KUR'AN VE HADİSLERDE EHL-İ BEYT

Cevapla
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

KUR'AN VE HADİSLERDE EHL-İ BEYT

Mesaj gönderen N.K.Caferi »



KUR'AN VE HADİSLERDE EHL-İ BEYT


Bismillahirrahmanirrahim


Meveddet Ayeti

Yüce Allah, Ehl-i Beyt’in ne kadar yüksek bir makama sahip olduğunu halka bildirmek için onları her çeşit günah ve pislikten arındırmanın yanı sıra, onları sevmenin gerekliliği hususunda da Resulullah (s.a.a)’e şöyle buyurmuştur:

“De ki: Ben, buna (tebliğime) karşılık yakınlarıma sevgi dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum.”[4]

Resulullah (s.a.a), ayette geçen yakınların kimler olduğunu ve bu ayet gereğince kimlere sevgi duyulması gerektiğini kendi sözlerinde açıklamıştır. Müfessirler, muhaddisler ve siyer yazarları, kendi kitaplarında, bu ayetteki yakınlardan maksadın; Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (aleyhim’us-selâm) olduğunu bildirmişlerdir. Örneğin, Ahmed b. Hanbel, kendi Müsned’inde Said b. Cübeyr’den, o da İbn-i Abbas’tan şöyle nakletmiştir:
“Meveddet ayeti nazil olduğunda ashap; “Ya Resulullah! Sevgileri bize farz olan yakınların kimlerdir?” diye sordular. Resulullah (s.a.a); “Ali, Fatıma ve onların oğullarıdır.” buyurdular.”[5]
Böylece bu ayet gereğince, Ehl-i Beyt’i sevmek, bütün Müslümanlara farzdır. Fakat daha önce de değindiğimiz gibi, bu sevgi sadece dilde ve kalpte kalmamalı, amele de yansımalıdır. Yüce Allah, bir ayetinde şöyle buyuruyor:
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”[6]
Allah’ı sevip de Peygamber’in düşmanlarına uymak düşünülemeyeceği gibi, Peygamber’i ve yakınlarını (Ehl-i Beyt’ini) sevip de onların düşmanlarının peşice gitmek de düşünülemez. Aksi takdirde sevginin gerçek olmadığı ortaya çıkar.

[4]Şûra Suresi, 23.

[5]- “Hz. Peygamber’in yakınlarından maksat; Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’dir.” diyen pek çok kitap vardır. Örneğin; Şevahid’ut-Tenzil (Haskanî), c. 2, s. 130, h. 822-828, 832-834 ve 838; Menakıb-ı Ali bin Ebî Talib (İbn-i Meğazilî), s. 307, h. 352; Zehair’ul-Ukba (Taberî), s. 25, h. 138; es-Savaik’ul-Muhrika (İbn-i Hacer), s. 101, 135 ve 136; Metalib’us- Suul (İbn-i Talha), s. 8, Tahran basımı ve c. 2, s. 21, Necef basımı; Kifayet’ut- Talib (Genci-i Şafiî), s. 91-93. “el-Müracaat” kitabında bu sözü nakleden 35 kitabın isimi zikredilmiştir.

[6]- Âl-i İmran Suresi, 31.


En son N.K.Caferi tarafından 04 Oca 2011, 17:51 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

Re: Meveddet Ayeti KUR'AN VE HADİSLERDE EHL-İ BEYT

Mesaj gönderen N.K.Caferi »

Mübahele Ayeti

Mübahele olayını tarihçiler, müfessirler ve muhaddisler genişçe nakletmişlerdir. Olay özetle şöyledir: Necran Hıristiyanlarından bir grup, bazı konularda Resulullah (s.a.a) ile görüşüp konuşmak için Medine’ye geliyorlar. Fakat Resulullah (s.a.a)’in haklı ve delilli sözleri karşısında teslim olmayıp tartışmalarını sürdürünce, Allah Tealâ şu ayeti nazil ediyor:
“Artık sana gelen ilimden sonra, onun hakkında seninle çekişip tartışırlarsa, de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lânetleşelim de Allah’ın lânetini yalan
söylemekte olanların üstüne kılalım.”[7]
Necran Hıristiyanları Resulullah (s.a.a) tarafından müba-heleye (karşılıklı beddua etmeye) davet edilince, düşünüp taşındıktan sonra nihayet mübaheleyi kabul ediyor ve mübahele yapmak için vaatleşiyorlar. Vaat edilen gün ve saat gelip çatınca, Hıristiyanlar, Resulullah (s.a.a)’in Hz. Ali, Hz. Fatıma ve onların iki evladı Hasan ve Hüseyin ile geldiğini görüyorlar. Resulullah (s.a.a)’in kararlılığını ve yanındaki nurlu simaları görünce, korkuya kapılarak müba-heleden vazgeçip sulh anlaşması önerisinde bulunuyorlar. Resulullah (s.a.a), birtakım şartlarla onların önerisini kabul ediyor.
Resulullah (s.a.a) bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Canım elinde olan Allah’a ant olsun ki, Necran ehlinin helâk olması yaklaşmıştı. Eğer mübahele etmiş olsalardı, maymun ve domuz oluvereceklerdi...”
Bu olayı birçok müfessir nakletmiştir. Örneğin; Zemahşerî, Tefsir-i Keşşaf’ta; Fahr-i Razî, Tefsir-i Kebir’de ve Allâme Tabatabaî, el-Mizan’da.
Ehl-i Beyt’in Allah’ın emriyle Resulullah (s.a.a) ile birlikte mübahele olayına katılması, onlar için çok büyük bir makam ve fazilettir. Eğer onlar, Allah katında çok sevilen ve duaları kabul olan şahsiyetler olmasalardı, Allah Tealâ, kesinlikle Peygamberine onları mübaheleye götürmesini emretmezdi. Böyle bir makama sahip olan Ehl-i Beyt’e sahip çıkmak, onları savunmak, onları halka tanıtmak ve onların sözlerinden yararlanmak her Müslümanın kaçınılmaz bir vazifesidir. Allah Tealâ bizleri, vazifelerini tanıyan ve onları yerine getirmek için gayret gösteren Ehl-i Beyt takipçilerinden kılsın, inşaallah.
Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

Re: Meveddet Ayeti KUR'AN VE HADİSLERDE EHL-İ BEYT

Mesaj gönderen N.K.Caferi »

Salât Ayeti

Salât ayetinde, bütün Müslümanlar, Hz. Peygamber’e ve onun tertemiz Ehl-i Beyt’ine salât etmekle görevli kılınmışlardır. Ayetin meali şöyledir:

“Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygamber’e salât etmekteler. Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm edin.”[8]
Tefsir-i Kebir’deki nakle göre; ashap Resulullah’ın yanına gelerek; “Ya Resulallah! Biz sana nasıl salât edelim?” dediklerinde Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor:
“Şöyle deyin: Allahumme salli alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed; kema salleyte alâ İbrahime ve alâ âl-i İbrahim ve barik alâ Muhammedin ve alâ âl-i Muhammed; kema
barekte alâ İbrahime ve âl-i İbrahim; inneke hamîdun mecîd.”[9]
Görüldüğü gibi, Hz. Peygamber’e salât etmek isteyenin, onun Âl’ine (Ehl-i Beyt’ine) de salât etmesi gerekir. Şafiî mezhebine göre teşehüdde salâvat getirmek farzdır. Şia mezhebine göre de öyledir. Teşehüdde Hz. Peygamber’e ve onun Ehl-i Beyt’ine salâvat getirmek, namazın bir cüz’üdür.
Bir hadiste Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Bana kesik salâvat getirmeyin; (bana salâvat getirdiğinizde) Ehl-i Beyt’ime de salâvat getirin. Salâvat getirdiğinizde onları kesip atmayın. Çünkü kıyamet günü bütün nesepler
kesilip atılacak, sadece benim nesebim korunacaktır.”[10]
Yine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Kim bana salât eder de Ehl-i Beyt’ime etmezse, cennet kokusunu koklayamaz.”[11]
Cennet kokusunu almaya liyakati olmayan bir kimsenin, cennete girmesi nasıl düşünülebilir? Bu ayet ve hadislerden anlaşıldığına göre, Ehl-i Beyt’in Allah katındaki makamı düşünebildiğimizden çok daha yücedir.
Kur’an’da Ehl-i Beyt’in fazileti ile ilgili pek çok ayet vardır. Ancak biz bu kadarıyla yetinerek, şimdi de Ehl-i Beyt’le ilgili önemli bazı hadislere göz atmak istiyoruz.
Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
N.K.Caferi
Mesajlar: 214
Kayıt: 24 Eyl 2010, 09:56
Konum: Gönlümüzde senin aşkından gayrısına yer yok. Toprağımız aşkınla yoğrulmuş, gayrısına yol yok .

Re: Meveddet Ayeti KUR'AN VE HADİSLERDE EHL-İ BEYT

Mesaj gönderen N.K.Caferi »

HADİSLERDE EHL-İ BEYT

1- Sekaleyn Hadisi
Sekaleyn hadisi, Şia ve Ehl-i Sünnet kanalıyla nakledilen çok meşhur ve mütevatir bir hadistir. Bu hadis, çeşitli senet ve lafızlarla nakledilmiştir.
Resulullah (s.a.a) bu hadiste şöyle buyuruyor:
“Ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; biri Allah’ın kitabı, diğeri ise öz soyumdan olan Ehl-i Beyt’imdir; onlara sarıldığınız müddetçe, asla sapıklığa düşmezsiniz; onlar havuzun başında bana gelinceye dek birbirinden ayrılmayacaktır.”[12]
Görüldüğü gibi, Resulullah (s.a.a) bu hadiste, Kur’an ve Ehl-i Beyt’in kıyamete kadar birlikte devam edeceğini bildirmiştir. Bu hadisten, diğer hadislerde olduğu gibi, yeryüzünün hiçbir zaman hüccetsiz kalmayacağı anlaşılmaktadır. Kur’an var olduğu müddetçe, onun müfesirleri olan Ehl-i Beyt de var olacaktır. Zamanımızın hücceti de, Ehl-i Beyt İmamlarından olan Hz. Mehdi (a.s)’dır. O, birtakım sebeplerden dolayı insanlar arasında gizli bir şekilde yaşamaktadır. Eğer bu ilâhî hüccetler olmasalardı, hadisler tabirince, yeryüzü ehlini yutardı. Şu hadis de, Ehl-i Beyt İmamlarından birisinin her zaman için var olduğunu ispatlamaktadır:

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Kim kendi zamanının imamını tanımadan ölürse, cahiliye ölümüyle ölmüştür.”[13]
Acaba bu zaman veya gelecek zamanlarda cahiliye ölümüyle ölmemek için Müslümanların kime biat etmesi gerekir. Eğer; “Kendi zamanlarındaki iş başında olan yöneticilere, Ulü’l-Emr olarak biat etmelidirler.” diyecek olursak, o zaman büyük bir hata veya daha doğrusu büyük bir günah işlemiş oluruz. Çünkü onların hemen hepsi İslâm düşmanıdırlar; onlara biat etmeden ölen kimse, cahiliye ölümüyle ölerek cehenneme gitmez; aksine onlara biat ederek ölen kimseler onlarla birlikte cehenneme gitmeyi hak etmiş olurlar. Hadislerde de vurgulandığı gibi Ulü’l- Emr’den maksat, yine Ehl-i Beyt İmamlarıdır. Bunlar, her zaman için vardır, kıyamete kadar Kur’an’la birlikte hayatlarını sürdüreceklerdir. İşte bunlara biat etmeden ölen kimseler, cahiliye ölümüyle ölmüş olurlar.

2- Sefine Hadisi
Resulullah (s.a.a), Sefine hadisinde Ehl-i Beyt’ini Nuh’un gemisine benzetmektedir. Nuh’un gemisi nasıl ona binenleri gark olmaktan kurtardıysa, Ehl-i Beyt de dinî ve dünyevî meselelerde kendilerine uyanları sapıklıktan kurtarırlar.
Resulullah (s.a.a) bu hadiste şöyle buyuruyor:
“Sizin aranızda benim Ehl-i Beyt’imin durumu, Nuh’un gemisinin durumu gibidir; kim o
gemiye bindiyse, kurtuldu; kim de ondan geri kaldıysa, boğuldu.”[14]
Buna göre, sapıklık ve cehennem ateşinden kurtulmak isteyen herkes Ehl-i Beyt’e uymak zorundadır. Çünkü Allah ve Resulü, Ehl-i Beyt’in tertemiz olduğunu, hata ve yanlışlığa düşmeyeceklerini bize bildirmişlerdir. Onların yolu ve sözü, Resulullah’ın yolu ve sözüdür. “Kur’an bize yeterlidir.” demek doğru değildir. Çünkü Kur’an’ı hakkıyla anlayıp uygulayacak âlimlerin olması da şarttır. Kur’an’ı Ehl-i Beyt İmamlarından daha iyi anlayıp uygulayacak kim vardır? Öyleyse haddi aşarak onlardan öne geçmek veya akılsızlık ederek onlardan geri kalmak, büyük bir hatadır. Ehl-i Beyt, ilim madenidir; onların ilimlerinden yararlanmak gerekir. İlim peşinde olanlar, onların kapılarını çalmalıdırlar. Nitekim Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır; ilim isteyen o kapıya gelmelidir.”[15]

3- İhtilâftan Kurtulma Hadisi
Resulullah (s.a.a), bu hadiste ümmetinin, ancak Ehl-i Beyt’e sarılarak ihtilâf ve tefrikadan kurtulabileceğini buyurmuştur. Denizde veya çölde olan bir kimse, nasıl yıldızlarla yolunu bulup sapmaktan kurtulabiliyorsa, İslâm ümmeti de Ehl-i Beyt vasıtasıyla, fikrî, amelî ve siyasî meselelerde onların söz ve davranışlarından yararlanarak ihtilâf ve sapmaktan kurtulabilirler. Hadis şudur:
“Yıldızlar yeryüzü ehli için boğulmaktan kurtulma vesilesi olduğu gibi, Ehl-i Beyt’im de
yeryüzü ehli için (ihtilâftan) kurtulma vesilesidir.”[16]

4- Kisa Hadisi
Tirmizî, kendi Sahih’inde, Ömer bin Ebî Seleme’den şöyle rivayet etmiştir:
Tathir ayeti (Ahzab Suresi, 33) Ümmü Seleme’nin (bir rivayete göre de Safiyye’nin) evinde nazil olduğunda, Resulullah (s.a.a) Hasan, Hüseyin ve Fatıma’yı çağırtıp onları önünde oturttu ve Ali’yi de çağırtıp onu da arkasında oturttu. Sonra onları ve kendisini bir kisayla örtüp şöyle buyurdu:
“Allah’ım, bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir; bunlardan her türlü ricsi (günah ve hata pisliğini) gider ve bunları tertemiz kıl.”[17]
Bu hadisi İbn-i Asakir de rivayet etmiştir. Fakat İbn-i Asakir’in nakline göre hadisin sonunda şu ilâve de mevcuttur:
“Bunun üzerine Ümmü Seleme; “Ya Resulallah, beni de onlarla birlikte kıl.” dedi. Resulullah (s.a.a); “Sen kendi mevkinde dur, senin sonun hayırdır.” buyurdu.
Kisa hadisi, muhtelif tabirlerle birçok senetle rivayet edilmiştir. Bu yüzden bu hadis senet yönünden sahih ve kesindir.
Ehl-i Beyt hakkında pek çok hadis vardır ki, biz onlardan bu birkaç tanesiyle yetinerek bu bölüme şu hadisle son veriyoruz:
“Hiçbir kimse biz Ehl-i Beyt’le kıyaslanamaz.”[18]

Ehl-i Beyt Şiilerinin Vazifesi
Ehl-i Beyt Şiilerinin önemli vazifelerinden biri, Ehl-i Beyt’in (Allah’ın selamı onların üzerinde olsun) ilmini ve hikmet dolu güzel sözlerini insanlara aktarmaktır. Çünkü eğer Ehl-i Beyt’in hikmet dolu sözleri insanlara iletilirse, insanlar o sözlerdeki güzellikleri görerek Ehl-i Beyt’e uyarlar. Nitekim Abdüsselâm b. Salih el-Herevî şöyle diyor:
İmam Rıza (a.s)’dan şöyle buyurduğunu duydum: “Bizim meselemizi ihya edene Allah rahmet etsin!” “Sizin meseleniz nasıl ihya edilir?” dediğimde şöyle buyurdular: “Bizim ilmimizi öğrenip onu halka öğretmekle. Şüphesiz, eğer halk sözlerimizdeki güzellikleri bilmiş olsalar, mutlaka bize uyarlar.”[19]
Hadiste de vurgulandığı gibi, Ehl-i Beyt’in sözlerini ilk önce kendimiz iyice okuyup öğrenmeli ve daha sonra onu başkalarına aktarmalıyız. Şunu da hatırlatalım ki, bazı hadisleri anlamak pek kolay olmadığından dolayı, onları fakih ve müçtehit bir kimsenin açıklaması gerekir; yerinden kalkan herkes kendi kafasına göre yorum yapmamalıdır. Çünkü Kur’an’da olduğu gibi, hadislerde de muhkem ve müteşabih hadisler vardır. Hatta birbirleriyle çelişen bazı hadisler de vardır. Bunları ancak büyük âlimler açıklayabilirler. Nitekim İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bizim hadislerde de, Kur’an’ın muhkem ve müteşabih ayetleri gibi, muhkem ve müteşabih hadisler vardır. O halde müteşabihleri (ehline) bırakın ve muhkemleri (hükmü açık seçik olanları) tutun.”[20]

Bir hadiste de İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
Anladığın bir hadis, (anlamayarak) rivayet ettiğin bin hadisten daha hayırlıdır. Sizden hiç kimse, sözlerimizin mefhumunu anlamadıkça, fakih olamaz. Şüphesiz, sözlerimizden bir kelime, yetmiş şekilde yorumlanabilir; oysa bunların hepsinde bizim için sadece bir çıkış yolu vardır.”[21]
Bunları yorumlayabilecek bir güce sahip olmayan kimseler, hadisler arasında bir çelişki olduğunu zannetmiş olabilirler. Ayrıca hadisler arasında birtakım uyduruk hadisler de vardır ki, onların teşhisi çoğu insanların haddini aşmaktadır. Buna göre, anlamadığımız veya yararımıza olmayan bir hadisi görür görmez, hemen; “Bu hadis yalandır.” demeye kalkışmayalım. Zira bu gibi sözlerin büyük bir sorumluluğu vardır.

Vesselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh





--------------------------------------------------------------------------------

[1]- Ahzab/33

[2]- Şu kaynaklara bakabilirsiniz: Sahih-i Tirmizî, c. 5, s. 31, h. 3258, 3875, 3963; Şevahid’ut- Tenzil (Haskanî), c. 1, s. 124, h. 172 ve c. 2, s. 16, h. 647-649, 604-679, 682-689, 691-693; Menakıb-ı Ali bin Ebî Talib, (İbn-i Meğazilî), s. 302, h. 346-349; Tefsir-i Taberî, c. 22, s. 6-8. Daha fazla kaynak görmek isteyenler, “el-Müracaat” kitabıyla birlikte ek olarak basılan “Sebil’ün- Necat” kitabına başvurabilirler; orada bu konuyla ilgili 300’den fazla kaynak zikredilmiştir.

[3]- Sahih-i Müslim, Sahih-i Buharî ve diğer birçok kitaplarda nakledilmiştir. Zemahşerî de, Tefsir’ul-Keşşaf’da Mübahele ayetinin tefsirinde zikretmiştir.

[4]- Şûra Suresi, 23.

[5]- “Hz. Peygamber’in yakınlarından maksat; Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’dir.” diyen pek çok kitap vardır. Örneğin; Şevahid’ut-Tenzil (Haskanî), c. 2, s. 130, h. 822-828, 832-834 ve 838; Menakıb-ı Ali bin Ebî Talib (İbn-i Meğazilî), s. 307, h. 352; Zehair’ul-Ukba (Taberî), s. 25, h. 138; es-Savaik’ul-Muhrika (İbn-i Hacer), s. 101, 135 ve 136; Metalib’us- Suul (İbn-i Talha), s. 8, Tahran basımı ve c. 2, s. 21, Necef basımı; Kifayet’ut- Talib (Genci-i Şafiî), s. 91-93. “el-Müracaat” kitabında bu sözü nakleden 35 kitabın isimi zikredilmiştir.

[6]- Âl-i İmran Suresi, 31.

[7]- Âl-i İmran Suresi, 61.

[8]- Ahzab Suresi, 56.

[9]- Tefsir-i Kebir, Ahzab Suresi, 56. ayetin tefsiri.

[10]- Vesail’uş- Şia, c. 4, s. 122.

[11]- Mir’at’ul-Ukul, c. 12, s. 96.

[12]- Allâme Firuzabadî, Sekaleyn hadisini nakleden kitaplardan bazılarının isimlerini şöyle nakletmiştir: Müsned-i Ahmed, c. 4, s. 366 ve c. 3, s. 17; Menakıb-ı Ehl-i Beyt (Tirmizî), c. 2, s. 380; Müstedrek’üs- Sahihayn (Hakim), c. 3, s. 109; Sünen-i Beyhakî, c. 2, s. 148; Sünen-i Daremî, c. 2, s. 431; Kenz’ül- Ummal, c. 1, s. 45 ve c. 7, s. 102; Müşkil’ül- Âsar, c. 4, s. 368; Sahih-i Tirmizî, c. 2, s. 308; Üsd’ül- Gabe, c. 2, s. 12 ve Hasais’un- Nesaî, s. 21.

[13]- el-Kâfi, c.1, s. 308, bab: “Men mate ve leyse lehu İmamun”, h. 3 ve c. 2, s. 18, h. 9; Bihar’ul-Envar, c. 23, s.76, bab: “Vücub-u Marifet’il- İmam”, h. 1-3; s. 77, h. 4-6; s. 78, h. 7 ve 9; s. 81, h. 18 ve Kenz’ül- Ummal, c. 1, s. 103, h. 463 ve 464.

[14]- Müstedrek’üs- Sahihayn, c. 2, s. 343; (Bu hadis Müslim’in şartına göre sahihtir.) Kenz’ül- Ummal, c. 6, s. 216; Tarih-i Hatib-i Bağdadî, c. 12, s. 19; Hilyet’ul-Evliya, c. 4, s. 306; Mecma’uz- Zevaid, c. 9, s. 163 ve el-Mu’cem’ul-Kebir, c. 1, s. 125.

[15]- Cami’us- Sağir, c. 1, s. 415, h. 2705.

[16]- Müstedrek’üs- Sahihayn, c. 3, s. 149; es-Savaik’ul-Muhrika (İbn- i Hacer), s. 68 ve Kenz’ül- Ummal, c. 6, s. 217.

[17]- Sahih-i Tirmizî, c. 12, s. 85; Tefsir-i Taberî, c. 22, s. 7; Tefsir-i İbn-i Kesir, c. 3, s. 485; Müşkil’ül- Âsar (Tahavî), c. 1, s. 335 ve el-Fusul’ül- Mühimme Fi Ahval’il- Eimme (İbn- i Sabbağ), s. 25.

[18]- Zehair’ul-Ukba (Taberi), s. 17.

[19]- Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, c. 1, bab: 28, h. 64 ve Mean’il-Ahbar (Saduk), s. 180

[20]- Bihar’ul-Envar, c. 2, s. 185, h. 7.

[21]- Bihar’ul-Envar, c. 2, s. 184, h. 5.
Resim
Susmak, bazen cevabı yeterli kılar
En büyük gerçeğin sessizliği gibi
SUSMAK Bir mısrada halini arzetmek gibi..
Cevapla

“Ehlibeyt” sayfasına dön