlar mümtaz kişiler olarak kılınmış ve onlardan başka hiç bir kimse

Enbiyâ ilimlerine vâkıf değildir.

1- İşte bu sebepten dolayıdır ki Peygamber (s.a.a), onları Kur’an’la bir tutmuş, aklı başında

olan kimselere merci ve "kurtuluş gemisi" olarak takdim etmiştir (13).

2- Emir’ül Mü`minin (Hz. Ali) hutbesinin birinde şöyle demiştir: "Nereye gidersiniz? Ayetler

açıkken, işaretler önünüzde dikili iken, kılavuzlar dururken hangi yola saptırılırsınız?Aranızda

Peygamberin Zürriyeti dururken yolunuzu nasıl şaşırırsınız? Ki onlar dinin

kılavuzları,doğrunun lisanlarıdır. Onları Kur’an’ın en güzel yerlerine yakıştırın...

Susuzluğunuzu onların pınarlarından içerek giderin...

Ey insanlar! Bu hükmü Peygamberlerin sonuncusundan (s.a.a) alın ve kabul edin;

buyurmuştur ki: “Bizden ölen ölmüş sayılmaz; bilmediğiniz halde biliyoruz

demeyin...Hakikatin çoğu inkâr ettiğiniz hususlardadır. Ona karşı hiçbir hüccetiniz

olmayan kimseden özür dileyin; O benim işte... Size karşı aranızda en büyük emanet

(Kur’an)ile amel etmedim mi? Küçük emaneti (Peygamber’in Ehl-i Beyt’i) sizin aranızda

bırakmadım mı? (14) (1) Başka bir hutbede ise şöyle buyuruyorlar:

"Peygamberinizin Ehl-i Beyt’ine bakın, onların yolunu takip edin, izlerinden yürüyün...

Onlar sizi hiç bir zaman doğru yoldan çıkarıp, kötü yola saptırmazlar. Onlar oturunca

oturun, kalkınca kalkın; önlerinden gitmeyin yolunuzu şaşırırsınız, gerilerinde de kalmayın

helâk olursunuz.”(15) (2) Bir keresinde de kendilerine şu hatırlatmayı yapar:

"Onların (Ehl-i Beyt’in) sağlığı ilmin sağlığı, cehâletin ölümüdür. Akılları size ilimlerinin

derecesini kanıtlar; dış görünüşleri ise iç duygularını gösterir; ve suskunlukları

mantıklarının delilidir. Hakka hiç bir zaman muhâlefet etmezler, onun üzerinde ihtilafa

düşmezler.

Dînî bilgilerini, kulaktan dolma değil, akıl ve anlayışla hıfz etmişlerdir. İlim rivâyet edenler

çok olabilir, fakat onu hıfzedenler azdır.” (16) (3) Ve başka bir hutbede buyuruyorlar ki:

Onun (Peygamber (s.a.a)’in) soyu bütün soyların, ailesi bütün ailelerin, şeceresi bütün

şecerelerin en hayırlısıdır. O şecere mukaddes bir evde bitmiş, keramet ve yücelik

içerisinde büyümüş, dalları uzun, meyveleri ise çoktur.” (17) (4) Başka bir hutbede

ise şöyle buyuruyor: "Şiâr, ashâb, hazne ve (Peygamber’in ilminin) kapıları biziz. Evlere

ancak kapılardan girilir; eve kapılardan hariç yerlerden giren kimse, hırsız sayılır.” (18) (5)

Yine başka bir hutbede şöyle buyuruyor: "Bilin ki, yoldan sapanları tanımadan hak yolunu

tanıyamazsınız. Kitapla olan ahd-ü misakınıza, ahitlerini bozanları tanımadan gerektiği gibi

bağlı kalamazsınız.” (19)

Hutbelerinin birinde de şöyle buyuruyor: "Necipler biziz... hizbimiz Cenabı Allah’ın hizbidir...

Bize saldıranlar şeytanın hizbindendir... Bizi düşmanlarımızla bir tutanlar ise bizden

değildir.” (6)...1*

3- İmam Zeynelabidin hazretleri, Kur'an’daki "Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve

sâdıklarla beraber olun" (7) ayeti kerimeyi okuduğunda uzun uzun dua eder ve şöyle

derdi: "Bazı kimseler hakkımızı vermekten geri kaldılar; Kur'an'ın imalı ayetlerini tevil ederek,

kendi fikir ve görüşlerini benimsediler. Oysa Cenabı Allah "Kendilerine açık deliller ve âyetler

geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşerek türlü yollara sapanlar gibi olmayın" (8) diye

buyurur.

1-* Dikkat! Kitabın bir çok yerleri özetle tercüme edildiğinden dolayı. Kaynak olarak verilen

dipnottan şu numaralar yazılmamıştır. Fakat zikredilmeyen numaraların tümü eksiksiz
olarak, kitabın kaynaklar bölümünde tercümesiyle birlikte yazılmıştır.

(Müt.)(2026,30,32,34,48,52,59,61,63,74,97,129,153,157,177,181182,184185,187,181,

191,205206,225,234235,237,239,262,270,272,275,284,296297,300,312313,321,346,352,

355,381,383,405,462,634635,648,657658,705,713,722,725,740741,745,747,750,755,758,

761,764,771772,797,811,827,835,837,849, 853,859,871,891,902,904,906,908,910,915.

Allah’ın her türlü günah ve kötülüklerden uzak tutarak tertemiz kıldığı kimseler olarak

görmüyor musunuz?” (27) Evet, bu sözler de İmam Zeynelabidin (a.s)’a aittir. Lütfen

üzerinde biraz itina ile durunuz... Bilhassa Emir’ül Mü’minin Hz. Ali'nin sözlerini iyice tetkik

ediniz. İşte o zaman ikisinin, Şii mezhebini tam olarak nasıl temsil ettiklerini göreceksiniz.

Aynı zamanda bu sözleri bütün Ehl-i Beyt İmamlarına atfedip bir örnek olarak kabul

edebilirsiniz. Zira hepsinin aynı yolun yolcuları oldukları sahihlerimizde mütevatirdir.

Vesselam. (Ş)

DİPNOT:
1-) Bu sözler Nehc'ül Belâğa (c1 s152; Hutbe.83) ten alınmıştır.

Bu hutbe diğer kitaplara göre Hutbe.87dir
2-) Nehc’ül Belâğa, c1 s.89, hutbe:97.
3-) Nehc.c.2 s.259, hikmet: 239
4-) Nehc.c.1s.185, hutbe: 94.
5-) Nehc. c.2 s. 58, hutbe:154.
6-) Nehc’ül Belâğa, c.2 s. 43.
7-) Tevbe/ 119.
SEKİZ-) Al-i İmran/ 105.
En son MERDAN tarafından 09 Nis 2009, 00:09 tarihinde düzenlendi, toplamda 5 kere düzenlendi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

7. MEKTUP- (13 Zilkade 1329)
1- İspatı, Allah ve Resulünün kelâmından istemesi.
2- Ehl-i Beyt İmamlarının kelâmını delil kabul edip onu şahit göstermenin devri gerektirdiğini ileri sürmesi.


1- Delilleri, yalnız Allah ve Resulünün sözlerinden getirin lütfen! Zira ancak onların sözleri, Ehl-i Beyt imamlarının, başka imamlara tercih edilerek kendilerine tâbi olmanın vâcip olduğuna şâhitlik yapabilir.
2- İmamlarınızın sözleri, hasımlarına karşı hüccet sayılamaz. Çünkü siz de biliyorsunuz ki, bu meselede o sözlerle ihticac etmek devri gerektirir. (S)





8. MEKTUP- (15 Zilkade 1329)
1- Söylediklerimizin iyi anlaşılmaması.
2- Devrin gerekliliğindeki yanlışlık.
3- İki kıymetli emanet (Sakaleyn) hadisi.
4- Hadisin mütevâtir oluşu.
5- Peygamber soyuna bağlanmayanların dalâleti.
6- Onların Nuh gemisine benzetilmesi ve ihtilafa düşmemenin teminatı gösterilmesi.
7- Burada Ehl-i Beyt'ten maksat nedir?
8- Onları Nuh gemisine benzetmenin izâhı.


1- Biz açıklamalarda bulunurken Peygamber (s.a.a)’in sözlerinden şâhitler getirmeyi ihmal etmedik. Daha ilk mektubumuzda yalnız Ehl-i Beyt'e tâbi olmanın icab ettiğine işaret etmiş ve açık olarak şöyle demiştik: Resulullah (s.a.a) onları Kur'an'la birleştirmiş ve kurtuluş gemisi olarak tanıtmıştır. Buna şâhit olarak size sahih sünnetlerden her türlü eleştirilerden uzak şâhitler getirmiştik ve "Siz sarâhate lüzum kalmaksızın, îmâ ve kinâye ile anlayan, izâhat yerine işâretle iktifâ eden şahıslardansınız." demiştik.

2- Demek ki, işaret ettiklerimizin hükmüne göre imamlarımızın sözleri hasımlarına karşı hüccet mahiyetindedir. Onun için bu mesele de o sözleri delil olarak göstermenin deviri gerektirmez.

3- İşte size daha önce bahsettiğimiz Peygamber efendimizin, cehâlet ve gafletten uyanmayanlara hitaben söylediği sözlerin beyânı:
“Ey insanlar! Size bıraktıklarımı benimserseniz hiç bir zaman doğru yoldan sapmazsınız, bunlar; Allah’ın kitabı ve Ehl-i Beytim’dir.” (28) (1) Başka bir demecinde de şöyle buyurmuştur: “Size bıraktıklarıma bağlanırsanız, benden sonra hiç bir zaman dalâlete düşmezsiniz. Bunlar, gökten yere kadar bir ip gibi uzanmış olan Allah’ın kitabı ve Ehl-i Beytimdir; Cennetteki havuzumdan içmek için bana gelinceye dek birbirlerinden ayrılmazlar...” (29) Peygamber (s.a.a)’in bu sözleri, çeşitli yerlerde ve muhtelif şekilde söylediğini bütün "Sahih"ler yazar. Vedâ Haccı dönüşünde "Gadîr-u Hum" denilen yere varınca orada mola vermeyi emreder. Ve kendisine ağaç dallarından yüksek bir minber yaparlar. Üzerine çıkar ve sayıları yüz bin tahmin edilen topluluğa, herkesin duyacağı bir şekilde şöyle hitap eder: "Kendimi, çağırılıp icâbet etmiş gibi görüyorum; onun için diyorum ki: Size değeri biçilmez iki emanet bırakıyorum, havuzun başında bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar. Bunlar Allah'ın kitabı ve Ehl-i Beytimdir" Ve şöyle devam eder: "Benim Mevlâm Cenabı Allah’tır. Ben de bütün mü'minlerin mevlâsıyım..." Sonra Hz. Ali'nin elini tutup kaldırarak: "Ben kimin mevlâsı isem bu da onun mevlâsıdır, Allah’ım! ona dost olana dost ol, düşman olana düşman ol..." Hadisin sonuna kadar. (33) (2)

4- "İki değeri biçilmez emanet" hadisine bağlı kalmanın vacip olduğuna hükmeden sahih hadisler mütevâtirdir. Yirmiden fazla sahabeden nakledilmiş hadisler birbirini desteklemektedir. Peygamber (s.a.a) bu sözleri çeşitli yerlerde tekrar etmiştir. Bir defa duyduğunuz gibi Gadîr-u Hum Günü, bir defa da Tâif’ten dönerken, bir
kere de Medine'de minberinde, bir kez de mübârek odasında hasta iken; odanın sahabelerle dolu olduğu bir anda der ki; "Ey insanlar! Ben aniden kabzolunup gidebilirim. Size daha önce de söylemiştim; size Allah'ın Kitabı’nı ve Ehl-i Beyt’imi bırakıyorum" Sonra Hz. Ali' nin elini tutup yukarı kaldırarak: "İşte Ali Kur'an’la beraberdir, Kur’an da Ali ile beraberdir; Havuzun başında yanıma gelinceye kadar birbirinden ayrılmazlar.” (35) Hadis... (3) Sünni ulemâsının çoğu bu hadislerin doğru olduğunu tasdik eder. Hatta İbn-i Hacer, iki değeri biçilmez (Sakaleyn) hadisini zikrederken şöyle der: "Bil ki bu iki emanete tutunma hadisinin birçok yolları vardır; bunlar yirmiden fazla sahabeden nakledilmiştir. Ve der ki: "Bunların on bir tanesi birbirine benzer ve çok yaygındır. Bu yolların bazıları, bu sözleri Veda Haccında Arafat'ta söylediğini naklederler. Bazıları Medine'de hasta yatağında, bazıları Gadir-u Hum Günü, bazıları da Tâif’ten döndüğünde hutbe okurken. "Ve sözlerinin sonuna gelirken der ki: "Fakat böyle de olsa bunlar birbirlerine katiyen aykırı değildir. Zira Peygamber (s.a.a) bu sözlerini muhtelif yerlerde, Kur'an’ın ve Ehl-i Beytin ehemmiyetini vurgulamak için tekrar etmiştir.” (36) (4) Allah ve Resulünün nezdinde Kur'an’ın seviyesinde tutulmak, Ehl-i Beyt için erişilmez bir mevki sayılmaya yeterlidir elbette... Şu halde bu mevki, onlara tâbi olmayı şart kılmak için yeterli bir sebep sayılması gerekir. Zira hiç bir Müslüman, Allah'ın Kitabı’nın yerine başkasını kabul etmez; öyle ise onun karşılığı olan Ehl-i Beyte başkalarını nasıl tercih eder?

5- Anlaşılan odur ki, her ikisine beraber tutunmayan dalâlete düşmektedir. Bunu Tabarâni'nin tahric ettiği şu hadis teyid ediyor: "Her ikisinin önüne geçmeyin helâk olursunuz, onların gerisinde kalmayın, helâk olursunuz; onlara -Ehl-i Beyte- bir şey öğretmeye kalkmayın, zira onlar sizden daha bilgilidirler.” (37) İbn-i Hacer diyor ki: "Onların önüne geçmeyin helâk olursunuz, gerilerinde de kalmayın yine helâk olursunuz; onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın zira onlar sizden daha bilgilidirler” sözleri, onlardan biri yüksek rütbelere ve dînî vazifelere layık görülürse, bu onların başkalarından üstün olduklarına delâlet eder.” (38)

6- Ehl-i Beyte tâbi olmanın her Müslüman’ın boynunun borcu olduğunu Peygamber (s.a.a)’in bu sözleri kanıtlamıyor mu? "Ehl-i Beyt’imin aranızdaki misali Nuh’un gemisi gibidir, ona binen kurtulur binmeyen ise boğulur.” (39) Ve bu sözleri: "Ehl-i Beyt’imin içinizdeki misali, tıpkı İsrail Oğulları’nın "Hitta" kapısı gibidir. Allah O kapıdan geçenin, günahlarını affeder.” (40) Yine bu sözleri; "Yıldızlar, yeryüzündeki insanların gark olmaması için bir güvencedir, benim Ehl-i Beyt’im ise ümmetimin ihtilafa düşmemesinin güvencesidir. Herhangi bir Arap kabilesi onlara muhâlefet ederse, İblis'in hizbinden sayılır.” (41) Bu, ümmetin muhakkak Onlara tâbi olup muhâlefet etmemesi için yapılabilecek en açık tavsiyedir. İnsanların bütün lisanlarında bu gerçeği kanıtlayacak, bundan daha açık ibâreli bir hadisin bulunacağını sanmıyorum.

7- Burada Ehl-i Beyt ibâresindeki maksat sadece İmamlardır. Bu elbette ki hepsini, yakınları ve hısımlarıyla kapsamaz. Zira bu rütbe yalnız Allah'ın hüccetleri olarak onun bilhassa emirlerini, akıl ve nakil hükümlerine dayanarak yerine getiren kimselere mahsustur. Nitekim bu
hadisin manasını, Sünni alimlerin çoğu aynı şekilde kabul etmişlerdir. Bunlardan biri olan İbn-i Hacer "Savâik"ında şöyle demektedir: “Bazı kişilerin dediğine göre Ehl-i Beytin, "koruyucu" olarak tanımlanan şahısları, muhtemelen onların doğru yolu bulmaya yardımcı olan yıldızlara benzeyen ulemâlardır.” Ve diyor ki İbn-i Hacer; "Zaten Hz. Peygamber’in hadislerinden anlaşılan mânaya göre onlardan biri olan "Mehdi" zuhur ettiği zaman, Hz. İsa arkasında namaz kılacak, Deccal da onun zamanında katledilecek...” (42) Başka bir yerde de şu hadisi zikrediyor; "Resulullah (s.a.a)’a sorarlar: İnsanlar Ehl-i beyt’ten sonra hayatlarını nasıl sürdürürler? Der ki;” Bel kemiği kırılan bir eşeğin hayatını sürdürmesi gibi.” (43) (6)

8- Siz de biliyorsunuz ki, Nuh gemisine benzetmekteki mâna şudur: Onlara sığınıp, dinin fürû ve usûlünü, onların İmamlarından alan kimse, ateşin azabından kurtulur; sığınmayan ise, tufan günü bir dağa çıkıp Allah'ın emrinden kaçmak isteyene benzer. Tabi ki birincisi ateşte, ikincisi ise suda boğulmuştur. "Hıtta" kapısına benzetilmelerine gelince şöyle yorumlamak lazım: Cenabı Allah bu kapıdan, kendi celal ve azametine boyun eğerek tevazu ile girmeyi mağfiret sebebi kabul ettiği için, Peygamber (s.a.a) bu ümmetin Ehl-i Beyt’e itâat etmesini mağfiret sebebi saymış, dolayısıyla onlara itâati bu kapıya benzetmiştir... Herhalde İbn-i Hacer de bu benzetmeyi, benimsetmek istiyor ki şöyle diyor: "Onları Nuh gemisine benzetmenin mânası, onlara bu şerefi bahşedene şükür etmek gâyesiyle, onları sevip ta'zim eden ve İmamlarının yolundan giden herkes, muhâlefetlerin zimmetinden kurtulur; bundan geri kalan ise, nimeti inkâr etme denizinde batar, azgınlık çölünde helâk olur... Hitta kapısı ise, yani ona benzetilmelerinin manası, Cenabı Allah bu (Eriha veya Kudüs) kapısından istiğfar ve tevâzu ile girmeyi mağfirete nâil olmak için bir sebep olarak tanımlamıştır. Bunu eşanlamda da bu ümmete, Ehl-i Beyt’i sevmenin sebep olacağını açıklamıştır.” (44) (7) Onlara tâbi olmanın vâcip olduğu hususu, sahih kitaplarda mütevâtirdir. Bilhassa o mübârek soyun yolundan süre gelmiş hadisler pek çoktur. Sıkıcı olmasından korkmasaydık bu hadisleri sonuna kadar incelemekte kalemimizin dizginini serbest bırakırdık. Fakat yine de bu zikrettiklerimiz, maksadımızı anlatmaya yeterli gelmiştir sanırım. Vesselam.(Ş)

DİPNOT:
1) Bu hadisi, Hakim, "Müstedrek" kitabında c. 3 s. 109’da zikreder ve " bu hadis doğrudur" der. Ayrıca Zehebi de doğru olduğunu tasdik eder.

2) Bu hadisi Tirmizi ve Nesâi Cabir’den aktarmışlardır; Onlardan nakleden Muttaki Hindi ise "Kenz’ul Ummal, kitabında (c.1; s. 44) zikretmiştir.)

3) İbn-i Hacer'in, "Savâik’ul Muhrika" kitabında (Fasıl. 2 Bâb. 9 s. 75) bak...

4) İbn-i Hacer'in Savaik’inde dördüncü âyetin (Onların peşinden gidin onlar sorumludur) tefsirine bakın. (Fasıl. 1; Bab. 11; Sayfa 89)

5) İbn-i Hacer'in Savâik'inde, "Peygamber’in vasiyeti, babındaki (s. 135) şu hadise bakın ve ona sorun; neden acaba usul-u dinde Eş'ari’yi, fürûda ise dört mezhep sahibini onlara tercih etmiştir? Ve sorun!.., Neden Hâricilerden Amran b. Hattan gibileri hadiste,Murci'lerden Muadil b. Süleyman’ı tefsirde ve halifelik ve niyâbette Peygamberin kardeşi ve vasisini geriye itip başkalarını ilersine aldığını ve hatta rezil kimselerin çocuklarını neden Peygamber (s.a.a)’in çocuklarından üstün tuttuğunu sorun... Peki, bahsettiğimiz mertebe ve vazifelerde Peygamber soyuna yüz çevirip, onlara muhâlif kimselerin peşinden giden bir şahıs acaba “Sakaleyn” hadisine ve kurtuluş gemisi Ehl-i Beyt’e ne dereceye kadar bağlı kaldığı söylenebilir?..

6) Savâik’in 143. sayfasında Peygamber (s.a.a)’in kendisinden sonra Ehl-i Beyt'in gördükleri zulme delâlet eden sözlerine bk... Biz de İbn-i Hacer'e soruyoruz: Ehl-i Beyt Ulemâsının makamı bu ise, doğru yolu bırakıp nereye gidiyorsunuz?

7) Bu adamın sözlerini tekrar gözden geçirin ve lütfen bana söyleyin! Neden dinin muhtelif fürû ve kaidelerinde, Usul ve Fıkıh kaidelerinde, Kitap ve Sünnet ilminin her hususunda, ahlak ve âdapta onların yolundan ayrılmayı tercih etmiştir? Haksız olarak bize karşı yapmış olduğu hücumlardan dolayı, Allah onu affetsin.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
mürteza
Mesajlar: 67
Kayıt: 24 Mar 2009, 01:10

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen mürteza »

ya cananım bu mektupların devamı yokmu tam kendimi kaptırdım çokta şey öğreniyordum birden kesildi.bu mektupların kitabı varmı yada nerde bulabilirim.
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

mürteza yazdı:ya cananım bu mektupların devamı yokmu tam kendimi kaptırdım çokta şey öğreniyordum birden kesildi.
bu mektupların kitabı varmı yada nerde bulabilirim.
Mürteza can mektupların tamamı 106 tane.
Bu değerli esere nette bir iki yerde rastladım. Fakat doğrusu hiç okunulacak gibi değiller.

Yani formatları bozuk. Alıntı yapılınca imla hataları çok fazla çıkıyor.
Fakat ben kısmet olursa bunları word de düzenleme yaparak hepsini foruma göndereceğim inş.
SELAMLAR..
En son MERDAN tarafından 08 Nis 2009, 13:10 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Bir sünni ve bir şîî alimin mektuplaşmaları: EL MÜRACAAT

Mesaj gönderen MERDAN »

9. MEKTUP- (17 Zilkâde 1329)
Bu mesele hakkındaki Nasslar' dan daha çok istemek.

Lütfen hiç çekinmeden kaleminizin dizginini serbest bırakın... Sıkılacağımı hiç düşünmeyin... Kulaklarımı açmış sizi dinliyorum. İlminizden istifade etmek bana rahatlık veriyor. Sizden gelen delil ve beyanlar bende yeni bir canlılık uyandırmış, beni bütün hoşnutsuzluklardan arındırmıştır. Güzel sözlerinizden, üstün hikmetlerinizden, bana armağanlar yağdırmaya devam edin; yüreğime serin suyu serpecek olan onlardır. Lütfen bu armağanlarınızı arttırmaya devam edin... Babanızın hakkı için arttırın. Vesselam. (S)





10. MEKTUP - (19 Zilkade 1329)
Nass'lardan bir demet yeterlidir.

Eğer mektubumu gönül hoşluğu ile karşılayıp onu iç rahatlığı ile elinize alıp okuduysanız, beni amellerimin gerçekleşeceğine daha çok inandırdığınızı ve çalışmamın başarılı olacağı ümidini daha da arttırmış olduğunuzu bilmelisiniz. Nitekim, sizin gibi temiz kalpli, iyi niyetli, mütevazı ve kendini ilme adamış bir kişinin, hak ve adâletin, kelâmı ve kaleminde canlanması, insaf ve doğruluğun elinde ve dilinde tecelli etmesi gayet tabi ve olağandır. Bana, "armağanlarınızı artırmaya devam edin" demenizle, size teşekkür etmek ve emirlerinizi yerine getirmek hususunda kendimi ne kadar sorumlu hissediyorum. Bundan daha büyük lütuf, yakınlık ve tevâzu olur mu?.. Emredersiniz, hizmetinizdeyim... Allah’a yemin ederim ki sizi bu yönden memnun edeceğim. Diyeceğim ki:Tabarâni "Kebir"inde, Râfi "Müsned"inde İbn-i Abbas'a dayanarak yazıyorlar: "Resulullah (s.a.a) dedi ki: Her kim benim gibi yaşamak ve benim gibi ölüp ağaçlarını Rabb'imin diktiği cennete gitmek istiyorsa, benden sonra Ali'nin Velayet’ini kabul etsin ve Ehl-i Beyti’min yolundan gitsin... Onlar benim mayamdan doğdular ve benim ilmime nâil oldular... Allah’ın azabı onları yalancı çıkaranlara ve benden ayırmak isteyenlere yağacaktır; Allah böylelerine şefâatimi nasip etmesin.” (45) (1) Yine Bâverdi, İbni Cerir, İbn-i Şahin ve İbn-i Mende, İshak yoluyla Ziyâd b. Mutraf’tan tahric ettikleri bir hadiste şöyle yazıyorlar: "Resulullah’tan (s.a.a) şu sözleri duydum: "Her kim benim gibi yaşamak, benim gibi ölüp Rabbi’min bana vaadettıği cennete gitmek istiyorsa, Ali’ye dost olsun; ve ondan sonra zürriyetini dost edinsin; onlar sizi hiçbir zaman hidâyet kapısından çıkarıp, dalâlet kapısından geçirmezler.” (46) (2) Buna benzer bir hadis de Zeyd b. Erkam’ dan der ki: "Resulullah (s.a.a) dedi ki:"Kim benim gibi yaşamak ve benim gibi ölüp Rabbi’min bana vâdettiği cennetegitmek istiyorsa, Ali'ye dost olsun; o sizi hiç bir zaman doğru yoldan çıkarıp eğri yola saptırmaz.” (47) (3) Yine Ammar b. Yâsir'in şu hadisi: "Resulullah (s.a.a) dedi ki: “Bana her iman eden ve inanan kimseye Ali’ye dost olmasını tavsiye ederim. Ona kim dost olursa bana dost olmuş olur. Onu seven beni sevmiş, beni seven de Allah'ı sevmiş olur. Ondan nefret eden benden, benden nefret eden de Allah 'tan nefret etmiş olur?” (49) (4) Yine Ammar’dan: "Allah’ım! Bana her iman edip inanan kimse Ali'ye dost olsun; onun dostluğu benim dostluğum, benim dostluğum da Allah-u Teâla’nın dostluğudur.” (50) (5) Bir defa da Resulullah (s.a.a) hutbe okurken şöyle der: "Ey insanlar! Fazilet, şeref ve velâyet, Resulullah ve zürriyetine mahsustur, batıl yollara sapmayın sakın...” (51) (6)

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: "Onların önüne geçmeyin, helâk olursunuz; gerilerinde de kalmayın, yine helâk olursunuz; onlara karşı bilgiçlik taslamaya da kalkmayın; çünkü onlar sizden daha bilgilidir.” (53) (7) "Ehl-i Beyt’imin yeri, vücudunuzdaki baş, başınızdaki gözlerin yerinde olsun... Elbette ki baş, ancak gözlerin yardımıyla yolunu tayin edebilir.” (54) (8) "Biz Ehl-i Beyt’in sevgisini iltizam edin; Allah'ın huzuruna bizi severek çıkan kimse, bizim şefâatimizle cennete gider. Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bizim hakkımızı tanımadıktan sonra, hiçbir kulun ameli kendisine fayda sağlamayacaktır.” (55) (9) "Muhammed’in soyunu tanımak, cehennemden kurtuluştur; Muhammed’in soyunu sevmek ise sırat köprüsünden geçmektir ve Muhammed’in soyuna sadık olmak azaptan korunmaktır.” (56) (10) "Kıyamet günü kuldan dört şey sorulur; ömrünü nasıl bitirdi, vücudunu nasıl eksiltti, malını nereden kazandı ve nereye harcadı ve biz Ehl-i Beytin sevgisi.” (57) (11) "Bir şahıs Beyt’ul Haram’ da devamlı namaz kılıp oruç tutsa dahi, Muhammed soyuna kin duyduğu takdirde mutlaka cehenneme gidecektir.” (58) (12)

"Muhammed soyunu severek ölen, şehit sayılır. Muhammed soyunu severek ölenin günahları bağışlanır. Muhammed soyunu severek ölen, tövbekâr olarak ölür. Muhammed soyunu severek öleni, ölüm meleği cennetle müjdeler. Muhammed soyunu severek ölen, bir gelinin süslenip kocasına uğurlandığı gibi cennete uğurlanır. Muhammed soyunu severek ölenin mezarından cennete doğru iki kapı açılır. Muhammed soyunu severek ölen, sünnet ve cemâat üzerine ölür... Muhammed soyuna kin besleyerek ölen ise, kıyamet günü alnına: Allah'ın rahmetinden ümidini kes, yazılı olduğu görülür.” (60) Ve meşhur hutbesi bu şekilde devam eder. (13) Ve buna benzer birçok hadis yaygındır. Bilhassa Ehl-i Beyt yolundan gelenler daha da çoktur. Demek ki onlar Peygamber (s.a.a)’in emirlerini yerine getirmek için onu temsil etmeye layık kimseler olmasalardı, kendilerine bu mertebeler verilmezdi. Bu sebepten dolayıdır ki, onları seven Allah ve Resulü’nü sevmiş, onlara kin besleyen, Allah ve Resûlü’ne kin beslemiş oluyor... Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor:“Bizi ancak mümin ve muttaki olan sever; ve bize ancak münâfık ve şaki olan kin besler.” (64) (14) Buna dayanarak Şâir Ferazdak, İmam Zeynelabidin'i methederken şöyle der: "O öyle bir ailedendir ki, onların sevgisi Din demektir; onlardan nefret etmek küfür, onlara yakın olmak ise kurtuluştur.” (65)

Emir’ul Mü’minin (a.s) Hazretleri buyuruyorlar ki: "Ben ve soyumun hayırlı ve pak olan kişileri, küçük yaşta iken insanların en uysalı, büyüdükten sonra en âlimleriyiz... Bizimle, Allah yalanı defeder! Bizimle, kuduz köpeğin dişlerini kırar. Bizimle, sizi fuhuştan uzaklaştırır; bizimle, boynunuzdaki düğümü çözer. Cenabı Allah, bizimle fethedip bizimle hatmeder.(66)" Onları tercih etmekte, isabet etmiş olduğumuza delil olarak, bizzat Cenabı Allah'ın onları tercih etmesi bize yeter... Zira onlara salavât getirmeyi, farz olan namazın bir kısmı yapmıştır. Onlara salavât getirmeyen hiç bir kimsenin namazı tam olmaz... O kimse ister Sıddık, ister Fâruk, isterse bir nur veya iki nur veya birçok nur sahibi olsa bile... Hatta Allah'a iki şahâdetle ibâdet eden herkesin, namaz esnâsında onlara (67) salavât getirmeden namazını tamamlaması imkansızdır. Bu da öyle bir mertebedir ki,bahsettiğiniz imamlar, bu mertebenin önünde başlarını eğmişlerdir...

İmam Şafii (r.a) Şiirinin birinde şöyle der: "Ey Resulullah’ın Ehl-i Beyti, Cenabı Allah sizin sevginizi Kur’an’da tenzil ederek farz kılmıştır... Size bu şan ve fazilet kâfidir ki size salavât getirmeyenin salâ'tı (namazı) yok sayılır. (68)" (16) Şimdilik mukaddes Sünnetin, onların sünnet ve üslûbunu seçmenin vacip olduğunu kanıtladığı bu kadarlık delillerle iktifa edelim. Nitekim Kur’an-ı Kerimde de bunun vacip olduğuna dair muhkem âyetler mevcuttur. Biz onları geniş bilginize ve açık zihninize bırakıyoruz. Zira Allah'a çok şükür, siz en küçük bir delille yetinen işaretlerin yerine remizle gani olan kimselerdensiniz... Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamt ve senâ olsun. (Ş)


DİPNOT:
1- Bu hadis “Kenz’ul Ummal” kitabının c. 6, s. 217 de yazılıdır. Ayrıca Ebu Nüaym (Hilyet’ül Evliya) kitabında, Mutezile Allâmesi İbn-i Ebi’l Hadid’in “Nehc’ül Belağa” da ki şerhinden; benzerini de Ahmed b. Hanbel'in (Müsned)i ve (Menâkib Ali b. Ebu Talip) kitabından alıp zikretmiştir.
2- Bu hadis de (Kenz’ul Ummal’ın c. 6, s. 155’te yazılıdır. İbn-i Hacer de (İsâbe)sinde Ziyâd b. Mutraf’ın tercümesini yaparken şu hadise değinmiş ve şöyle demiş: "Bu hadis Yahya b. Yala'ya isnâd edildiği için, ben zayıftır diyorum. Biz de diyoruz ki, bu iddia İbn-i Hacer gibi birinden garip sayılır. Zira Yahya b. A'lâ inanılır bir kişidir; hatta Buhari ve Müslim ona istinaden (Sahih)lerinde birçok hadisi ihraç etmişlerdir.
3- Bu hadisi, Hakim (Müstedrek) Sahih'in c. 3, s. 128. de zikretmiş ve "bu hadis doğru senetlidir" demiş. Ayrıca Tabarani (Kebir)inde, Ebu Nuaym ise Sahabelerin faziletleri bahsinde zikrettikleri gibi Kenz’ul Ummal’ın c. 6 s. 155 „inde de yazılıdır.
4- Tabarâni Kebir'inde, İbn-i Asâkir de (Tarih)inde tahric ettikleri gibi (Kenz’ul Ummâl)da c. 6 s. 154’te 2571'inci hadis olarak yazılıdır.
5- Tabarâni bu hadisi Muhammed b. Ebu Ubeyde b. Muhammed b. Ammar, İbn-i Yâsir'den tahric etmiştir. Ayrıca Kenz’ul Ummal’da c. 6 s. 155’te 2576 hadis olarak yazılıdır.
6- Bu hadisi Ebu’ş Şeyh uzun bir şekilde tahric etmiştir. Ayrıca İbn-i Hacer (Savaik)’in 105'inci sayfasında maksatlar kısmında "Meveddet" ayetinin tefsirini yaparken bu hadisi zikretmiştir.
7- Tabarâni bu sözleri "Sakaleyn" hadisinde tahric etmiştir. İbn-i Hacer de ondan naklederek, (Savâik)’inin 11'inci babında irad ettiği ayetlerin dördüncüsünü tefsir ederken zikretmiştir.
8- Bu hadisi Sünen sahiplerinin bir çoğu Ebuzer’e isnâd ederek tahric etmiştir.
9- Tabarâni (Avsat)ında tahric eder. Suyuti (İhya’ul Meyyit), Nebhâni (Erbain), İbn-i Hacer (Savaik) ve daha bir çok meşhur yazarlar kitaplarında naklederler...
Siz, "Hiçbir kulun âmeli, bizim hakkımızı tanımadıktan sonra kendisine fayda sağlamaz" tâbirini iyice tetkik edin ve ondan sonra amellerin sıhhatini, neden onların hakkını tanıma şartına bağladığını bana bildirin lütfen... O hakk nedir acaba? Onlara itaât etmek, dolayısıyla da Yüce Allah'ın doğru olduğunu bulmak değil midir? Daha
doğrusu o hakk Nübüvvet ve Hilafetten başka ne olabilir? Fakat ne yapalım ki, dikkatsiz insanlarla yaşamak, bize revâ görülmüştür; Allah yardımcımız olsun.
10- Bu hadisi Kâdı İyad, İstanbul’da basılmış olan (Şifa) kitabının 40. sayfasında zikretmiştir... Siz de biliyorsunuz ki, onları tanımak demek sadece isimlerini öğrenmek ve Peygamber’in soyu olduklarını bilmek demek değildir. Bu kadarını Ebu Cehil ve Ebu Leheb de biliyordu. Maksat onların Peygamberden sonra emir sahipleri olduklarını tanımaktır. Bu, “Kim yaşadığı zamanın imamını tanımadan ölürse, cahiliyye döneminde ölmüş gibi olur." hadisinin kanıtıdır.
11- Allah tarafından, itâati icâb ettiren bir rütbeleri olmasaydı, onları sevmek bu mesâbede olmazdı herhalde... Bu hadisi de Tabarâni İbn-i Abbas'a isnâd ederek tahric etmiş; Suyûti (İhya’ul Meyyit) kitabında nakletmiş, Nebhâni de (Erbain)ine... Ve daha nice başkaları yazmıştır.
12- Nebhâni'nin (Erban)inde ve Suyûti nin (İhya’ül Meyt)inde olduğu gibi Tabarâni ve Hâkim de tahric etmişlerdir. Yine Hâkim ve İbn-i Habbân’ın tahric ettiği ve Nebhâni (Erbain) inde ve Suyûti (İhya)ında Ebu Said'den naklettikleri bir hadiste Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: "Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, biz Ehl-i Beyt’e kin besleyen kimse mutlaka cehenneme gidecektir” Yine Nebhâni ve Suyûti naklederler: Hz. Hasan, Muâviye b. Hadic'e der ki: “Bize kin besleyip bizi kıskanan kimse, kıyamet günü rahmet havuzundan ateşten sopalarla kovalanıp uzaklaştırılacaktır.”
13- İmam Salebi, büyük Tefsiri’nde Meveddet âyetini tefsir ederken bu hutbeyi Cerir b. Abdullah el-Becel'iden tahric ettiği gibi Zemahşeri de (Keşşaf)’ında bu hadisin doğru olduğunu zikreder.
14- Savâik,in, 11. Babında, 14. ayetin maksatlarından ikinci maksatta zikredilmiştir.
15- Kenz’ul Ummal’ın 6050. hadisi olup c. 6 s. 396’da yazılıdır.
16- Bu iki beyit, Şâfii’nin Ehl-i Beyt hakkında yazmış olduğu methiyeler arasında meşhurdur. İbn-i Hacer gibi birçokları Şâfii’nin, "Allah ve Melekleri Peygambere salat eder; ey iman edenler, siz de ona salat edin." ayetinden esinlendiğini yazmışlardır.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Cevapla

“Kitaplar” sayfasına dön