Cevşen hakkında..

Cevapla
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Cevşen hakkında..

Mesaj gönderen MERDAN »

Cevşen hakkında…
( Bildikleriniz- Bilmedikleriniz )

Ehl-i Beyt (a.s) vasıtasıyla nakledilen bu değerli duânın özellikle Ramazan ayında bilhassa Kadir gecelerinde okunması tavsiye edilmiştir. Gerçi bu dua her zaman için okunabilir. Biz bu duayı Merhum şeyh Abbas Kummî'nin Mefâtih-ü Cinan adlı eserinden nakletmekteyiz. Merhum Kummî kitâbında bu duâ hakkında şu izahı vermiştir.

Beled-ûl Emin ve Misbâh-ı Kef'emi'nin nakline göre:

Bu duâyı Hz. Seyyid-us Sâcidin İmam Zeynelabidin (a.s) babalarından, onlar da Resu-i Ekrem'den (s.a.a) nakletmişlerdir. Resul-i Ekrem (s.a.a) savaşların birinde vücudunu rahatsız eden ağır bir zırh giymişti. O sırada Cebrâil (a.s) nâzil olarak Resulullah'a (s.a.a) şöyle arzetti:

Ey Muhammed Rabb'inin sana selamı var. O zırhını çıkarıp bu duayı okumanı buyuruyor. Bu duâ senin ve ümmetin için güven vesilesidir."

Sonra duanın fazileti hakkında bir takım açıklamada bulunuyor :

Kim bu duayı kefenine yazarsa Allah onu (cehennem) ateşiyle azap etmekten hayâ eder. Kim bu duayı Ramazan ayının başında halis niyetle okursa Allah Teala ona Kadir gecesini nasip eder ve onun için yetmiş bin melek yaratır ki Hak Teâlâ'yı takdis ve tespih ederler; bütün bunların sevâbı bu duâyı okuyana yazılır."

Yine şöyle buyuruyor: "Kim bu duâyı Ramazân ayında üç defa okursa, Hak Teâlâ cesedini cehennem âteşine haram kılar; cenneti ona vâdeder; onu günahlardan koruyacak iki melek görevlendirir ve hayatı boyunca Allah'ın emânında olur.

Rivâyetin sonunda İmam Hüseyin'ın (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
"Babam Emir-ül Mu'minin Ali (a.s) bana bu duayı hıfz etmemi, o'nun kefenine yazmamı, onu âileme öğretmemi ve onları duayı okumaya teşvik etmemi vasiyet etti.


Bu duâda ism-i A'zam da olmak üzere bin isim vardır."

Kelime manası zırh olan Cevşen, her şeyden önce bir duâdır. Bu duâ Hz. Peygamberden (s.a.a) günümüze kadar ulaşmıştır.

Cevşen-i Kebir duâsı 100 bölümden oluşur. Her bölümde Allah'ın isim ve sıfatlarıyla tavsif edildiği 10 parça bulunur. Her bölümün sonunda Allah'ın aczden ve şerikten münezzeh olduğunu ifade eden ve cehennem ateşinden Allah'a sığınılan duâ yer alır, duânın geneline bakıldığında Allah'ın isim ve sıfatlarının sıkça tekrarlandığı ve Rabb'e onun isimleriyle yönelindiği görülür. İstiaze, yani ateşten ve azaptan Allah'a sığınma da Cevşen'de önemli yer tutar.

Duâyı nedense hep arzu ve isteklerimizin yerine gelmesi için bir "araç" olarak görürüz. Bu kısır bakış açısı "ubudiyetin ruhu" olarak adlandırılan ve gizli hazine olan bir çok duâdan yeterince istifade edemememizi netice vermektedir.

Cevşenü'l-Kebir duâsı da böyle gizli hazinelerden birisidir.

Cevşenü'l-Kebir duâsı Hz. Peygamberin marifetullahta erişilmez olduğunun adeta tek başına ispatıdır, duâya bakan birisi eşsiz bir esma-i İlâhîye iklimini farkeder ve ihlas, samimiyet, marifet-i İlâhîye ve tevazuun duâya baştan sona sindiğini hisseder.

Cevşenü'l-Kebir'in doksan dokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir mealinin beyan edildiği yere bakan insan, 'Cevşen'in asla misli yoktur' diyecektir." İslâm inancında Hz. Peygamberin itikadının en zirvede olması ne kadar kesin bir gerçek ise Hz. Peygamberin duâsının da zirvede olması o kadar gerçektir.

Cevşen'le muhatap olunurken bu yüce münacaatın ancak marifette, itikadda, cesarette, sabırda, ihlasta, tevazuda eşsiz bir şahsiyete ait olabileceğini hemen hisseder. Adeta duânın sınırlarının çizildiği bu duâda baştan sona Esma-i Hüsna ile Allah'a yalvarılarak, insanın fakri, acziyeti göz önüne serilir ve insanın her an inayete muhtaç olduğu kabullenilir. İnsanın teneffüs etmesinin ancak vahdette mümkün olduğu, sebeplere takılmanın insanı sürekli rahatsız edeceği itiraf olunur.

Cevşen hakkındaki rivayetlerde Cevşen'i okuyan veya üzerinde taşıyan kimseye yangın, sel, deprem gibi afetlerin zarar veremeyeceği ve bu insanların tüm isteklerinin yerine getirileceğini ifade eden inançlara da rastlanılır.

Ayrıca sevap noktasında Cevşen okuyan kimseye "Bedir şehitleri" kadar sevap verileceği, Cevşen'i kefeninin üzerine yazan kimseye kabir azabının verilmeyeceği ve Cevşen'i okuyan kimsenin 4 semavi kitabı okumuş kadar sevap alacağı ifade edilir. Bu rivayetlerin sahihliğinden şüphe etmemekle beraber buradaki ölçülerin iyi şekilde belirlenmesi ve duânın karşılığında vaad edilen mükafatların ne manaya geldiğinin iyi belirlenmesi gerekir.

Ayrıca rivayetlerdeki mükafatların gerçekleşebilmesi için belli başlı şartlara ihtiyaç vardır. Bu asgari şartlar yerine gelmeden söz konusu mükafatların elde edilebilmesi de pek mümkün gözükmemektedir.

YANİ CEVŞEN DUASINDAN BEKLENEN ETKİNİN, İLAHİ FARZLARIN MÜMKÜN OLDUĞUNCA YERİNE GETİRİLMESİNDEN SONRA, İÇTENLİKLİ BİR KALP İLE VE DUANIN KABULÜ ŞARTLARINA UYGUN OLARAK GÜÇLÜ BİR İTİKADLA YAPILMASINDAN SONRA ÜMİT EDİLEBİLECEĞİ DE UNUTULMAMALIDIR.


Cevşenü'l-Kebîr "Amelî hüküm" içeren bir metin değil; feyizli bir münâcâttır. Vahye dayanan eşsiz bir tefekkür ve zikir kaynağıdır. Allah'ın bin bir ism-i şerifiyle Cehennemden, ateşten, azaptan, gazap ve kahr-ı İlâhî'den, âfetlerden, musîbetlerden Allah'a (cc) sığınma mânâsını ifâde eden tevhid cümlelerinden müteşekkildir.

Batı CEVŞEN’i keşfetti

Ülkemizde insanların artık daha sık okuduğu, boynuna taktığı, arabalarına, iş yerlerine astığı Cevşen, Vatikan’da bir araştırmaya konu edilirken, amerika’da bir rahibenin hazırladığı doktora çalışmasında da ele alınıyor. Dahası, Vatikan’ın İstanbul’daki temsilcisi Marovitch gibi Hıristiyan ruhaniler tarafından duâ olarak okunuyor. , üzerlerinde taşınıyor ve cemaatlerine tavsiye ediliyor. Marovitch, Cevşen’in daha fazla insana ulaşabilmesi için farklı dillere tercüme edilmesini de istiyor.

Rahibe Dr. Lucinda Mosher, Cevşen'i büyüleyici bulduğunu ifade ediyor. Cevşen’in bölümlerden oluşan ahenkli ve şiirsel yapısı ile Esma-i Hüsna’nın nağmeli tekrarlanışı herkes gibi onu da cezbetmiş. [/size]


Türkiye’de yaygınlaşan Cevşen, önceleri daha çok Şiî müslümanlarca bilinen bir duâlar bütünüydü. Türkçe’ye de tercümeleri yapılan Cevşen’in İmam Musâ el-Kâzım, İmam Ca’fer es-Sâdık, İmam Muhammed el-Bâkır, İmam Zeynelâbidîn, Hz. Hüseyin ve Hz. Ali (a) yoluyla Hz. Peygamber’e (s.a.a) isnâd edildiği, yani genellikle Şiâ’nın sahip çıktığı şahsiyetler yoluyla intikali, Sünnî dünyanın Cevşen’e sıhhati açısından ihtiyatlı yaklaşmasında etkili olmuştur.

Ancak hadis uzmanları bu konuda yaptıkları araştırmalarla Cevşen’in Kur’ân’a zıt olmadığı gibi, Kur’ân’dan bölümler ihtiva etmesi hasebiyle çok önemli ve harika bir duâ olduğunu ortaya koydular.


İslâm inancında duâ ile ifade edilen yalnızca ellerin açılıp Allah'a meramın anlatılması da değildir. Varlıkların sahip olduğu potansiyel, onların bir tür duâsıdır. Sözgelimi bir tohumun özellikleri onun neşv ü nema bulması için bir duâdır. Yine mevcudatın yaşamak için gerekli şartları—gayr-i şuuri de olsa—talep etmeleri yine duâdır. Şuursuz bir ağacın suya şiddetli ihtiyaç duyması, onun duâsıdır. Bir de şuurlulara mahsus duâ vardır. Bu duâ fiili ve sözlü duâ olmak üzere ikiye ayrılır.

Fiili duâ kâinattaki şartlara müraat ederek neticeyi Allah'tan beklemeyi ifade eder. Mesela, "çift sürmek fiili bir duâdır. Rızkı topraktan değil, belki toprak hazine-i rahmetin bir kapısıdır ki, rahmetin kapısı olan toprağı saban ile çalar." Sebepleri ihmal etmeden, kişinin üzerine düşen tüm görevleri yerine getirip, neticeyi Allah'tan talep etmesi fiili duâyı ifade eder.

sözlü duâ ise insana mahsustur. Sözlü duâ insanın aczini, fakrını derk ettiği ve arzu ve isteklerine kendi başına gücünün yetmediğini anlamasını ve Rabb'ine yönelmesini ifade eder. sözlü duâ, bu yönüyle kulluğun itirafıdır ve Allah'ın kudretini kabullenmedir. Bu yönü onu başlı başına ibadet yapmaktadır. Cevşenü'l-Kebir duâsı da bu haykırmaların zirvesidir.

Bu duâda baştan sona Esma-i Hüsna ile Allah'a duâ edilmekte, insanın aczi karşısında Allah'ın kudreti ön plana çıkarılmakta, günahlar karşısında Allah'ın rahmet ve şefkati hatırlatılmakta, insanın cehaleti ve olayları anlamlandıramaması vakası karşısında Allah'ın engin ve mutlak ilmi ifade edilmektedir. Aslında Cevşenü'l-Kebir bu yönüyle alışıldık duâ kalıplarını fazlasıyla aşmış ve insan için bir hayat rehberi olmuştur. Daha doğru bir ifadeyle Kur'ân'ın öngördüğü kâinat modelini ve insan gerçeğini Cevşen şerh etmiştir.

Rabbimizin binbir ismiyle anıldığı bu kudsî münacat, ne yazık ki, Sünnî-Şiî çekişmeleri yüzünden neredeyse bin küsur yıl, Sünnî müslümanların uzağında kalmış durumdadır. Asırlardır Şîa’nın imanî taliminde önemli bir yer tutan bu nebevî hediye, artık günümüzde kısır bir çekişmeyi aşan hikmetli ve engin vizyonuyla nihayet nüfuz ettiği Ehl-i Sünnet’i de kudsî mânâlarından istifadeye çağırmaktadır.

Fakat ne fecî bir hal ki, asırlar boyu kaçırılmış bir fırsat, ucuz ve basit tavırlarla, bir kez daha kaçıp gitme tehlikesiyle yüzyüze durmaktadır.
Bu tehlikenin en kritik noktasını ise, sanırım, "Zırhı çıkar, bunu al" rivayeti oluşturmaktadır.

Bu sözden hareketle, bir esmâ-i hüsnâ manzumesi olan Cevşen, ucuz bir sigorta malzemesine dönüştürülmektedir.

Çok kereler olduğu gibi, bir kez daha, kudsî bir hakikat, basit akılların elinde ‘çok ucuza’ satılır haldedir ve heder edilmektedir.
Cevşenü’l-Kebîr, bugün, Hafîz ve Kerîm olan bir Kadîr-i Mutlak’ın hıfz ve himayesini unuturcasına âdeta yangın, kaza ve sair belaların ‘sigorta’sı kılınır ve sözkonusu rivayet bunun çıkış noktası yapılır iken, bu rivayetin asıl muradını açığa çıkaracak en basit sorular ve muhakemeler bile esirgenmektedir.


Meselâ, Cevşenü’l-Kebîr adlı, baştan sonra binbir ismiyle Rabbimize niyaz edilen, eşsiz bir tefekkür ve tezekkür manzumesi olan kudsî münacata mazhar olduktan sonra, Resul-i Ekrem (s.a.a) ne yapmıştır ?

En başta, Cevşen, bir kez olsun açılıp okunmasını imkânsız kılan deri veya metal mahfazalar içinde mi ona gelmiştir; yoksa kalbe ilka edilen kudsî mânâlar olarak mı ?

Resul-i Ekrem (s.a.a) onu boynuna asarak mı yanında taşımıştır, mânâlarını kalb ve dimağına yazarak mı?

Hem, Resul-i Ekrem (s.a.a) Cevşen’in Cibril (a.s.) tarafından kendisine sunulmasından sonra, gazvelere çıkarken artık ne zırh, ne silah almayıp "Bu Cevşen bana yeter" mi demiştir ?

Bu soruların cevabının ne olduğunu, siyer kitaplarından kolaylıkla öğreniyoruz. Öncelikle, Cevşenü’l-Kebîr, o ümmî Nebî’ye (s.a.a) yazılı veya basılı bir kitap olarak gelmemiştir. Resul-i Ekrem de, bir kul olarak üstelik, her hareketi ‘en güzel örnek’ diye kaydedilip asırlar boyu izlenecek bir güzel kul olarak zırhı kuşanma gibi, bir kulun sebepler dairesinde ifa etmesi gereken vazifeleri ihmal etmemiştir.

O halde Cebrail’in "Zırhı çıkar, bunu al" sözündeki asıl murad nedir ?

Cevşenü’l-Kebîr’i okurken, insan, bu muradın ipuçlarını, idrakinin elverdiği ölçüde kavramaya başlamaktadır.

Bu kudsî münacat, her noktadaki acz ve ihtiyacımız karşısında, sığınma ve başvuru adresi olarak, yalnızca Rabbü’l-âlemîn’i gösterir. Kendimizin yanısıra sair sebeplerin, yani tüm mahlukların acizlik ve zayıflığını gözler önüne sererek, bizi, başvurumuza cevap vermeye muktedir doğru adrese sevkeder. Herşeyin O’nun kudret, ilim ve iradesiyle olduğunu; O dilemezse, tüm dünya lehimize gözükse bile bunun bir işe yaramayacağını bildirir.

O kudsî münacatı okurken, hissederiz ki, biz kendiliğimizden burada değiliz. Tesadüfen de burada değiliz. Hayy-ı Kayyum, Faalün limâ yürid, Cemîl-i Zülcelâl olan bir Zât-ı Ehad-ı Samed’in sanatıyız. Ve O’nun izin ve kudretiyle yaşıyoruz. Bizi yaşatan, yediğimiz ekmek, içtiğimiz su değil. Keza, zırh giydiğimiz için savaşta ölmekten kurtuluyor değiliz. Sebepler dairesinde dergâh-ı ilahînin kapısını çalma anlamına gelen fiilî dualarda bulunuruz; ama sonucu, o sebepler perdesinin arkasında işgören Müsebbibü’l-Esbab verir. Hayatımızı devam ettiren de O’dur; midemizi doyuran da. Kalbimize iman ve ubudiyet gibi manevî gıdalar veren de O’dur; düşmanlarımız ve musibetler karşısında bizi koruyan da...

Kısacası, zırh giydiğimiz için ölmüyor değiliz. Zırhı giyerek yaptığımız duaya mukabil, Rabbimiz bizi muhafaza buyurduğu için oklardan ve mızraklardan azadeyiz.

Cebrail aleyhisselâm, Resul-i Ekrem’e (a.s.m.) Cevşen’in makamını, önemini ve muhtevasını belirten o sözü söylerken, aslında tüm ümmete bu mesajı iletmiştir. Bu söz, Cevşen’i hakkıyla okuyun; ve, hadsiz tehlikeler, hastalıklar ve felâketler karşısında merciinizin yalnız ve yalnız Rabb-ı Rahîm ve Kadîr-i Hakîm olduğunu idrak edin, demektedir.

Böylece, sebepleri merci tanımaktan; merci bildiğiniz o sebeplerin acizliği ve yetersizliği karşısında aklen, kalben ve ruhen kahrolmaktan kurtulun, demektedir. İhtiyaçlarınıza karşı meded, düşmanlarımıza karşı dayanak noktası olarak O size yeter; Cevşen işte bunu belletir, mesajını vermektedir.

Yoksa, Cevşen hiç okunmadan, mânâları hiç tefekkür ve tezekkür edilmeden saklanırsa, Rabbimiz bizi gene de korur her daim korumaktadır zaten. Her saniye bir kanser hücresinin var olduğu bir bedene; her dakika bir mikrobun içeri girdiği bir vücuda sahip olan bizleri, lenfosit, eritrosit, trombosit.. gibi miniminnacık maddeleri istihdam ederek koruyagelmiş, bu yaşa kadar yaşatmıştır meselâ. Ama bize doğru adresi gösterip şirk ve sebepler çukurlarından uzak tutan eşsiz bir kudsî münacatın tanıttığı Rabb-ı Rahîm’den değil, o münacatın kendi ‘nesne’sinden medet umuluyorsa, en başta Cevşen’in ders verdiği en birinci hakikat çiğnenmiş olmaktadır. Bâki bir hayatın önsözü olacak imanî bir şuurun mübelliği olan o pırlanta, üç günlük dünya hayatı için sarfedilip heba olunmaktadır.

Oysa o ilahî hediye, Rabbimizi binbir ismiyle tanıyıp yalnız ve ancak O’na yönelerek şu dünya hayatını ebedî bir cennetin giriş kapısı kılmayı öğretmektedir.

Sakarya Üniversitesi Tefsir Ana Bilim Dalında görevli Prof. Dr. Davut Aydüz’ün Cevşen üzerine yaptığı araştırma ve makaleleri Cevşen hakkındaki muhtelif görüşleri ve bunlara ait karşı cevapları içermektedir.

Bütün üstünlüklerine rağmen, Cevşenü’l-Kebîr de maalesef birtakım tenkitlere uğramaktan hâli kalmamıştır. Ancak peşin olarak belirtelim ki, bu tenkitlerin en aşırısı bile Cevşen’in içeriğinde bir kusur bulamamaktadır. Tenkitçiler, daha ziyade, bu eserin, Hz. Peygamberden gelen bir rivayete dayandırılamayacağını ileri sürmektedirler ve itirazları, somut delillere değil, sadece kanaatlere dayanmaktadır.

Bu itirazlar, hemen hemen hiç değişmeyen bir şekilde, “Cevşen’in Şiî kaynaklarında yer aldığı” tesbitiyle başlar. Bu da bilimsel bir tenkitten ziyade, bir lekeleme yöntemini ele vermektedir. Çünkü böyle bir tesbitten “Cevşen’in sahih olmadığı” şeklindeki bir sonuca varmak için, herşeyden önce, temelde, “Şiî kaynaklarında yer alan herşey uydurmadır” şeklinde bir önermenin bulunması gerekir ki, böyle bir önermeye hak verecek bir akıl ve insaf sahibinin yeryüzünde mevcudiyetine ihtimal vermek pek güçtür.

Bu itirazlar, Cevşen’in sıhhatine gölge düşürmekten ziyade, bir kısım Ehl-i Sünnet âliminin, Şiîler tarafından benimsenen herşeyi peşin olarak reddetme şeklindeki bir taklit geleneğinin ipuçlarını vermektedir.

Caferilik com, bilginin efendisi.net, cevşen.de sitelerinden derlenerek hazırlanmıştır.

Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Cevapla

“ Alevilerin Duaları” sayfasına dön