BAĞDAT UFKUNDA BİR YILDIZ -SEYYİD RAZİ-

Cevapla
ammar alevi
Mesajlar: 153
Kayıt: 31 Oca 2007, 15:21

BAĞDAT UFKUNDA BİR YILDIZ -SEYYİD RAZİ-

Mesaj gönderen ammar alevi »

İmamet ve velâyet semasının nurlu güneşi Hz. Mehdi'nin (a.s.) gaybetinden daha bir asır geçmemişti ki Bağdat ufkunda bir yıldız parladı, âşıklar ve bekleyenlerin yüreğinde bir ümit ışığı yaktı.

Bağdat'ın Şiîlerin oturduğu Kerh mahallesinde iman ve ihlasın güzel kokulu çiçekleri ve ilim ve amelin aydınlığı ile müzeyyen olan bir evde bir çocuk dünyaya geldi ve güzel Muhammed ismini aldı. Daha sonraları Şerif Razi ve Seyyid Razi adıyla ünlenen Muhammed, bütün üyeleri, benzerlerine az rastlanır din büyüklerinden, âlimlerden, âbitlerden, zahitlerden ve takvalılardan olan bir aileden geliyordu. Hem babası, hem de annesi, Alevî (Hz. Ali'nin soyundan gelen) seyyidlerden ve hür insanların önderi Hz. Hüseyin'in torunlarından idiler. Baba tarafından soyu, beş vasıta ile İmam Musa Kâzım'a (a.s.) ulaşıyordu. Bu yüzden bazen (İmam Musa Kâzım'a mensubiyetini bildirme amacıyla) Musevî olarak anılırdı. Anne tarafından ise soyu, altı vasıta ile İmam Zeynülâbidin'e (a.s.) ulaşıyordu. Seyyid Razi'nin annesi Fatıma hanımın yüceliği ve azameti hakkında şu yeter ki, Şeyh Müfid'in Ahkâmu'n-Nisa adlı eserini onun için yazmış ve kitabının mukaddimesinde ondan muhterem ve fazilet sahibi bir hatun olarak yâd etmiştir.

Kader Belirleyen Rüya
Hicrî dördüncü ve beşinci yüzyıl, Bağdat'ın altın çağı sayılır. Zira o dönemde Bağdat, ilim ve edebiyat bakımından şöhret ve azametinin zirvesine çıkmış, ilim ve marifet semasının parlak yıldızlarının varlığı, fazilet susamışlarını kevser ziyafetine davet ediyordu. O parlak yıldızlardan biri de, Şeyh Müfid adıyla ünlü büyük âlim ve eşsiz fakih Muhammed b. Muhammed b. Nu'man idi ki, o diyarda bir ders halkası oluşturmuş, yetenekleri eğitmekle meşgul olmuştu. Oluşturduğu ders halkası, günden güne daha da genişliyor ve ün yapıyordu.

Günlerin birinde, takva timsali büyük şeyh, her günkü gibi ders vermek için Berasa Mescidi'ne girdi ve tedrisine başladı. Henüz derse başlamıştı ki aniden üstadın sıcak nefesleri göğüs kafesinin arkasında hapsoldu. Birden ayağa kalktı ve: "Selâmun aleykum, buyurun!" dedi.

Talebeler dönüp arkaya baktılar. Şaşkın bakışlarının karşısında, iki küçük oğlunun ellerinden tutan muhterem bir hatunu gördüler. O muhterem hatun, metanet ile Şeyh'e yöneldi ve: "Ey Şeyh! Bunlar, benim Seyyid Murtaza ve Seyyid Razi adlarında iki yavrumdur. Kendilerine fıkıh öğretmen için onları sana getirdim."

Şeyh, bu sözü duyunca ağlamaya başladı. Öğrencileri, hayret vadisinde üstatlarının ağlamasının nedenini ararlarken üstadın ağzından çıkan "Hayret!" sözcüğü herkesin dikkatini kendine çekti. Şeyh, yaşlı gözlerle: "Şimdi gerçek ortaya çıktı ve ilginç rüyam tabir edilmiş oldu." dedi ve ekledi:

"Dün gece ders ve mütalâayı bitirip dinlenmeye çekildiğimde rüyamda gördüm ki: Bu mescitte oturmuş, ders veriyorum. O sırada iki cihan hanımefendisi Hz. Fatıma'tüz-Zehra (s.a.), iki oğlu İmam Hasan ve İmam Hüseyin'in ellerinden tutmuş olduğu hâlde içeri girdi ve bana hitap ederek: "Ey Şeyh! İki oğlum Hasan ve Hüseyin'i sana getirdim ki onlara fıkıh öğretesin." buyurdu. Rüyamdaki huzurlarının tadı daha damağımdayken uyku âleminden uyandım ve tefekkür denizine daldım: "Allah'ım! Ben nere, iki masum imama üstatlık etmek nere?!" Bu düşüncelerle mescide geldim ve Hz. Zehra'nın (s.a.) soyundan olan bu hanımefendinin Muhammedî gülistandan iki goncayla birlikte mescidin kapısından içeri girdiğine ve evlâtlarına ders vermemi istemesine şahit oldum. Böylece ben de rüyamın tabirini anlamış oldum."

O günden itibaren Şeyh Müfid, Seyyid Murtaza ve Seyyid Razi'nin talim ve terbiyesini üstlendi ve onları yetiştirmek için tüm çabasını sarf etti.

İlim ve marifet âşığı Seyyid Razi, çocukluğunun ilk dönemlerinden itibaren tahsil ve öğrenime yöneldi. Azmi ve iradesinin yanında Allah vergisi olan dehası da, ilmî ve edebî alanlardaki ilerlemesini hızlandırıyordu. Hicrî dördüncü ve beşinci asırlarda mezhebî ihtilâflar ve çatışmalar belli bir ölçüde ortadan kalkmıştı. Bu nedenle de Şiîler ve Sünnîlerden oluşan iki büyük ve güçlü fırka, barışçıl bir ortamda yaşıyorlardı. Anlaşma ve uzlaşma kültürünün yaygınlaşması sayesinde iki fırkanın âlimleri için kendi düşünceleri ve mezheplerini serbestçe yayma imkânı doğmuştu. Seyyid Razi, bu istisnaî fırsattan en iyi şekilde yararlanmayı başardı. Kur'an kıraati, sarf, nahiv, kelâm, fıkıh, usul, tefsir, şiir fünunu vs. gibi çeşitli ilimleri öğrendi. Yirmi yaşına geldiğinde artık öğrenim görmeye ihtiyacı olmayan ünlü bir üstat ve araştırmacı olmuştu.

Kudret Düşkünü Değil, Hizmet Âşığı
Seyyid Razi; misyonuna vâkıf, vazifesini bilen, hizmet âşığı bir ilim adamıydı. O, ilim tahsilinden amacın, toplumu aydınlatmak olması gerektiğine inanıyordu ve kendi siyasî ve sosyal nüfuzundan türdaşlarına yardımcı olma yönünde faydalanıyordu. Seyyid Razi, hiçbir zaman kendisini kütüphane, mescit ve medresenin dört duvarı arasına hapsetmedi. Misyonunun sadece ders vermek, araştırma yapmak, kitap yazmak ve şiir söylemekle sınırlı olmadığına inanıyor, ceddi Emirü'l-Müminin Ali (a.s.) gibi mahrumlar ve mazlumların elinden tutmaya koşuyordu. Nihaî hedefinin de Allah'ın dinine yardım etmek olduğuna inanıyordu. hükümetde görev almak da istemiyordu. O, kudret düşkünü değil, hizmet âşığıydı. Bu yüzden sadece halka hizmet özelliği olan bazı sorumlulukları üstlendi. Alevîlerin (Ali soyundan olanların) reisliği, hacıların emirliği ve mezalim başkanlığı gibi.

İlk Üniversite
Şerif Razi, dertleri ve sıkıntıları çok iyi bilen bir himmet eriydi. Bu yüzden uzlet ve ruhbanlık köşesine çekilmeyip kıskançların çekemezliğine göğüs gererek kolları sıvadı ve hizmet meydanlarına atıldı. Tek başına ağır ve zor toplumsal sorumlulukları üstlendi.

Seyyid Razi, seyyidlerin reisliği ve mezalim başkanlığı gibi ağır sorumlulukların yanında talebeleri de hiçbir zaman ihmal etmedi. Talebelerin bilgi seviyesini yükseltmek amacıyla, o güne kadar örneği olmayan bir yatılı üniversite kurmayı plânladı. Malî imkânlarının kısıtlı olmasına rağmen ilim talipleri ve öğrencilerinden bir grubun yanından ayrılmadıklarını ve sürekli beraberinde olduklarını görünce bir ev tedarik edip onu medrese hâline getirdi ve adını Daru'l-İlim (İlim Evi) koydu. Daru'l-İlim'de talebelerin tüm ihtiyaçları karşılanıyordu. Seyyid Razi, Daru'l-İlim için gerekli tüm donanımlara sahip olan bir de kütüphane tesis etti.

Şunu bilmek gerekir ki Daru'l-İlim'in tesisi, devlet desteği ve büyük bütçelerle Hace Nizamülmülk Tusî (H. 457) tarafından kurulan Bağdat Nizamiye Medresesi'nin tesisinden onlarca yıl önce gerçekleşmiştir. Hace Nizamülmülk, Seyyid Razi'den yaklaşık seksen yıl sonra böyle bir girişimde bulunmuştur.

Kur'an'ın Engin Denizinden Bir Damla
Seyyid Razi, gençlik döneminde Kur'an tefsirine özel bir ilgi duydu. Aslında Kur'an'a duyduğu aşk ve alâka, çocukluk yıllarında başlamıştı. Kur'an okumayı öğrendikten sonra sürekli Kur'an ile haşir neşir olmuş, ondan hiç kopmamıştı. Otuz yaşındayken kısa bir sürede Kur'an'ı hıfzetmişti. Gönül aynasını sürekli İlâhî Kelâm'ın nağmeleriyle cilâlıyordu. Çeşitli Kur'an ilimlerini öğrendikten sonra, çocukluk döneminde Kur'an kıraatinden aldığı hazza ilâveten, İlâhî Kelâm'ın sonsuz güzellikleri ve engin manaları karşısında hayran kalmıştı. Kur'an öğretilerinin sonsuz ve engin denizinden bir damla da olsa gelecek nesillere aktarabilmek için kalemi eline aldı ve ihlaslı çalışmasının neticesinde Telhisu'l-Beyan An Mecazati'l-Kur'an, Hakaiku't-Te'vil Fî Müteşabihi't-Tenzil ve Meani'l-Kur'an adlarında çok değerli üç eser ortaya koydu.

Seyyid Razi'nin diğer eserleri şunlardır:

Hasaisu'l-Eimme, Nehcü'l-Belâga, ez-Ziyadat Fî Şi'r-i Ebî Temam, Ta'likatun Ale'l-Hilâf, Mecazatu'l-Asari'n-Nebeviyye, Ta'likatun Alâ Îzah-ı Ebî Ali, el-Ceyyid Min Şi'r-i Ebi'l-Fukaha, el-Haccac, Muhtaru Şi'r-i Ebî İshak es-Sabî, Ma Dare Beynehu ve Beyne Ebî İshak Mine'r-Resail ve Divanu'l-Eş'ar.

Büyük Misyon
Her geçen gün Seyyid Razi'nin güçlü eliyle İslâm tarihinin parlak sayfalarına yeni bir altın sayfa ekleniyordu. O, akıcı kalemi ve yeterli ilmiyle çok değerli hizmetler sundu. Vahiy Kitabı'na tefsir yazdı, fıkhî hükümleri yazdı, güzel şiirleri ve yüce kasidelerinde maarif selini akıttı; ağır dinî, siyasî ve sosyal mesuliyetleri üstlendi ve… Bütün bunlarla birlikte yaptıklarını yeterli görmüyor, bir boşluk ve eksikliğin var olduğunu hissediyordu. Sanki bir başka misyon için yaratılmıştı. Hem de çok büyük bir misyon için. O, meydana gelen serbestlik ortamından en iyi şekilde yararlanmalı ve meydana atılmak ve geçmiştekilere nasip ve müyesser olmayan bir işi tamamlamak gerekiyordu.

Şerif Razi, bu İlâhî düşünceyle büyük bir işi başlattı. Bu işin Nehcü'l-Belâga adlı tatlı bir meyvesi oldu ve Seyyid Razi'nin adını ebediyete kadar yaşattı. Gerçekte o, Müminlerin Emiri'nin (a.s.) baştan sona belâgatlı sözleri ve hutbelerini bir araya toplayan ilk âlimdir.

Seyyid Razi, yüksek ilmî makamlar ve değerli ahlâkî erdemler açısından öyle yüce bir makama ulaşmıştı ki dost düşman, avam havas herkes, ona saygı gözüyle bakıyor, ondan azametle yâd ediyordu. Ehl-i Sünnet âlimleri ve büyüklerinin Seyyid Razi'nin azameti ve büyüklüğü hakkında çok güzel sözleri vardır.

Seyyid Razi ile muasır olan Abdulmelik Sealibî, Yetîmetü'd-Dehr adlı edebî ve tahkikî eserinde Seyyid hakkında şöyle diyor:

"On yaşına girdiğinde şiir söylemeye başladı. Bugün o, asrımız şairlerinin en önde geleni ve Irak seyyidlerinin en necibidir. Nesep şerifliği ve hasep iftiharına sahiptir. Edebi zahir ve fazileti aşikârdır. Bütün güzellikleri kendinde toplamıştır."

Hatib Bağdadî, Tarih-i Bağdad adlı eserinde şöyle der:

"Razi, Kur'an'ın manalarıyla ilgili eşine az rastlanır kitaplar yazmıştır."

Cemalüddin Ebu'l-Mehasin Yusuf b. Tuğra Atabekî, en-Nücumü'z-Zahire Fî Müluki Mısre ve'l-Kahire adlı kitabında şöyle yazar:

"Seyyid Razi Musevî; lügat, fıkıh ve nahiv bilgini ve fasih bir şairdi. Yüce bir himmet sahibi ve gerçek bir mütedeyyindi. O, babası ve kardeşi, Şiîlerin lideri idiler."

Zamansız Bir Batış
O gün Bağdat şehri, büyük bir telâş ve heyecan içindeydi. İnsanların meraklı ve anlamlı bakışları, içlerini kemiren bir ıstırap ve hüznün habercisiydi. Kimsenin inanmak istemediği ve inanamadığı acı bir olay vuku bulmuştu. Kimsenin aklının ucundan bu tezlikte böyle acı ve yürek yakan bir olayla karşılaşacağı geçmemişti… Ancak olacak olan olmuştu ve onu kabullenmekten başka çare yoktu. Herkes, karşılaştığı kimseye yavaşça ve inanmayarak, "Şerif Razi vefat etti! İnna lillah ve inna ileyhi raciûn!" diyordu.

Seyyid Razi, hicrî 406 yılının muharrem ayında, hayatının 47. baharında gözlerini dünyaya yumdu, ilim dünyası ve Şia âlemini yasa boğdu.
Cevapla

“Nehcül Belaga” sayfasına dön