Alevilikte Kaynak Sorunu
Gönderilme zamanı: 11 Mar 2007, 14:00
Alevilikte Kaynak Sorunu ya da Sıkıntısı Üzerine Bakış
Alevilik sözkonusu olduğu zaman konuşan, yazan kimselerin mutlaka ve mutlaka Kur’an ve Oniki İmamlardan kaynaklar getirerek söz ve davranışlarını bu sahih kaynaklar çerçevesinde isbatlamak zorunluluğu vardır. Kaynakların da doğal olarak Arapça ve Farsça olması gerekmektedir. Hz. Peygamberin ve Oniki İmamların fikirlerini temel olarak bu Arapça ve Farsça kaynaklardan öğrenmek zorunluluğu vardır. Pek doğaldır ki o günden bugüne kadar gelen kaynakların bazıları, sahih değildir; yani çarpıtılmış kaynaklardır. Hangi kaynağın doğru, hangisinin yanlış olduğu konusunda da Alevi teorisinde Oniki İmamların senet zinciriyle onların dostlarından gelen kaynakların ve tefsirlerin veya hadislerin genel anlamda doğru kabul edileceği tezi vardır. Aleviyi kaynak bakımından Sünniden ayıran temel espride budur. Alevi kişi, İslamı anlama konusunda mutlaka Oniki İmamlara ve onların dostlarına senet zinciriyle dayanan kaynaklara öncelik verir; İslamı anlama ve yaşama konusunda Emevi, Abbasi, Osmanlı ve bunlarla işbirliği yapan kaynaklara güvenmez. Bu nedenle de Alevinin aldığı abdest ya da kıldığı namaz şekliyle Sünninin aldığı abdest ve namaz şekli farklıdır ve bu tip farklılıklar hem fıkıhda ve hem de İslamı anlama noktasında kendisini belli eder. Aleviyi diğer İslami ekollerden ayıran temel ölçü ve yaklaşımlardan birisi de zaten bu bakıştır. Bu noktada birkaç Alevi kaynağından en azından isim olarak bahsetmek gerekiyor. Aleviler, ”dua” konusunda ”Sahifeyi Seccadiye ve Kumeyl duası”; ”tefsir” konusunda ”Mecmail Beyan, Beyanı Hak, El mizan, Tefsirül Numune”; ”fıkıh” konusunda ”Lumeteyn, Usulü fıkıh, Muhtesar, Kifaye, Tevatur”; ”hadis” konusunda ”Usulü Kafi, İstibsar, Menla Yehzuruhul Fakih, Tehsibil Ahkam”; ”kelam” konusunda ”Temhidil usul, Usulü kelam”; ”tarih” konusunda, ”El irşad, Tarihi Tevatur, Gıssası Kur’an, Müntehil Amal” gibi bazı kaynakları öncelikli olarak kullanır. Buna benzer birçok kaynak, Alevi-İslam anlayışında kullanılır. Ancak ne yazık ki Ana-dolu’da yaşayan Alevileri bu kaynaklardan kopardıkları için, onlar Aleviliklerini gerektiği gibi yaşayamamış; çünkü öğrenememiştir.
Başka insanların, toplumların ve ideolojilerin ilkelerinin Alevilik olarak sunulmasını önlemenin en temel yolu Kur’an ve Ehli Beyt çizgisindeki temel kaynaklara yönelmektir. Anadolu’da Alevilik adına cem yapılıp, semahlar dönülür ve dedeler dinlenir. Oysa ki bu uygulamalar, eski Türk ve Kürtlerin Şaman ve Zerdüşt dinlerine ait kültürel uygulamalardır ki, bu uygulamaların ne Kur’an’la ne de Oniki İmamlarla bir ilgileri yoktur.
Yine Anadolu’ya gelmiş ve Müslümanlığı kabul etmiş bazı kitleler eski inanışlarını, İslami çerçeve içerisine sokarak yaşatılmıştır. Bir müddet sonrada bu pratikler, değişik tarikatler tarafından İslam olarak algılanmış, Hz. Ali’ye atfedilmiştir. İşte Anadolu’da Osmanlı tarafından Anadolu’yu Sünnileştirmek ve yabancı unsurları Osmanlı lehine kullanabilmek amacıyla kurmuş oldukları Bektaşilik tarikatı, bunlardan birisidir. Anadolu’da yaşanan tüm kültürel öğelerden içerisinde birer parça bulunan bu tarikat, Hacı Bektaş adına onun ölümünden sonra Osmanlı tarafından örgütlenmiş olmasına rağmen, tıpkı diğer Sünni tarikatlar gibi, kendisini Hz. Ali’ye bağlayarak, bağlıymış gibi göstererek Hz. Ali’ye sempati duyan kitleleri Hz. Ali’nin yolundan ve temel kaynaklarından uzaklaştırmıştır. Bektaşilik nihai anlamda bir kültürel sentez olup, Sünni tasavvufçu Hacı Bektaş’tan da uzaklaşmış durumdadır. Hz. Ali’ye de uzaktır.
Alevilik sözkonusu olduğu zaman konuşan, yazan kimselerin mutlaka ve mutlaka Kur’an ve Oniki İmamlardan kaynaklar getirerek söz ve davranışlarını bu sahih kaynaklar çerçevesinde isbatlamak zorunluluğu vardır. Kaynakların da doğal olarak Arapça ve Farsça olması gerekmektedir. Hz. Peygamberin ve Oniki İmamların fikirlerini temel olarak bu Arapça ve Farsça kaynaklardan öğrenmek zorunluluğu vardır. Pek doğaldır ki o günden bugüne kadar gelen kaynakların bazıları, sahih değildir; yani çarpıtılmış kaynaklardır. Hangi kaynağın doğru, hangisinin yanlış olduğu konusunda da Alevi teorisinde Oniki İmamların senet zinciriyle onların dostlarından gelen kaynakların ve tefsirlerin veya hadislerin genel anlamda doğru kabul edileceği tezi vardır. Aleviyi kaynak bakımından Sünniden ayıran temel espride budur. Alevi kişi, İslamı anlama konusunda mutlaka Oniki İmamlara ve onların dostlarına senet zinciriyle dayanan kaynaklara öncelik verir; İslamı anlama ve yaşama konusunda Emevi, Abbasi, Osmanlı ve bunlarla işbirliği yapan kaynaklara güvenmez. Bu nedenle de Alevinin aldığı abdest ya da kıldığı namaz şekliyle Sünninin aldığı abdest ve namaz şekli farklıdır ve bu tip farklılıklar hem fıkıhda ve hem de İslamı anlama noktasında kendisini belli eder. Aleviyi diğer İslami ekollerden ayıran temel ölçü ve yaklaşımlardan birisi de zaten bu bakıştır. Bu noktada birkaç Alevi kaynağından en azından isim olarak bahsetmek gerekiyor. Aleviler, ”dua” konusunda ”Sahifeyi Seccadiye ve Kumeyl duası”; ”tefsir” konusunda ”Mecmail Beyan, Beyanı Hak, El mizan, Tefsirül Numune”; ”fıkıh” konusunda ”Lumeteyn, Usulü fıkıh, Muhtesar, Kifaye, Tevatur”; ”hadis” konusunda ”Usulü Kafi, İstibsar, Menla Yehzuruhul Fakih, Tehsibil Ahkam”; ”kelam” konusunda ”Temhidil usul, Usulü kelam”; ”tarih” konusunda, ”El irşad, Tarihi Tevatur, Gıssası Kur’an, Müntehil Amal” gibi bazı kaynakları öncelikli olarak kullanır. Buna benzer birçok kaynak, Alevi-İslam anlayışında kullanılır. Ancak ne yazık ki Ana-dolu’da yaşayan Alevileri bu kaynaklardan kopardıkları için, onlar Aleviliklerini gerektiği gibi yaşayamamış; çünkü öğrenememiştir.
Başka insanların, toplumların ve ideolojilerin ilkelerinin Alevilik olarak sunulmasını önlemenin en temel yolu Kur’an ve Ehli Beyt çizgisindeki temel kaynaklara yönelmektir. Anadolu’da Alevilik adına cem yapılıp, semahlar dönülür ve dedeler dinlenir. Oysa ki bu uygulamalar, eski Türk ve Kürtlerin Şaman ve Zerdüşt dinlerine ait kültürel uygulamalardır ki, bu uygulamaların ne Kur’an’la ne de Oniki İmamlarla bir ilgileri yoktur.
Yine Anadolu’ya gelmiş ve Müslümanlığı kabul etmiş bazı kitleler eski inanışlarını, İslami çerçeve içerisine sokarak yaşatılmıştır. Bir müddet sonrada bu pratikler, değişik tarikatler tarafından İslam olarak algılanmış, Hz. Ali’ye atfedilmiştir. İşte Anadolu’da Osmanlı tarafından Anadolu’yu Sünnileştirmek ve yabancı unsurları Osmanlı lehine kullanabilmek amacıyla kurmuş oldukları Bektaşilik tarikatı, bunlardan birisidir. Anadolu’da yaşanan tüm kültürel öğelerden içerisinde birer parça bulunan bu tarikat, Hacı Bektaş adına onun ölümünden sonra Osmanlı tarafından örgütlenmiş olmasına rağmen, tıpkı diğer Sünni tarikatlar gibi, kendisini Hz. Ali’ye bağlayarak, bağlıymış gibi göstererek Hz. Ali’ye sempati duyan kitleleri Hz. Ali’nin yolundan ve temel kaynaklarından uzaklaştırmıştır. Bektaşilik nihai anlamda bir kültürel sentez olup, Sünni tasavvufçu Hacı Bektaş’tan da uzaklaşmış durumdadır. Hz. Ali’ye de uzaktır.