Aleviliğin tanımı üzerine

Aleviliğin tanımı, tarifi temeliyle ilgili konuları burada paylaşabilirsiniz.
biralevi
Mesajlar: 1487
Kayıt: 24 Ara 2006, 14:02

Aleviliğin tanımı üzerine

Mesaj gönderen biralevi »

Aleviliğin tanımı üzerine

Alevilik, konusu, son yılların önemli bir gündem maddesidir. Alevilik konusunda günümüzde çok yoğun teorik ve dolayısıyla da pratik bir süreç yaşanmakta; ilgili, ilgisiz, bilgili bilgisiz herkes herşeyi söylemekte ve konu her yöne her şekilde çekilebilmektedir. Sonuçta bu konu, bir kavram kargaşası ya da çözümlenemeyen bir sorun olarak düğümlenmiş bulunmaktadır. Şüphesiz, bu duruma gelinmesinde, kendisini ”Alevi olarak kabul eden yoğun halk kitlelerinin” bulunmasının önemli bir rolü vardır. Bu sayısal çoğunluk, siyasal süreçte kitlelere yön vermek isteyen kişi ya da grupların iştahını kabartmakta, dolayısıyla herkes olayın bir yönünden çekiştirerek Alevi kitleyi yönlendirmek istemektedir. İşte bu nedenle günümüzde Alevilik konusu etrafında, bir yığın teorik ve pratik tartışma süreci başlamıştır. Alevilik sorunu, öyle veya böyle bir şekilde ve uzunca bir süreçte belli bir zemine ya da birkaç zemine oturacaktır. Toplumsal değişimler, süreç olarak uzun yıllara yayılmıştır. Alevilik süreci de uzun teorik değerlendirme ya da çatışmalardan sonra kendi asli zeminine oturacaktır.

Sorunun Tesbiti
Alevilik sorununun çözümü, temel olarak bu sorunun nereden kaynaklandığının tesbitiyle ilgilidir. Sorunun nereden kaynaklandığını tesbit edebilirsek, çözüm de bu ölçüde basitleşecektir. Bu noktada, herşeyden önce söylemeliyiz ki, bu konu kişilerin kendi duygu ve düşüncelerine göre açıklama yapmak istemelerinden dolayı günümüzdeki noktaya, tabiri caizse, kördüğüm noktasına gelmiştir. Bu nedenle, sağlam bir ölçü ya da kaynaktan hareket edilemez ise, veya farklı kaynak ya da tesbitlerden yola çıkarak konuya yaklaşımlar olursa, Aleviliğin bu ölçüde farklı açılımları olacağı muhakkaktır. Bu nedenle ”bana”, ”bize” ya da ”Anadolu’ya göre Alevilik” şeklinde yapılacak olan tüm açıklama ve açılımlar, eninde sonunda birbirleriyle çatışacak çelişecektir. Daha açıkca söylemek gerekirse ”Anadolu’da yaşanan şeye”, ”solcuya”, ”sağcıya”, ”Sünniye”, ”kendisini Alevi kabul edenlere”, ”kültüre” göre Alevilik şeklindeki yaklaşımlar veya temel tesbitlere göre Alevilik tanımlarına girilecek olunursa, Alevilik konusu, tıpkı günümüzdeki süreç gibi içinden çıkılamaz bir hale gelecektir.

Çıkış Yolunun Tesbiti
Tüm bu açmazlardan ya da çelişkilerden kurtulmak için çok sağlam bir tesbit yapmak, çıkış noktası bulmak zorundayız. Öyle bir çıkış noktası bulmalıyız ki, sorunun çözümü de o çıkış noktasının kavranabilmesinde saklı olsun. İşte bu noktada karşımıza kavramın ifade ettiği, işaret ettiği bir şahıs çıkmaktadır. Bu şahıs Hz. Ali’dir. Alevilik konusunu, kim nereye çekerse çeksin eninde sonunda da kavram Hz. Ali’nin şahsına veya fikrine bir ölçüde dayandırılmaktadır. Zaten Alevilik kavramı da nitelik açısından ilk aşamada Hz. Ali’yi sevmeyi, yolundan gitmeyi, ona bağlanmayı, ona hak vermeyi ifade edecek anlamları taşımaktadır. Alevilik, herşeyden önce, Hz. Ali ile ilgili bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. O halde çıkış noktası hiç şüphesiz ve tereddütsüz Hz. Ali olmalıdır. Hz. Ali’yi çıkış noktası olarak almayan bir açıklamanın konusu, zaten Alevilik olamaz.

O halde, neyin Alevilikle ilgili olup olmadığının tesbiti sorununun çözümü, Hz. Ali’nin kim olduğu ve neyi niçin savunduğuyla ilgili sorulara verilecek cevaba bağlı olacaktır. Hz. Ali’yi dışlayarak, yok sayarak yapılacak açıklamalar doğal olarak Alevilikle ilgili olmayan açıklamalar olacaktır. Yani Hz. Ali, sadece bir sembol olmayıp, Alevilik konusunun düğüm noktasıdır. Alevilik konusu ya Hz. Ali’nin görüş ve ilkelerine uygun bir zemine oturacak ya da savunulan fikirlere Alevilik dışında bir isim bulunacaktır. Yani savunulan ve açıklanan fikir solculuksa solculuk, sağcılıksa sağcılık, Sünnilikse Sünnilik olarak isimlendirilmelidir. Hz. Ali’nin fikirleri anlaşıldığında söylemek istediğimiz ifade kendiliğinden açığa çıkacaktır. Hz. Ali kimdir? Fikirleri Nedir? Eğer bu iki soruya sağlıklı cevaplar verebilirsek hem Alevilik sorunu belli bir zemine oturacak hem de çelişkiler çözümlenecektir.

Konuya Giriş
Hz. Ali, İslam Peygamberi ya da son peygamber olan Hz. Muhammed’in (sav) amcasının oğlu, damadı ve peygamberin kendi ifadesiyle ”velisi ve vasisi”dir. İslam peygamberinin babası Abdullah ile Hz. Ali’nin babası Ebu Talip kardeştir. Hz. Ebu Talib’in geçim sıkıntısını hafifletmek için Hz. Peygamber daha çocuk yaşlarındayken Hz. Ali’yi yanına almış, onun bakım ve yetiştirilmesini üstlenmişti. Hz. Ali de bütün yaşamı boyunca peygambere yardım etmiş ve onun ilkelerini, herkesten önce kabul etmiş; hayatı boyunca gözünü kırpmadan savunmuştu. Nitekim Hz. Peygamber, kızı Hz. Fatıma’yı Allah’ın emriyle Hz. Ali ile evlendirmiş ve peygamberin zürriyeti bu evlilikten doğan çocuklarla devam etmiştir.

Doğru kaynaklarda, Hz. Ali ile ilgili yüzlerce hadis bulunmaktadır ki, birkaçını buraya alıyoruz:

-“Ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır. Kim o şehre girmek isterse, kapıya müracat etsin.”

-“Ey Ali, sen ve senin Şia’n (taraftarın) kurtuluşa erenlerdir.”

-“Ey Ali, benden sonra ümmetimin ihtilaf ettikleri şeyleri sen açıklayacaksın.”

-“Ali benden ve ben Ali’denim. Benim adıma kendim ve Ali’den başkası konuşamaz.”

-“Allah’ım, Ali’yi seveni sev, O’na düşman olana düşman ol.”

-“Ben kimin mevlasıysam, Ali onun mevlasıdır.”

İşte İslam peygamberinin bu kadar değer verdiği bir şahsın dostları, binlerce yıldır kendilerini tüm baskılara rağmen ”Alevi” olarak tanımlar. Ancak bu kavram yer ve bölgelere göre değişik ifadelerle de anılır, kullanılır. Arap ve Fars kaynaklarında Hz. Ali dostluğunu ya da taraftarlığını ifade etmek için ”Şii” veya ”Şia” kavramları kullanılır. Yani kelime anlamıyla önceliği ifade eder. Yine aynı ekolü ya da çizgiyi ifade eden ”Oniki İmamcılık”, ”Caferilik” kelimeleri de bu anlamda kullanılır. Yani Hz. Ali’ye özel bir önem veren Müslümanlar, kendilerini ve çizgilerini diğer Müslümanlardan ayırmak için Alevilik, Şiilik, Şialık, Caferilik, Oniki İmamcılık, Ehli Beytçilik, Kızılbaşlık gibi terimleri kullanmışlardır. Kimi ülkelerde bunların bir veya birkaçı birlikte kullanılırken, kimi ülkelerde de aynı anlama gelen diğer kavram kullanılmıştır. Türkiye’de ve Anadolu’da ”Alevilik” kavramı ağırlıklı olarak kullanılmaktadır. Ancak bu kavramlarla ifade edilen teori ve pratiğe baktığımızda, özellikle Anadolu ile Orta Doğu ülkelerindeki teori ve pratiklerin birbirlerini tutmadığı görülür. Oysa Hz. Ali ve kısaca ”Oniki İmamlar” diye tabir ettiğimiz peygamberin zürriyesi olan şahısların yaşantılarında, birbirini tutmayan çelişkili fikirler yoktur.

O halde, buradan da anlaşılacağı üzere, Hz. Ali dostluğu, hayat pratiğine yansırken, bazı uygulama ve teoriler, sanki Hz. Ali’nin fikriymiş gibi topluma sunulmuş ve bu fikirler de zamanla kökleşmiş ve farklılaşmıştır. Bu fikirler yıllarca, Hz. Ali adına yaşatıldığı için, günümüzdeki süreçte sanki Hz.Ali’nin fikriymiş gibi toplum belleğine yerleşmiştir. Yani Hz. Ali’nin ilkelerinden ve ondan günümüze gelen, direkt ve bozulmadan gelen kaynaklardan uzaklaşıldıkça, çizgiden sapmalar olmuştur. Bu durumda, Alevilikle ilgili olarak sağlam ve temel kaynakların belirlenmesi zaruridir. Bu da pek doğal olarak Hz. Peygamberin sözleriyle açıklanmıştır. İslam peygamberi tüm insanları Hakk’a davet ederken belli zaman fasıllarıyla şöyle demiştir:

-“Ehli Beyt’im, Nuh’un gemisi gibidir. Binenler kurtulur, binmeyen helak olur.”

-“Fatıma benim vücudumun bir parçasıdır, her kim onu gazaplandırırsa beni gazaplandırmış olur.”

-“Hasan ve Hüseyin, cennet gençlerinin efendileridir.”

-“Oniki halife var olduğu sürece, İslam aziz olacaktır.”

-“Halifem oniki tanedir ve hepsi Kureyştendir.”

-“Bu din, Oniki İmam var olduğu sürece aziz ve ayakta duracaktır.”

-“Benden sonra, Oniki Emir olacaktır.”

-“Sizlere Ehli Beyt’im hakkında Allah’ı hatırlatırım.”

-“Yakında ümmetim yetmiş iki fırkaya bölünecek, onların içinden bir grup hariç hepsi helak olacaktır.”

-“Ya Ali, sen ve senin Şia’ların kurtulacaktır.”

Yine İslam tarihinde ”Gadiri Humm” denilen bir olay vardır. Bu olay, ”veda haccı” veya ”veda hutbesi” olarak da bilinir. Hz. Peygamber son hac dönüşünde

-“Ben sizlere iki paha biçilmez emanet bırakıyorum. Biri Allah’ın kitabı Kur’an, diğeri de Ehli Beyt’imdir. Kim bu iki emanete birlikte sarılırsa o kurtulacaktır”

demiştir. Hz. Peygamber ilk zamandan son zamanlarına dek, hep sürekli olarak Hz. Ali’yi, Ehli Beyt’i, Oniki İmamları övmüş ve bunların Kur’an’la birlikte en temel kaynak olduğunu tüm insanlığa bildirmiştir.

Ancak ne yazık ki, mazlum ve cahil halk kitleleri bu gerçeklerden, bu insanların ilkelerinden uzak bırakılmıştır. Günümüzde de bu süreç halen devam etmektedir. İslamiyet, Hz. Ali’nin ve Oniki İmamların dışında öğretilmeye ve öğrenilmeye çalışılmaktadır. Bunlardan anlaşılacağı üzere son peygamber olan Hz. Muhammed tüm peygamberlerin hedeflerinin nihai, odak noktasıdır. Hz. Adem’in, Hz. Nuh’un, Hz. İbrahim’in dini İslamiyetin içerisinde vücud bulmuş, yaşam bulmuştur. Hz. Ali’de işte bu İslam peygamberinin velisi ve vasisi olduğundan dolayı, Hz. Adem’den bu yana yaşamış olan tüm peygamberlerin ilke ve fikirleri Hz. Ali ve Oniki İmamların çizgisinde yaşatılmaktadır. Bu anlamda Aleviliğin genel anlamda Hz. Adem’den bu yana, özel anlamda da Hz. Ali’den bu yana yaşadığını söyleyebiliriz. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken husus, bu çizginin ”vahiy” kaynaklı olup, kültürel olmadığının anlaşılmasıdır. Söylemek istediğimiz şey, tüm dinlerin ortak yanı olan Allah, peygamber, ahiret fikrini en iyi bilen, açıklayan, tanımlayan şahıs, özel anlamda Hz. Ali’dir.

Aleviliğin Kazandırdığı Değer
İnsanı ve toplumu ilgilendiren tüm sorunların açıklanması, çözümü ya da ipuçları Hz. Ali ve Oniki İmamların ilkelerindedir. Allah fikri, dolayısıyla da peygamberlik fikri ve bunlara bağlı olarak da Oniki İmamların fikirleri temel anlamda kainatı açıklamak iddiasındadır. Alevilik, bu anlamda evrensel bir iddiadır. İnsanın, toplumun ve kainatın yorumunu yapacak bir iddiadır. Alevi bakışı, sorunlara açıklık ve çözüm getirir; dolayısıyla da insanı ilgilendiren her konuya duyarlıdır; toplumu ve kainatı ilgilendiren her sorunu, bilinmezi irdeler cevap arar, cevap verir. Alevi bakışı, insanın doğumundan ölümüne dek ve ondan sonrasını da açıklamak, göstermek, hissettirmek iddiasındadır. Alevi bakışının konusu, sadece nesnel gerçeklikler olmayıp nesnel olmayanla da ilgilidir. Oniki İmamların taşıdıkları değer ve ilkeler, yaşanmış ve yaşanacak olan bütün çelişkileri çözmek iddiasındadır. Alevilikte ka-yıtsızlık, çözümsüzlük, çaresizlik ve şaşkınlığa yer yoktur; çünkü Alevilik ilahi te-melli bir fikirdir ve Allah’ın iradesinde çözümsüzlük yoktur.

Alevilik ilkelerini kabul ederek, Alevi bakışıyla evrene bakan kişi, artık bir he-defe yönelmiş demektir. Alevilik bu anlamda, herşeyden önce Allah’ın rızasını kazanmaya yönelik temel hedefe yönelmek anlamına da gelir. Kişi, kendisini ve kainatı lütfuyla yaratan Allah’ın yüceliğine istinaden, O’nun iradesine uygun olarak ruhunu ve bedenini yönlendirirse ya da başka bir deyimle Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanabilirse; güzel ahlâk sahibi olabilmek için, Allah’ın buyurduğu gibi veya O’nun buyruğuna uygun olarak yaşamını ”helal, haram, mekruh, müstehab, mübah” gibi fıkhi hükümlerle bu hükümlerin felsefesini bilerek ve anlayarak yönlendirebilirse, böylece yüce yaratıcıya lütuflarından dolayı teşekkür etmeye çalışmış olacaktır. İslami deyimle ”kulluk” görevini yapacaktır. Şüphesiz, bu tür yönelişler, Allah’ın ihtiyacıyla ilgili olmayıp, kişinin bizzat kendi değerinin Allah katında yücelmesiyle ilgilidir. Biz Allah’ı her türlü eksik ve noksan sıfatlardan tenzih ederek biliriz. Eksiği ve noksanı olan Allah değildir. Bu şekildeki fıkhi ve irfani yöneliş sonucunda kişi, kendisiyle, kainat arasındaki ilişkiyi çözecek ve kendi varlığının sebebi hikmetini bulacak ve görecektir. Kişinin bu yönelişi sırasında değer yargıları ve hayata bakışı değişecek, güzelleşecek ve kişi hayatın gerçek esprisini yakalayacaktır. Artık kişi, nereden gelip nereye doğru gittiğini ve sonuçta ne olacağını bilecektir. ”Nefsi cihad” da denilen bu süreç sonunda, kişide değerler devrimi olacak, kişinin gözünde bazı devler cüceleşecektir. Nihai aşamada, artık kişi akılla birlikte ulaşabileceği ”aşk” ya da ”tutku” sınırlarına ulaşacak ve Allah’ın lütfunu yani bağışlamasını ümitle bekleyecektir. Kişinin artık tek endişesi Yüce Allah’ın kendisinden bu lütfu esirgemesi korkusu olacaktır ve bu kişi, ümit ve korku arasında, belli bir günü bekleyecektir. Bu tür kişilerin çoğalması durumunda da ”her toplum layık olduğu çerçevede yönetilir” ilkesi gereğince, toplumun üst yapısında buna uygun değişimler olacaktır. Zaten dünyayı adaletle dolduracak önder olan Oniki İmam ve pratiği, temel kaynakları olmazsa olmazları vardır. Bunlar belirlidir ve bu noktalarda kişi, belirli bu ilkeleri, en azından teorik olarak kabullenmek durumundadır. Kişi bu ilkeleri kendi aklıyla, kendi düşünce ve muhakemesiyle bulup, onlara inanıp, teslim olmak durumundadır. Bu, doğmatik bir süreç olmayıp sonsuz bir süreçtir. Tüm bu çerçeveden anlaşılacağı gibi, Allah fikrini Allah’ın adıl olduğunu, Peygamber fikrini, Oniki İmamların imametini ve Ahiret alemini reddeden kişinin ya da kişilerin Alevi olmaları mümkün değildir.
Musa Özateş
Mesajlar: 1205
Kayıt: 17 Mar 2007, 01:17

Ziyaretçi Defterinden

Mesaj gönderen Musa Özateş »

Sİzler Oniki imamcı Ortodoks Şiileri destekliyorsunuz ....

12 imamların tarihinde ortadoks şiilik diye bir tabir tanım yada tasnif yoktur,
bu tanımlama anadoludaki Alevileri 12 imamların yolundan ayırrmak ve onları batınilik batağına çekmek için uydurulmuştur....
anlaşılıyorki sende o bataktasın....
Anadolu aleviliği kelimesini uydurdular olmadı,
biz aleviyiz onlar şii dediler olmadı,fars milliyetçiliği dediler olmadı,şimdilerde biz batıni yoruma inanıyoruz onlar ortadoks diyorlar bu hiç olmayacak....
SIrada ne var bekliyoruz,
Münafıklık zor iştir vesselam,
KARAPAPAK MURAT
Mesajlar: 325
Kayıt: 20 Ara 2007, 17:22

Aleviliği Anlamak

Mesaj gönderen KARAPAPAK MURAT »

Geçtiğimiz yüzyılı bir kargaşa asrı olarak geride bıraktık, ama geçtiğimiz asrın tüm kargaşaları bu yüzyıla da taştı. Hele şu kavram kargaşası yok mu, en beteri, en iflah olmazı, en baş ağrıtanı ve en kötüsü de o. İşin daha kötü tarafı bu kavram kargaşasının kasıtlı olarak yapılması, yani bu işten açık rant sağlayan insanların eliyle yapılıyor olması. Evet, konumuz Alevilik ve üzerinde duracağımız konu da, doğal olarak Alevilik etrafında yapılan kavram kargaşaları.

Bilinen şeyleri tekrarlamak istemiyorum, ama, Alevilik yüzyıllar boyunca gizli yaşamış, daha doğrusu gizli yaşamak zorunda bırakılmış bir inanç. Artık her düşünsel, dinsel, ideolojik, siyasal vs. gurubun kimlik sahibi olduğu bir dünyada, Alevilerin de kendi kimliklerini ortaya koymalarını ve kendilerini ifade etmelerini doğal karşılamak gerek. Ama bu yapılırken de, Aleviliği doğru anlamak ve doğru aktarmakta zaruri. Çünkü Alevilik hâlâ büyük ölçüde bir sır, bir kara kutu ve bir bilinmez. İnsanlar, hele bilmeyenler Alevilik hakkında her söylenene inanmaya hazır.

Geride bıraktığımız yakın tarih, ama özellikle son yirmi yıl, Alevi kökenli insanların kendi aslını ve öz değerlerini aradığı ve bu uğurda bir çok fedakarlığa katlandığı bir zaman dilimi. Düşünün bir kere, Alevi dedelerinin sakallarını kesen, cem evlerini yıkan ve Aleviliği gericilik olarak yaftalayan arsız ve kafasız bir neslin ardından insanlar Aleviliklerini yeniden keşfediyorlar; dernekler vakıflar kuruyorlar; dergiler, gazeteler yayımlıyorlar; kitaplar, broşürler basıyorlar. Bunların hepsini doğru yolda atılmış adımlar olarak değerlendirmek gerekiyor.

Bunların hepsi güzel gelişmeler, ama burada azami derecede dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü insanlar iyi niyetle kendi kökenlerini ve değerlerini araştırmaya koyulurken, bazıları suyu kasten bulandırıyor. Bazıları ise hadlerini aşarak Alevilik hakkında ileri-geri iddialarda bulunuyor. Aleviliğin İslam dışı bir inanç olduğundan tutunda, Alisiz Alevilik projesine kadar; Alevi edebiyatında yer alan şathiyelerin Allah’la ve dinsel inançlarla alay ettiğinden tutunda, Alevilerin aslında Sünni olduğuna veya Alevilerin Hz. Ali’yi Allah bildiklerine kadar ne idüğü belirsiz iddialar ortaya atılıyor. Tabiidir ki bunların bir kısmı kişilerin Aleviliğe olan cahilliklerinden, bilgisizliklerinden ve yerleşik yargılarından kaynaklanıyor. Ama Allah aşkına, eline kalemi alıp ta yazı yazma gibi ciddi bir işe koyulan insan yazdığı şeylerin gerçekliğini bir araştırmaz mı? En azından bu bir sorumluluk değil midir? Hadi, Sünniler diyelim ki, yüzyıllardır gelen yerleşik yargılarıyla ipe-sapa gelmez zırıltılarla karşımıza çıkıyorlar, peki ya Alevi toplumunun içinden çıkmış, öz be öz Alevi evladı olduğunu iddia eden insanlara ne demeli? Onlar bu sorumluluğu hiç mi hissetmiyorlar?

Şimdi hep birlikte elimize vicdanımıza koyalım ve hep beraber dar-ı mansura duralım. Acaba kendilerini Alevi aydını veya araştırmacı olarak afişe eden bu insanlar, Alevi edebiyatında ki birkaç İslam dışı inancı görüyor –aslında bunlar İslam dışı değil, ama onlar cahilliklerinden böyle söylüyorlar- ve bu iki mısra hakkında yüzlerce sayfa yazı yazıyorlar da, neden Allah inancının, peygamber inancının, Hz. Muhammet sevgisinin, ahiret inancının, cennetin, cehennemin, Kur’an’ın, melek inancının ... yer aldığı yüzlerce belki binlerce şiiri görmüyorlar? Neden birileri çıkıp da, bunların etrafında doğru-dürüst birkaç satır yazmıyorlar? İşin kötü tarafı halkımız bu eserlere köklerini öğrenmek amacıyla yöneliyor, ama bilmiyorlar ki, bu kitaplar halkımızı köklerine aline ediyor. Araştırmacı diye ortaya çıkan bu insanların yaptığı bir dağın üzerini küçük bir bez parçası ile örtmeye veya insanları gökyüzünde ışıl-ışıl parlayan güneşten kaçırıp kibrit çöpüyle aydınlatmak istemelerine benziyor.

Evet, Aleviliği anlamak demek, onu gündelik ve basit çıkarlara alet etmemekle, onu rant koparma mücadelesinin aracı olarak kullanmamakla, çağın endişelerinden, yaptırımlarından ve korkularından uzakta tutmakla ve onu böyle bir atmosferde yorumlamamakla mümkündür. Eğer Aleviliği öğrenmek istiyorsak, ilk önce onun tarihsel bağlarını iyi bilmemiz gerekiyor, yaşadığı tarihsel tecrübeleri ve geçirdiği evreleri iyi irdelememiz gerekiyor. Onu İslam tarihinden kopararak Orta Asya Şamanizm’ine veya Mezopotamya Zerdüştiliğine yamamız bizi hiçbir yere ulaştırmaz, ancak onu çağın endişelerine ve bir noktada yetersizlik kompleksimize kurban etmemizi sağlar. Yine Alevilikteki İslam inançlarını görmezden gelmek, ancak ve ancak hesaplaşmayı uzatmak ve kaçak oynamak demektir. Şimdi ortada onlarca Alevilik var; Sünnilerin Aleviliği var, Solcuların Aleviliği var, Şamanistlerin Aleviliği var, Zerdüştilerin Aleviliği var, ... var, var, var. Ne hikmetse her şey var ama Alevilik ortada yok. O şimdilik ince bir toprak tabakasının altında yatıyor. Biz hesaplaşmayı göze alıp, dürüst oynamaya başladığımız gün, o toprağının altından izzetle doğrulacak ve bize gürül-gürül bir baharla gelecek.

www.odkan-erdenay.com
Ali
Mesajlar: 636
Kayıt: 24 Ara 2006, 08:34

Re: Aleviliğin tanımı üzerine

Mesaj gönderen Ali »

ziyaretçi defterinden Serkan isimli şahsın yazdıklarını uzun olduğu için bu bölüme aktardım



BİZLERİ GÖRMEZDEN GELMEYİN CANLAR

ALEVİ MÜSLÜMANLAR (NUSAYRİLER – ARAP ALEVİLERİ)

1. KONU: ALEVİLİK NEDİR?
Alevilik; Kaynağını Kuran’dan alan, Hz. Muhammed’in (s.a.a.v.) hadisleri ve Ehlibeyt imamlarının (a.s.) öğretileriyle şekillenen İslam’ın özüdür, sırat-ı müstakimdir. Yani doğru ve hak olan yoldur.

Alevilik, Hz. Ali’nin (a.s.) taraftarı (Şiası) olmak demektir. Onun taraftarı olmak demek Hz. Muhammed’in (s.a.a.v.) taraftarı olmak demektir; yani Allah’ın taraftarı olmak demektir. Hz. Muhammed (s.a.a.v.) hadis-i şerifte “Her kim Ali’yi severse, beni sevmiş olur; beni seven de Allah’ı sevmiş olur. Ali’ye kim düşmanlık ederse bana düşmanlık etmiş olur.” diye buyurmaktadır. Kur’an, Allah’ın (c.c.) kelamı; Hz. Muhammed (s.a.a.v.) Kuran’ın dili, Hz. Ali (a.s.) de konuşan Kuran’dır. Hadis-i şerifte; “Kuran Ali’yle, Ali de Kur’an’la beraberdir. Kıyamet Günü’ne kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır.” diye buyrulmaktadır. Hz. Ali (a.s.) Sıffin’de bir hutbesinde “Konuşan Kur’an benim.” diye buyurmuştur. Kısaca Kur’an, Hz. Muhammed (s.a.a.v.) ve Hz. Ali (Ehlibeyt) (a.s) birbirini destekleyen, insanın doğru yolda yürümesini sağlayan ana kaynaklardır. Alevilik bu kaynaklara dayandığından hak yoldur.

Hz. Muhammed (s.a.a.v.) amcasının oğlu ve damadı olan Hz. Ali’yi (a.s.) çok severdi ve Hz. Ali, kendisine en yakın kişiydi. Tebük Seferi’ne çıktığında Hz. Ali’yi kendi yerine Medine’de vekil olarak bırakması ona olan güveninin bir göstergesidir.

Hz. Peygamberin Hz. Ali’ye olan sevgi ve güvenini belirleyen birçok hadisi vardır. “Ali bedenimde baş gibidir.” … “Her nebi için bir vasi ve varis vardır, Ali de benim vasiyyim ve varisimdir.” Gadir-i Hum’da; “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.” gibi hadislerle Hz. Ali’yi kendisinden sonra vasi olarak tayin etmiştir. Nusayriler, Hz. Muhammed’in (s.a.a.v.) vasiyetini dinlediği ve ona uyduğu için ALEVİDİR.

“Alevilik” Hz. Ali’ye bağlılıktır, Hz. Ali’nin yandaşı olmaktır, Hz. Ali’yi sevmektir, Hz. Ali’yi yüceltmektir. Çünkü Alevilik; Hz. Muhammed’in Hz. Ali’ye olan sevgi, bağlılık ve telkinleriyle oluştu. İslam diniyle beraber Aleviliğin tohumları ekildi. İsim “Müslümanlık” kimlik “ALEVİLİK” olduğu için Aleviyiz.

Aşağıda yazılanlar okunduğunda neden Alevi olduğumuz daha iyi anlaşılacaktır:
“Selman El Farisi” dedi ki: Resûlullah (s.a.a.v.) imam Ali’ye hitaben : “Bu vasim sırrımın yeri ve terk ettikle-rimin en hayırlısıdır.”
(Mizanul-itidal, 1/635)
“Hz. Muhammed (s.a.a.v.) Hz. Fatıma’ya: “Senin kocan dünya ve ahirette seyyiddir. Kendisi ashabım içinde İslam’a ilk gelendir. Âlem içinde en fazla ilme sahip olan ve âlem içinde en kuvvetli hilme sahip olandır.”
(El-istiab,1099 El istiab.1091)

Bir hadisinde (s.a.a.v.); “Dünya ve ahirette bayrağımı Ali taşıyacaktır.” demiştir.

İbni Abbas diyor ki:
“Ali’nin dört özelliği var ki, başkasında yoktur:
1- Kendisi Acem ve Araptan önce Resûlullah (s.a.a.v.) ile ilk namaz kılandır.
2- Her çarpışmada peygamberin (s.a.a.v.) bayrağı onun elindeydi.
3- Başkaları Peygamberi (s.a.a.v.) terk edip kaçtıklarında ancak kendisi sebat edip Peygamber’in yanında kalmıştı.
4- Kendisi Resûlullahı (s.a.a.v.) vefatından sonra yıkayıp kabrine defnedendir.”
(El-istiab, 3/1090)

Selman-ı Farisi diyor ki: Resûlullah (s.a.a.v.) şöyle buyurdu: “Ümmetimden Kevser Havuzu’nun başında bana ilk erişecek olan Ali bin ebi Talip’tir.”
(El istiab.1091)

Hz. Ali’nin bu yüce konumu ile Hz. Peygamberin bu hadisleri, Müslüman insanın “Alevi” olması için yeterlidir. Hz. Muhammed tarafından Hz. Ali’nin bu kadar yüceltildiğini gören ve Hz. Ali’nin faziletlerine şahit olan samimi Müslümanlar “Alevi” ismini aldı.

Muhammed ibn-i Nusayr’in isminden türeyen Nusayri sözcüğünün kendileri için kullanılmasını istemediklerinden Türkiye’de genelde “Arap Alevisi” denir. Nusayri ismini kullanmak istememelerinin sebebi Muhammed ibn-i Nusayr’in sadece Ehl-i Beyt öğretisini yaymış olmasıdır, yani mezhep kurmamıştır.

Anadolu Aleviliği (Bektaşilik) ile benzer yönü sadece Kur’an-ı Kerim ve Ehl-i Beyt sevgisidir. Caferiyye Şiiliği ile itikadi yönden benzemektedir.

Mezhebin kurucusu ve Muhammed ibn-i Nusayr’in isminden türeyen Nusayri tanımlaması kullanılmaktadır. Ancak, Nusayrilere göre Muhammed bin Nusayr mezhep kurucusu değil, sadece 11. İmam Hasan El Askeri’nin öğrencisi ve Ehlibeyt öğretisini yayan kişidir.
11. İmam Hasan El Askeri’nin öğrencisi Muhammed bin Nusayr’ı (ö. 883) otorite kabul ettikleri için bu adı alırlar. Ancak Nusayriler bu ismi kendileri için asla kullanmazlar.

Dil
Anadilleri Arapçadır. Yaşlı nesil hâlâ Arapça konuşmaktadır.
Türkiye’de ise Hatay’ın katılmasından (1939) sonra doğmuş olan daha genç nesil tarafından Türkçe konuşulmaktadır.
Bugün Arapça ile Türkçenin bir karışımı konuşulur.

İNANÇ VE İTİKAT
Din: Semavi dinlerin sonuncusu ve en mükemmeli, yüce Allah’ın kullarına hidayet için gönderdiği son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.a.v) bildirdiği “İSLAM” dır. “Allah’ın yanında din İSLAM’dır” (Ali İmran 19), “Kim İslam’dan başka bir din ararsa onun dini asla kabul olunmayacak. O, ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Ali İmran 85)
İslam: İki şahadete ikrar etmektir. “Eşhedü enla ilahe illellah ve eşhedu enne Muhammeden Resûlullah” demek ve Hz. Peygamber’e (s.a.a.v), Yüce Allah tarafından emredileni tatbik etmektir.
İman: Yüce Alah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, ölümden sonra tekrar dirilmeye, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna kayıtsız şartsız inanmaktır.
Bunun yanında Nusayrilerin inancında usul beştir. Tevhid, adalet, peygamberlik, imamet ve dirilmedir.

Bunları tahmin ve taklitle değil; delillerle, Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber ve Ehlibeyt’in hadisleriyle bilmek gerekir.
1-Tevhid: Nusayrilerin İnancında, bütün âlemi Allah yaratmıştır. Allah yalnız ve tektir, ortağı yoktur. “Onun hiçbir benzeri yoktur. Hem o işitir ve görür.” (Şura 11) Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamberine: “Deki; O Allah birdir. Ululuk onda nihayet bulmuştur. Doğmamış, doğurulmamıştır. Onun hiçbir eşi de yoktur.”(İhlas Suresi)
2- Adalet: Yüce Allah âdildir, hiç kimseye zulüm etmez. “Senin Rabbin hiçbir yerde zulüm etmez.” (Kehf 49) Adaletinin ispatı için de insanlara yalnız ıslahları için emir verir, kötülüklere uğramamaları için de yasak koyar “Her kim iyi iş işlerse kendisi için işler, her kim kötülük yaparsa yine kendine eder, Rabbin kulları hakkında asla zalim değildir.”(Fussilet 46)
3- Peygamberlik: Nusayri inancında, yüce Allah, lütuf ve adaletinden doğru yoldan sapmamaları için kullarına peygamberler gönderdi. Peygamberlerin ilki Hz. Adem’dir. Sonuncusu da Abdullah oğlu Hz. Muhammed’dir.
4- İmamet: İnsanların maslahatları için yüce Allah imamlara ilahî bir makam verdi. Her bir Peygamber vefatından önce kendisine bir vasi tayin etti. Peygamberlerin sonuncusu olan peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.a.v) kendisi için on iki vasi tayin etti. “Benden sonra 12 halife olacaktır, hepsi Kureyşten dir.”
(Sahihi Buhari 8/105 Sahihi Müslim 3/1452)
Bu imamlar, Peygamberin ümmetine bıraktığı dinî hükümlerin değiştirilmesini ve usulleriyle oynanmasını önlemek için yüce Allah’ın emriyle makam aldı. Yüce Allah İmamları tıpkı peygamberler gibi, insanların kendilerine inanmaları ve tutunmaları için yanılmaktan, hata yapmaktan ve günah işlemekten masum kıldı ve inanırız ki; son zamanda son imam Muhammed el-Mehdi gelecek ve dünyayı nasıl zulüm ve çirkinliklerle dolduysa, adalet ve merhametle dolduracaktır.
5- Mead (Dirilme): Yüce Allah iyilik yapanı iyilikle mükâfatlandırıp, kötülük yapanı da kötülükle cezalandırması için insanları kabirden kaldıracaktır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de kıyamet gelecektir. Onun kopmasında şüphe götürecek hiçbir şey yoktur. Allah kabirdekileri kaldıracaktır.” (Hac 7)
Yine Kur’an-ı Kerim’de; “Her kim zerre ağırlığında hayır işlerse onu görecek, zerre ağırlığında şer işleyen de onu görecektir.” (Zilzel 7-8)
Nusayrilerin, Kur’an-ı Kerim’de geçen her kelime ve ayete inancı tamdır. “Ey Rabbimiz! Bize indirdiğin kitaba inandık, Resule de uyduk, bu hâlde bizi şahitler ile beraber yaz.” ( Ali İmran 53)

Bu beş madde altında topladığımız ana din usulünde filizler (furu-uddiyn) de vardır. Bunlar;

1- Namaz Kılmak: Günde beş vakit namaz kılmaktır. Vakitleri; öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabahtır.
Bu beş vaktin farz rekâtları on yedidir. Yolculuk ve zaruretler de dört rekâtlı namazlar, iki rekât olarak kılınabilir. İsteğe bağlı rekâtlar ise otuz dörttür. Bunlar (Nafile) sünnettir.

2-Oruç Tutmak: Her yıl mübarek Ramazan ayında Kur’an-ı Kerim’in emrettiği şekilde otuz gün oruç tutmaktır.

3- Zekât Vermek: Yılda bir defaya mahsus her kişi malının zekâtını ehline vermesidir. Miktarı gelirinin yüzde beşidir.

4- Hacca Gitmek: İmkânlar çerçevesinde maddî, manevî ve yol emniyeti olması durumunda ömürde bir defa Mekke’ye gidip Beytullahıl Haram’ı ziyaret ve tavaf etmektir.

5- Cihad: İslam dinini müdafaa etmek, bilmek, öğrenmek, öğretmek ve peygamberlerin izini takip etmektir.

6- Marufa Emir (El-emru bil maruf): Her Müslüman kadın-erkek kendi hükmünde olabilecek Müslümanları (ailesi ve yakınları) iyi ve hayırlı işler görmeye davet etmektir.

7- Münkerlere Yasak (En-nehy anil münker): İnsanları kötü işlerden alıkoymak, haramdan sakınmaya davet etmektir.

8- Elvela (Tevella): Yüce Allah’ın tek olduğuna, Hz. Muhammed’in (s.a.a.v) onun peygamberi olduğuna inanmak ve Ehlibeyt imamlarına velayet (bağlılık) etmek ve velayet edenine de veli (kardeşlik) olmaktır. Hz. Muhammed (s.a.a.v); “Mümine vazife olan şey Allah’ın velisini bilip ona velayet etmek, düşmanını bilip de düşmanlık etmektir” buyurmuştur.

9- El-bera (Teberra): Yüce Allah’a, Allah’ın Peygamberine, Peygamberinin Ehlibeytine ve imamlara düşmanlık eden herkesi düşman bilmek ve benliğimizi onlardan arındırmaktır.

Yukarıda yazdığımız gibi dine olan itikadımız Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’de geçtiği gibidir. Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelamıdır. “Ona ne önünden, ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye layık olan Allah tarafından indirilmiştir.” (Fussılet 42)

İSLAMIN ŞARTLARI
Hz. Peygamberimizin hadislerinde Hz. Ali’nin şiası (taraftarı) olarak adlandırılmışız. Hz. Muhammed’den (s.a.a.v.) sonra “Alevi” ismi Hz. Ali’nin yandaşlarına (Şiası) verildi. İslam’ı sevenler İslam’ın şartlarını Hz. Ali ile yerine getirmekten büyük haz duymuşlardır. Hz. Ali, Hz. Peygamberden sonra İslam’ın kurallarını hatasız şekilde yaymıştır. Birçok rivayette İslam’ı sevenler namaz kılmayı Hz. Ali’den öğrenmek istemişlerdir. Namaz kılmaktan zevk almak isteyenler de Hz. Ali ile namaz kılmışlardır. Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de Müslümanlara farz kıldığı ve tediyesini emrettiği vecibelere ‘İslam’ın Şartları’ denmiştir. Bu İslamî şartlar beştir.
Aşağıda gösterilen farzlar birinin edası durumunda, eda eden kişinin Müslüman olduğuna işaret eden şartlardır.

İSLAMIN BEŞ ŞARTI
Bu beş farizadan birini veya hepsini ancak Müslüman olan biri eda eder.

1- Kelime-i şahadet getirmek
2- Namaz kılmak
3- Oruç tutmak
4- Hacca gitmek
5- Zekât vermek

1-Kelime-i şahadet: “Eşhedü enla ilahe illellah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü ” (“Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim”)

2-Namaz kılmak: Yüce Allah’ın farz kıldığı İslam’ın şartlarının en önemlisidir. Hz. Muhammed’le (s.a.a.v) ilk namaz kılan Hz. Ali’dir. Kur’an-ı Kerim’de “Namazı dosdoğru kılın, zekat verin, rüku edenler ile beraber rüku edin” (El bakara, 43) der. Ve Kur’an-ı Kerim’de namaza işaret eden ayetler elliden fazladır. Aşağıda namaz kılma şekli gösterilecektir.

3-Oruç tutmak: Yüce Allah’ın farz kıldığı İslam’ın şartlarından biridir. Ramazan ayında oruç tutmak Kur’an-ı Kerim’de: “Ey iman edenler! Sizden evvelkilere oruç nasıl farz edilmiş ise maziden sakınasınız diye size de öyle farz kılındı.” (El barka 183.) Oruç, Bakara suresinin 185-187. ayetlerinde de zikredilmektedir.

4 – Hacca gitmek: Yüce Allah’ın ömürde bir defa maddi ve manevi gücü olana farz kıldığı İslam’ın şartlarından biridir. Kur’an-ı Kerim’de “Hac” İbadeti için Ali İmran suresinin 97. Ayetinde “Onda apaçık işaretler ve İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren güvenlikte olur. Hac için bir yol bulabilenin Beyti ziyaret etmesi ise, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır. İnkâr edenlere gelince, Allah’ın âlemlerde hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.” diye buyurmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de “Hac” konusunda ondan fazla ayet vardır.

5 – Zekât vermek: Yüce Allah’ın farz kıldığı İslam’ın bir şartıdır. Müslüman’ın malından gelirinin yüzde beşini zekât vermesidir. Kur’an-ı Kerim’de: “Namazı dosdoğru kılın, zekât verin, nefsiniz için evvelce ne hayır gönderirseniz onu da Allah’ın yanında bulursunuz.” (El bakara 110) Kur’an-ı Kerim’de zekâtla ilgili yirmi beşten fazla ayet vardır. Burada İslam’ın beş farzı özetle zikredilmiştir.

Şunu bilmek gerekir ki, Aleviler Müslüman’dır. Alevilikleri ise Hz. Ali’ye yandaşlıkları, taraftarlıkları ve sevgileridir. İmam Hz. Ali, Hz. Peygamberin amcasının oğlu, damadı ve vasisidir. İlk iman eden ve Müslüman olan kişidir.
Rabbimiz Allah’tır. Peygamberimiz Hz. Muhammed’dir. İmamımız Emiyrül Müminin Ali Bin Ebi Talip’tir. İslam dinine zıt olan bütün dinlerden aklanırız. Dini hükümleri İslam Dini Anayasa’sı olan Allah’ın Kitabı Kur’an-ı Kerim, sünneti nebevi ve Ehlibeyt imamlarının rehberliğinde öğrenir ve uygularız.
Müslüman Alevi olarak adlandırılan bizlerin itikadı budur. Alevi kardeşimiz bu bilgiler ışığında büyümüştür. Bizleri daha farklı görenlerin basiretleri bizleri bu şekilde görmekle açılacak ve bizi yanlış tanıyan gözlerin önünden bizi kapatan perdeler açılacaktır.
Bu bilgiler bizim gerçek kimliğimizi göstermektedir. Bu deyimler asıl inancımızı anlatmaktadır. Bin dört yüz yıldır doğrularla haykıran bu Alevilerin sesi duyulmadı. Kendilerini tanıttılarsa da onları duymak istemeyenler duymadı.
“İnsanlar bilmediklerinin düşmanıdır.” hadis-i şerifi insanların birbirlerini anlayamadıkları ve tanıyamadıkları için söylendiğine işarettir.
Yüce Allah bizleri en doğru ve gerçek yola hidayet etmiştir. Bu doğru yolda dünyanın en kutsal inancına, İslam’ın özüne sahip olmakla onurlandırıldık. Çünkü İnsanlığın en kutsal inancını en yüce kaynaklardan öğrendik. Yüce Allah’ın hidayetiyle Hz. Muhammed’in sünnetiyle, Ehlibeytin rehberliğiyle, Müslümanlığın temelinde Aleviliğimizle ne kadar övünsek azdır. Bu kutsal inanca mensup olmakla dünyanın en mesut ve huzurlu kulları olarak ahirette sevinecek ve bahtiyar olacağız. Yüce Allah’ın ve Peygamberinin emrettiği şekliyle Ehlibeyt ipine sımsıkı tutunmaya ve Aleviliğimizin gereklerini yerine getirmeye yüce Allah bizi muvaffak etsin.
Allah’ın rahmeti; Hakkı görüp Hakka tapanlara olsun.

Allah BİZLERİ EHLİBEYT YOLUNDAN AYIRMASIN…

:::::::::::::::::::::S O N:::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

2. KONU ::::::::::::::::CANLI ÖRNEKLE NUSAYRİ FELLAH MÜSLÜMANLAR:::::::::::::::::::::

NUSAYRİLİK, çoğunluğu Suriye’de yaşayan bir Zahiri-Batinî (Açık-Gizli) olmak üzere Ehli Beyt ve Oniki İmama sadakatle bağlı Müslüman Kesimden oluşmaktadır. . Bunlara günümüzde Fellahlar (Çiftçi manasına gelen) ismi de verilmektedir. Nusayrilik, ismini kurucusu olan Muhammed b. Nusayr en-Nemiri’ den almıştır.
Bâtıni karakterli fırkalarda ortak olarak görülen husus, bunların genel olarak çift hayatları olmasıdır. Yani birisi, kendi içlerinde ve çevrelerinde yaşadıkları ve yaşattıkları hayat seyri, diğeri de toplum içinde yaşamaları itibariyle toplumsal hayatlarıdır. İşte Nusayrilik de genel anlamda bu özellikleri taşımakta olup, açık yani zahiri kabul edilen beş vakit namazı kıldıkları gibi gizli icra ettikleri batini ibadetlerini de büyük bir disiplin içerisinde icra ederler.

Nusayriliğin kurucusu İbn Nusayr, Şiî-İmamiyyenin onuncu imamı Ali en-Nakî’nin hayatında onun tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu iddia ediyor; onun hakkında aşırı görüşler ileri sürerek tenasühten söz ediyordu. Bir rivayete göre de, İbn Nusayr, İmamiye’nin onbirinci imamı Hasan el-Askeri’nin (260-873) “bab”ı olduğunu ileri sürmüş ve onun vefatıyla da oğlu Muhammed b. el-Hasan’ın mehdiliğini kabul etmiştir
Genellikle Suriye bölgesinde yayılmış bulunan Nusayriler, Eti Türkleri olup, şeyhleri ise Ehl-i Beyt Soyundandır. Fellahların Eti Türkleri oldukları Atatürk Zamanında yapılan araştırmalarla ortaya çıkmıştır. Eti Türkleri+ Şeyhler= Nusayriler, diyebiliriz. Karmatilerin 291 (903) yılında Suriye’yi ele geçirmesi üzerine, bir kısmı Suriye’de kalırken bir diğer kısmı ise, Antakya civarına çekildiler. Özellikle Nusayrilik Hamdanilerin Suriye’ye egemen olmasıyla bu dönemde büyük bir güç kazandılar. Zira Hamdani emirleri bu mezhebe girmiş ve yaygınlaşması için uğraşmışlardır. Selçuklular döneminde Malazgirt savaşını (463/1071) takiben de Nusayriler Antakya’yı ele geçirmişlerdi. Nusayriler, bölgede sırasıyla hüküm süren, Selahaddin Eyyubi, Haçlılar, İsmaililer ve Moğollar’dan sonra Yavuz Sultan Selim’in 922 (1516) yılındaki Mercidabık Zaferi ile Suriye’yi ele geçirmesi ile daha sonraki devirlerde de aynı bölgede varlıklarını sürdürürler. Nusayrilerin hemen hemen her devirde ve özellikle Osmanlı Döneminde varlıklarını sürdürmelerindeki en önemli faktör, Osmanlı Devletinin, hükmü altındaki bölgelerde her inanç ve ırktan olan kavimlere gösterdiği müsamaha anlayışı ve tavrı gösterilmektedir. Zira Osmanlı Devleti, bu tavrını devletin bağlayıcı ve birleştirici bir felsefesi olarak telakki etmekte idi. Zaman zaman Osmanlılara karşı isyan etmelerine rağmen II. Abdülhamid onları resmen bir mezhep olarak kabul etmişti.

Bugün Suriye’de çeşitli bölgelerde ve Hatay, Tarsus, Adana, Mersin Fırat boyları ile Lübnan’da yaygın olarak yerleşmiş bulunan Nusayrilerin sayısı bir kısım araştırmacılara göre bu yörelerden göç etmiş ve kendini gizlemek durumun kalanlar dâhil yaklaşık 2-3 milyon kişi civarındadır

Nusayrilerin itikadi görüşlerine gelince:
Nusayri inancı kısmen İslâm’dan kaynaklanmış olsa da Hz. Ali’nin Camide öldürülmüş olması veya kendilerinden olmayan bir hocanın arkasında namaz kılmak istemediklerinden büyük bir çoğunluk beş vakit namazlarını bulundukları herhengi temiz mekanda kılmaktadır. Bunun yanında ibadetleri ağırlıklı olarak batini inanışa dayanmaktadır. Gizli kılınan Batıni namazlarına sadece Nusayri olanlar katılır. Türkiye sınırlarında yaşayan bu kesim Türk devletine, Türk bayrağına, Türk milletine ve özellikle kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ e sadakatle bağlı olup, gizli kılınan bu namazlarını vatan, bayrak, millet ve kurucusuna bağlılıklarını ifade eden cümlelerle bitirirler. Nusayrilerin görüşlerinin temelini de Hz. Ali teşkil etmektedir. Bu inanışa göre; Günümüzde Mustafa Kemal Atatürk’e ait olan “Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir” cümlesini ilk kullanan Hz Ali’ ye bilimin (%90’ı) yani 9/10’u, beşeri insanlığa ise (%10’u) 1/10’u verilmiştir. İnanış derki: İlk Peygamberde Ali Son Peygamberde Haz Ali’dir. İnanışa göre; İki Peygamberimiz var ki; Birisi Allah iler konuşan Hz. Musa ve Allah’ın Habibi son peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) ayrı özellikler taşımaktadır. İnanışa göre, Hz. Musa Konuşmuştur, Ancak Son Peygamber Olan Allah’ın Habibi Hz. Muhammed (SAV) ise Arşa çıkmıştır ve Allah ile Görüşmüştür. Allah’ı çıplak gözle görmüştür. Tasavvur Ederken yaradan Allah Hz. Ali olarak tasavvur etmiş olduğuna inanılır ki: “Allah Hiç Görünmedi ve Kimse Görmedi, Haşaa!..” denilir ve gören tek kişi nur kabul edilen Allah Habibi Hz. Muhammed olmuştur. Bu nedenle, Yüce Allah için sayılan sıfat ve özelliklerim bir kısmı bilimin %90 kendisine verilen Hz. Ali için sayılmaktadır. Buna göre Hz. Ali gerçekte görünmediğine ve görülmediğine inanılır. Tüm peygamberlerin nur olduğuna inanıldığı gibi Hz Ali nuru itibariyle gizlidir. O manadır. Görünüşte imam olmasına rağmen, batını cihetiyle O, nurdur. Buna göre onların şahadet kelimesi “Ben Allah’tan başka ilah bulunmadığına şahadet ederim “şeklindedir.
Allah Muhammed’i, O da Selman-ı Farisî’yi yaratmıştır. Ali “mana”, Muhammed “isim”, Selman ise “bab”dır. Bu üçlü A(ayn), M (Mim) ve S (Sin) sembolleriyle ifade edilir Ayrıca Selman’dan sonra beş tane de kutsal vardır ki, bunlar; Mikdad b. el-Esved (Tabiat olayları ve zelzeleyi yürütür), Ebû Zerril-Gifâril-Gifâri (Yıldızların hareketini idare eder), Abdullah b. Revâha (Canlıların hayatlarıyla uğraşır), Osman b. Maz’un (Rızık ve hastalıklarla uğraşır) ve Kanber b. Kadân ed-Devrî (Ruhları cesetlere gönderir). Bu beş kutsal varlık, aynı zamanda beş büyük yıldızdır. Hz. Muhammed veda Hutbesinde Hz. Ali’yi vekil tayin etmiştir denilir. Bu nedenle, bu inanışla göre hileyle halifeliği ele geçirenler kabul görmemektedir. Hz. Ali’ nin doğduğu gün Nusayriler tarafından en büyük bayram olarak kabul edilir. Ğıdıl Ğadır yani Kadir Bayramı olarak her yıl on gün ileri olavcak şekilde kutlanır. İslamiyetin doğuşu olarak kabul edilen bu bayramda Cehennem Ateşi bie söner ve bu mübarek günde öelenler direkt Cennete gider. Mümkünse o gün tamamen namz kılmakla geçmelidir. Tatil olması halinde bu inanışta büyük bir memnuniyet yaratacaktır.
Ayrıca, Nusayriler Peygamber (SAV) zamanında kullanılan Hicr-İ Takvime sadık kalmışlardır. Bu nedenle; Türkiye’ de kullanılan takvim ile 14 (OnDört) gün fark vardır. Ayrıca Allah’ın evi kabul edilen CAMİ isminin dört Büyük Melek Cebrail, Azrail, Mikail ve İsrafil adının başharflerinden meydana geldiğine inanılır. Nusayrilerin bir kısmı Hz. Ali’nin Cami’de öldürüldüğü için Cami namazına gitmez. Ama gerçekte, cami Namazıda hak batıni namaz da haktır. Bu konu da Nusayri şeyhlerine büyük görev düşmektedir. Gelecek nesillere bu önemle aktarmalıdır.

Nusayriler ruh göçüne inanırlar. İnanışa göre, insanlar ilk kez semavi varlıklar olarak yaratılmışlar; Âdem ile Havva şeytan tarafından kandırılıp cennetten kovulmalarının bir sonucu olarak bu günkü şekillerini kabullenmek zorunda kalmışlardır. Sürekli tenasüh ve ruh göçü, insanların tekrar semavi varlıklara dönmesiyle son bulacaktır. Kendileri Ali’nin ilimsel gücüne inanmak ve onun yüceliğinin nimetine ermek şerefine ulaşan kişilerdir. Aliye inanan Nusayrilerin ruhla, hareket yoluyla yıldızlar haline dönüşerek nurlar âlemine yükselir. Nusayri olan ve olmayanların ruhları ise, imtihan edildikten sonra cennet veya cehenneme gider. Nusayrilere göre kadınların namaz zorunluluğu yoktur. Bu bakımdan kadınlara Nusayri mezhebinin sırları açıklanmaz. Kadınlar isterlerse ancak ve ancak Sünni inanışında olduğu gibi beş vakit namazı icra edebilirler. Kur-anı Kerim Hatmi okuyabilirler. Beden ve ruhen temiz olmak adına yıkanırken Kelime-i Şahadet getiriler. Bu taassuplarından ötürü Fâtıma’nın ismini kullanmayıp, metinlerinde bu kelimenin müzekkeri olan Fâtır’ı kullanmayı tercih ederler. Ayrıca onlara göre, diğer halifelerle birlikte bir kısım sahabe ile Muaviye, Yezid ve Haccac da şeytanın sembolleridir ve lanetlidirler.

İlimin %90 kısmına sahip olduğuna inanaılan Hz Ali’nin bulunduğu yer konusunda iki gruba ayrılırlar. Haydariler’ e göre Ali, göktedir. Güneş Muhammed’i, ay da Selman’ı temsil eder. Ali güneşte oturmaktadır. Bu yüzden bunlara “Şemsiler” de denilmektedir. İkinci kol olan Kilaziler’ e göre ise Hz. Ali’nin yeri ay’dır. Bu yüzden bunlara da “Kameriler” ismi verilmektedir. Nusayrilere göre dualarla hazırlanan kuru üzüm suyu, ulûhiyetin sembolüdür.

Evlilik ve Nikah: Nusayriler resmi nikaha olmazsa olmaz olarak bakarlar; Ancak, bundan önce mutlaka dini nikah kıyılır. Kız isteme törenleri “Allah’ın İzni Peygamberin Kavliyle” olur.

Cenaze Törenleri: Nusayriler tıpkı Müslüman Sünni inanışında olduğu gibi Kur-anı Kerim Hatmi eşliğinde kaldırılır ve Cenaze Namazları kılındıktan sonra yine Kur-anı Kerim Hatmi eşliğinde toprağa verilir. Cenazeyi getiren cemaat iki gruba ayrılır; abdestli olanlar katılırken olmayanlar bir kenara çekilir ve cenaze namazının bitmesini bekler. Namaz bittikten sonra musalla taşından alınan naaş görevliler tarafında açılmış olan mezara defnedilir. Toprak atılırken orada bulunan tüm şeyhler saf tutar ve en kıdemlisi tarafından Kur-anı Kerim hatmi okunur. Kur-an okunurken hocanın önünden geçilmemesi gerekir. Toprak atma işleminden sonra tekrar Kur-anı Kerim Hatmi okunur ve topluca Fatiha okunduktan sonra dağılırlar. Saf tutan cenaze sahiplerine baş sağlı dilenerek mezarlıktan ayrılırlar. Defin sırasında kadınların mezarlığa gelmemeleri esastır. İnanışa göre, kadınlar cenaze evinden sonra mezarlıklara gelmeleri ölümlerin çoğalmasına sebep olur. Daha sonra yedinci güne kadar her akşam taziye ziyaretleri devam eder ve Kur-an okunur. İkinci ve yedinci gün törenleri çok kalabalık geçer. Yedinci gün yemeği batıni namaz ile eda edildikten sonra, tüm halka açık bir şekilde tören düzenlenir ve Sünni inanışına uygun bir şekilde Kur-anı Kerim Hatmi okunur. Kadınlar ayrı erkeler ayrı bir grup oluşturur. Gelen kadınların başörtüsüyle gelmeleri gerekir. Cenazenin toprağa verilmesini takip eden günün ilk sabahı şeyhler eşliğinde Kur-anı Kerim Hatmi Okunur. Ayrıca yedinci günün sabahı da tekrar edilir bu tören.

On İki İmam Mezhebine tâbi olanlar, Hz. Peygamberden sonra imamların on iki tane olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.

On iki imamın isimleri şöyledir:
1- İmam Hz. Ali ibn-i Ebi Tâlib (r.a.) (ö: 661).
2- İmam Hz. Hasan bin Ali (r.a.) (625-669).
3- İmam Hz. Hüseyin bin Ali (r.a.) (626-680).
4- İmam Zeynel Âbidin (r.a.) (659-719).
5- İmam Muhammed Bâkır (r.a.) (677-733).
6- İmam Câfer-i Sâdık (r.a.) (699-765).
7- İmam Mûsâ el-Kâzım (r.a.) (745-799).
8- İmam Ali Rıza (r.a.) (770-?).
9- İmam Muhammed Cevad Takî (r.a.) (811-835).
10- İmam Ali Nakî (r.a.) (829-868).
11- İmam Hasan Askerî Zekî (r.a.) (846-874).
12- İmam Muhammed Mehdî (r.a.).

İnanışa göre, yatır ve ziyaret yerlerine gerekli önemin verilmesi ve bu mekanlara birer Görevli tahsis edilmesi gerekir. Bunların Allah katında kabul gören ve zamanında Allah tarafından hayırlar işlemek adına gönderilen Evliyalar olduğu vurgulanması İle bu işin Putperestlik olmadığı anlaşılacaktır. Bunların huzurunda Allah’a dua etmek Nusayrilerde büyük kabul görmektedir. Adana adaklar genellikle buralarda icra edilmektedir. Bohurlar yakılır ve semaya yükselen bu dini kokular eşliğinde dualar okunur. Bohurlar Allah için yakılır.

KERBELA OLAYI
Hz. Muhammed`in kızı Hz. Fatma`nın ve Hz. Ali`nin oğlu Hz. Hüseyin, haksız olarak Şam`da iktidarı ele geçirmiş olan Muaviye`nin oğlu Yezid`e biat etmeyi –onu halife olarak tanımayı- reddetti. Kufe halkının kendisini desteklemesi ve Kufe`ye davet etmeleri üzerine Hz. Hüseyin, 680 yılında yaklaşık 100 kişi ile birlikte, İslam adına çeşitli zulüm ve haksız uygulamalar yapan Yezid`e karşı durmak üzere Mekke`den Kufe `ye hareket etti. Bugün Irak sınırları içinde olan Kerbela`da Yezid`in askerleri, Hz. Hüseyin ve taraftarlarının önünü keserek onları günlerce susuz bıraktılar. Fırat Nehri`nden su almak isteyen kafileye engel olundu. Su almaya gidenler oklarla öldürüldü. 10 Muharrem günü, Hz. Hüseyin`in 18. yaşındaki oğlu Ali Ekber ve beşikteki Ali Asgar oklanarak öldürüldüler. Sonunda Hz. Hüseyin Kerbela savaş meydanına çıktı. Yezidin 40 askerini yendikten sonra sağ kalan yakınları ile helalleşti ve yeniden meydana döndü. O anda her taraftan gelen oklarla Hicretin 61. yılının 10 Muharrem cuma günü (10 Ekim 680) öğleden sonra Hz. Hüseyin şehit oldu. Gövdesi Kerbela`da bırakıldı. Mübarek başı Kufe`ye oradan da Şam`a götürüldü. Yezid, Hz. Hüseyin`in başını gördüğünde “Peygamber`den borçlarımı geri aldım.” diye Ehl-i Beyt düşmanlığını ilan etti.

Kerbela Katliamı, Anadolu Alevilerinde her yıl Muharrem ayında anılır ve lanetlenir. Nefeslerle ve gülbenklerle anılır. Hz. Hüseyin`in haksızlığa karşı bu cesur direnişi ve ölümüne mücadelesi, Anadolu Alevilerinde çocuk eğitiminde „haksızlığa karşı gelmek, haksızlık yapmamak, haksızlığa uğrayanların yanında olmak“ şeklinde önemli bir yer tutar.
Hz. İmam Zeynel Abidin`in bu katliamda hasta olması nedeniyle kurtulması ve Hz. Ali`nin soyunun bu güne kadar devam etmesi nedeniyle de Aleviliğin tüm kesimlerinde Allah`a şükredilir. Gelenek olarak Muharrem orucu, Kurban Bayramından 20 gün sonra Muharrem`in 1. günü başlar. 2007 yılında 20. Ocak tarihi Muharremin başlangıcıdır. Bu nedenle; İslamiyet’in tüm mezheplerinde Aşure yapılır ve dağıtılır. Dikkat edilirse; Muhammet, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma isimleri her kesimde isim olurken, bütün Yezit, Muaviye isimleri çocuklara verilmemektedir.

MÜSLÜMANLIK ’TA ESHAB-I KEHF
Eshab-Kehf hadisesi Kur’anı Kerim’ de ve diğer semavi kitaplarda Bas-ü badel mevt ( Yeniden dirilme ) inancının delilleri arasında gösterilir. Buna göre;
Efsus ya da Yarpuz denilen bir şehirde Dakyanus ( Dakyus ) adında bir zalim hükümdar halkı kendisine ve putlarına taptırırmış. Allah’ ın varlığına ve birliğine inanan birkaç genç ise gizlice ibadet ederek bu zalimin buyruğu dışına çıkarlarmış. Bunu haber alan Dakyanus’ tan kaçan gençler, kendileri gibi inançlı bir çobana rastlarlar. Çoban ve Kıtmir adındaki köpeği de onlara katılır. Çobanın bildiği ve yanında su olan bir mağaraya sığınan Eshab-Kehf burada uykuya dalarlar Kralın vezirleri mağarayı bulurlar. Ancak korkularından içeri giremezler. Eshab-Kehf, burada ise çıkamayıp helak olsunlar diyerek mağaranın ağızını ördürürler.

Eshab-Kehf, bir rivayete göre 309 sene bu vaziyette kalırlar. Uyandıklarında, acıktıklarından bahisle içlerinden Yemliha’ yı şehire ekmek almaya gönderirler.
Şehirde, Dakyanus zamanından kalma para ile alışveriş yapmak isteyen Yemliha’ dan şüphelenen halk, onu mahkemeye çıkartır. Mahkemede halini anlatan Yemliha, delil için kalabalığı mağaranın olduğu yere getirir. Ancak, mağarada kendisini bekleyen arkadaşlarının korkabileceğinden bahisle, içeriye yalnız girip onlara durumu anlatacağını söyleyerek ayrılır ve sır olup gider. Bu olay, zalim Dakyanus’ tan yüzyıllarca sene sonra Allah’ a inanmakla beraber ahirete ve yeniden dirilmeye inanmayan halk için müthiş bir mucize olur. Devrin kralının duaları da böylece kabul olmuş olur.

Kur’an’ı Kerimde yer alan Kehf Suresi’nde de Yedi Uyurlardan ayrıntılı olmasa da bahsedilmektedir. İslamiyet inancında “Eshab’ül-Kehf” olarak adlandırılan bu dinsel olay aynı şekilde anlatılmakta, yalnız yedi gencin kardeş olduğu rivayet edilmektedir. İslamiyet inancına göre de Yedi Uyurlar’ın isimleri şöyledir : Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş, Şazenuş, Kefeştatayuş. Kıtmir ise çoban olan Kefeştatayuş’un köpeğidir. Bazı dini kaynaklara göre ise Hazreti Muhammed de saklandığı mağarada Kıtmir ile uyumuştur.

İslam’ın beş şartı ise şöyle bir tevil esasına göre anlaşılır:
1. Şehadet: Nusayriliğe girişte yukarıda sözü edilen şahadet kelimesi tekrar edilir. Sonra da “Nusayri dininden, Cundebî görüşünden, Cunbulanî tarikatından, Hasibî akidesinden, Cillî inancından, Meymunî fıkhından olduğuma şehadet ederim” şeklindeki söz söylenir.
2. Batıni Namaz: Namaz sesle yapılan bir ibadet olup, sadece duadır. Namazın başında “Ali, Muhammed ve Selman’ı yüceltiriz” demek, namazı eda etmek olarak anlaşılır. Namaz Ali’ye açılan bir kalbin niyazı olarak anlaşıldığından ferdi yapılır, ancak, bayram ve mukaddes günlerde cemaat hafinde de yapılabilmektedir. Namazdan önce mutlaka abdest alınır. Namazın şartları beştir:

a) Beş seçkini bilmek, Bunlar; Muhammed, Fâtır, Hasan, Hüseyin ve Muhsin’dir.
b) Gülmeden ve konuşmadan dua etmek,
c) Namazı, Abbasi rengi olduğu için siyah takkesiz kılmak,
d) İbadeti başkaları görmeden gizli yapmak,
el Namazı, “Ey Yüce, Büyük ve Arıların Efendisi Allah, bize merhamet et” diyerek bitirmek.

Namazın sayısı yine beştir ve beş masuma tahsis edilmiştir. Namazda Kıble’ye dönmek şarttır.

3. Oruç: Oruç, Resulullah’ın babası Abdullah b. Abdulmuttalib’in sessizliğini temsil eder. Buna göre Ramazan Abdullah, Kur’an Hz. Muhammed’dir. Ramazan günleri ise, Nusayrilerin kutsal kişilerini temsil eder. Oruç zamanı Allah’ın Habibi Peygamber Hz. Muhammed (SAV) zamanında tespit edildiği gibi orijinal şekliyle ay hareketlerine göre başlar ve 30 (Otuz) gün tutulduktan sonra Ramadan (Ramazan) Bayramı ile biter.

4. Zekât: Zekâtın manası dini öğrenmek ve aktarmaktır. Her aile malî şartlarına göre, şeyhe para vermek zorundadır. Bu zekât yerine geçer. Atası şeyh olmayan şeyh olamaz ve zekat alamaz. Ancak, gerçekten muhtaç olanlara hiçbir şart gözetmeksizin kurbanlar kesen bayram sahibinin gönlünden kopan miktar oranında para yardımı yapılır. Bu para yardımına hayır işlemek manasında verilir. Yani Bayram hayırları içerisinde barındırmaktadır.

5. Yatır veya Ziyaretler: Yatır veya Ziyaret yerleri çok önemlidir. Buralar beyaza boyanır ve içleri İslam dinimizin sembolü yeşil bezler ile süslenen aynı zamanda ibadet yerleridir. Ziyaret yerleri ya su kenarlarında ya da ağaçlık yerlerdedir. Bu yatır ve ziyaretler, zamanında Allah tarafından bu bölgelere gönderilip kendini doğaüstü olaylarla kanıtlamış kişilerden kabul edilmektedir. Bu kutsal varlıkların huzurunda Allah’tan af ve şifa dilemek çok önemlidir. Adaklar adanır, kurbanlar kesilir ve bu kutsal varlıkların huzurunda en az yedi kişinin katılımıyla namazlar eda edilir, dualar okunur ve dilekler dilenir.

Nusayrilerde, şeyhler tabir edilen din işlerini organize eden dört ayrı sınıf vardır ki, bunlar onlara göre büyük önem arz etmektedir.
Bunları da sırasıyla şöyle sıralayabiliriz;
A- Büyük Şeyh: Ali’nin yeryüzündeki gölgesi durumunda olup, geniş ve büyük bir otoritesi vardır. İnsanüstü gücü bulunduğuna inanılır, bu yüzden büyük itibar görür. Vazifesi, şeyh ve imam adaylarını seçmektir. Her bölgede ancak bir büyük şeyh bulunur.
B- Şeyh: Cemaatin manevi önderleri durumunda bulunan şeyhlerin sayıları çoktur ve atalarının melekler olduğuna inanılır. Melekler onlara hulul etmiştir. Ahiret aleminde şefaat hakkına sahiptirler. Merasim ve ziyaretleri idare edip, hastalara dua ederler. Evleri herkese açıktır. Şeyh olabilmek için şeyh ailesinden gelmek şart olduğu gibi geniş bir kültüre de sahip olmak zorunludur.

C- Nüvvab: Bir nevi şeyh yardımcısı durumundadırlar. Şeyh olabilmeleri büyük şeyhin kararına bağlıdır. Bunun için geniş bir tecrübeden geçmesi gereklidir, şeyh olabileceği kanaati oluşuğunda bir başka bölgeye şeyh olarak atanır.
D- İmam: Daha alt tabakadan görevlilerdir.

Nusayriliğe giriş bir kaç merhaleden oluşmaktadır. Kadınlar bu mezhebe giremezler. Erkekler ise mezhebe girmekle yükümlüdürler. Giriş için, esas şart ana-babanın Nusayri olmasıdır. Erkek, sağlığı yerinde, 8-10 yaşından büyük ve ölümle karşı karşıya kalsa bile sır saklayabilecek kabiliyet ve olgunlukta olmak da Nusayriliğe giriş için gerekli şartlardandır.

Nusayriliğe giriş genel olarak üç merhaleden oluşmaktadır.

Sırasıyla bu merhaleleri görmeye çalışalım;

Birinci merhale: Mezhebe girecek yaşa gelen çocuğu babası, güvendiği bir Nusayri’ ye götürür ve ona tavassut etmesini ister. O şahıs onun manevi babası (Din Amcası) haline gelerek onu iyice tanır. Din amcasının eşi bir ana, çocukları ile birer kardeş olurlar. Bu bağ çok kutsaldır. Bu nedenle, bundan böyle kardeş sayıldığından bu kişiler arasında evlilik kesinlikle yasaktır. Çocuğun durumu hakkında şahitler ve şeyhin huzurunda teminat alınır, çocuk eğer sır verirse düşkün ilan edilir. Daha sonra o kişi çocuğun eğitimini sağlar. Müslümanların gözünde iyi bir Müslüman intibası bırakmak için namaz kılıp, oruç tutmasına özen göstermesi istenir. Zira bu safhada o çocuk bir nevi ilk imtihandan geçmektedir.
Bu ön hazırlık safhasından sonra çocuk, “Meşveret Cemiyeti” adı verilen bir toplantıya alınır ki, bu toplantı şeyhin veya ileri gelen bir Nusayri’nin evinde yapılır. Çocuk içeri alınır ve nefsini alçaltma, itaatkâr olmanın bir nişanesi olarak, şeyhin ve orada bulunanların ayakkabılarını başına koyar. Ulûhiyet sembolü olan ve dualarla hazırlanmış bir kadeh kuru üzüm suyunu içtikten sonra, o, “Abdu’n-Nur” (Nurun kulu) adını alır. Bu arada a(ayın), m(mim), s(sin) harfleri, manaları anlatılmadan bir mühür şeklinde tekrar ettirilir, tekrar el ve ayaklar öpülür. Sonunda da bu merasimin ay, gün ve senesi kaydedilir.

İkinci merhale: İlk merhaleden kırk gün sonra yapılan bu toplantının adı “Melik Cemiyeti”dir. Çok zengin ve görkemli bir toplantıdır. Nakib, çocuğa tekrar bir kadeh kuru üzüm suyu sunar ve a(ayın), m(mim), s(sin) harflerinin sırrını öğreterek bunları her gün 500 defa tekrar etmesini emreder. Bu arada “Kitâbül-Mecmu” dan da bazı bölümler kendisine öğretilir.

Üçüncü merhale: Bu ikinciden daha görkemlidir. Nusayriliğe giren çocuk eğer ileri gelen bir aileden veya şeyh ailesinden birisi ise ikinciden yedi ay, eğer halktan birisi ise dokuz ay sonra icra edilir. Geniş bir salonda yapılan bu merasim bir hayli kurallara bağlıdır. Salonda ortada büyük şeyhi temsilen bir imam oturur, sağında nakib, solunda ise necîb vardır. Bu şekil aynı zamanda a(ayın), m(mim), s(sin) harflerini yani Ali, Muhammed ve Selman üçlüsünü temsil etmektedir. Nakibin sağında da Ehl-i Beyt’ i temsilen on iki kişi bulunur. Necibin solunda ise yirmi dört kişi yer almaktadır. Bu kişiler Kitabul-Mecmu’un beş defa tekrar edildiğine şahitlik ederler. Merasimin başında imam tekrar, sır saklayacağına dair söz ister, havariler de onun sözüne şahitlik ederler. Bu sırada on iki havari önlerindeki on iki bardaktan birer yudum kuru üzüm suyu alırlar, aday da alır ve böylece ulûhiyete erilmiş olur.

Nusayrilere göre kutsal kabul edilen bayram ve merasimler şunlardır:
1. Fıtr (Ramazan) 2. Adhâ (Kurban) 3. Gadîr (18 Zilhicce; Hz. Peygamberin Hz. Ali’yi imam tayin ettiğine inanılan gün) 4. Mubahale (21 Zilhicce, Necranlı Hristiyanlarla Hz. Muhammed arasındaki lânetleşme olayı) 5. Firaş (29 Zilhicce; Hz. Peygamberin Medine’ye hicret ettiği gece Hz. Ali’nin O’nun yatağına yatması) 6. Aşüre (10 Muharrem; Nusayrilere göre Hz. Hüseyin, Kerbela’da ölmemiş, Hz. İsa gibi göğe çekilmiştir). 7. 9 Rebiulevvel (Hz. Ömer’in şehid edildiği gün) 8. 15 Şaban (Selman’ın ölümü) 9. Nevruz ve Mihrican bayramları 10. 24/25 Aralık gecesi Hz. İsa’nın doğumu ve “son yemek” ayini. Toplamda ise 152 (YüzElliİki) Bayramları Bulunmaktadır. Adaklar, Bayramlar, Cumalar, Mevlitler ile birlikte yaklaşık yılın 2/3 ü ibadetle geçmektedir.
Onlar bayramlarda özellikle uluhiyetin sağlanması için kuru üzüm suyu içer ve buhur yakarlar. Onlara göre bu hareket bir ulûhiyet göstergesidir. Zira dualarla kutsanan bu kuru üzüm suyu kutsaldır.

Nusayriler, burada görüldüğü üzere, kendilerince kutsal kabul ettikleri bir takım bayram ve merasimlere çok bağlıdırlar ve bunları dikkatlice icra ederler. Zira birçok batıl fırkada görüldüğü gibi, onlar kendi otorite ve ağırlıklarını ancak bu şekildeki resmi ve görkemli merasimlerle ve mensupları huzurundaki söz vermelerle sağlamaktadırlar. Yani bunun ancak ve ancak kolektif şuurla sağlanabileceği kanaatindedirler. Kolektif şuur, bir bakıma oldukça önemli ve zaman zaman da kullanılması lüzumludur. Ancak, bunun bir taassup ve hedef şeklinde kullanılması yanlış kanaat ve izlenimlere götürmektedir. İslâm’da da bir takım merasim ve kolektif şuura götüren vesileler vardır, fakat bunların hiç birisinde esas itibariyle bir aşırılık gözlenmediği gibi daima itidal tavsiye ve tasvip edilmiştir. Ayrıca akıl ve mantık ölçüleri hiç bir şekil ve surette ihmal edilmemiştir. Önemli olan da budur ve bu tür merasimlere taassup ve ifrat-tefritin karışmamasıdır. Ve bu tür merasimlerin hiç bir şekilde hedef ve amaç olarak görülmemesidir.

Nusayrilerin buraya kadar anlatılan inanış, davranış, hal ve hareketleri dikkatlice izlenip göz önüne alındığında, yaratılıştan bu yana gelmiş geçmiş tüm peygamberlere kutsal bir bağ ile biat ettiklerini görmek ve müşahede etmek mümkündür. Bu inanış biçimi ve tezahürleri aynı zamanda bâtınilik perdesi ile de örtülerek bir gizlilik içinde, takdim edilmiştir. Zira, sözü edilen görüş ve inanç biçimleri ancak bu şekilde idame ettirilebilmiştir. Dikkat edilirse mezhebe ilk girenden, ilk alınan söz, sır saklama hususudur.

Şu ana kadar inançlarını özetlemeye çalıştığımız Nusayriler, aslında inançlarını son derece gizli tutarlar. Öyle ki, büyük bir çoğunluğu inançların tamamı ve sırları hakkında bilgi sahibi olamazlar. Bu, ancak seçkin bir zümreye aittir. Öğretiler uzun bir üyeliğe kabul süreci içinde öğretilir. Bu, ancak uygun görülen 19 yaşına basmış erkekler için başlar. Sırlarını, başkalarına açma korkusuyla kadınlara öğretmedikleri gibi, kadınlar namazlara da de katılamazlar.

Nusayrilere Fransız işgalcileri Eylül 1920′de Alevî ismini verdiler. Dolayısıyla o günden bu güne Alevî ismiyle çağrılmalarına rağmen Nusayrilik bugüne kadar hiç bozulmadan gelebilmiştir.

Bu gün Suriye azınlık olan Nusayriler tarafından idare edilmektedir.
Sonuç olarak; gerçekte bir mezhep gibi görünmesine rağmen Nusayrilik, İslamiyet’in Ehl-i Beyt ve Oniki İmama sıkı sıkıya bağlı; gerek inanç, gerekse ibadet yöntemleriyle hem Sünni inanışını barındıran zahiri hem de batini (gizli) olmak üzere iki namazı şeklini içinde ayrı bir mezhep olarak ortaya çıkmaktadır Nusayrîler Suriye halkının dörtte biri olmalarına rağmen 1971′den beri Hafız Esad tarafından yönetilmektedir. Yönetimde bulunan Esad’ lardan yararlanmak ve konuya açıklık getirmek Mersin, Adana, Hatay, İskenderun, Tarsus, Kazanlı, Karaduvar, Karacailyas, Adanalıoğlu, Yeşiltepe, Yeşiltepe gibi yerleşkelerde ve bu yerleşkelerin dışında yerleşen kesimlerde büyük bir kabul görecektir.

Dilek ve Temenniler:

*Zorunlu Din Derslerinin Kaldırılması ve Seçmeli Olması ve Literatürde Yani Okul Kitaplarında Nusayrilik Konusunun İşlenmesi Yakıştırtmaların ve Haksız Yorumların Önünü Kesecektir.

*Diyanet İşleri Başkanlığında Nusayrilere Temsilcilik Verilmesi ve Aynı Oranda Bütçeden Pay Aktarılması.

*Her Mahalleye En Az Bir Cami ve Hemen Ekinde Yine En Az 1500-2000 Kişiyi Barındıracak Caneze Yıkama Yerleri Dahil Bir Taziye Evi. Bu Camilere Kesinlikle Nusayri Olan Müezzin Hocaların Görevlendirilmesi Gerekmektedir.
*Nusayrilerin Tanınması Bâtıni Namazlarını Korkmadan ve Rahatlıkla Kılabilecekleri Yasal Düzenlemelerim Yapılması.

*Halka Açık Başsağlığı Törenlerine Her İnanç ve Etnik Kökenden Katılımların Sağlanarak Gerçek Olmayan Yakıştırmaların Önlenmesi.
*Her Mahalleye En Az Bir Okul Yaptırılması ve Kütüphane Yaptırılması Din ve Kültür Eğitimine Hitap Edecektir.

*Hz. Ali (rA) Doğum Günü Olan En Büyük Bayram Kabul edilen Ğidıl Ğadir (Kadir Bayramının) Tatil İlan Edilmesi İle İnanılmaz Bir Memnunluk Yaratacağı Gibi Blok Halinde Memnuniyet Getirecektir. (Nusayri, Alevi, Sünni ve Diğer Tüm Kesimlerde.) Bu Konu 25 (Yirmi Beş) Milyon Civarında Olan Tüm Alevileri Kapsamaktadır. Toplumsal Barışa İnanılmaz Derecede Hizmet Edecektir.

Yatır ve Ziyaret Yerlerine Gerekli Önemin Verilmesi ve Bu Mekanlara Birer Görevli Tahsis Edilmesi Gerekir. Gerekli Tanıtımın Yapılması Halinde İnanç Turizmi Yönünden İnanılmaz Maddi ve Manevi Kazanımları Beraberinde Getirecektir.
Her Etnik Köken ve İnançtan İnsana Saygı Duymak ve Sadece Allah İçin Allah ile Kul Arasında Kalmak Üzere İbadeti Gizli Kılmaktır Nusayri Arap Alevi’ sinin (Fellah) Felsefesi derki: Allah ile Kul Arasındadır En Makbul İbadet. Yaratandan Ötürü Etnik Köken ve İnancı Ne Olursa Olsun Yaratılanı Sevmek Zorundayız.
Sevgi ve Saygılarımla.
serkan atay
Mekzun
Mesajlar: 259
Kayıt: 09 Ağu 2010, 15:35

Re: Aleviliğin tanımı üzerine

Mesaj gönderen Mekzun »

Ali yazdı:ziyaretçi defterinden Serkan isimli şahsın yazdıklarını uzun olduğu için bu bölüme aktardım
Ali kardeşim,
Ziyretçi defterinden bu bölüme aktardığınızla neyi anlatmak istiyorsunuz? Bize açıklayabilir misiniz?

Zira 1. KONU başlığı Alevi müslümanlar tarafından kendilerini ifade etmek için yazılmıştır. 2. KONU başlığı ise Alevi olmayan biri tarafından yazılmış ve Aleviler kötülenmek istenmiştir.
Bu farkı da anlamak gerekir.
"İlmin cevherini ehlinden men etmeyin, ilmin cevherinin ehline zulmetmiş olursunuz. İlmin cevherini ehlinden olmayanlara vermeyiniz, aksi takdirde ilmin cevherine zulmetmiş olursunuz."

İmam Hz. Cafer-i Sadık (a.s)
subay76
Mesajlar: 101
Kayıt: 05 Oca 2012, 22:02

Re: Aleviliğin tanımı üzerine

Mesaj gönderen subay76 »

ama şuda gün gibi aşikardırki, insanlar öz aleviliği yitirmiş , bunun yerini ,, dinde yeri olmayan işlerle uğraşan aleviler almışlardır...günümüzdeki alevilerin yaptıkları nın ehli beyt as la nekadar alakalı olduğunu sormak gerekir..
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Aleviliğin tanımı üzerine

Mesaj gönderen 3nokta »

Maalesef doğru. subay76'ya katılıyorum.
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
ali muhsin
Mesajlar: 3121
Kayıt: 24 Nis 2007, 18:41

Re: Aleviliğin tanımı üzerine

Mesaj gönderen ali muhsin »

subay76 yazdı:ama şuda gün gibi aşikardırki, insanlar öz aleviliği yitirmiş , bunun yerini ,, dinde yeri olmayan işlerle uğraşan aleviler almışlardır...günümüzdeki alevilerin yaptıkları nın ehli beyt as la nekadar alakalı olduğunu sormak gerekir..

Geneleme olarak yazmissiniz .oysaki Aleviler yavasta olsa uyaniyor .bunlarida görmek gerekir.
Aleviler, Al-i Muhammedin Yetim ( UNUTULAN ) Evlatlarıdır
Allahume Salli Ala Muhammed ve Al-i Muhammed
------
Insana Secde etmek ,insanlik onurunu ayaklar altina almak demektir !
Insana Secde etmek ise insanlik icin bir Zillettir !
alevi99
Mesajlar: 206
Kayıt: 20 Ağu 2011, 11:50

Re: Aleviliğin tanımı üzerine

Mesaj gönderen alevi99 »

subay76 yazdı:ama şuda gün gibi aşikardırki, insanlar öz aleviliği yitirmiş , bunun yerini ,, dinde yeri olmayan işlerle uğraşan aleviler almışlardır...günümüzdeki alevilerin yaptıkları nın ehli beyt as la nekadar alakalı olduğunu sormak gerekir..
Bakın güzel dostum kimsenin inancını bilmeden milyonlarca alevi var yorum yapmak doğru olmaz. Sana sorarım islamın şartını sen doğru şekilde yaşıyormusun. Burada insanların hatalarını veya imanını kimse ölçüp tartamaz sen mi ben mi onlar mı son nefesinde kelime i şehadet getirecek bilemeyiz. Bundan dolayı sen beş vakit namaz kıl üç vakit namaz kıl milleti hor gör olmaz . Kutsal dinlerin hepsi insanın iyiliğe yönelmesini ve kötülüklerden uzaklaşmasını emreder.

“Bütün dinlerin amacı aynı, fakat öğretmenleri farklıdır.”
Bu gerçeği kabul etmekle insan, kendi inancının dışında başkalarının inancına da saygılı olmanın gerekli olduğunu kavrayabilir.

Din konusunda kabul edilmesi gereken temel ilke şu olmalıdır:
Din, İnsan ile Allah arasındaki özel bir ilişkidir. Hiç kimsenin bir başkasının inançlarına müdahale etme, inanç ve ibadetlerini sınırlama ya da yönlendirme hakkı yoktur. Aynı şekilde, hiç kimsenin kendi inancını diğer inançlardan üstün görme hakkı yoktur ve olmamalıdır. İnanç, tamamen özel bir alandır.

Herkesin başkalarının inanç alanlarına saygılı ve hoşgörülü olması gerekir.

Devlet de insanların temel inanç alanlarına müdahale etmemelidir. Din, devletin temeli olmamalı ve devlet, dinsel kurallar ile yönetilmemelidir. Devlet, dini yönetmeye ve dini düzenlemeye kalkışmamalıdır. Devlet ile din arasındaki ilişki “tarafsızlık” ilkesine bağlı olmalıdır.
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Aleviliğin tanımı üzerine

Mesaj gönderen 3nokta »

alevi99 yazdı:
subay76 yazdı:ama şuda gün gibi aşikardırki, insanlar öz aleviliği yitirmiş , bunun yerini ,, dinde yeri olmayan işlerle uğraşan aleviler almışlardır...günümüzdeki alevilerin yaptıkları nın ehli beyt as la nekadar alakalı olduğunu sormak gerekir..
Bakın güzel dostum kimsenin inancını bilmeden milyonlarca alevi var yorum yapmak doğru olmaz. Sana sorarım islamın şartını sen doğru şekilde yaşıyormusun. Burada insanların hatalarını veya imanını kimse ölçüp tartamaz sen mi ben mi onlar mı son nefesinde kelime i şehadet getirecek bilemeyiz. Bundan dolayı sen beş vakit namaz kıl üç vakit namaz kıl milleti hor gör olmaz . Kutsal dinlerin hepsi insanın iyiliğe yönelmesini ve kötülüklerden uzaklaşmasını emreder.

“Bütün dinlerin amacı aynı, fakat öğretmenleri farklıdır.”
Bu gerçeği kabul etmekle insan, kendi inancının dışında başkalarının inancına da saygılı olmanın gerekli olduğunu kavrayabilir.

Din konusunda kabul edilmesi gereken temel ilke şu olmalıdır:
Din, İnsan ile Allah arasındaki özel bir ilişkidir. Hiç kimsenin bir başkasının inançlarına müdahale etme, inanç ve ibadetlerini sınırlama ya da yönlendirme hakkı yoktur. Aynı şekilde, hiç kimsenin kendi inancını diğer inançlardan üstün görme hakkı yoktur ve olmamalıdır. İnanç, tamamen özel bir alandır.

Herkesin başkalarının inanç alanlarına saygılı ve hoşgörülü olması gerekir.

Devlet de insanların temel inanç alanlarına müdahale etmemelidir. Din, devletin temeli olmamalı ve devlet, dinsel kurallar ile yönetilmemelidir. Devlet, dini yönetmeye ve dini düzenlemeye kalkışmamalıdır. Devlet ile din arasındaki ilişki “tarafsızlık” ilkesine bağlı olmalıdır.
Ben subay76'nın yorumunda herhangi bir hor görme, saygısızlı vs. göremedim. Adam kendini övüp diğerlerini küçümsememiş. Yaptığı yoruma ben de katılıyorum. Bugün Türkiye'de Aleviyim diyenlerin büyük çoğunluğu Ehlibeyt inançlarından uzak. Usuludini tam olarak bilmiyor, fururudini uygulamayı bırak birçok kısmına inanmıyor bile. Namazı inkar eden, RAmazan'ı inkar eden, Haccı inkar eden ve Alevi olduğunu söyleyenler az mı?
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
Cevapla

“Aleviliğin Tanımı, Tarifi” sayfasına dön