Ehlibeyt'in örnek hanım şahsiyetleri ve yaşantıları.

Cevapla
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Ehlibeyt'in örnek hanım şahsiyetleri ve yaşantıları.

Mesaj gönderen MERDAN »

HZ. FATIMA (A.S)’IN YAŞANTISIYLA İLGİLİ HADİS VE RİVAYETLER

Birinci Bölüm: İbadet Meleği

1- Kalbinin İmanla Dolu Olması

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Allah-u Teala, kızım Fatıma’nın kalbini ve bütün azalarını, kıkırdağına kadar imanla doldurmuştur; işte bundan dolayı kendini Allah’ın itaatine atamıştır.”[1]

2- Zehra Lakabıyla Adlanmasının Sebebi

Ravi diyor ki:

İmam Sadık (a.s)’a: “Neden Fatıma (a.s) “Zehra” lakabıyla adlandı?” diye sorduğumda şöyle buyurdular:

“Fatıma (a.s)’ın “Zehra” lakabıyla adlanmasının sebebi şudur ki; Fatıma (a.s) mihrapta ibadete durduğunda, yıldızların yeryüzü halkına nur saçtığı gibi onun nuru da gökyüzü ehline öyle saçılıyordu.”[2]

3- Fatıma (a.s)’dan Daha Çok İbadet Eden Yoktu

Hasan-ı Basri şöyle diyor:

“Bu ümmet arasında Hz. Fatıma (a.s)’dan daha abit (çok ibadet eden) biri yoktu. Namazda o kadar duruyordu ki, ayakları şişirdi.”[3]

4- Allah’tan Korkması

İrşad’ul- Kulub’da şöyle nakledilmiştir:

“Hz. Fatıma (a.s) namazında Allah korkusundan ard arda nefes alıyordu (nefes alıp vermesi güçleşiyordu).”[4]

5- Müminleri Kendisine Tercih Etmesi

İmam Musa bin Cafer (a.s) buyurmuştur ki:

“Hz. Fatıma (a.s) dua ettiğinde, mümin erkek ve kadınlara dua ederdi ama kendisine dua etmezdi. ‘Ey Resulullah’ın kızı! Siz neden halk için dua ediyor ama kendiniz için dua etmiyorsunuz?’ dediklerinde O: “Önce komşu, sonra ev halkı” buyuruyordu.”[5]

6- Kadir Gecesine Önem Vermesi

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:

“Fatıma (a.s) kadir gecesinde ev halkından hiç kimsenin yatmasına müsaade etmezdi; az yemek vermekle onların yatmamasını sağlıyor, kendisi de bu gecenin ihyası için hazırlanıyordu ve buyuruyordu ki: “Mahrum, bu gecenin bereketlerinden mahrum kalan kimsedir.”[6]

7- Duanın İsticabet Vaktini Gözetmesi
Hz. Fatıma (a.s) buyurmuştur ki:

“Ben, Resulullah (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu duydum: “Cuma günü öyle bir saat vardır ki, kim onu gözetler de o anda Allah’tan hayır dilerse, Allah-u Teala istediği şeyi ona bağışlar... O vakit, güneşin yarısının battığı andır.”

Hz. Fatıma (a.s) hizmetçisine şöyle buyuruyordu: “Git tepenin üzerine çık, güneşin yarısının battığını gördüğünde dua etmem için bana haber ver.”[7]

8- Cebrail’in Öğrettiği İki Rek’at Namaz

İmam Sadık (a.s) buyurdular ki:

“Annem Fatıma (a.s)’ın sürekli kıldığı iki rekat namaz vardı; bu namazı Cebrail ona öğretmişti. İlk rekatta “Hamd” suresinden sonra yüz defa “Kadir” suresini, ikinci rekatta ise “Hamd” suresinden sonra yüz defa “İhlas” suresini okurdu.

Bu namazı kılıp selam verdikten sonra, Hz. Fatıma (a.s)’ın tespihini (zikrini) de söyle.”[8]

9- Dünyadan Daha Değerli Zikir
“Hz. Ali (a.s) Hz. Fatıma (a.s)’a, Resulullah (s.a.a)’in yanına gidip O’ndan bir hizmetçi istemesini emretti (önerdi). Bunun üzerine Hz. Fatıma (a.s) Resulullah (s.a.a)’in yanına giderek şöyle dedi:

“Ya Resulellah! El değirmeni beni zahmet ve meşakkate uğratmıştır.” Bu esnada ellerindeki değirmen izini Resulullah (s.a.a)’e göstererek O’ndan kendisine bir hizmetçi vermesini istedi.

Resulullah (s.a.a) cevaben şöyle buyurdular:

“Ya Fatıma! -Hizmetçi yerine- dünya ve dünyada olan şeylerden daha hayırlı olan bir şeyi sana öğreteyim mi? Yatmaya gittiğinde otuz dört defa “Allah-u Ekber”, otuz üç defa “el-hamdu lillah” ve otuz üç defa da “Subhanellah” söyle.”[9]

10- Topraktan Olan Tesbihi

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a)’in kızı Fatıma (a.s)’ın tesbihi, tekbirler (34) sayısınca düğümlenen bir yün ipinden ibaretti. Hz. Fatıma (a.s), Hz. Hamza şehit oluncaya dek bu ipi elinde döndürerek tekbir ve tesbih diyordu. Hz. Hamza şehit olduktan sonra onun kabrinin toprağından bir tesbih yaptı. Artık ondan sonra tespih yapmak halk arasında yaygınlaştı.”[10]

İkinci Bölüm: Nurun Sâyesinde

11- Hatice’nin Yadigârı

Ravi diyor ki:

“Resulullah (s.a.a) Fatıma (a.s)’ı, onun zahit, abide ve Hatice’den de bir yadigâr olduğundan dolayı çok severdi.”[11]

12- Edep Kaynağı
Ümmü Seleme diyor ki:

“Ben Resulullah (s.a.a) ile evlendiğimde... kızı Fatıma’nın işlerini bana havale etti. Ben de ona yol gösterip onu eğitmek ve ona yaşayış adabını öğretmek istiyordum. Allah’a and olsun ki, o yaşayış adabını ve bütün şeyleri benden daha iyi biliyordu.”[12]

13- Resulullah’a Benzemesi ve Hazretin Ona İhtiramı
Aişe diyor ki:

“Allah’ın kulları arasında, konuşma ve söz söyleme açısından Fatıma (a.s) kadar Resulullah (s.a.a)’e benzeyen bir kimse görmedim. Resulullah (s.a.a)’in yanına geldiğinde, Resulullah (s.a.a) onun elinden tutarak onu öpüyor, ona hoş geldin diyor ve onu kendi yerinde oturtuyordu. Peygamber (s.a.a) de Fatıma (a.s)’ın yanına gittiğinde, Fatıma (a.s) ayağa kalkarak Hazrete hoş geldiniz deyip elinden tutarak onu öpüyordu.”[13]

14- Resulullah’ın Yolunu Beklemesi

Ravi diyor ki:

“Resulullah (s.a.a) sefere gidip döndüğünde, Resulullah’ın seferden dönme haberi Fatıma (a.s)’a ulaşınca, Fatıma (a.s) kapının önüne çıkarak Resulullah (s.a.a)’i bekliyordu. Resulullah (s.a.a)’i gördüğünde O’nu karşılamaya gidip yüzünden öpüyordu.”[14]

15- Resulullah (s.a.a)’i Savunması

Ravi diyor ki:

(Ebu Talib’in vefatından sonra) Kureyiş’in düşmanlığı Resulullah’a karşı şiddetlendiğinde, Fatıma (a.s) müşriklerin ve Kureyş ahmaklarının hile ve eziyetleri karşısında Resulullah (s.a.a)’i savunuyordu. Bir gün... (müşriklerden Amr As ve Ukbe gibi birkaç kişi) ceninin rahimdeki eşi denen deriyi kaldırarak, Resulullah (s.a.a)’in Ka’be’nin kenarında secde ettiği bir sırada O’nun başına bıraktılar. Bu durumu gören Fatıma (a.s) ağlar bir halde gelerek onu babasının başından kaldırıp bir kenara attı.”[15]

16- Sırrı Koruması

Aişe diyor ki:

“Fatıma, Resulullah’ın hastalandığı sırada onun ziyaretine geldi. Onun yürüyüşü sanki Resulullah’ın yürüyüşüydü. Resulullah (s.a.a) onun kulağına gizlice bir söz söyledi. Bunun üzerine Fatıma ağladı. Daha sonra yine Resulullah (s.a.a) onun kulağına gizlice bir şey söyledi. Bu defasında Fatıma güldü... Resulullah’ın ona ne dediğini sorduğumda: “Resulullah’ın sırrını açığa vurmam” dedi.[16]

Üçüncü Bölüm: Sade Yaşayışı, Kocasına Karşı Davranışı ve Eşliği

17- Mihriyesi
İmam Bakır (a.s) buyurmuştur ki:

“Hz. Fatıma (a.s)’ın mihriyesi; çizgili eski bir çarşaf (veya elbise) ve ağır bir zırh idi. Evinin sergisi ise, yere serdiklerdi ve üzerinde yattıkları bir koç pustu idi.”[17]

18- Hz. Ali (a.s) Açısından Hz. Fatıma
Hz. Ali (a.s) bir konuşmasında buyurmuştur ki:

“...Allah’a and olsun ki, ben Fatıma’yı asla öfkelendirmedim ve Allah onun ruhunu alana dek asla onu -sevmediği- bir işe zorlamadım. O da asla beni öfkelendirmedi ve hiçbir işte bana karşı çıkmadı. Ona baktığımda bütün gam ve üzüntüler benden gideriliyordu.”[18]

19- Ev İşlerinde Yardımlaşmaları

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“-Ev işlerinde- Hz. Ali (a.s) su ve odun temin ediyordu; Fatıma (a.s) da buğdayı un yapıyor, hamur ediyor, ekmek pişiriyor ve yırtık elbiseleri yamıyordu.”[19]

20- İşlerin Bölünmesi

İmam Bakır (a.s) buyurmuştur ki:

“-Ev işlerinin taksiminde- Hz. Fatıma (a.s) ev içindeki işleri, (yani) hamur etmek, ekmek pişirmek ve evi süpürmek gibi işlerin sorumluluğunu üstlendi. Hz. Ali (a.s) da evin dışındaki yani odun getirmek ve yemek malzemeleri temin etmek gibi işleri üstlendi.”[20]

21- Marifet ve Fedakarlığı

Bir gün Hz. Ali (a.s) Hz. Fatıma (a.s)’a: “Evde bana verecek bir yemek var mı?” diye sordu. Fatıma (a.s) cevaben: “İki gündür ki -seni kendime, Hasan ve Hüseyin’e tercih ettiğim şeyden başka- evde herhangi bir yiyecek şey yoktur” dedi. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s): “Neden, bir şey temin etmek için bu durumu bana bildirmedin?” dediğinde, Hz. Fatıma (a.s) cevaben: “Ya Ebe’l- Hasan! Temin edemeyeceğin bir şeyi sağlamakta zahmete düşmen hususunda Rabbimden utanıyorum” dedi.

22- Sade Yaşayışı
Hz. Fatıma (a.s) bir konuşmasında şöyle demiştir:

“...Ya Resulellah! Selman benim elbiseme şaşırıyor![21] Seni hak olarak gönderen Allah’a and olsun ki, beş yıldır ki benim ve Ali’nin, gündüzleri üzerine develer için ot döktüğümüz, geceleyin de serip üzerinde yattığımız bir koç postundan başka bir şeyimiz yoktur ve yastığımız da hurma lifiyle doludur.”[22]

Dördüncü Bölüm: Ev Hanımı

23- Kaynana ve Gelinin Yardımlaşmaları

Ravi diyor ki:

“Hz. Ali (a.s) annesi Esed kızı Fatıma’ya: “Anneciğim! Su getirmek gibi evin dış işlerinde sen Resulullah’ın kızı Fatıma’ya yardımcı ol. O da un öğütmek, hamur yapmak gibi evin iç işlerinde sana yardımcı olur” buyurdular.” [23]

24- Evdeki Hizmeti

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:

“...Hz. Fatıma (a.s) kırbayla o kadar su taşıdı ki, kırbanın başı göğsünde iz bıraktı; o kadar el değirmeniyle un öğüttü ki, elleri kabardı; o kadar evi süpürdü ki, tozdan dolayı elbisesi bozardı; kazanın altında o kadar ateş yaktı ki, elbisesi karalaştı.”[24]

25- Tahammülü ve Şükrü

Ravi diyor ki:

“Bir gün Resulullah (s.a.a.) Fatıma (a.s)’ı, üzerine deve çulu atıp elleriyle hamur ettiğini ve aynı zamanda da çocuğuna süt verdiğini görünce gözleri dolarak şöyle buyurdular:

“Kızım! Ahiretin tatlılığı için dünyanın tatsızlığına tahammül et.”

Fatıma (a.s) da cevaben: “Ya Resulellah! Allah’ın lütuf ve nimetlerine karşı O’na hamd ve şükürler olsun” dedi.[25]

26- Hizmetçilerine Karşı İnsafı

Ravi diyor ki:

“Resulullah (s.a.a) savaşların birinde -kızıl denizin sahilinde- bir grup insan esir aldı... Medine’ye döndüğünde Fatıma (a.s)’ı çağırtıp esir cariyelerden birinin elini onun eline bırakarak: “Ya Fatıma! Bu cariye senindir ama onu incitme; zira ben onun namaz kıldığını gördüm...” buyurdular.

Fatıma (a.s) Resulullah (s.a.a)’in o cariyeye olan teveccüh ve tavsiyesini görünce şöyle dedi: “Ya Resulullah! Bir gün ben çalışacağım, bir gün de o.” Resulullah (s.a.a) Fatıma (a.s)’ın bu sözünü duyunca gözleri yaşardı.”[26]

27- Adaletle Davranışı

Selman-i Farsi diyor ki:

“Bir gün Fatıma (a.s) el değirmeninin önünde oturup onunla arpa öğütüyor, değirmenin destesine elinin kanı akıyor ve Hüseyin de evin bir köşesinde ağlıyordu. Onun bu halini görünce: “Ey Resulullah’ın kızı! Elin yaralanmış, Fizze ise buradadır! (Neden ondan yardım almıyorsun?) dediğimde buyurdular ki:

“Resulullah (s.a.a) bir gün onun, bir gün de benim çalışmamı tavsiye etmiştir; işte dün onun çalışma sırasıydı!”[27]

28- Başörtüsü

İmam Bakır (a.s) buyurmuştur ki:

“Hz. Fatıma (a.s) cennet kadınlarının hanım efendisidir; onun başörtüsü bu kadardı (diyerek eliyle pazısına işaret etti)” [28]

Beşinci Bölüm: Örnek İnsan

29- Doğruluk ve Sadakati

Aişe diyor ki:

“Fatıma’dan -babası hariç- daha doğru konuşan ve daha sadakatli olan bir kimse görmedim.”[29]

30- Resulullah (s.a.a)’e Benzerliği

Aişe diyor ki:

“Vakar, hal-hareket, davranış ve oturup kalkma açısından Fatıma kadar Resulullah’a daha çok benzeyen bir kimse görmedim.”[30]

31- Şehitlerin Mezarına Gitmesi

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Hz. Fatıma (a.s), her Cumartesi sabahı şehitlerin mezarına gidip orada Hz. Hamza’nın kabrinin başucunda durarak onun için Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyordu.”[31]

32- Şehid Eserini Koruması

İmam Bakır (a.s) buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a)’in kızı Fatıma (a.s) sürekli Hamza’nın kabrini ziyaret eder, onun kabrini onarır ve düzeltirdi; bir taşla da ona nişane koymuştu.”[32]

33- Cephe Arkasındaki Hizmetleri

Vakidî şöyle diyor:

“Muhammed bin Muslime, Hz. Fatıma (a.s)’ın da içlerinde bulunduğu on dört kadınla birlikte yaralıları tedavi etmek için Medine’den çıkıp savaş cephesine (Uhud’a) gelmişlerdi. Onlar omuzlarında yiyecek ve su taşıyorlardı; yaralılara su verip onları tedavi ediyorlardı.”[33]

34- Meleklerin O’nunla Konuşması

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Hz. Fatıma (a.s)’ın “Muhaddese” lakabıyla adlanmasının sebebi şudur ki, meleklerin gökten inip İmran kızı Meryem’i çağırdıkları gibi onu çağırarak şöyle derlerdi:

“Ey Fatıma! Allah Teala seni seçmiş, seni arındırmış ve seni bütün kadınlardan üstün kılmıştır. Ya Fatıma! Rabbine ibadet ve itaat et; O’na secde et ve rüku edenlerle beraber rüku et.”

O, meleklerle konuşuyor ve melekler de onunla konuşuyorlardı.”[34]

Altıncı Bölüm: Hüznü ve Dertleri

35- Ayrılık Derdi

Rivayet etmişlerdir ki:

“Hz. Fatıma (a.s), babası Resulullah (s.a.a)’ten sonra sürekli olarak şiddetli baş ağrısından dolayı başı sarıklı, cismi zayıf, organları çökmüş, gözü yaşlı ve kalbi yanık idi; saatten saate baygınlık geçiriyordu.”[35]

36- Çok Ağlayanlardan Biri Olması

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Çok ağlayanlar beş kişidir: Adem, Yakub, Yusuf, Fatıma ve İmam Zeyn’ul-Abidin (aleyhim’us- selam)...

Hz. Fatıma’ya gelince; o, Resulullah (s.a.a)’in ölümünden dolayı O’na o kadar ağladı ki, Medine halkı onun ağlamasından rahatsız olarak: “Çok ağlamanla bizi rahatsız ediyorsun” demeye başladılar. Fatıma (a.s) onların bu sözlerinden dolayı Uhud şehitlerinin mezarlarına doğru gidip orada istediği kadar ağlayıp sonra evine dönüyordu.”[36]

37- Yüzünün Gülmemesi

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Hz. Fatıma (a.s)’ın Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra tebessüm etmesi ve yüzünün gülmesi görülmemiştir. Her hafta iki defa yani Pazartesi ve Perşembe günleri şehitlerin mezarlığına giderek (geçmişleri hatırlayıp): “Peygamber (s.a.a) burada durmuştu, müşrikler ise orada durmuşlardı” diyordu.”[37]

38- Keder ve Hüznü

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

“Hz. Fatıma (a.s), Hz. Peygamber (s.a.a)’den sonra 75 gün yaşadı. Bu müddet içerisinde babasından ayrıldığından dolayı çok kederlenip mahzun oluyordu. Bundan dolayı Cebrail gelerek ona teselli veriyor ve babasının makam ve mevkisinden ve ondan sonra evlatları hakkındaki meydana gelecek olaylardan ona haber veriyordu; Hz. Ali (a.s) da onları yazıyordu.”[38]

39- Mazlumiyeti

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:

“Resulullah (s.a.a)’in kızı Fatıma (a.s), sürekli olarak mazlumdu; hakkından men edilmiş, mirasından uzaklaştırılmış, Resulullah (s.a.a)’in onun hakkındaki tavsiyesi gözetilmemiş ve Peygamber (s.a.a) ve yüce Allah’ın Fatıma’ya nispetle olan hakkına riayet edilmemişti. Allah Teala hakim ve zalimlerden intikam alıcı olarak yeter.”[39]

40- Ebedi Bir Öfke

Ravi diyor ki:

“İmam Hasan-ı Mucteba (a.s)’ın torunlarından Abdullah bin Musa’nın yanına gelerek ondan Ebu Bekir ve Ömer hakkında soru sorduk. Cevaben şöyle dedi:

“Ceddim (dedem) Abdullah bin Hasan’ın verdiği cevabı size vereceğim. Ceddimden bu soru sorulduğunda cevaben şöyle dedi:

Annemiz (Hz. Fatıma- a.s-) sıddika (doğru konuşan) birisi ve mürsel Peygamberin de kızı idi. O bir grup kimselere gazaplı olduğu halde vefat etti. Biz de onun (onlara karşı) gazap ve öfkesinden dolayı gazaplı ve öfkeliyiz.”[40]

* * *
Kaynakça:
1- İhkak’ul- Hak, Kazi Şuşteri, Kitaphane-i Necefi-yi Mer’aşî, Kum, h. k. 1404.

2- İrşad’ul– Kulub, Deylemî, Menşurat-i Rezî, Kum Bîta.

3- Emalî, Şeyh Tusî, Muesseset’ul– Bi’set, Kum, h. k. 1414.

4- Ensab’ul– Eşraf, Belazurî, Muesseset’ul– A’lemî, Beyrut, h. k. 1399.

5- Tefsir-i Ayyaşî, Dar’ul– Kutub’ul– İslamiyye, Tahran, 1380.

6- Tefsir-i Fırat-i Kufî, Vizaret-i İrşad, Tahran, h. k. 1410.

7- Tehzib’ul– Ahkam, Merhum Şeyh Tusî, Matbaat’un– Nu’man, Necef, h. k. 1382.

8- Cemal’ul– Usbu’, Seyyid bin Tavus, Müesseset’ul– Afak, H. Ş. 1371.

9- El–Harâic ve’l– Cerâih, Kutb-i Ravendî, Müesseset’ul– İmam Mehdi (a.s), Kum h. k. 1409.

10- Hısal, Merhum Saduk, Mektebet’us – Saduk, Tahran, h. k. 1389.

11- Ed-Dürr’ul– Vakiye, Seyyid bin Tavus, Al’ul- Beyt, Kum, h. k. 1414.

12- Deaim’ul- İslam, Kadı Nu’man Mısrî, Dar’ul– Ezvâ’, Beyrut, h. k. 1411.

13- Delail’ul- İmamet, Taberi-yi İmamî, Müesseset’ul– Bi’set, kum, h. k. 1413.

14- Şerh-i Nehc’ul– Belağa-i İbn-i Ebî’l– Hadid, Dar-u İhyâ’ut– Turas, Beyrut, h. k. 1387.

15- Sahih-i Tirmizî, Dar’ul– Fikr, Beyrut, h. k. 1414.

16- Ikd’ul- Ferid, İbn-i Abdurabbih, Dar-u İhya’ut – Turas, Beyrut, h. k. 1409.

17- İlel’uş– Şerayi’, Merhum Saduk, Camia-yi Müderrisin, Kum.

18- Kafî, Merhum Kuleynî, Dar’ul– Kutub’ul– İslamiyye, Tahran.

19- Kaşf’ul- Ğumme, İrbilî, Beni Haşimî, Tebriz, h. k. 1381.

20- Kenz’ul– Ummal, Muttaki-yi Hindî, Müesseset’ur – Risale, Beyrut, h. k. 1399.

21- Müsned-i Ahmed bin Hanbel, Dar-u Sadr, Beyrut, Bîta.

22- Maktel’ul– Hüseyin, Harezmî, Mektebet’ul– Mufid, Kum, Bîta.

23- Meanî’l– Ahbar, Merhum Saduk, Mektebet’us – Saduk, Tahran, h. k. 1379.

24- Mekarim’ul– Ahlak, Tabersî, Müesseset’ul– A’lemî, Beyrut, h. k. 1392.

25- Menakıb-i Âl-i Ebî Talib, İbn-i Şehraşub, İntişarat-i Allame, Kum.

26- Vesail’uş- Şia, Şeyh Hürr-i Amilî, Dar’ul– Kutub’ul– İslamiyye, Tahran.

27- Vefâ’ul– Vefâ’, Semhudî, Dar-u İhya’it– Turas, Beyrut, h. k. 1401.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] - Delail’ul- İmamet, S. 139,H. 47.

[2] - İlel’uş- Şerayi, C. 1, S. 215.

[3] - Menakıb, C. 3, S. 341.

[4] - İrşad’ul- Kulub, S. 105.

[5] - İlel’uş- Şerayi, C. 1, S. 216.

[6] - Deaim’ul- İslam, C. 1, S. 282.

[7] - Meani’l- Ahbar, S. 399.

[8] - Cemal’ul- Usbû’, S. 173.

[9] - Kenz’ul- Ummal, C. 2, S. 57.

[10] - Vesail’uş- Şia, C. 4, S. 1033.

[11] - Müstedrek-i Avalim, C. 1, S. 450.

[12] - Delail’ul- İmamet, S. 82.

[13] - Ikd’ul- Ferid, C. 3, S. 230.

[14] - Keşf’ul- Ğumme, C. 1, S. 145.

[15] - İhkak’ul- Hak, C. 25, S. 289; Şerh-i Nehc’ul- Belağa, C. 6, S. 282.

[16] - Müsned-i Ahmed bin Hanbel, C. 6, S. 282.

[17] - Kafî, C. 5, S. 378.

[18] - Keşf’ul- Ğumme, C. 1, S. 363.

[19] - Kafî, C. 8, S. 165.

[20] - Tefsir-i Ayyaşî, C. 1, S. 171. İşlerin taksimi, Esed kızı Fatıma’nın Hicri 4. Yılda vefatından sonra gerçekleşmiştir.

[21] - Nakledildiğine göre, o elbisenin on iki yamağı varmış!

[22] - Dürr’ul- Vakiye, S. 275.

[23] - Ensab’ul- Eşraf, C. 2, S. 37, H. 36.

[24] - İlel’uş- Şerayi, C. 2, S. 65.

[25] - Menakıb, C. 3, S. 342.

[26] - Maktel’ul- Hüseyin (a.s), S. 69.

[27] - Haraic ve Cerâih, S. 530.

[28] - Mekarim’ul- Ahlak, S. 94.

[29] - Menakıb, C. 3, S. 341.

[30] - Sahih-i Tirmizi, C. 5, S. 466, H. 3898.

[31] - Tehzib, C. 1, S. 465.

[32] - Vefa’ul- Vefa, C. 3, S. 932.

[33] - Şerh-i Nehc’ul- Belağa, C. 15, S. 36

[34] - İlel’uş- Şerayi, S. 216.

[35] - Menakıb, C. 3, S. 362.

[36] - Hisal, S. 272, H. 15.

[37] - Kafi, C. 6, S. 561.

[38] - Kafi, C. 1, S. 458.

[39] - Emalî- yi şeyh Tusî, S. 155.

[40] - Şerh-i Nehc’ul- Belağa, C. 6, S. 49.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

Hz. Fâtıma(a.s)’ın mescitte harâretli konuşması :

- Abdullah bin Hasan (a.s) kendi senediyle babalarından şöyle rivayet etmiştir: Ebu Bekir, Fedeki Fatımanın elinden almaya karar aldığında, bu haber Hz. Fatımaya ulaşınca baş örtüsünü başına atıp çarşafına büründü, bir grup akrabalarının kadınları eşliğinde eteklerini çiğnediği ve yürüyüşü Resulullahın yürüyüşünü hatırlatan bir halde Ebu Bekirin yanına vardı; Ebu Bekir Muhacir, Ensar vs. kimselerden oluşan bir grup topluluk arasında yer almıştı. Hz. Fatımanın önüne bir perde çektiler. Fatıma (a.s) onun arkasında oturdu. Kendini ağlamaktan alamadı. Öyle bir inledi ki, halk o sesi duymakla ağlamaya başladı; derken meclis galeyana geldi. Daha sonra biraz sakin oldu, halkın ağlama sesleri ve galeyanı yatışınca, sözüne Allaha hamd ve Peygambere salat ve selamla başladı; halk tekrar ağlamaya başladı. Halk iyice sustuktan sonra sözlerine devam ederek şöyle buyurdular:

Verdiği nimetlere karşı övgü Allah'a mahsustur. İlham ettiği şeylere karşı şükür Ona özgüdür. Başlattığı bütün nimetler, bağışladığı bol bahşişler, verdiği bol ihsanlarına karşı sena Ona mahsustur. Nimetleri sayılamayacak kadar çoktur, sonu karşılığı verilemeyecek kadar uzaktır, sonsuzluğu idrakten ıraktır. Nimetlerin arttırılması için insanları şükretmeye davet etti, onların çoğalması için halktan hamd etmeyi istedi. İkinci kez de o nimetlerin (ahiretteki) benzerine davet etti.
Şahadet ederim ki Allahtan başka bir İlâh yoktur. Tektir ve ortağı yoktur. Bu kelimenin tevili ihlâstır. Kalpler Ona bağlanmıştır ve fikir onunla aydınlanmıştır. Öyle bir Allahtır ki gözler Onu göremez, diller Onu (olduğu gibi) vasfedemez, akıllar Onu nitelendiremez. Bütün şeyleri yoktan var etti, herhangi bir şeyi örnek edinmeksizin yarattı. Onların yaratılmasına bir ihtiyacı olmaksızın ve hiçbir fayda gütmeksizin kendi iradesiyle, hikmetini ispat emek, itaatine vakıf kılmak, kudretini göstermek, kullarını ibadete çağırmak, davetini yüceltmek için bunları yarattı. Sonra kullarını azaptan korumak ve onları cennetine sevk etmek için kendisi itaat edene mükafat vermeyi, isyan edeni ise cezalandırmayı takdir etti.


Şahadet ederim ki, babam Muhammed (s.a.a) Allahın kulu ve elçisidir. Onu, elçi olarak göndermeden önce seçti, yaratmadan önce Ona Muhammed adını verdi, peygamberlikle görevlendirmeden önce Onu tercih etti. O zaman diğer mahlukat daha gayp âleminde gizliydi, korkunç perdelerle korunmuştu, yokluğun sınırını aşmış değildi. Allah Teala işlerin sonunu bilirdi, bütün hadiselerden haberdardı, mukadderatın yerlerini tanırdı. [/color]

Yüce Allah, emrini tamamlamak, hükmünü icra etmek, kesin mukadderatını infaz etmek için Muhammedi mebus etti. Allah Teala, insanların dinlerinde ayrılığa düştüğünü, tefrika ateşine yöneldiklerini, putlara taptıklarını, bilerekten Allahı inkar ettiklerini görünce, babam Muhammed (s.a.a) vesilesiyle karanlıkları aydınlattı, kalplerdeki karalıkları giderdi, gözler önüne çekilen şaşkınlık perdelerini kaldırdı. Babam, halkı hidayet etmek için kıyam etti, onları sapıklıktan kurtardı, körlüklerini giderip basiret verdi onlara. Onları mutedil bir dine hidayet etti, doğru bir yola çağırdı. Daha sonra Allah Teala şefkat ile ve herhangi bir icbar söz konusu olmadan Onun ruhunu aldı. Artık Muhammed (s.a.a), bu dünyanın elem ve sıkıntılarından rahat bulunmaktadır, öbür dünyada mukarrep melekler ve bağışlayan Rabbin rızasıyla beraberdir ve Allahın katında yaşamaktadır. Allahın salat, rahmet ve bereketi Onun peygamberi, emini ve yaratıkları arasından seçip beğendiği babama olsun.

Sonra halka hitap ederek şöyle buyurdu:
Ey Allahın kulları! Siz, Onun emir ve nehyinin koruyucuları, din ve vahiy ilminin taşıyıcıları, kendi üzerinizdeki eminleri ve dini diğer milletlere ulaştıran elçilerisiniz. Allahın gerçek halifesi sizin aranızdadır. O, Allahın daha önce size gönderdiği bir ahit ve aranızda bıraktığı bir hüccettir. O, Allahın natık (konuşan) kitabı ve sadık Kuranıdır. O, parlak bir nur ve aydınlatıcı bir ışıktır. Delilleri aşikar, sırları açık ve zahirleri vazıhtır (onun içini de bilirsiniz dışını da). Ona uyanlara gıpta edilir. Kendisine uyanı Allahın Rıdvan cennetine götürür. Ona kulak vereni kurtuluşa sevk eder. Allahın aydın hüccetleri, açıklanmış farzları, yasaklanmış haramları, yeterli delilleri, övülmüş erdemleri, hibe edilmiş ruhsatları ve yazılmış şeriatları onun vesilesiyle elde edilir, kavranılır.

Allah, şirkten arınmanız için imanı, kibirden uzaklaşmanız için namazı, nefsin temizlenmesi ve rızkın artması için zekatı, ihlâsın sağlamlaşması için orucu, dini ayakta tutmak için haccı, kalplerin düzelmesi için adaleti, dinin düzene girmesi için bize itaati, ümmetin tefrikaya düşmemesi için bizim imametimizi, İslamın aziz ve üstün olması için cihadı, İlâhî mükafatı hakkedebilmek için sabrı, toplumun maslahatı için iyiliği emretmeyi, gazaptan korunmak için ana-babaya iyilik etmeyi, ömrün uzaması ve nüfusun çoğalması için akrabalarla ilişkiyi kesmemeyi, kanların akıtılmaması için kısası, mağfirete yönelmek için adağı yerine getirmeyi, eksik ölçmeyi önlemek için ölçü ve tartıda tam hakkını vermeyi, lanetten korunmak için kaziften (namuslu kadınlara zina isnadında bulunmaktan) kaçınmayı, iffet ve emniyeti (toplumda) hakim kılmak için hırsızlık yapmaktan uzak durmayı, pislikten uzak olmak için şarap içmekten sakınmayı, Rabliğine olan inancın ihlası için şirkten kaçınmayı farz kıldı Öyleyse Allahtan, gerektiği şekilde çekinin ve ancak Müslüman olarak ölün.Size emrettiği ve sizi ondan sakındırdığı şeyde Allaha itaat edin. Çünkü Allahtan ancak alim olanlar korkar.

Sonra şöyle buyurdu:
Ey insanlar! Bilin ki ben Fatımayım, babam Muhammeddir. Yine tekrarlıyorum; ben Fatımayım, babam Muhammeddir! Yalan söylemiyorum ve hata da etmiyorum. And olsun, size içinizden bir peygamber geldi ki, zahmet çekmeniz onu incitir ve üzer. Size çok düşkündür, müminlere çok şefkatlidir, çok merhametlidir. Eğer o peygamberi tanıyorsanız, bilmeniz gerekir ki o, sizin kadınlarınızın babası değil, benim babamdır; sizin erkeklerinizin değil, benim amca oğlumun kardeşidir. Onunla akrabalık ne de güzeldir! O, risaletini halka ulaştırdı, onları İlâhî azapla korkuttu. Müşriklerin yol ve yöntemlerinden yüz çevirdi. Onların sırtlarına ağır bir darbe indirdi. Onların boğazını sıktı, hikmet ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağırdı. Putları kırdı, küfrün başlarını dağıttı, sonunda küfür topluluğu hezimete uğradı, geriye dönüp kaçtı, gece sabahtan ayrıldı (karanlıklar yok oldu), hak ortaya çıktı, dinin önderi söz sahibi oldu, şeytanların kükremesi kesildi, nifak topluluğu helak oldu, küfür ve düşmanlık düğümleri çözüldü, siz de yüzleri ak ve oruçtan karınları aç kişilerin arasında (özgürce) ihlas (lâ ilahe illellah) kelimesini söyler oldunuz.


Sizler (Peygamber-i Ekrem gelmeden önce) bir ateş çukurunun kenarındaydınız, içenin içeceği değersiz bir yudum su idiniz, tamahkarın ganimet bilip yiyivereceği bir lokmaydınız, adavet ateşini körükleyenler için uygun bir alev idiniz, ayaklar altında eziliyordunuz. Develerin girip kirlettikleri (çukur) suyu içiyordunuz, ağaç yapraklarını gıda ediyordunuz, zelil ve aşağılık bir hale düşmüştünüz, etrafınızdaki insanların sizi ezmesinden korkuyordunuz, bütün bu bedbahtlıklardan sonra Allah Teala, babam Muhammed vasıtasıyla sizleri kurtardı. Daha sonra babam, yiğit kişiler, Arabın kurtları ve kitap ehlinin isyancılarıyla denenip sınandı (onlarla savaştı).

Onlar ne zaman savaş ateşini tutuşturdularsa, Allah-u Teala onu söndürdü. Şeytanın boynuzu göründüğünde (onlar baş kaldırdığında) veya müşriklerden bir ejderha ağzını açtığında kardeşi Aliyi onun ağzına atıyordu (onun önüne çıkarıyordu), o da onun beliyle kulağını ayağının altına almadan ve onun püskürdüğü ateşi kılıcıyla söndürmeden geri dönmüyordu. Allahın rızasını kazanmak için bu zorluklara katlanıyordu, Onun emirlerini uygulamak için çaba sarf ediyordu, Resulullaha herkesten daha yakındı, evliyaullahın seyyidi (efendisi) idi. Her zaman (Allahın ve Peygamberin emrine) hazır, hayır isteyen, gayretli ve emekçi idi. Allah'ın yolunda, kınayanların kınaması ona mani olmazdı.
Hz. Ali tebliğ ve cihat ederken siz keyfinizi sürdürmekte, rahatınıza bakmaktaydınız, mağlubiyete uğramamızı ve bir haber çıkmasını bekliyordunuz. Savaş anında geri dönüp düşmanla savaşmaktan kaçıyordunuz.

Allah Teala, Resulü için, peygamberlerin evini ve seçkin kullarının yurdunu seçtiğinde (onu Firdevs cennetine götürdüğünde) artık nifak dikeni (kalplerdeki kinler) ortaya çıktı, din gömleği eskidi, kin besleyen sapıklar söz sahibi oldular, en düşük kişiler ortaya çıktılar. Batıl ehlinin boğur devesi böğürdü, arsanızda kuyruğunu oynattı, şeytan yerinden başını çıkardı, sizi kendine çağırdı, davetini icabet ettiğinizi, onun aldatmasına hazır olduğunuzu gördü. Sonra hareket etmenizi istedi, siz de hareket ettiniz, tehyiç olmanızı (coşmanızı) istedi, siz de tehyiç oldunuz. Derken başkasının devesini damgaladınız (sizin malınız olmayan hilafeti gasp ettiniz), onu, sizin olmayan bir çeşmenin başına getirdiniz. Ahdinizden (Gadir-i Humdaki biatinizden) uzun bir zaman geçmemişti, Peygamberin vefatından dolayı kalbimizin yarası çok genişti, henüz iyileşmemişti, Peygamberin mübarek naaşı henüz toprağa verilmemişti. Fitne çıkması korkusunu bahane ederek kendinizi öne attınız. Ama bilin ki, fitnenin ta içine düştünüz. Şüphe yok ki, cehennem küfre sapanları kuşatmıştır.


Heyhat! Siz nere, fitneyi yatıştırmak nere! Ne oluyor size? Nereye gidiyorsunuz? Allahın Kitabı sizin aranızdadır; sözleri açık, ahkamı parlak, nişaneleri göz kamaştırıcı, emir ve nehiyleri aşikârdır. Ama siz onu arkanıza attınız. Ondan yüz çevirmek mi istiyorsunuz? Yoksa Kurandan başkasıyla mı hükmediyorsunuz? Ondan başkasını almak, zalimler için ne de kötü bir bedeldir. (Şunu bilin ki:) Kim İslamdan başka bir din ararsa, asla ondan kabul edilmez ve o, ahrette hüsrana uğrayanlardandır Sonra (çalınan devenin) ürkmesi dinip dizginlenmesi kolay olacak kadar bile sabretmediniz. Sonra fitne ateşini tutuşturdunuz, onun közünü körüklediniz, azgın Şeytanın çağrısına müspet cevap verdiniz. Parlak dinin nurunu söndürmeye, seçkin Peygamberin sünnetini boşlamaya koyuldunuz. Köpük içmek adına alttan süt içiyorsunuz. Ağaçlar arasında saklanan yırtıcı canavarlar gibi onun (Peygamberin) Ehl-i Beytine ve evlatlarına doğru yürüyorsunuz. Bıçak kesmesi ve karına sokulan mızrak ağrısı gibi olan sizden gördüğümüz bu zulümlere sabretmekten başka bir çaremiz yoktur.

Siz şimdi Peygamberden bize miras yetişmediğini mi sanıyorsunuz? Yoksa cahiliye hükmünü mü arıyorsunuz? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için, hükmü Allahın hükmünden daha güzel olan kimdir. Benim Resulullahın kızı olduğumu bilmiyor musunuz? Benim onun kızı olduğum parlak güneş gibi size açıktır. Ey Müslümanlar! Mirasımın elimden alınması hususunda mağlup mu olayım?

Ey Kuhafe oğlu (Ebu Bekir)! Acaba senin babandan miras alabileceğin ama benim babamdan miras alamayacağım Kuranda mı yazılmıştır? Şüphesiz Allaha iftira ediyorsun. Bilerek mi Allahın kitabını arkanıza attınız? Oysa Allah Teala Kuranda; Süleyman, Davuda mirasçı oldu buyurmaktadır. Yine Yahya bin Zekeriyyaın kıssasında, Zekeriyya; Rabbim! Bana kendi katından bir yardımcı armağan et de bana mirasçı olsun, Yakup oğullularına da mirasçı olsun. diye Allaha yalvarmaktadır.

Yine Allah Teala Kuranda; Akrabalar (mirasta) Allahın kitabına göre, birbirlerine önceliklidir. buyurmaktadır. Yine; Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki kadının hissesi kadar tavsiye eder. buyurmaktadır. Yine; Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal, mülk vb.) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya, bilinen (uygun, meşru) bir tarzda vasiyette bulunması -Allaha karşı gelmekten sakınanlara bir hak olarak- size farz kılındı. buyurmuştur.


Benim için mirastan bir hisse olmadığını, babadan miras alamayacağımı ve aramızda akrabalık bağı olmadığını mı sandınız? Acaba Allah Teala miras ayetini size mahsus kılmış da babamı onun hükmünden istisna mı etmiş? Yoksa, iki dinin mensupları birbirlerinden miras alamazlar mı diyorsunuz? Acaba ben ve babam bir dinden değil miyiz? Yoksa siz, Kuranın umum ve hususunu babam ve amca oğlumdan daha iyi mi biliyorsunuz? Bu yularlanmış ve palanlanmış deve (hilafet ve Fedek) de senin olsun, al götür; kıyamet günü seninle görüşecektir. Allah ne güzel hükmeden, Muhammed ne güzel kefil ve kıyamet ne güzel buluşma yeridir! O gün batılda olanlar hüsrana uğrayacaklar. O gün pişmanlık duymanız size yarar vermeyecektir. Her bir haber için kararlaştırılmış bir zaman vardır. Siz de bileceksiniz.Yakında bileceksiniz, kendisini aşağı kılan azap kime gelecek ve kesintisiz azap kimin üzerine çökecek?

Sonra Ensara hitap ederek şöyle buyurdu:
Ey cömertler topluluğu! Ey dinin pazıları (yardımcıları)! Ey İslamın koruyucuları! Benim hakkımda sizdeki bu zaaf ve mazlumiyetim hususunda sizdeki bu uyuklama nedir? Babam Resulullah (s.a.a); Kişinin hürmeti, evladı hakkında korunmalıdır (evlada hürmet babaya hürmettir.) buyurmuyor muydu? Ne çabuk değiştiniz? Ne çabuk boşaltıp döktünüz (kararlarınızı değiştirdiniz)? Sizin, istediğim ve elde etmeye çalıştığım şeye gücünüz vardır. Muhammed (s.a.a) öldü mü diyorsunuz? Evet bu büyük bir musibetti, gediği geniş mi geniştir; bu gediğin bitişmesi zor mu zordur. Onun gözlerden kaybolmasıyla yeryüzü karanlık oldu, musibetinden dolayı güneş ve ay tutuldu, yıldızlar dağıldı, arzular öldü, dağlar alçaldı. Yine onun ölmesiyle sınırlar çiğnendi, hürmetler yok oldu. And olsun Allaha, bu büyük bir felaket ve büyük bir musibetti; dünyada bunun misli (canları yakan) bir bela ve afet görülmemiştir. Ancak her akşam ve sabah evlerinizde okuduğunuz Kuran bunu (Peygamberin ölmesini) açıkça bildirmiştir. Bu bela (ölüm) ondan önceki peygamber ve ilâhî elçilere de gelip çatmıştır. Bu, kesin bir hüküm ve kaçınılmaz bir kazadır. Muhammed, yalnızca bir Peygamberdir. Ondan önce nice Peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölürse, ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi (cahiliyeye mi) döneceksiniz? Kim iki topuğu üzerine gerisin geriye dönerse, Allaha kesinlikle zarar veremez. Allah şükredenleri pek yakında ödüllendirecektir.

Ey Kayle oğulları! Babamın mirası sindirilsin mi? Oysaki siz beni görecek, sesimi işitecek mesafedesiniz, sessiz durmuşsunuz! Feryadımı duyuyorsunuz, halimi biliyorsunuz; yeterince sayınız, azığınız, gücünüz, silahınız ve siperiniz vardır. Ama bununla birlikte çağrımı duyup cevap vermiyorsunuz, imdat sesimi duyup yardım etmiyorsunuz. Halbuki yiğitlikle meşhur, hayır ve salahla maruftunuz.

Seçilen seçkinler ve biz Ehl-i Beyt için beğenilen güzidelerdiniz. Araplarla savaştınız, zorluklara katlandınız, çeşitli milletlerle çarpıştınız, yiğitlerle yüz yüze karşılaştınız. Biz adım attığımızda adım attınız, emrettiğimizde emre uydunuz. Nihayet İslam değirmeninin taşı dönmeye başladı, günlerin sütü (ganimetler) çoğaldı, şirkin narası kesildi, yalanın kaynaması durdu, küfr ateşi söndü, kargaşalık daveti dindi, din nizamı düzene girdi. Öyleyse yardım edeceğinizi açıkladıktan sonra neden susarak geri döndünüz?

Himaye edeceğinizi ilan ettikten sonra neden gizlediniz? Teşebbüste bulunduktan sonra neden geri çekildiniz? İmandan sonra neden şirk koştunuz? Yeminlerini bozan, Peygamberi (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer iman etmiş kimseler iseniz, kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır.


Görüyorum ki rahatlığa yönelmişsiniz, yöneticiliğe herkesten layık olanı makamından uzaklaştırdınız, müsterih oldunuz, darlıktan genişliğe çıktınız, gizlediğinizi açığa vurdunuz, içtiğinizi kustunuz. (Fakat şunu bilin ki:) Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü kafir olsanız, gerçek şu ki, Allah ganidir (hiçbir şeye muhtaç değildir), hamiddir (bütün övgüler ona mahsustur).

Bilin ki gerekeni söyledim, alçaldığınızı (geçici sarhoşluğunuzu) da, kalplerinizin gizlediği hıyaneti de biliyordum. Ama bunlar, dertli ruhun taşması, öfkenin dışarı dökülmesi, kalp çeşmesinin coşması, gönlün derdi ve hücceti tamamlamaktı.

(Mesele yağmalamaksa) öyleyse bunu da (Fedek) alın, onu hilafet devesinin arkasına yükleyip götürün; (fakat şunu bilin ki) onun sırtı yağır olacak, ayakları aşınacak, kusuru kalacak (ve sizin için yüzkarası olacak)tır. O (hilafet devesi), Allahın gazabıyla damgalanmıştır, rezilliği ebedi kalacaktır ve sizi Allahın kalplere işleyen yakılmış ateşine götürecektir.

(Bilin ki,) yaptıklarınız Allahın gözü önündedir. Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir. Ben, Sizi şiddetli bir azabın öncesinde uyarıp-korkutan Peygamberin kızıyım. Artık Yapabileceğinizi yapın; kuşkusuz biz de (bir şeyler) yapmaktayız. Ve gözleyip durun; gerçekten biz de gözleyip-durmaktayız.


Ebu Bekir, Hz. Fatımanın güçlü mantık ve delili karşısında halkı aldatma yoluna baş vurarak şöyle dedi:
Ey Resulullahın kızı! Baban müminlere karşı şefkatli ve esirgeyiciydi. Hiç şüphesiz Muhammed (s.a.a) bizim kadınlarımızın babası değildi, senin babandı ve senin kocanın kardeşiydi. Bunu çok iyi biliyoruz. Kim sizi severse kurtuluşa erişir, kim size karşı kin beslerse hüsrana uğrar... Hiç kimse seni hakkından mahrum edemez, seni yalanlayamaz...

Fakat Allaha and olsun ki, babanın şöyle buyurduğunu duydum: Biz Peygamberler, altın, gümüş, ev ve mülk miras bırakmayız; ilim ve nübüvvetten başka mirasımız olmaz. Bizden geride kalan mallarımız Müslümanların halifesinin yetkisindedir..

Hz. Fatıma Ebu Bekire şöyle cevap verdi:
Sübhanellah! Babam Allahın Kitabından yüz çeviren, ahkamına muhalefet eden değildi. Onun hükümlerine uyan, onun surelerini takip edendi. Acaba hileye baş vurarak ona iftirada bulunmak mı istiyorsunuz? Onun ölümünden sonra sizin bu işiniz, onun hayatı döneminde onu yok etmek için kurduğunuz tuzaklara benzemektedir.

Bu Kuran, adaletli bir hakim ve hakla batılı birbirinden ayıran Kuran da buyuruyor ki: Artık bana kendi katından bir yardımcı armağan et. Bana mirasçı olsun, Yakup oğullarına da mirasçı olsun.Süleyman Davuda mirasçı oldu. Allah Teala feraiz ve miras hükümlerini Kuranda beyan etmiş, zan ve şüpheye bir yer bırakmamıştır.Hayır, nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı (kendisinden) yardım istenecek olan Allahtır.


Ebu bekir, Hz.Fatıma’nın ezici delillerinden kendisini kurtarmak için şöyle dedi: İkimizin arasında bu insanlar hükmetmelidir. Çünkü beni onlar hilafete seçtiler...

Hz. Fatıma bunun üzerine o susan halka şöyle buyurdu:
Ey batıl söze koşan, çirkin ve helak edici ameller karşısında susan topluluk! Kuranı iyiden iyiye düşünmez misiniz? Yoksa bir takım kalpler üzerinde kilitler mi vurulmuş? Hayır, yaptığınız kötü ameller kalplerinizi kaplamıştır; kulaklarınızı, gözlerinizi kapamıştır.

Tevil ettiğiniz (yorumladığınız) ne de kötüdür! Biçtiğiniz ne de pistir! Muameleniz ne de çirkindir! Vallahi onun yükünü ağır, sonucunu kötü bulacaksınız. Perdeler gözlerinizin önünden kaldırıldığında, onun ardındaki şiddet ve mihnetler açığa çıktığında, sanmadığınız şeyler Allah tarafından size aşikâr edildiğinde, İşte orada hakkı iptal etmekte olanlar hüsrana uğrayacaklardır.

Hz. Fatıma (a.s) daha sonra Resulullah (s.a.a)in kabrine bakarak şu şiiri okudu:
Senden sonra bir takım olay ve sıkıntılar oldu; eğer sen hazır olsaydın olaylar o kadar büyümezdi.
Yer yağmurunu kaybettiği gibi biz de seni kaybettik; kavmin de bozulup dağıldı; öyleyse sen onların musibete uğramalarına (sapmalarına) şahit ol.

Allah katında kurp ve makamı olan her aile, yakınlardan daha yakın ve üstündür.
Göçüp gittiğinde ve toprak aramızda engel olduğunda, bazı kimseler gönüllerinde saklı olan düşmanlıklarını aşikar ettiler.
Sen dünyadan göçtüğünde, bazı kişilerde asık suratla bizimle karşılaştılar, bizi küçümsediler ve bütün yeryüzü zorla bizden alındı.


Sen, dolunay ve kendisinden ışık alınan bir nur idin; izzet sahibi Allahtan taraf sana kitaplar nazil oluyordu.
Cebrail ayetler getirmekle bize ünsiyet (sükunet) veriyordu, senin gitmenle bütün hayırlar da perde arkasında yer aldı.

Keşke senden önce ölüm bize ulaşsaydı, sen göçüp gittiğinde, yığın topraklar aramızda engel oldu.
Biz öyle bir musibete duçar olduk ki, gamlı ve kederli insanlardan hiçbir kimse, ne Arap, ne de Acem böyle bir musibete duçar olmamıştır.

Hz. Fatıma (a.s) bu konuşmalardan sonra evine döndü.
[/b][/b]
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

Hz. Zeyneb (as)


Hicretin altıncı yılı Cemadiyelevvel’in beşinci günü Medine’de asil ve cefalı bir ailede bir kız çocuğu dünyaya gelmiştir. Bu kız çocuğu gelecek yıllarda insanlık tarihinin gidişatının değişmesinde büyük bir rol oynayacaktı. O tertemiz kız dünyaya geldikten sonra, değerli annesi Hz. Fatıma (s.a), kutlu eşi Hz. Ali’den bu kız çocuğuna bir isim vermesini ister.

Hz. Ali ise, diğer çocuklarına olduğu gibi, ona da dedesinin isim vermesini isteyiverir; ve böylece kutlu dedesi bu temiz kız çocuğuna Zeynep adını verir. Zeynep, cennette bir ırmağın adıdır. Hz. Muhammed (sav), Zeynep gibi temiz bir kız torununun dünyaya gelmesine çok sevinmişti. Aslında o hazret, kadınlara, özellikle de kız çocuklarına büyük önem ve değer veriyordu.

Hz. Zeynep, daha küçük yaşlarda babasının saf dışı bırakılarak evde oturmaya mecbur edildiğine şahit oluyordu. Oysa ki, babasının herkesten daha faziletli, ve Hz. Resulullah (sav)’ın yerinde oturmaya gerçek liyakat sahibi olduğunu biliyordu.

İşte, bu olaylar, Hz. Zeyneb’in kişiliğinin oluşmasında büyük bir etki bırakıyor ve şu sonuca varıyordu ki; sorumluluk bilincini taşıyan kadın, erkek herkes, şartlar her ne olursa olsun, elinden alınan hakkını geri almak için, sürekli mücadele etmeli, hakkını ve izzetini savunmalıdır. Bu noktada, halkı aydınlatmak için konuşma yapmalı ve mücadele etmelidir.

Hz. Zeynep, amcası oğlu Abdullah ile evlenmiş; bu evlilikten iki çocuğu olmuştur. Ama o bu iki çocuğunu da hakkı müdafaa uğruna Kerbela’da şehit vermiştir.

Hz. Fatıma’nın Medine’de babasının Mescidinde yaptığı konuşmasını, Hz. Zeyneb’in Kufe şehri ve mel’un Yezid’in sarayında yaptığı konuşmalarla kıyasladığımızda, Hz. Fatıma (a.s)’nın düşünce sisteminin ve sosyal meseleler karşısındaki tavrının, Hz. Zeyneb’in üzerinde derin bir iz bıraktığı görülüyor.

Çünkü, Hz. Fatıma, kızı Zeyneb’e İslam’ın bütün temel inanç ve esaslarını öğretmişti.

Tarih boyunca, hakkı ve adaleti isteyenlerin başına gelenleri, Zeyneb’e hatırlatmıştı. O, kızına, peygamberlerin insan topluluklarını, cehalet, hurafe ve sınıfsal ayrıcalıklardan kurtarmak için nasıl mücadele ettiklerini, zorluklara nasıl göğüs gerdiklerini, hangi sınıfın muhalefetiyle karşılaştıklarını ve aslında peygamberlere en başta sermayedarlar ile zorba ve komplocu politikacıların muhalefet ettiklerini, peygamberlerin de onlara karşı Allah’ın emirleri doğrultusunda var güçleriyle karşı koyduklarını tek tek anlatmıştı.

Hz. Ali (as), bir çok alanda; hatta bir birine zıt sahalarda kahraman ve eşsiz bir insandı. O, bir fikir adamıydı, büyük bir düşünür, ilk üç halifenin itiraf ettikleri gibi “canlı Kur’an”, yerin altından semavi ilimlere kadar evrenin bilinen zahir ilimleri ile gizli ilimlerine vakıf bir bilge idi. Acaba, bunca insani fazilete sahip olan bir insanı hilafetten uzak tutmak, İslam’a darbe değil miydi? Hz.Ali (as)’ın suskun kalması ise iç savaş çıkarak bir fidan misali olan İslam’ın zarar göreceğinden korktuğundandı.

Çünkü Hz. Ali (a.s) biliyordu ki, o şartlar altında kendi hakkı olan hilafeti geri almak için ısrar ederse, hiç de hoşa gitmeyen olaylar zuhur edecek ve Resulullah’(sav)’ın çektiği zahmetler ve İslam için dökülen kanlar heder olacaktı. Oysa, Alemlerin Rabbi “Ey Muhammed onlara deki, ben bunca tebligatım karşılığında sizden bir ücret istemiyorum, istediğim tek şey ev halkımı (Ehl i beytimi seviniz (ve onlara itaat edinizdir)” diye buyurmuştu. Ne yazık ki iman edenlerin çoğu dille ikrar etmiş fakat kalben iman etmemişlerdi.

İmam Ali (a.s), bu şartlarda yaşamanın zorluğunu “Yaşamak direnmektir”, vecizi ile ifade ederek zalimlerin himayesinde yaşayan mazlumların hayatta kalmalarının en büyük zafer olduğunu biliyordu. Bu günkü İsrail’in korucularının savundukları gibi “Topraksız insanlar olmaktansa insansız topraklar olsun” fikri zalim insanların güçsüz düşürülmüş insanların kaderi hakkında neler düşündüğünü ortaya koyuyor.

İmam Ali (a.s), Hatemullah’ın emanetini, leş kargaların ve münafık dindarların istilasına karşı korumak için, kendi ifadesi ile boğazında kemik gözünde diken kalmış insanın durumunda olduğu halde sabretmeyi bilmiştir.

Bu olayların hepsine, Ali’nin biricik kızı Zeynep de şahit oluyordu. Bunların her biri, Zeynep gibi düşünen ve sorumluluk sahibi bir insan için büyük bir dert ve imtihandı. Çünkü ilim ve takva sahibi olan babası susmaya mecbur edilmiş, o da yüce değerleri korumak için, kendi hakkından mahrum kalmak pahasına olsa bile kendi tabiriyle gençleri bir anda ihtiyarlaştıran, müminlere Allah’ın likasını arzulatan zifir karanlıklar içinde sabretmişti.

İlk üç halife zamanında sürekli İslam’ın uygulamalarının Peygamber (sav)’in sünnetti doğrultusunda icra edilmek yerine, halifelerin sürekli fetihlerde bulunmaları ve askerlerin elde edilen ganimetler dolayısıyla bu durumdan memnun olmaları; hatta gittikçe belirgin olarak iktidara yakın çevreler ve kabile ileri gelenleri arasında bir oligarşinin oluşmasına yol açmıştı. Yani keyfi uygulamalar ve adam kayırmalar Osman’ın hayatına da mal olmuştu. Bu arada halk bir nevi İslam’ın ilk yıllarına yabancılaşsa da İmam Ali (a.s)’a büyük bir ısrarla hilafeti kabul etmesini istiyordu. O hazret de önce kabul etmemiş sonra da kabul etmek zorunda kalmıştı.

Hicretin kırkıncı yılında Hz. Zeynep babasının şehadetine şahit oldu. Öyle bir baba ki, dağlar kadar azametliydi. Hz. Alin’in şehadeti yalnız ailesini değil bütün sevenlerini derinden etkilemiştir. Hz. Zeyneb’i üzen diğer bir olay da, İmam Hasan (a.s)’ın Muaviye ye karşı harekete geçtiği savaştır. İmamın ordusunun ileri gelenlerinin dini dünyaya satarcasına para karşılığında saf değiştirmeleri ve bu hareket esnasında ordunun geride kalan askerlerin imamın eşlerine ait ziynet eşyalarını çalmaları üzüntülerini daha da arttırmıştır. İmamı, Muaviye ile sonradan Muaviye’nin çiğneyeceği, sözünden döneceği antlaşmaya razı olmak zorunda bırakıldığı ve şehit edilmesi ile gelişen olaylar da kederini derinleştirmiştir .

İmam Hasan (a.s)’ın eşi Cüde tarafından zehirletilerek şehit edilmesine ve çektiği acılara Hz. Zeynep tanıklık etmiştir. Bundan önce de Ceddi Resullah (sav), annesi ve ümmetin annesi Hz. Fatıma’(as)’ın üzüntüsünden vefat etmiş, biricik babasının hariciler tarafından canice şehit edilmesi ardından ağabeyinin şehadeti Hz. Zeynebi takatsiz bırakmıştı. Artık tek tesellisi olarak İmam Hüseyin (as) kalmıştı. Hz. Zeyep için en büyük dert abisinin şehadetinden sonra Muaviye’nin zulmünü devam ettirerek fasık oğlu Yezid’e saltanatı bırakması olmuştur.

Muaviye bir çok cinayet işledikten sonra ölmüştür. Muaviye’den sonra fasık oğlu Yezid, İmam Hüseyin (a.s)’den biat almaya karar verdi. Kendisine yapılan biat teklifi karşısında İmam, şöyle buyurdu; “Yezid gibi birisi ümmetin başına geçerse İslam yok olur gider.” İmam, Kufeliler’in davetine icabet etmek üzere, bir grup yakınıyla beraber Medine’den Mekke’ye doğru yola çıkmıştır.

Hz. Zeynep bu kervanda abisinin yanında yer almaktaydı, ve kendisini büyük bir vazife için hazırlıyordu. Ne yazık ki o acı günler başlıyordu, Muharremin birinci günü başlayan o ıstırap yolculuğu onuncu gün olan Aşura günü bitmiş ve fasık olanlar zahiren galip gelmiş fakat gönüllerde mahkum olmuşlardı.

Hz. Zeynep Kerbela kahramanlarının savaşına şahit olmuştu. İmam Hüseyin ve yaranları ki bunlar arasında iki oğlu da meydanda mertçe savaşıp şehit olmuşlardı..

Hz. Zeynep, yapılan bütün haksızlıklara ve gaddarlıklara şahit oluyordu. Ancak her şeye rağmen sabırla direnmiştir. Hz. Zeyneb’in asıl çilesi Kerbela’dan sonra başlamıştır. Yezidin askerleri onca insanı şehit etmekle kalmamış geride kalan savunmasız kadın ve çocuklara ait değerli eşya ve ne varsa hepsini ganimet diye el koymuşlar ve çadırlarını istila etmişlerdi.Geriye her şeyleri elinden alınmış Ehli-Beyt’in kadınları ve yetim çocukları kalmıştı.

Hz. Zeyneb’in sorumluluğu daha yeni başlıyordu. Çünkü İmam Hüseyin (as)’in şehadetinden sonra kafilenin başına geçmiştir. Fatıma gibi bir annenin kızı olan Zeynep Kerbela hadisesinden sonra Peygamber(sav)’in “cihadın en üstünü zalim liderin karşısında hakkı söylemektir” hadisinin gereğini yerine getirmiş; bunu Yezid’in huzuruna çıkarıldığında yaptığı konuşmayla ispatlamıştır.

Kufe ve Şam’da halkla yaptığı hutbeler sayesinde Yezid hükümetinin sonunu hazırlamış ve beyinlere yeniden gerçek İslam’ı doğru olarak algılamasını sağlamıştır. Çektiği çileler karşısında Zeynep, hiç yılmadan Medine kadınlarına da öğütler vermişti, onlara kadın sorumluluğunun sadece çocuğa bakmak, çamaşır veya bulaşık yıkamaktan ibaret olmadığını söylemişti. Kadın bir insan olarak insanın toplumsal ilişkilerinde önemli bir rol oynamalı ve öncülük yapmalıydı.

ERKEK KADIN SAYESİNDE MİRACA YÜKSELİR

İslam hem kadına hem de erkeğe eşit bir gözle bakmaktadır. Hem erkeği hem de kadını insan olarak kabul etmektedir. İnsanın insanlığı ile ilgili düzenlemelerde kadın ile erkeğin arasında hiçbir farklılık yoktur. Zira İslam’da, kadın ve erkek insan olma hususunda eşittirler. Kadına insanlık değerini veren din İslam dinidir. Ama ne yazık ki beşeri sistemler için böyle bir şey söylemek mümkün değildir, onlar kadını sadece bir dişi ve cinsel ihtiyaçlarının tatmini için bir araç olarak biliyorlar. Ama İslam dininde böyle bir durum yoktur ve olamaz.

Çünkü İslam yukarda belirttiğimiz gibi kadına, büyük önem ve değer vermiştir. Örnek verecek olursak sevgili Peygamberimizin (sav) eşlerine, kızına ve torunlarına karşı duyduğu sevgi yetmez mi? Hz. Fatıma’nın hayatını incelediğimizde onun gerçek bir kadın gerçek bir eş ve gerçek bir anne olduğunu görüyoruz. Öyle bir anne ki, kızını şartların kötü olmasına rağmen iyi bir şekilde terbiye edip onu gerçek bir mücadele insanı olarak yetiştirmiştir. Ne mutlu böyle bir anneye, değil mi sevgili Erenler. Ezel günden aşk antlaşmasının planı çizilirken; Zeynep adı aşk başlığının ziyneti oldu.


ÖZGÜRLÜKÇÜ ESİR

Ey Ali’nin kızı,

Ey Hüseyn’in bacısı,

Ey büyük Zeynep

Ey Kerbela şehitlerinin mesajcısı

Bizden sana sonsuz selamlar olsun

Güneşin kızıl batışında

Zulmün tutsağı oldun

İnsanlığın özgürlüğü cefalarda saklıdır

Senin feryadın;

Kerbela’nın ölümsüz kahramanlığındır

Senin Hüseyni kıyamdaki rolün

Hareketin ve haykırışın

O, ebediliğin sırı ve fanilikteki ebediliktir.

Omuzladığın o kutsal dava

Yürekten seslendiğin o kutsal hışım

Zulüm tahtının üzerine sönmeyecek bir

Ateş gibi çöktü…
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

Hz. Masume (a.s) ve Kum Şehri

Hz. Fatime-i Masume (a.s)’ın Hayatı

Hz. Masume aleyhaselam, Medine-i Münevvere Şehrinde, hicretin 173. Yılının Zika'de ayının birinci günü dünyaya gelmiştir. [1]

Hz. Masume’nin babası on iki Masum imamlardan Yedincisi İmam Musa Kazım (a.s)’dır. İmam Musa Kazım (a.s) kendi zamanında ilahi ilimlerin taşıyıcısı, yeryüzündeki insanlar arasında ilahi hüccet; ilim, takva, züht ve diğer yüce erdemler yönünden eşsiz idi. Pek az uyur, gecelerini ibadetle geçirir, secde halinde saatlerce Allah Teala ile münacat ederdi. Bir çok geceler tanınmayacak bir şekilde fakirlerin evlerine başvurarak şefkatli bir baba gibi onların evine gerekli olan ihtiyaç maddelerini taşırdı. Gündüzleri ise halkı hakka hidayet etmekle meşgul olur ve zalimler vasıtasıyla tahrife uğramış olan dinin gerçeklerini açıklardı.

İmam Musa Kazım (a.s)’ın halk arasındaki manevi nüfuz ve mevkisine tahammül edemeyen ve onu kendi zalim yönetimlerinin istikrarı için bir tehlike gören zalim Abbasi hükümdarı Harun er-Reşit yıllar boyunca İmam’ı zindanlarda tutmuş çeşitli işkence ve zulümler yapmış ve sonunda da İmamı zehirle şehit ettirmiştir.

Allah’ın salatı ona ve hidayet meşaleleri olan diğer Ehl-i Beyt İmamlarına olsun.

Hz. Masume’nin annesi iffet, iman ve takvasıyla tanınan ve İslami ilimlere vakıf Necme isminde muhterem bir hanımdır. O İslami ilimleri Hz. İmam Cafer Sadık (a.s)’ın hanımı Hamide’den öğrenmiştir.

Hamide şöyle diyor: Necme bizim eve geldiği gün, Peygamber (s.a.a)’i rüyamda gördüm bana şöyle buyurdu:

"Ey Hamide Necme’yi oğlun Musa’yla evlendir. Zira yeryüzünün en iyi insanı ondan dünyaya gelecektir."

Hamide diyor ki ben Resulullah (s.a.a)’in emriyle Necme’yi oğlum Musa’ya aldım ve ondan İmam Rıza dünyaya geldi.

Horasan'a yolculuk

Abbasi halifelerinin yedincisi olan Me'mun, Şia’nın kıyamını önlemek için, Hz. İmam Rıza (a.s)'ı, Medine’den Horasan'a davet etti. Bu hususta, İmam (a.s)'a çok mektuplar gönderdi ve nihayet zorla İmam’ı Horasan'a getirtti. İlk önce (siyaset icabı) hilafeti İmam'a teklif etti; ama İmam (a.s) kabul etmedi. Daha sonra veliaht olmayı teklif etti. İmam (a.s), Me'mun'un hilelerinden haberdar olduğu için yine, ilk önce kabul etmedi, ama daha sonra Me'mun'un ısrar ve tehdidiyle, veliahtlığı, memleketin siyasi işlerine karışmamak şartıyla, zâhirde kabul etti. İmam (a.s) koyduğu bu şartla, Me'mun'un hükümetinden razı olmadığını Müslümanlara anlatmak istedi.

Kum'un büyüklerinden nakledildiğine göre, Memun’un, İmam Rıza aleyhisselam'ı Medine'den Merv Şehrine götürmesinden bir yıl geçtikten sonra, yani Hicretin 201. yılında Hz. Masume aleyhaselam kardeşini görmek için, bir kaç kardeşinin eşliğinde Medine'den Horasan'a doğru hareket etti.[2]

Bu yolculukta Hz. Masume'yle Birlikte Olanlar Bu yolculukta Hz. Masume aleyhaselam, Fazl, Cafer, Hadi ve Kasım isminde dört kardeşi ve bir kaç yeğeni ve bir kaç hizmetçi ile birlikte idi.

Hz. Masume’nin Hastalanması Hz. Masume aleyhaselam'ın, bulunduğu kafile İran'ın Save şehrine ulaştığında, Ehl-i Beyt düşmanları haberdar olup onların kafilesine saldırdılar; bu saldırıda Hz. Masume aleyhaselam'ın kardeş ve yeğenlerinden 23 kişi, vuku bulan çatışma sonucu şehit oldular.

Kum şehrinin halkı bu haberi duyunca yardıma koştularsa da, olay yerine ulaştıklarında artık Hz. Masume aleyhaselam'ın yakınlarından bazıları şehit olmuştu; Hz. Masume aleyhaselam‘da bu olaydan duyduğu hüzün ve üzüntü neticesinde şiddetli bir şekilde hastalanmıştı.

O zaman, Save şehrinin halkı çok mutaassıp idiler; hatta Hz. Ali aleyhisselam'ın evlatlarına karşı kin besliyorlardı. Hz. Masume aleyhaselam, ''Burayla Kum Şehri arasındaki mesafe ne kadardır?'' diye sordular. On fersah diye cevap verdiler. Bunun üzerine ''Beni Kum'a götürün '' dediler. Ve sözlerine şunu eklediler ki: Ben babalarımdan duydum ki ''Kum şehri bizim Şialarımızın yeridir.''[3]

Hz. Masume aleyhaselam, 201 hicri kameri yılının Rebiulevvel ayının 23'de Kum şehrine ulaştılar.

Hz. Masume’yi Karşılama Nakledilen sahih hadislere göre, Hz. Masume aleyhaselam'ın Kum'a girişlerinde, Kum'un büyükleri, onların önünde Musa b. Hazrec ve Kum halkından kalabalık bir grup, Hz. Masume aleyhaselam'ı karşıladılar. Ve bir çok kurban kestiler.

Hz. Masume aleyhiselam'ın Kum'da, bu şehrin büyüklerinden olan Musa b. Hazrec b. Sa'd Eş'ari'nin ricası üzerine onun evine yerleştiler.

Musa b. Hazrec'in evinde olduğu müddetçe, daima kardeşi Hz. Rıza (a.s)'ı hatırlayıp ayrılığından dolayı göz yaşı döküyordu. Hz. Masume'nin bulunduğu ev şimdi "Meydan-ı Emir" mahallesinde "Sittiye" medresesinde bulunmaktadır

Hz. Masume’nin vefat ve defni

Hz Masume, Musa b. Hazrec’in evinde on yedi gün kaldı, ta ki Rebiussani ayının onunda, 201 hicri kameri yılında Kum Şehrinde vefat etti.

Bu nakle göre Hz. Masume, vefat ederken doğumundan 27 yıl 4 ay ve on gün geçmekteydi.[4]

Hz. Fatime Masume aleyhaselam, vefat ettiğinde onu gusl edip, kefenlediler ve sonra Kum’da bulunan Babilan adlı mezarlığa defin ettiler.

Nakle göre, kimin Hz. Masume’nin pak na’şını mezara indireceği hususunda, Saad ailesi arasında ihtilaf meydana gelmiş ve sonunda hepsi, Kadir isimli salih bir yaşlının bu görevi üstlenmesi hususunda ittifak etmişlerdir.

Bu şahsın gelip cenazeyi defin etmesi için ardısıra adam gönderdiklerinde, aniden çölün kumluk tarafından yüzü örtülü iki süvarinin süratle geldiği görülmüştür. Bu iki süvari, Hz. Masume'nin cenazesinin yanına gelip atlarından indiler; cenaze namazını kıldılar, sonra Hz. Masume'nin cenazesini toprağa verdiler ve daha sonra çıkıp gittiler. Ve bunların kim olduğunu kimse anlayamadı.

Musa b. Hazrec, kabrin üzerine hasırdan bir gölgelik dikti, daha sonraları 9. İmam Hz. Muhammed Takî (a.s)’ın kızı Hz. Zeyneb, Kum'a geldi ve o mutahhar mezarın üzerine bir kubbe yaptırdı.[5]

Tarihten anlaşıldığına göre, bugün var olan muhteşem binalardan önce, orada iki kubbe varmış; bir kubbenin altında Hz. Masume'nin mezarı ve Musa Mübarka'nın kızı Ümmü Muhammed'in kabri; ikinci kubbenin altında ise (Musa Mübarka'nın diğer kızı Meymune'nin ve Muhammed b. Ahmed b. Musa Mübarka'nın cariyesi Ümmü Habiben'in mezarları varmış. [6]

Hz. Fatime-İ Masume (a.s)’ın Şahsiyet ve Fazileti

İmam Musa Kazım aleyhisselam’ın, âlime, âbibe, ârife, zâhide, mestûre, muttakiye kızı Hz. Fatıma-i Masume, Allah'ın kendisine bağışladığı yüce bir makam ve mevkiye sahiptir. Kutsal mezarı, Dar'ül müminin olan Kum kentinde yer almıştır. Mukaddes türbesi müminlerin ziyaretgâhı, dua ve zikirlerin icabet yeridir. Ziyaretinin sevabı cennettir.

Ebu’l- Kasım-i Sehab, "Hz. Musa Kazım (a.s)’ın on dokuz kızı olduğunu ve kızlarından sadece, Masume lakabıyla meşhur olan Hz. Fatıma'nın Kum şehrinde defnedilmiş olduğunu yazıyor.

Merhum Hacı şeyh Abbas Kummi (r.a) de şöyle yazıyor: Hz. Musa b. Cafer (a.s)’ın en çok tanınan kızı Hz. Fatıma'dır. Mukaddes mezarı Kum kentindedir. Güzel bir türbesi vardır. Bu mekân Kum halkının göz nurudur. Aynı zamanda Müslümanların zorluklarda Allah’ın rahmetine nail olmak için sığındığı bir yerdir. Sürekli olarak uzak yakın bölgelerden müminler, Fatıma-i Masume (a.s)’ın ziyaret feyzine erişmek için, sefer zahmetine katlanıp Kum şehrine giderler.

Hz. Masume, henüz dünyaya gelmeden önce, İmam Sadık (a.s), Kum şehrini övmüş ve Hz. Masume'nin şahsiyet ve makamını açıklayarak orada defnedileceğini bildirmiştir.

1-Hz. İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:

"Allah'ın bir haremi vardır ki, o Mekke'dir; Resulullah (s.a.a)'in bir haremi vardır ki, o da Medine'dir; Emir-ül Müminin Hz. Ali (a.s)'ın da bir haremi vardır ki, O da Kufe'dir; bizim de bir haremimiz vardır, o da Kum beldesidir. Benim evlat (torun)larımdan bir hanım orada defnedilecektir ki ismi Fatıma'dır. Kim onu ziyaret ederse, cennet ona farz olur."

Ravi diyor: İmam Sadık (a.s) bu sözü, henüz İmam Kazım (a.s) dünyaya gelmeden buyurdular. [7]

3- Sa'd b. Sa'd şöyle diyor: İmam Rıza (a.s)’dan, İmam Musa b. Cafer (a.s)’ın kızı Fatıma hakkında sorduğumda, İmam (a.s) şöyle buyurdu:

"Kim onu ziyaret ederse, cenneti hakkeder." [8]

4- Hz. İmam Muhammed Taki (a.s)'ın da şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:

"Kim halam (Masume'nin) kabrini Kum'da ziyaret ederse, cenneti hakkeder" [9]

5-Yine Sa'd, İmam Rıza (a.s)’ın ona hitaben şöyle buyurduğunu nakleder:

"Ey Sa'd! Sizin yanınızda bize ait bir mezar vardır." Canım sana feda olsun. İmam Musa Kazım (a.s)'ın kızı Fatıma'yı mı söylüyorsunuz? dedim. İmam, (a.s) "Evet" buyurdular. "Kim onu, hakkını tanıyarak ziyaret ederse, cenneti hakkeder." [10]

Hz. Masume’den Nakledilen Hadisler

Hz. Masume’nin özelliklerinden biri, onun İslami ilimlere vakıf oluşudur. Bu nedenle, bir takım hadislerin senedinde Hz. Masume’nin isminin geçtiğini görmekteyiz. Bu hadislerden elimize ulaşmış olanların az olmasına rağmen, yine de Hz. Masume’nin ilmi makamını göstermek için yeterlidirler. Biz burada bu hadislerden birini örnek olarak naklediyoruz:

...Hz. Musa b. Ca’fer’in kızları Fatime, Zeyneb ve Ümmü Külsüm dediler ki: Cafer b. Muhammed’in kızı Fatıma bize rivayet etti, Ali b. Hüseyin’nin kızı Fatıma rivayet etti, Hüseyin b. Ali’nin kızları Fatıma ve Sekine rivayet ettiler: Hz. Fatime-i Zehra’nın kızı Ümmü Külsüm; o da Resulullah’ın kızı Fatıma’dan (kendi annesinden) şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Acaba siz, Resulullah’ın Gadir-i Hum’da dediği şu sözü unuttunuz mu? Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır. Resullah’ın şu sözünü unuttunuz mu? (Ey Ali) senin bana nisbet; mevkiin, Harun’un Musa’ya olan mevkii gibidir."[11]

Hz. Masume (a.s)’ın Mezarının Yapımı

Daha önce değindiğimiz gibi, Hz. Masume'nin cenazesi hicretin 201. yılında eski adı "Babilan" olan yere defnedildikten sonra mezarın üzerine hasırdan bir gölgelik bir süre sonra da sade bir kubbe yapılmıştır. Tarihten anlaşıldığına göre Hz. Masume'nin mezarı, Hicretin 413. yılında güzel çinilerle süslendi. Hicri 525’de eski kubbeyi söktürüp yerine muhteşem bir kubbe yaptırıldı ve kubbe güzel çinilerle döşettirildi.

Hicretin 925. yılında da haremin kuzey kısmının eyvanı yaptırılarak, eski avlunun planı hazırlandı ve mezarın üzerine çiniden bir zarih (şebeke) yaptırıldı.

Hicretin 1077. yılında, kabrin üzerine beyaz çelikten bir zarih (şebeke) yaptırıldı; 1275 yılında çelik zarih gümüşle kaplatıldı. Şimdiki zarih ise, 1328 Hicri Kameri yılında, tümü gümüş olarak yapılmıştır. Şöyle ki eski zarihte olan 5000 halis miskal gümüşe, türbe’nin hazinesinde bulunan 43000 miskal halis gümüş eklenerek bugünkü zarih yapılmıştır.[12]

Hicri 1218'de kubbe altınla kaplatıldı. 1239 yılında Balaser mescidi (kabrin baş tarafındaki cami) yapıldı. 1276 yılında da eski bahçenin eyvanı altınla kaplatıldı.

Hicri 13. asrın sonlarında yeni avlunun planı hazırlandı ve yapımı Hicri 1303. yılında tamamlandı.[13]

Hz. Masume’nin mukaddes mezarının bulunduğu muhteşem bina, birbirine bitişik ve büyük kapılarla birbiriyle ilişkili üç avluyla çevrilidir. Bu avluların ikisi Hz. Masume’nin mezarlığına ait eski ve yeni avlular olup bunların etrafı medrese usulü hücrelerle çevrilidir. Hücrelerin ön cephesi çinilerle kaplıdır bu çinilerin üzerine Ehl-i Beyt’in methiyle ilgili çeşitli şiirler yazılıdır. Diğer avlu ise, Hz. Masume’nin mezarına bitişik olan Mescid-i A’zam aittir. Büyük avlunun ve Mescid-i Azam’ın avlusunun ortasında iki büyük havuz bulunmakta ve avluların diğer yerleri ise büyük düz siyah taşlarla döşenmiştir.

Türbenin asıl bölümünün üzerinde altın kaplı büyük bir kubbe ve çini döşeli dört büyük minare bulunmaktadır. Kabri içine alan şebeke de altın kaplı büyük kubbenin altında yer almaktadır. Bu bölüme bitişik olan diğer üstü kapalı alanlar ziyaretçilerin çeşitli ibadi amellerini yerine getirebilmeleri için, gerekli sahayı sağlayan, Tabatabai, Mutahhari, Balaser ve A’zam mescitleridir. Binanın iç duvarlarının yukarı bölümlerinde ise çiniler üzerine yazılmış bir çok hat eserleri mevcuttur. Bunlarda genelde Kur’an-ı Kerim’den bazı sure, ayet ve Resulullah’ın Ehl-i beyt hakkındaki hadisleri yazılıdır.

Örneğin: Hz. Masume'nin kabrinin çevresindeki çinilerin üzerine yukarıdan aşağıya kadar, Kufi hattıyla Yasin, Tebareke, Gaşiye ve Kadir sureleri yazılmıştır. Mezarın mihrab şeklinde olan üst kısmının etrafında Ayet'el Kürsi yazılı olup, ortasında ise şu söz yer almıştır:

"Musa b. Cafer'in kızı Fatime, 201. yılında vefat etmiştir. Mübarek zarihini ise, Muzaffer b. Ahmed b. İsmail yaptırmıştır. Bu yazıyı Muhammed b. Tahir 2 Recep H. 652. yılında yazmıştır."[14]

Küçük avluya açılan altın eyvanın duvarındaki çivit renkli çininin üzerine, Ehl-i sünnet alimleri tarikiyle nakl olunan bir hadis süls hattıyla yazılıdır. Bu hadisi burada nakletmekte yarar görüyoruz:

Ehl-i Sünnetin alimlerinden olan Zemahşeri "Keşşaf" tefsirinde ve "Sa'lebi"' "Keşf'ül Beyan" tefsirinde, Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyorlar:

"Bilin ki, kim Âl-i Muhammed’in (Ehl-i Beyt)'in sevgisi üzere ölürse, şehit olarak ölmüştür.[15] Bilin ki, kim Âl-i Muhammed'in sevgisi üzere ölürse, günahları bağışlanmış olarak ölmüştür.

Bilin ki, kim Âl-i Muhammed’in sevgisi üzere ölürse, kamil imana sahip bir mümin olarak ölmüştür.

Bilin ki, kim Âl-i Muhammed’in sevgisi üzere ölürse, ölüm meleği ve daha sonra da Nekir ve Münkir onu cennetle müjdelerler.

Bilin ki, kim Âl-i Muhammed’in sevgisi üzere ölürse, süratle cennete gider.

Bilin ki, kim Muhammed ve Âl-i Muhammed’in sevgisi üzere ölürse, Allah-u Teala onun kabrinden cennete iki kapı açar.

Bilin ki, kim Muhammed ve Âl-i Muhammed'in buğzu üzere ölürse, kıyamet günü iki gözünün arasına "Allah'ın rahmetinden ümitsizdir" yazılmış olduğu halde gelir.

Bilin ki, kim Âl-i Muhammed’in buğzu üzere ölürse, kafir olarak ölmüş olur.

Bilin ki, kim Âl-i Muhammed’in buğzu üzere ölürse, cennet kokusunu alamaz." Şüphesiz Resulullah (s.a.a) doğru buyurmuştur. [16]

Hz. MASUME’NİN MUKADDES MEZARININ BULUNDUĞU KUM ŞEHRİ

Müslümanlar Kum beldesini, Hicret'in 23. yılında fethetmiştir.

Kum'un fethedilmesiyle, Arap Müslümanları bu bölgeye ilgi duymaya ve gidip gelmeye başlamışlar.

Abdulmelik b. Mervan'ın[17] hilafeti döneminde, (Hicri birinci asrın ikinci yarısında) Ehl-i Beyt’e bağlılıklarıyla tanınmış olan Eş'âr oğulları,[18] Abdülmelik'in zalim hükümetinin egemenliği altından kaçıp, Kum bölgesine sığınmış ve yavaş yavaş Kum'u kendi egemenlikleri altına almışlardır.

Eş'ariler'den Kum'a gelen ilk şahıslar şunlardır: Abdullah b. Sa'd, Ahvas, Abdurrahman, İshak ve Naim.

Sonra bunların akraba ve yakınları da Irak'dan hicret edip Kum'a yerleşmişlerdir.[19]

Zalim halifeler, tarih boyunca, bu şehire fazla ilgi duymayıp onun kalkınmasına önem vermemişlerdir. Bu yüzden Kum, Hicri ikinci asrın sonlarına kadar İsfahan'a bağlı kalmış ve bağımsız bir hakimi olmamıştır.

Bu durum Haruner- Reşid[20] zamanına kadar devam etmiştir; nakledildiğine göre, Harun'un hilafeti döneminde, Kum'un tanınmış şahsiyetlerinden olan, Hamza İbn-i Yesa' Harun'dan, Kum'un İsfahan'dan ayrılıp müstakil bir vilayet olmasını istedi. Harun, bu öneriyi kabul edip, bu hususta ona gereken yetkiyi verdi. O da çok çaba sarf ederek Kum'un sınırını, ziraat yerlerini ve vergilerini belirledi.

Kum halkının Ehl-i Beyt mektebine tabi olmaları, gasıp Harun Reşid hükümetinin Kum halkına sert davranmasına sebep olmuş ve neticede halk ile devlet güçleri arasında, bir çok kez çatışmalar çıkmıştır. Ama, Harun'un bütün çabalarına rağmen Kum halkı, Ehl-i Beyt mektebine olan bağlılıklarını korumuşlardır. Çünkü, Ali (a.s) ve Ali evlatlarının (a.s) sevgisi, onların kalplerinin ta derinliklerine yerleşmiştir[21].

Kum kenti takriben iki asır boyunca (İkinci asrın yarısından dördüncü asrın yarılarına kadar) günden güne genişleyip halkı gittikçe artmış. Ama o dönemden sonra muhaliflerin baskısı neticesinde Kum, onarım bakımından günden güne gerilemiş, halkı zalim halifelerin şiddetli baskılarına maruz kalmıştır.

Ama bütün bunlara rağmen Kum Şehri, daima Ehl-i Beyt (a.s) mektebinin izleyicilerinin merkezi olmuş ve bu konumunu bugüne kadar da sürdürmüştür. Ehl-i Beyt dostlarından Kum'a gelen herkes, tam bir güvenlik ve izzet içerisinde yaşamıştır.

Kum’un bu konumu yüzünden; İmam Muhammed Taki (a.s)'ın bir kaç evladı ve diğer masum İmamların torunlarından bir kısmı Kum'a gelip yerleşmişlerdir.

Şah Abbas döneminin ünlü yazarlarından olan "Ahmed Razi", Kum hakkında geniş bir kitap yazmış ve kitabında Kum toprağının, masum imamların evlat ve torunlarından yaklaşık 444 kişiyi kendi bağrında bulundurduğunu kaydetmiştir.

Günlerin ve gecelerin bir olmadığı, ayların birbirinden farklı olduğu, günlerden birinin bayram ve şenlik günü, diğerinin ise uğursuz sayıldığı gibi, yer ve şehirlerden bazıları da özel bir değere sahiptir.

İmam Sadık (a.s)’ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Allah’ın selamı, Kum ehline olsun. Allah, şehirlerine bol yağmur yağdırsın; bereketini onlara indirsin ve kötülüklerini iyiliğe dönüştürsün. Onlar, rüku, secde ve kıyam (ibadet) ehlidirler. Onlar, düşünen fakih ve alimdirler. Onlar, İmamların söz ve rivayetlerini iyice anlarlar ve Allah’a hakkınca ibadet ederler.[22]

Hz. İmam Musa Kâzım (a.s)’ın şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

"Kum, Muhammed’in Ehl-i Beyt'inin (a.s) yuvasıdır; onların Şiasının meskenidir; fakat onların gençlerinden bir grup, babalarına karşı çıkacaklar, büyüklerini küçümseyip alay etmelerinden dolayı helak olacaklardır. Bununla birlikte Allah-u Teala, düşmanların şerrini ve her çeşit kötülüğü Kum ehlinden uzaklaştıracaktır."[23]

Eh-i Beyt İmamlarından şöyle rivayet edilmiştir:

"Eğer Kum'lular olmasaydı, din zayi olurdu (yok olurdu.)" [24]

Muhaddisi Kummi şöyle diyor: Ehl-i Beyt'in haremi, Al-i Muhammed'in yuvası, Cebrailin ayak bastığı yerdir. Dar-ül iman olan Kum beldemiz, mevlamız İmam Ebu’l- Hasan er-Rıza (a.s)’ın mübarek kademleriyle şeref buldu; izzet ve azameti daha da arttı. Sekizinci İmam Rıza (a.s)’ın Kum'a gelişi ceddi Resulullah (s.a.a)'in Medine-i Münevvere’ye gidişi gibidir. Şöyle ki; Resulullah (s.a.a) Medine'ye girdiğinde, Medine halkı Hazret'in devesinin yularını tutup, her birisi Resululullah (s.a.a)'i kendi evine götürmeye çalışıyordu. Resulullah (bu durumu görünce şöyle buyurdu): "Deveyi serbest bırakın. O deve kimin kapısının önünde diz çökerse, ben orada konaklayacağım." Devenin yularını serbest bıraktılar. Deve, Medine şehrine girip, halkın en fakiri olan Ebu Eyyub-i Ensarî'nin evinin önünde diz çöktü. Böylece Resulullah, (s.a.a) o eve teşrif ettiler. Kum halkı da İmam Rıza’yı evlerine davet ettiklerinde, İmam (a.s) Peygamber (s.a.a) gibi davrandı.

Kum halkına onur vesilesi sayılacak şeylerden biri de, Ehl-i Beyt (a.s) adına çok tarla, su kaynağı ve yer vakıf etmeleridir. Mallarının humuslarını, İmamlara göndermede asla ihmalkârlık etmemiş ve bu konuda önde gelmişlerdir. İmamlar da, onlardan bir çoğuna bir takım hediyeler göndererek onlara lütufta bulunmuşlardır.

CEMKERAN CAMİİ :

Kum’daki önemli kutsal mekanlardan biri de Cemkeran mescididir. Kum’a altı kilometre uzaklıkta, Kum-Kaşan yoluna yakın bir yerde bulunan bu mescit, Hz. İmam Zaman'ın (Hz. Mehdi (a.s)’ın ) emri üzere yapılmıştır. Bu mukaddes mekanda ibadet ve namazın çok fazileti vardır. Bu mescidi ziyaret edip; orada namaz kılan, ibadet ve dua eden kimseler, İmam (a.s)’ın teveccüh ve lütfüne mazhar olur inşaallah. Bu mukaddes; mekan ilahi kerametlerin açıkça tecelli ettiği ve halkın hacetlerinin reva olduğu ve Allah’ın izniyle çaresiz dertlerin çözümlendiği ve daha önemlisi ehliyetli insanların manevi feyizler elde ettiği bir yer olarak müminler arasında tanınmaktadır. Bu Mescidin, İmam (a.s)’ın mübarek emri ile yapılması olayını, Merhum Mahaddis-i Nurî (Muhaddis-i Kummî'nin üstadı) Necm-üs Sakıb adlı kitabında; "Tarih-i Kum" kitabından naklen şöyle yazmıştır:

Hasan b. Musle’den nakledilmiştir ki: 393 H. Kameri'nin Ramazan ayının 17. gecesi, kendi evimde uyumuştum. Aniden bir kaç kişiden oluşan bir grup, gece yarısı evimize gelerek beni uykudan uyandırıp şöyle dediler: "Kalk, İmam Zaman (a.s) seni istiyor." Kalkıp onlarla birlikte mescidin şimdiki yerine geldik. Oraya varınca İmam (a.s)’ın bir cemaatle birlikte, bir tahtın üzerinde oturduğunu gördüm. İmam bana buyurdular ki: "Git Hasan b. Müslim'e söyle: Bu yer kutsal bir mekandır; Allah-u Teala bu mekanı seçmiştir. Ama (sana ait olmayan bu yeri) sen alıp kendi tarlalarına eklemişsin; Allah (bu günahın için senin iki genç çocuğunu senden aldı ama yine de uyanmadın. Eğer bu işini sürdürecek olursan, beklemediğin bir yönden Allah’ın belası seni yakalayacaktır.

Ben de, "Halk bu sözü tasdik etmez; bana bir nişane gösterin" diye arzettiğimde, İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Biz burada bir nişane bırakıyoruz; halka söyle bu mekana saygı göstersinler, onu yapıp onarsınlar, orada dört rekat namaz kılsınlar... Kim bu mekanda bu namazı kılarsa, Kabe'de namaz kılmış gibi olur..."

Hasan b. Musle ve bir grup insan, İmam (a.s)’ın sözüne itaat edip orada bir cami yaptılar.[25]Cemkeran camii, günümüzde Hz. Mehdi aleyhisselam’ı seven ve kalpleri o İmamın aşkıyla tutuşan milyonlarca insanın ziyaret ve ibadet için uzak ve yakın yerlerden oraya toplayan çok muhteşem bir merkez sayılmaktadır. Özellikle Cuma ve çarşamba geceleri, on binlerce insan bu mukaddes camide sabaha kadar namaz, ibadet ve duayla meşgul oluyorlar ve hacetlerinin reva olması için dualarında Hz. Mehdi aleyhisselam’ı Allah yanında vesile kılıyorlar. Bu mukaddes mekanda, sayısız kerametlerin Allah’ın emriyle gerçekleştiği, müminlerin yanında mütevatiren sabittir ve bu konuda bir kuşku yoktur.

Kum’daki Dini Medreseler

Hicri birinci yüzyıldan itibaren yani Eş'ari Araplarının Kum'a geldikleri dönemden bu yana, Kum, İslami ilimlerin öğrenim merkezi haline gelmiştir.

Şu anda, Kum şehrinde onlarca medrese vardır. Bu medreselerde, İslamî ilimler çeşitli kademelerde okutulmaktadır. Fıkıh, kelam, tefsir, hadis, mantık, felsefe, irfan, edebiyat, heyet, matematik vb. dallarda yüksek tahassüslere sahip bilginler yetişmektedir. Bu medreselerde, fazilet, ilim ve manevi temizlik uğruna çaba gösteren binlerce talebe bulunmaktadır.

Feyzi'ye, Rezeviye, Daruşşifa, Hüccetiye, Masumiye, vb. gibi bir çok büyük medrese bu gün mukaddes Kum kentinde mevcuttur.


--------------------------------------------------------------------------------

[1]- Vesilet-ul Masumiyye s.65

[2]- Şeyh Abbas Kummi, Muntehel amal s.161

[3]- Sakkazade Tebrizi, "Deryay-i Suhen".

[4]- Vesilet-ul Masumiyye, 66

[5]- Sefinet-ül Bihar, c.2, s.376

[6]- Tercüme-i Tarihi Kum, s.214

[7]- Sefinet-ül Bihar, c.2, s.436

[8]- Uyun-ü Ahbar'ir Rıza, c.2, s.267

[9]- Sefinet-ül Bihar, c.2, s.376

[10]- Sefinet-ül Bihar, c.2, s.376

[11]- El Gadir c.1, s. 197

[12]- Tarih-i Kum s. 77.

[13]- Rahnimay-i Kum, s.32,40. Kum ra beşinasit, s.50.

[14]- "Rahmümayi Kum" kitabı ve diğer güvenilir kaynaklara bakınız.

[15]- Sevgi üzere ölmekten maksat, hayatını onların sevgisi üzere tanzim edip, hayatının sonuna kadar bunu sürdürmektir.

[16]- Tefsir-ül Keşşaf, c.4, s.220

[17]- Abdülmelik b. Mervan, zalim Emevi halifelerinin beşincisidir. Hicri 65 den 86 ya kadar hilafeti sürmüştür.

[18]- Eş’ar oğulları aslen Yemenlidirler; bu kabileden Medine’ye gelip Müslüman olan ilk şahıs Malik b. Amir el Eş’ari olmuştur. Onun oğullarından biri Saip ve bir diğeri ise Abdullah idi; Saip, Muhtarın özel yaranındandı ve onunla birlikte de öldürülmüştür. Abdullah’ın, Saad adında bir oğlu var idi. Saad’ın, İmam Sadık aleyhisselam’ın talebelerinden sayılan on iki oğlu olmuştur. Kum’a ilk gelen Eş’ariler, bu on iki kardeşten beşidir. Bu soydan, Ehl-i Beyt İmamlarının ashabından sayılan veya onlardan hadis nakleden yüzü aşkın büyük şahsiyet ve ravi tarih kitaplarında kaydedilmiştir.

[19]- Mu’cem’ul Buldan, Kum kelimesi

[20]- Harun- Reşid, Abbasi halifelerinin beşincisidir. Hicri 170. yılından, 193. yılına kadar hilafeti sürmüştür.

[21]- Kumra Beşnasit, s. 38,39.

[22]- Bihar-ul Envar c. 60, s. 228.

[23]- Sefinet-ül Bihar, c. 2

[24]- Bihar-ül Envar, c. 60, s. 217

[25]- Tarih-i Cedid-i Kum, s. 147.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Mesaj gönderen MERDAN »

HZ. SÛDE (r.a) Kahraman Bir Kadın...

Sadık Dağ Tarihte benzeri az bulunan taş yürekli acımasız bir adam olan Muaviye’nin ordu komutan Busr İbn-i Ebi Artat İmam Ali (a.s)'a olan katı düşmanlığıyla ün yapmıştı.

Hz.(a.s.) Ali ve Muviye'nin orduları arasında gerçekleşen Sıffın savaşı sona ermişti. Bu savaşta Muviye ordusunun kesin bir yenilgiyle karşılaşması üzerine Muaviye, askerlerinin Kur'an’ı mızraklara vurarak barış istemelerini emretmiş ve sonra da Hz Ali (a.s)’ın ordusundaki bazı nüfuzlu kişilerin cahilliğinden yararlanarak bir dizi komplo ve hilelerle bu savaşın sonuçsuz kalmasını sağlamıştır. Bunun üzerine her iki ordu kendi yerlerine geri çekilmişlerdi.

İşte bu savaştan sonra Muviye, Busr’a 30 bin kişilik bir ordunun komutanlığını vererek onu Hz. Ali'nin hakimiyeti altında bulunan Hicaz ve Yemen saldırmakla görevlendirdi. Muaviye Busr’dan bu bölgelerde karşılaştığı Hz. Ali dostlarını öldürmesini, onların malarını yağmalamasını ve bu hususta onların küçüğüne de büyüğüne de acımamasını istemiştir.

Busr ilk önce, Medine’ye sonra Mekke'ye ve daha sonra Yemen'e saldırdı. Gittiği her yerde Hz. Ali'nin tanınmış Şialarını acımasızca öldürüyor ve elinden gelen her türlü zulüm ve eziyeti yapmaktan geri kalmıyordu. Busr, sadece beş gün içinde, yolu üzerinde bulunan yerleri yakarak Muaviye'nin zulme dayalı hakimiyetine boyun eğmedikleri ve Hz. Ali’ (a.s.)’ın dostu oldukları için 30 bin kişiyi katletmiştir.

Hz. Ali’(a.s.)’ın şahadetinden sonra, İslam dünyasının rakipsiz hükümranı durumuna gelen Muaviye artık kimseden çekinmeden istediği cinayeti rahatça işliyordu. Muaviye'nın bu dönemindeki hunharca kararlarından biri, vahşet sembolü olan Busr bin Ertat’ı Kufe'nin etrafında yerleşip yaşayan aslen Yemenli Hemden kabilesine vali olarak tayin etmesi oldu.

Bu kabile, Hz. Ali'(a.s.)’ın dost ve Şiası olarak tanınıyorlardı. Zaten bunlar Hz. Ali’nin şahsında İslam'ı tanıdıkları için manevi hayatlarını ona borçluydular. Peygamber (s.a.a) tarafından Yemen'e tebliğ için gönderildiği dönemde Hz. Ali’(a.s.)’ın İslam’ı onlara sunması sonucu bir günde hepsi Müslüman olmuşlardı. O günden bu yana bu kabilenin kadınlı erkekli tüm fertleri, diğer Yemen halkı gibi Hz. Ali'nin samimi Şialarından ve fedailerinden sayılıyorlardı.

Bu kabilenin İslam'ı kabul edişlerinden Muaviye'nin dönemine kadar geçen kısa süre zarfında İslam'a çok parlak hizmetleri olmuştur. Uveys Karanı, Malik Eşter, Kumeyl b. Ziyad ve Haris Hemdani, gibi şahsiyetler de bu kabileye mensuptular. Busr b. Ertat bu kabilenin içerisine vali sıfatıyla geldiğinde, Hz. Ali ve onun Şialarına karşı taşıdığı kin ve nefret duygusu yüzünden ve bu kabilenin Hz. Ali (a.s.)’a beslediği muhabbeti bildiği için gayrı insanı ve acımasız çehresini gizlemeye çalışmadan onlara karşı her türlü cinayeti işlemekten geri kalmadı. Busr bir yandan ağır vergiler altında onları ezmeğe çalıştığı gibi en ufak bir itiraz da bulunanı da vahşice öldürterek tüm mal varlığına el koyuyordu.

Hemdan kabilesi başlangıçta bu cinayetçi adamın Muaviye tarafından tüm yetkilerle vali sıfatıyla gönderildiğine itiraz ettilerse de çok geçmeden başka bir seçenek ve çarelerinin olmadığının farkına vararak artık şikayetten vazgeçip sabır ve tahammül yolunu seçtiler.

HZ.SUDE'NİN MUAVİYE (L.A) İLE KONUŞMASI :

Umre kızı Sude Hemdan kabilesine mensup gönlü Hz. Ali'(a.s.)’ın muhabbetiyle dolu cesaretli ve konuşkan bir kadındı. O Hemdan kabilesinde Busr'un cinayetlerine karşı direnecek bir yiğidin kalmadığını görünce bizzat kendisinin elinden geleni yapmasının zamanı geldiğini düşündü. Ve sonunda bütün bu zulümlerin asıl merkezi olan Muaviye’ye itirazda bulunmaya karar verdi.

Şam’a giderek Muaviye ile görüşme isteğini bildirdi.

Muaviye Sude’nin ismini duyar duymaz onu tanıdı ve girişi için izin verdi; Muaviye öteden beri bu kahraman kadına karşı kın ve nefret duygusunu kalbinde taşıyor ve ondan öç almak için bir fırsat arıyordu. Sude Sıffin savaşına katılmış ve Hz. Ali’(a.s.)’ın askerleri olan oğullarını savaşa teşvik için etkileyici şiirler okumuştu. Muaviye bu şiirleri hatırlayarak kendi kendine o şiirin bazı mısralarını mırıldanmaya başladı.

Sude saraya girip Muaviye’nin karşısına dikilince de ona konuşma fırsatı vermeden “Ey Sude” dedi, “şu şiirleri okuyan sen misin?”

Ey Amare’nin oğlu savaş meydanında düşmanla karşılaştığında

Şecaatli baban gibi düşman ordularına bir anda saldır.

Ali ve Hüseyin cephesine destek ol!

Ciğer yiyen Hind’in oğlu Muaviye’nin burnunu yere sür!

Önderimiz Muhammed Peygamber’in kardeşi Alidir.

O halkın hidayet bayrağını taşıyandır; iman kalesidir.

Ey oğul! Orduyu arkada bırak ön safta yer al yalın ve keskin kılıçla düşmana saldır; savaş!”


Sude hiç çekinmeden “Evet, bu şiirleri ben söyledim,” dedi; sonra şöyle devam etti “Ben haktan vazgeçen ve söylediğim hak söz için özür dileyecek değilim.”

Muaviye: “Sıffin savaşında bu coşkulu şiirleri söyleyerek Ali’nin ordusunu bize karış kışkırtmaktan maksadın ne idi?”

Sude: Hz. Ali’ye karşı kalbimde taşıdığım muhabbet ve hakka bağlılıktan dolayı bunları söyledim.

Muaviye belki de böyle bir cevabı beklemediği için, ne dediğini şaşırarak “Ben Allah’a yemin ederim ki Ali’ye bağlılık ve muhabbetten bir iz sende yoktur” diye karşılık verdi.

Sude bu tartışmanın boşuna uzayacağını görünce:

“Ey Muaviye! Sıffın savaşı bitmiştir. Artık Allah hakkına, geçmişi konuşmaktan hatırlamaktan vazgeç” dedi.

Muaviye: Hayır! Ben geçmişi unutacak birisi değilim. Senin yaptıklarını ve Ali ile ilgili olayları unutamam.

Sude: Ben senin geçmişi unutacağını söylemiyorum. Benim başka bir hedef için buraya kadar geldiğimi söylemek istiyorum.

Muaviye: Söyle niçin geldin?

Sude “Ey Muaviye, şimdi halkın yönetimi senin elindedir. Yarın kıyamette halkın haklarının çiğnediğin için Allah’ın seni sorguya çekeceğini hiç düşünmüyor musun? Ey Muaviye, bize gönderdiğin valilerin yalanlarıyla seni aldatıyor ve senden aldıkları güçle sürekli bize zulüm ediyorlar. Buğday başakları gibi bizleri biçiyor ve bize hayat hakkı tanımıyorlar. En son vali olarak gönderdiğin bu kişi, Ebi Ertat oğlu Busr, bizim içimize geldiğinden beri, bir yandan yiğitlerimizi katlederken mallarımızı da zorla yağmalamaktadır. Eğer seni gözetmek istemeseydik topluca başkaldırarak onun haddini kendisine bildirirdik. Ben buraya gelerek onun hakkındaki şikayetimizi sana iletmeyi düşündüm. Eğer onu işinden alırsan sana teşekkür eder; ama bunu yapmazsan seni iyice tanımış oluruz”dedi.

Muaviye : “Ey Sude! dedi, beni tehdit etmeye bile kalkıştın ve kendi kabilenin topluca başkaldırmasıyla beni korkutmak mı istiyorsun? Şimdi bunca küstahlığına karşılık seni eli ayağı bağlı olarak bir deveye bindirip Busr b. Ertat’in yanına götürmelerini emir edeceğim. O nasıl isterse sana öyle muamele eder.”

Sude, bu sözleri duyunca başını yere dikerek biraz öylece kaldı. Sonra ağlar vaziyette başını kaldırıp kendi kendine şu şiirleri okumaya başladı:

“Hakkın selamı o engin ruha olsun ki toprakların altında bırakıldığında gerçekte adalette onunla gömüldü.

O hak ve adalet çizgisinden asla ayrılamayacağına dair Hakk’a yemin etmişti; o sürekli adaletle beraberdi.”

Muaviye: Kimden bahsediyorsun? dedi.

Sude: Hz. Ali b. Ebi Talib’ten diye cevap verdi.

Muaviye: Neden Ali’yi hatırladın?

Sude: Hz. Ali ile ilgili bir olayı hatırladım. Bir yıl Hz. Ali, zekatları toplamak için kabilemize bir memur gönderdi. Bu adamın bize karşı tutumu sert ve insafsızca idi. Ben dayanamayarak Hz. Ali’nin yanına şikayet için gittim. Ulaştığımda Hz. Ali namaza başlamak üzere idi. Ama beni görünce ve halktan birinin şikayet için huzuruna gelmek istediğini anlayınca namaza başlamadı ve beni kabul etti. Sonra tam bir şefkatle bir ihtiyacın mı var diye sordu?

Evet dedim.

“Bizim kabileye gönderdiğin memur bize haksızlık ediyor; ben onu şikayet etmek için buraya geldim.”

Hz. Ali benim sözlerimi duyunca ağlamaya başladı ve sonra ellerini göğe kaldırarak şöyle dedi: “Ey Allah, ben bu hatakar görevlilere, halka haksızlık yapmaları, hak ve adalet çizgisinden çıkmaları hususunda asla izin vermedim. Sonra bir deri parçası cebinden çıkarıp üzerine şu ayetleri yazdı:

“Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla”

“...Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü tartıyı tam yapın. İnsanların eşyalarını eksik vermeyin Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır.” (A’raf: 85)

“Eğer mümin iseniz Allah’ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinize bir bekçi değilim.” (Hud: 86)

Mektubun sonuna da şöyle yazdı: “Bu mektup sana ulaştığında yerine bir başkasını tayin edinceye ve gelip elindeki malları senden devir alıncaya kadar elinde bulunan Beytu’l-malı koru.”

Hz. Ali gerçekte bu mektupla o adamı görevden aldı.

Muaviye bu olayı duyunca kendi katibine “Bu kadına bir emir yazarak Busr b. Ertat’ın onun hakkında insaf ve adaletle davranmasını iste” dedi

Sude: Bu emri sadece benim için mi yazıyorsun, yoksa benim kabilem de bunda ortaklar mı?

Muaviye: “Bu sadece senin içindir,” dedi.

Sude: “Böyle bir emri kabul etmek benim için utanç vesilesi ve ayıptır. Eğer her kesin hakkında geçerli olacak adilane bir emir çıkarsan ben bunu kabul ederim; aksi taktirde bırak ben de kabilemin kaderinde onlarla ortak olayım.” dedi

Muaviye: Bu durum karşısında katibine “Yaz ki, buna ve kabilesine dokunmasınlar ve bunlardan alınan mallar geri verilsin” dedi.

Sonra şaşkınlıka Sude’ye bakarak sözlerine şunları da ekledi:

“Ali’nin sözleri sizleri ne kadar güçlendirmiş, cesaretlendirmiş ki benim huzurumda çekinmeden böylesine konuşuyorsunuz,” dedi. [1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Ikdu’l-Ferid c. 1 s. 19; A’lamu’n-Niisa s. 18.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Cevapla

“Ehlibeyt” sayfasına dön