Ticaninin Mektubu

Cevapla
alone_man
Mesajlar: 1769
Kayıt: 13 Oca 2008, 21:28

Ticaninin Mektubu

Mesaj gönderen alone_man »

Bismillahirrahmanirrahim

Salat ve selam, peygamberlerin en üstünü Hz. Muhammed'e ve tertemiz Ehl-i Beyt'ine...
Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Ben, Allah'ın kendisine hidayet ve tevfikini bahşettiği Tunuslu Muhammed Ticani Semavi'yim. Maliki mezhebine mensup olup, Kuzey Afrika' da meşhur olan Ticani tarikatına tabi iken, Ehl-i Beyt mezhebini seçmiş bulunuyorum.

Hakkı, bir seyahat esnasında bazı Şii alimlerle görüşüp konuştuktan sonra tanıdım. Sonra bu konuda "Nasıl Hidayete Kavuştum" adını taşıyan bir kitap yazdım. Bu kitabı Hindistan'da bulunan "İslami İlimler Cemiyeti" birkaç dilde bastırdı. Ve bu sebepten dolayı Hindistan'a davet edildim.

Aziz kardeşim, kısa bir ziyaret için Hindistan' a gelmiştim. Ümidim sizinle görüşmekti. Zira sizin adınızı duymuş ve oradaki Ehl-i Sünnet ve Cemaat arasında parmakla gösterilen alimlerden biri olduğunuzu biliyordum. Fakat ne yazık ki , mesafenin uzaklığı ve vaktimin azlığı bu arzuma mani oldu. Çaresiz Bombay, Bovna, Bor Dağı ve diğer bazı şehirleri ziyaret etmekle yetindim. Fakat Hindistan' daki Ehl-i Sünnet'in Şii kardeşlerine karşı duydukları nefret ve düşmanlık beni çok fazlasıyla üzdü.

Birbirleriyle İslam adına savaştıklarını ve bu uğurda her iki taraftan kanlar döküldüğünü duyuyordum. Fakat buna inanmıyor, abartıldığı düşüncesindeydim. Ancak ziyaretim esnasında gördüklerim ve duyduklarım, gerçekten hayret ve dehşet vericiydi. Orada İslam ve Müslümanlar aleyhine birtakım kötü niyetler ve tehlikeli komploların hazırlanmakta olduğuna inanıyorum. Başında, İslami Cemaat Müftüsü Şeyh Azizürrahman'ın bulunduğu Sünni alimlerden oluşan toplulukla görüşmem esnasında, benimle aralarında cereyan eden karşılaşma bu inancımı güçlendirdi. Bu karşılaşma, kendilerinin daveti üzerine geldiğim Bombay'daki mescitlerinde vuku bulmuştu.

Daha aralarına yeni girmiştim ki, Ehl-i Beyt Şiasına, alay edici hareket ve işaretler yaparak küfür etmeye başladılar. Gayeleri metanetimi sarsıp beni tahrik etmekti. Zira benim Ehl-i Beyt mektebine davet eden bir kitap yazdığımı biliyorlardı. Maksatlarını anlamıştım. Ama yine de sinirlerime hakim olup onlara gülümseyerek dedim ki:

"Ben sizin misafırinizim, beni davet eden de sizsiniz. Davetinizi kabul ederek size geldim. Yoksa bana sövüp küfretmek için mi beni davet ettiniz; İslam'ın size öğrettiği üstün ahlak bu mudur?! Bana tam bir küstahlıkla cevap verip, hayatımda bir gün bile Müslüman olmadığımı, çünkü Şii olduğumu, Şia'nın da İslam'la hiçbir alakası olmadığını iddia ederek buna yemin bile ettiler.

Onlara bakarak dedim ki: "Kardeşlerim, Rabbimiz bir, Peygamberimiz bir, Kitabımız bir, Kıblemiz de birdir. Şiiler de Allah'ın birliğine iman eder, Peygamber ve Ehl-i Beyt'ine uyarak İslam'ın şartlarını uygularlar. Namaz kılar, zekat verir ve Allah'ın evini haccederler. Onları küfürle itham etmeyi nasıl caiz görebiliyorsunuz?!"

Bana cevapları şu oldu: "Siz Kur'an'a inanmazsınız. Sadece takiyye ile hareket eden münafıklarsınız. İmamınız; "Takiyye benim ve atalarımın dinidir." demiştir. Siz, Yahudi Abdullah bin Seba'nın kurmuş olduğu bir firkasınız."

Gülümseyerek şöyle dedim: "Şia'yı bırakalım, benimle şahsım üzerine konuşun! Ben sizin gibi Malikiydim. Ancak uzun bir araştırmadan sonra Ehl-i Beyt'in yolundan gitmenin daha doğru olduğuna kanaat getirdim. Sizin bana karşı mücadele etmeye bir deliliniz varsa, yahut benden delilimin ne olduğunu soruyorsanız, gelin tartışalım, belki o zaman birbirimizi daha iyi tanırız."

Dediler ki: "Ehl-i Beyt, Peygamber'in hanımlarıdır; sen Kur'an'dan bir şey anlamıyorsun." Dedim ki: "Ama Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim sizin söylediğinizden farklı şeyler yazıyorlar." Bu sefer şöyle cevap verdiler: "Buhari, Müslim ve diğer Sünni kitaplardan alıp ileri sürdüğünüz delillerin hepsi, sizin gibi Şiilerin, kitaplarımıza sokuşturdukları kendi uydurmalarıdır."

Gülerek şu cevabı verdim: "Eğer Şiiler, kitaplarınıza ve Sahihlerinize ulaşıp uydurma hadis sokabilmişlerse, o halde ne bu kitapların, ne de bunlara dayalı olan mektebinizin herhangi bir itibar ve değeri yoktur!"

Verecek cevap bulamayınca sustular. Ancak içlerinden biri tekrar işi alaya ve kışkırtıcılığa vurup şöyle dedi: "Her kim Hulefa-i Raşidin, yani Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Muaviye ve Yezid efendimizin (Allah ondan razı olsun ve onu razı etsin) halifeliğine inanmazsa Müslüman değildir."

Adeta dehşete düşmüştüm. Zira bu gibi sözleri hayatım- da duymamıştım. Bunlar Muaviye ve oğlu Yezid'in halifeliğini tanımayanları kafir olarak biliyorlardı. Kendi kendime şöyle diyordum: "Müslümanların Ebu Bekir, Ömer ve Osman için Allah'tan rıza dilemeleri makul ve çok doğal sayılabilir. Ama Yezid için, doğrusu bunu yalnız Hindistan'da duyuyordum."

Dönüp hepsine birden sordum:

"Bu adamın görüşüne katılıyor musunuz?"

Hepsi bir ağızdan: "Evet" dediler.

Artık konuşmanın hiçbir fayda sağlamayacağını, beni tahrik etmek istediklerini anladım. Maksatları benden bu şekilde intikam almaktı. Belki de sahabeye sövdü iddiasıyla beni öldürebilirlerdi; kim bilir?

Bir kötülük düşündüklerini gözlerinden okuyabiliyordum. Beni onlara götüren arkadaşımdan, beni derhal oradan uzaklaştırmasını istedim. Adam üzüntüsünü belirtip olanların davranışlarından dolayı benden özür dileyerek beni oradan uzaklaştırdı. O adam Bombay'daki İslami Matbaa'nın sahibiydi. Bu konuda onun suçu yoktu. Şerefuddin ismindeki bu genç, iyi bir kültüre sahipti. Bu buluşmadan umduğu tek şey hakikati öğrenebilmekti. Ama hiç değilse aramızda geçen bütün bu tartışma ve mücadeleye şahit oldu, ve o büyük alimler sandığı kimselerin nasıl davrandıklarını gördü. Hatta onlardan adeta tiksindiğini dahi gizlemedi.

Sonunda üzgün bir vaziyette onlardan ayrıldım. Müslümanların ve bilhassa yüksek makamlar işgal edip alim ismini taşıyanların bu hale gelmesine çok üzüldüm ve kendi kendime dedim ki:

"Eğer alimler bu kadar saplantıya düşmüş ise, acaba avam ve cahil tabaka ne haldedir?" Sanırım şimdi İslam'ı koruma adı altında geçmiş zamandaki kavga ve savaşların nasıl çıktığını, haram kanların nasıl döküldüğünü, ırz ve şereflere nasıl saldırıldığını daha iyi anlamaya başladım. Ve kendimi tutamayarak bu bedbaht ümmetin durumuna ağladım.

Bu ümmet ki, Allah Teala ona hidayet sorumluluğunu yüklemiş, Peygamber (s.a.a.) de karanlık kalplere nur ulaştırmakla görevlendirmiştir onu. Fakat ne yazık ki, bu zavallı ümmet öyle bir duruma gelmiş ki, kendisi nura muhtaçtır. Yalnız Hindistan' da yedi yüz milyon insanın Allah'tan başkasına taparak, inek ve putları takdis ettiği bir devirde, Müslümanlar tek vücut olup bunları karanlıktan çıkararak aydınlığa götürmeye çalışacağına, kendilerinin bugün bilhassa Hindistan'da hidayete muhtaç olduklarını görüyoruz.

İşte bu sebepten dolayı size bu mektubumu takdim ederken, Rahman ve Rahim olan Allah, aziz Resulü ve yüce İslam dini adına ve Allah'u Teala'nın: "Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın..." Al-i İmran Süresi / 103. mealinde buyurduğu öğüt gereği olarak sizi, Allah uğrunda hiçbir eleştiriden korkmadan, şeytan ve yardakçılarına uyarak, taassup ve taraftarlığa kapılmadan, bu olumsuz, hatta sapık gidişatın önüne geçip cesur bir Müslüman gibi tavır koymaya davet ediyorum.

Evet, sizi samimi ve açık bir tutuma davet ediyorum; zira siz o yörelerde İslam adına konuştuğunuz müddetçe, Allah Teala'nın kendilerine sorumluluk yüklediği kişiler densiniz. Orada vuku bulan ve bedelini suçsuz Sünni ve Şii Müslümanların ödediği facialara, rıza gösteren bir seyirci gibi, durup bakmanıza Allah razı olmaz. Kıyamet günü Allah Teala elbette sizden, büyük, küçük ve her türlü günahı soracak, gelip geçen bütün olayların hesabını görecektir. Zira bilenlerle bilmeyenler bir olamazlar... Sorumluluklar azim sahiplerinin azmi kadarınca ve kerametler de kerem ehlinin keremine göre bölünür.

Siz Hindistan alimlerinin reisliğini yaptığınız müddetçe, sorumluluğunuz şüphesiz çok büyüktür. Söyleyeceğiniz tek söz bile Hindistan'da, ümmetin iyilik ve başarısına sebep olabileceği gibi, her şeyin harap olmasına da sebep olabilir.

Ayrıca Allah Teala, "Allah, adaleti ayakta tutarak kendinden başka ilah olmadığını açıkladı ve buna meleklerle ilim sahipleri şahittik yaptılar." Al-i İmran Süresi / 18. buyurarak alimlere, meleklerden sonra en yüksek mertebeyi verdiğine ve, "Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın." Rahman Suresi / 9. buyurarak hepimize adaletle davranmayı emrettiğine ve bütün müfessirler, değeri sınırlı olan maddi konularda da dahi adalete riayet etmek gerektiği yönünde yorum yaptığına göre, insanlığın hidayet ve kurtuluşu kendisine bağlı olan itikadi ve manevi davalarda adalete riayet etmenin ne kadar önemli olduğu hakkında ne diyebiliriz?

Allah Teala: "İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hüküm veriniz." Nisa Suresi /58. diye buyuruyor. Ve buyuruyor ki: "Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife kıldık;o halde insanlar arasında hak ve adaletle hüküm ver. Heva ve hevese uyma, yoksa bu seni, Allah'ın yolundan saptırır " Sad Suresi /26.

Resulullah (s.a.a.) de şöyle buyuruyor: "Aleyhine ve acı da olsa, doğruyu söyle."

Efendim! Sizi Allah'ın Kitabına ve Resulünün sünnetine davet ediyorum. Şunu acı da olsa, açıkça ve gürleyerek söyleyin ki, Allah'ın huzurunda sizin için bir şehadet olarak kabul edilsin: Allah aşkına, size göre Şiiler Müslüman değiller midir?

Hakikaten onların kafir olduklarına mı inanıyorsunuz? Allah'ı benzeri, şekli ve cismi olmaktan tenzih ederek bütün fırkalardan daha çok ululayıp birliğine inanan ve peygamberliğinden önce de masum olduğuna inanarak Allah Resulü Hz. Muhammed'e (s.a.a.) bütün fırkalardan daha çok iman edip onu daha çok saygıya layık gören, Peygamber'in Ehl-i Beyt'ine tabi olanları kafir olmakla mı suçluyorsunuz? !

Siz Allah'ı, O'nun Resulünü ve iman edenleri sevip onlara tabi olanların ve Peygamber neslinin görüşünü benimseyip onlara bağlananların, Müslüman olmadıklarını mı söylüyorsunuz? ! İbn-i Manzur, sözlüğünün Şia maddesinde onları böyle tarif etmektedir.

Namazı en iyi şekilde kılan, zekatı veren, buna Allah ve Resulüne itaat olarak mallarının beşte birini ilave eden, Ramazan ayını ve daha başka günleri de oruç tutarak geçiren, Beytullah'ı haccedip gereklerini yerine getiren, Allah'ın velilerine hürmet edip İslam düşmanlarından uzak duran Şia sizce müşrik midir?

Allah'ın, kendilerinden her türlü günahı uzaklaştırıp tertemiz kıldığı On iki Ehl-i Beyt İmamı'nı, İmam olarak! tanıyan bu topluluk, size göre İslam dininden çıkmış kimseler midir?!

Müslümanlar, Peygamber'in (s.a.a.) sağlığında veya vefatından sonra, ne zaman İmameti tanımayıp reddediyorlardı ki, biz İmamet Teorisini Farslara ve Mecusilere atfedelim?

Bütün Müslümanların fasık olduğunu bildiği, Muaviye oğlu Yezid'in imametini tanımayanları, gerçekten kafir olarak mı kabul ediyorsunuz? Oysa Yezid'in, askerlerine sırf kendisine biat almaları için Medine-i Münewere'yi yağmalatması ve istediklerini yapmalarına izin vermesi, onun ne kadar alçak ve aşağılık olduğunu kanıtlamaya yeterlidir. O askerler, seçkin sahabe ve tabiinden on bin kişiyi öldürmüş, şerefli Müslüman kadın ve kızların ırzlarına geçmiş, dolayısıyla da sayısını Allah' tan başka kimsenin bilmediği gayri meşru çocuklar doğurmalarına sebep olmuşlardır. Yezid' in ebediyete kadar kurtulamayacağı en büyük ayıp ve yüz karası ise, cennet gençlerinin efendisi Hz. Hüseyin' i öldürüp Peygamber'in kızlarını esir alması ve bilhassa Hz. Hüseyin'in dişlerine, elindeki değnekle vurarak şu meşhur şiirini okumasıdır:

Keşke Bedir'de ölen atalarım bugünü görebilselerdi!
Ellerine geçirdikleri mülkle oynayıp durdular,
Haşim Oğulları!
Yoksa ne bir haber gelmiş, ne de vahiy inmiştir!

Bu ifadesiyle ne Hz. Muhammed'in nübüvvetine, ne de Kur'an-ı Kerim'e inanmadığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Siz hakikaten Yezid'in ve Hz. Ali'ye sövüp, başkalarına da sövmeyi emreden, sövmeyeni ise öldüren babası Muaviye'nin halifeliğini onaylamayan kimselerin kafir olduğuna hükmedenlerle aynı fikirde misiniz? Muaviye ki, Ali'ye sövmekten çekinen seçkin sahabeleri dahi öldürttü; aynen büyük sahabi Hicr bin Adiy ve arkadaşlarına yaptığı gibi.

Oysa Ehl-i Sünnet Sahihlerinin çoğunun kaydettiği gibi Peygamber'in (s.a.a.); "Ali'ye söven bana, bana söven de Allah'a sövmüş olur."! dediğini kendisi de gayet iyi bilmektedir. Buna rağmen bu sövme işini genel bir kural haline getirip yetmiş sene sürmesine sebep olmuştur.

Ayrıca Muaviye'nin, oğlu Yezid'e biat alabilmek için, günahsız insanları nasıl katlettiğini, Hz. Hasan bin Ali'yi Eş'as kızı Cude vasıtasıyla nasıl zehirlettiğini ve daha nice cinayetler işlediğini, Ehl-i Sünnet'e ait tarih kitapları kaydetmekte ve Ali Şiası da bunun şahitliğini yapmaktadır.

Hayır efendim; bunları onaylayacağınızı hiç sanmıyorum. Aksi halde, İslam'a veda etmemiz gerekmektedir. O zaman da artık ne ölçü, ne akıl, ne din, ne mantık, ne de delil kalır.
Cevapla

“Vahdet Yazıları” sayfasına dön