Kuran da Ebubekir (İddiası) :::Düzeltilmiş Başlık:::

subay76
Mesajlar: 101
Kayıt: 05 Oca 2012, 22:02

Re: Kuran da Ebubekir (İddiası) :::Düzeltilmiş Başlık:::

Mesaj gönderen subay76 »

GELELİM İKİNCİ HALİFE ÖMERE:
ZATEN EBUNBEKİR KISMINDA ANLATTIĞIM OLAYDA PEYGAMBER EFENDİMİZİN VASİYETEİNE ENGEL OLMASI VE ONA HAŞA SAYIKLIYOR DEMESİ ÖMERİN NASIL BİR İNSAN OLDUĞUNU ORTAYA KOYUYOR ZATEN.. AMA BEN GENE ÖMER HAKKINDA HADİS YAZMAYI ENGELLEYEN BİRKAÇ OLAY NAKLEDİCEM..
EBUBEKİRİN , hadisleri yasaklamadaki siyasetini gördük. Gördük ki, zamanında toplanan beş yüz hadisi yakarak, sahabe ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini öğrenmek isteyen diğer Müslümanların bunlara ulaşmasını engelledi. Ebu Bekir'in emriyle halife olan Ömer'in de aynı siyaseti uygulaması gerekiyordu. Fakat o, hadislerin yazılmasını yasaklamakla yetinmeyip bu uğurda tehditler savurarak, bazen halkı döverek, bazen de zindana atarak kendi meşhur şiddetini de kullanıyordu.
İbn-i Mace, Sünen'inde Kurza bin Kâb'dan şöyle nakle-der: "Ömer bin Hattap bizi Küfe'ye gönderirken "Sirar" denilen bir yere kadar bizimle gelerek orada bize; "Biliyor musunuz niçin buraya kadar sizinle birlikte geldim?" dedi. Biz; "Herhalde Ensar'dan veya Resulullah'ın (s.a.a.) ashabından olduğumuz içindir." dedik. Ömer "Hayır." dedi. "Size söylemek istediğim bir mesele yüzünden geldim. Ve onu asla unutmamanızı istiyorum. Siz öyle bir kavme gönderiliyorsunuz ki, Kur'an onların kalbinde tıpkı suyun tencerede kaynadığı gibi kaynıyor. Onlar sizi görünce hepsinin boynu size doğru uzanacaktır. (Sizin gelmenize sevinecekler) Ve diyecekler ki: "Muhammed'in ashabı geldi." Dikkat edin ve elinizden geldiğince Resulullah'tan az hadis nakledin. Ve bilin ki ben sizin ortağınızım."
Kurza bin Kab oraya gittiğinde halk; "Bize Resulullah'tan bahset ve onun hadislerini naklet." deyince Kurza; "Ömer, bizi bu işten menetmiştir." dedi.( Zehebi, Tezkiret'ül-Huffaz, c. 1, s. 7; Sünen-i İbn-i Mace, c. 1, s. 12, h. 28; Sünen-i Daremi, c. 1, s. 85. )
Müslim, Sahih'inin "Adab Kitabı, izin isteme Babı"nda şöyle nakleder: "Ömer; Ebu Musa Eş' ari' yi Resulullah'tan bir hadis naklettiği için dövmekle tehdit etti."(Sahih-i Müslim, c. 3, s. 1694 - 1695, h. 2153.)
Ebu Said-i Hudri der ki: "Übeyy bin Kab'ın da bulunduğu bir yerde oturmuştuk. Ansızın Ebu Musa Eş'ari sinirli bir halde içeri girerek dedi ki: "Ne olursunuz söyleyin! Sizden biri Resulullah'tan, "İzin almak üç kere olur; eğer izin verilmezse geri dön." diye bir hadis duydu mu?" Übeyy; "Olay nedir?" dedi. Ebu Musa dedi ki: "Dün Ömer bin Hattab'ın yanına girmek için üç kez izin istedim; izinvermeyince ben de geri döndüm. Bugün onun yanına gittiğim de dedim ki: "Dün sana üç kez selam verdim; cevap vermeyince geri döndüm." Ömer; "Selamını duydum, ama biriyle meşguldüm. Neden tekrar izin istemedin?" dedi. Dedim ki: "Ben tıpkı Resulullah'ın (s.a.a.) buyurduğu gibi izin istedim." Bunun üzerine Ömer hemen sinirlenerek şöyle dedi: "Vallahi ya sesin yükselinceye kadar beline ve karnına kamçıyla vuracağım, ya da bu hadisin doğruluğu konusunda sana şahitlik etmesi için birini getirirsin!"
Übeyy bin Kab dedi ki: "Vallahi seninle birlikte, içimizde yaşı en küçük olan gelecektir. (Yani hepimiz o hadisi duyduk; hatta yaşı bizden az olanlar dahi bu hadisi duymuşlardır.) Ey Ebu Said! Git ve şahitlik et!" Ebu Said der ki: "Ben de kalkıp Ömer'in yanına giderek; "Vallahi Resulullah'ın (s.a.a.) böyle buyurduğunu ben de duydum." dedim. "
Buhari de bu olayı nakletmiş, ama adeti üzere hadisin bir bölümünü keserek Ömer'in Ebu Musa'yı tehdit etmesini anlatmamıştır.(KAYNAK: Sahih-i Buhari, c. 8, s. 66).
Hatta Müslim, Sahih'inde, Übeyy bin Kab'ın Ömer' e şu sözü söylediğini de eklemiştir: "Ey Hattab'ın oğlu! Resulullah'ın (s.a.a.) ashabına bu kadar azap verme!"
Zehebi, Tezkiret 'ül-Huffaz adlı kitabında Ebu Seleme'den şöyle nakleder: "Ebu Hureyre'ye; "Ömer'in zamanında Resulullah'ın hadislerini naklediyor muydun?" diye sorduğumda; "Ömer'in zamanında şu andaki gibi hadis nakletseydim, beni kamçısıyla döverdi." cevabını verdi."
Kısacası; Ömer, tehditlerle Resulullah'ın hadislerinin yazılmasını yasakladı ve tıpkı Ebu Bekir gibi o da ashabın yazdığı hadisleri yaktı. Bir gün minberde dedi ki: "Ey insanlar! Sizin elinizde bazı kitapların olduğu haberi bana ulaştı. Biliniz ki, onlardan Allah indinde en makbul olanı, içinde doğru şeyler yazılanıdır. Öyleyse yanında kitap olan herkes yanıma getirsin de onlar hakkındaki görüşümü belirteyim." Halk, onun ihtilafları gidermek için, yazdıklarını incelemek istediğini zannederek bütün kitaplarını getirdiler. Ömer de kitapların hepsini ateşe atarak yaktı. ( İbn-i Sa 'd, et-Tabakat'ul-Kubra, c. 5, s. 188; Hatip Bağdadi, Takyid'ul-İlm, s. 52.)
İbn-i Abdulbir, Cami-u Beyan 'il-İim ve Fazlih adlı kitabında şöyle yazar: "Ömer bin Hattap, Resulullah'ın sünnetini yazmak istedi. Sonra bu işi yapmaktan vazgeçti ve bütün şehirlere mektup yazarak, Resulullah'ın sünnetinden yazılanları yok etmelerini istedi."(- Cami-u Beyan'il-İlm, c. 1, s. 65.)
Ömer'in tehditleri, uyarıları, yasağı ve hadis kitaplarını yakmasına rağmen, sahabiler Medine dışına çıktıkları zaman karşılaştıkları insanlara, Resulullah'ın hadislerini az çok anlatıyorlardı. Bu konuyu anlayan Ömer, yolculukta hadis anlatan sahabileri Medine'nin bir noktasında toplayıp zorla orada ikamet ettirdi. İbn-i İshak, Abdurrahman bin Avf'dan bu konuda şöyle nakleder: "Vallahi, Ömer hayattayken Resulullah'ın (s.a.a.) diğer şehirlerde bulunan ashabını, örneğin; Abdullah bin Huzeyfe, Ebu Derda,Ebuzer-i Gif'ari ve Ukbe bin Amir'i Medine'ye getirtti ve; "Resulullah'tan naklettiğiniz bu hadisler de ne demek oluyor?" dedi. Onlar; "Bizi bu işten sakındırıyor musun?" dediler. Ömer şöyle dedi: "Hayır. Ama benim yanımda kalacak ve ben yaşadığım sürece buradan ayrılmayacaksınız. Vallahi ben buna izin vermeyeceğim."(Kenz'ül-Ummal, c. ıo, s. 292, h. 29479.)
Ömer'den sonra sıra üçüncü halife Osman'a geldi. O da aynı yolu izledi ve minbere çıkarak şöyle ilan etti:
"Kimsenin, benim Ebu Bekir ile Ömer'in zamanında işitmediğim bir hadisi nakletmeye hakkı yoktur."( et- Tabakat'ul-Kubra, c. 2, s. 336; Kenz'ül-Ummal, c. ıo, s. 295, h. 29490.)
Böylece, 25 yıl, yani ilk üç halifenin döneminde Resulullah'ın hadislerine konulan yasak devam etti. Ama keşke bu yasak, sadece bu yıllarla sınırlı kalsaydı. Fakat ne yazık ki, Sıra Muaviye'ye gelince, o da minbere çıkarak açıkça şöyle dedi: "Sakın Ömer'in zamanında naklolunan hadisler dışındaki hadisleri nakletmeyin. Çünkü Ömer, halkı Allah rızası için bu işten korkutuyordu."(Sahih-i Müslim, c. 2, s. 718, h. ıo37, Zekat Kitabı.)
Emevi halifelerin hepsi de aynı yolu takip ederek Resulullah'ın (s.a.a.) sahih hadislerini yasakladılar. Üstelik onlar, Resulullah'ın (s.a.a.) dilinden yalan hadisler uydurmaya başladılar. Öyle ki, Müslümanlar asırlar boyunca, İslam'la ilgisi olmayan hurafeler ve saçmalıklarla karşı karşıya kaldılar.
"Muaviye 'Cemaat Yılı'ndan sonra bütün memurlarına şöyle bir genelge yayınladı: "Ebu Turab (Hz. Ali) ve Ehl-i Beyt'inin faziletleriyle ilgili bir hadis nakledenin benimle hiçbir bağı kalmaz." Böylece bütün hatipler minbere çıktıklarında Hz. Ali'ye lanet okur, ondan ve Ehl-i Beyt'inden beri olduklarını ilan ederlerdi.
Sonra, Muaviye bir genelge daha yayınlayarak; "Ali'nin evlatlarının ve Şiilerinin hiçbirisinin şahitliği geçerli değildir." dedi. Bir başka genelgede ise şöyle yazdı: "Osman'ın dostları ve taraftarlarını gördüğünüz zaman onlara saygı gösterin. Onların toplantılarına katılın; Osman'ın faziletleri ve methi hakkında hadis naklederlerse, onları tamamen onaylayın. Onların, babalarının ve yakınlarının adını yazarak bana gönderin."
Halk, Osman'ın faziletlerini nakledenlerin Muaviye'nin yanında itibar kazandıklarını; makam, dirhem, dinar ve mal-mülke ulaştıklarını görünce, geniş bir şekilde hadis uydurmaya başladılar. Öyle oldu ki halk, Osman'a fazilet sayma konusunda birbirleriyle adeta rekabete girdiler. Muaviye'nin valilerinin yanına gidenler, Osman'ın methiyle ilgili hadisler uyduruyor, onlar da hemen onun adını yazarak hediyeler veriyorlardı. Bir müddet sonra Muaviye memurlarına bir mektup daha yazarak şöyle hatırlattı: "Osman'la ilgili hadisler çoğaldı ve yerde yayıldı. Bu mektup elinize ulaştıktan sonra halkı diğer halifeler ve sahabilerle ilgili hadis nakletmeye davet edin. Eğer birisi, Ebu Turab (Hz. Ali bin Ebi Talip) ile ilgili bir hadis nakle- derse, hemen ashap hakkında onunla çelişen bir hadis nakledin. Bu, bana göre daha tatlı ve daha makbuldür. Ebu Turab'ı hadislerde değersiz göstermek, Şiilere göre Os-man' ın faziletlerini anlatmaktan daha ağırdır."
Muaviye'nin mektupları halka okunuyor, ashabın hak- kında hakikati olmayan birçok hadisler naklediliyordu. Halk, bu doğrultuda hadisler uyduruyor ve bu hadisler minberlerde anlatılıyordu. Öğretmenler, öğrencilerine bu rivayetleri tıpkı Kur'an ayetleri gibi öğretiyorlardı. Hatta bunları kızlarına, kadınlarına, hizmetçilerine ve kölelerine dahi öğretiyorlardı.
Sonra, Muaviye tarafından yeni bir genelge daha yayınlandı: "Ali'nin ve Ehl-i Beyt'inin dostlarından olduğu anlaşılan herkesin adını beytülmaldan silin ve onun rızkını kesin."
Onun hemen peşinden şöyle bir genelge daha yayınladı:
"Ali'nin ve Ehl-i Beyt'inin dostluğu ile suçlanan herkesi kendinizden uzaklaştırıp evini yıkın."
Böylece en büyük musibet ve belalar lrak'lılara, özellikle Kufe'lilere nazil oldu. Ali'nin Şiilerinden biri, eğer dostuna bir sırrını açmak isteseydi, gizlice onun evine gider, kölelerden ve hizmetçilerden uzakta ondan, sırrını kimseye açmayacağına dair söz aldıktan sonra, sırrını ona açardı. Böylece, uydurma hadisler, yalanlar ve iftiralar çoğaldı. Fakihler, kadılar ve valiler de aynı yolun takipçileri oldular. Alçak gönüllülük ve takva gösterisi yapan Kur'an hafızları, yalan hadisler uydurarak mal-mülk sahibi oldular. Böylece, yavaş yavaş bu hadisler dindarlara da sıçradı. Onlar, bu hadislerin doğru olduğunu zannederek onları kabullenip naklettiler. Oysa eğer onlar, bu hadislerin uydurma ve yalan olduğunu bilseydiler, kesinlikle onlara inanmaz, onları nakletmezlerdi.(İbn-i Ebi'l Hadid, Şerh-i Nehc'ül Belağa, c.11, s.44-46)
ÖMERİN SAHABEYE YAPTIĞI KÖTÜLÜKLER DE MEŞURDU MESELA : Ömer bin Hattab’dır. İbn-i Esir gibi tarihçiler H.K 23. Yılın olaylarında, İbn-i Ebi’l- Hadid “Şerh-i Nehc’ul Belağa”nın (Mısır baskısı) 3. cilt 104. sayfasında ve daha başkaları şöyle naklediyorlar:
H.K 21 yılında halife Ömer Ebu Hureyre’yi Bahreyn’e vali olarak gönderdi. Ona, Ebu Hureyre kendisine mal toplayıp bir sürü at aldığı haberini verdiler. Bunun üzerine Ömer onu hicri 23 yılında görevinden aldı. Halifenin yanına gelir gelmez, halife ona: “Ey Allah’ın ve Allah’ın kitabının düşmanı, Allah’ın malını mı çalıyorsun?” diye kızdı. O da; “Asla hırsızlık yapmadım, onlar halkın bana verdiği hediyelerdi” diye cevap verdi.
İbn-i Mes’ud “Tabakat”ın 4. cildinin 90. Sayfasında, İbn-i Hacer Askalani “İsabe”de ve İbn-i Abdurabbih “Ikd’ul- Ferid”in 1. cildinde şöyle yazıyorlar:
Halife Ebu Hureyre’ye; “Ey Allah’ın düşmanı! Seni Bahreyn’e vali olarak gönderdiğimde ayağında ayakkabın bile yoktu; şimdi asil atların ve 600 dinarlık malın olduğunu duydum. Bunları nereden aldın?” diye sordu.
O da cevaben; “Bunlar halkın hediyeleriydi. Onları çalıştırdım, elimdekiler onlardan elde ettiğim kârlardır.” dedi.
Ömer yerinden kalkıp onu o kadar kırbaçladı ki sırtından kan akmaya başladı. Sonra, Bahreyn’de biriktirdiklerinden 10 bin dinar alıp Beyt’ul- Mal’a vermelerini emretti. Ömer, sadece kendi halifeliği zamanında değil, Resulullah’ın zamanında da Ebu Hureyre’yi yere düşene kadar dövdü.
Bu olayı Müslim “Sahih”in 1. cildinin, 34. sayfasında nakletmiştir. İbn-i Ebi’l- Hadid “Şerh-i Nehc’ul Belağa”nın 1. cilt, 360. sayfasının ilk başında şöyle yazıyor:
“Ebu Cafer İskafi (Mutezli şeyhi) diyor ki; Şeyhlerimiz Ebu Hureyre’yi (akli yönden) sakıncalı bulup onun hadislerini kabul etmiyorlar. Ömer onu kamçılayarak dedi ki; “Hadis nakletmekte çok ileri gittin. Zaten sana Peygamber’in adına yalan uydurmak yakışır!”
İbn-i Asakir “Tarih-i Kebir”de, Muttaki “Kenz’ul- Ummal”ın 239. sayfasında şöyle naklediyorlar: Halife Ömer onu kırbaçlayıp dövdü. Resulullah (s.a.a.)’dan hadis nakletmesine engel olarak dedi ki: “Peygamber’den çok hadis naklediyorsun. Ondan taraf yalan söylemeye layıksın (yani senin gibi şahsiyetsiz biri Peygamber’in adına yalan söyler ancak.) Peygamber’den hadis nakletmeği terk etmelisin. Yoksa seni ya Devs’a[2] gönderirim ya da Buzinelerin[3] yanına.
Yine İbn-i Ebi’l- Hadid “Şerh-i Nehc’ul- Belağa”nın 1. cildinin 360. sayfasında (Mısır baskısı) Üstadı imam Ebu Cafer İskafi’den şöyle naklediyor: “Mevle’l- Muvahhidin Emir’ul- Mü’minin Hz. Ali (a.s.) şöyle buyuruyor: “Bilin ki! İnsanların (veya Yaşayanların) en yalancısı, Resulullah (s.a.a.)’in adına en çok yalan söyleyen Devslu Ebu Hureyre’dir.”
İbn-i Kutaybe “Te’vil’ul- Muhtelif’il- Hadis”te, Hakim “Müstedrek”in 3. cildinde, Zehebi “Telhis’ul- Müstedrek”te, Müslim “Sahih-i Müslim” diye meşhur olan kıtanın ikinci cildinin “Fezail-u Ebu Hureyre” bölümünde diyorlar ki; Aişe onu defalarca reddederek şöyle diyordu: “Ebu Hureyre çok yalan söylüyor; o, Resulullah’ın adına bir sürü yalan hadis uydurmuştur.”
HANİ NOLDU NEDEN ÖMKER SAHABEYİ DÖVDÜ ? AMA BENCE İYİ YAPTI ÇÜNKİ EBU HUREYRE GİBİ BİRİ DÖVÜLMEYİ HAK EDİYORDU BAKSANA HZ.ALİ AS , AİŞE VE ÖMER BİLE ONUN YALAN HADİS YAZDIĞINI KENDİ AĞIZLARIYLA SÖYLÜYORLAR... ÖMERİN ELLERİNE SAĞLIK :)
ÖZELİKLE ÖMERİ HZ.ALİ SA DAN FAHA ÜSTÜN GÖREN EHLİ SÜNNET KARDEŞLERİMİZE DERİM Kİ ÖMERİN ŞU SÖNÜNÜ UNUTTUNUZMU?
'' ALİ OLMASAYDI ÖMER HELAK OLURDU'' ŞİMDİ BUNU SÖYLEYEN BİR İNSAN NASIL HZ.ALİ DAN ÜSTÜN OLABİLİR...
KAYNAKLAR:1- Mutaassıp Kadı Fadlullah bin Ruzbehan “İbtal’ul- Batıl”da,
2- İbn-i Hacer Askalani (Ö: 852) “Tehzib’ut- Tehzib”in 337. sayfasında,
3- Yine İbn-i Hacer “İsabe”nin c. 2, s. 509’unda,
4- İbn-i Kuteybe ed-Diyneveri (Ö: 276) “Tevil-u Muhtelif’il- Hadis” kitabının 200 ilâ 202. sayfalarında, İbn-i Hacer-i Mekki (Ö: 973) “Savaik’ul- Muhrika”nın 78. sayfasında,- Hacı Ahmed Efendi “Hidayet’ul- Murtab”ın 146’dan 152’ye kadar olan sayfalarında.- Celalettin Süyuti “Tarih’ul- Hulefa”nın 66. sayfasında,
Muhammed bin Ali es-Sabban “İs’af’ur- Rağibin”in 152. sayfasında,Nuruddin bin Sabbağ el-Maliki (Ö: 855) “Fusul’ul- Mühimme”de
İmam Ahmed bin Hanbel “Fezail” ve “Müsned”de,
Sibt bin Cevzi “Tezkire”nin s. 85 ilâ 87’sinde,
İmam Salebi “Keşf’ul- Beyan” tefsirinde,
Allame İbn-i Kayyim el-Cevzi “Turuk’ul- Hükmiyye”nin s. 41 ilâ 53’ünde (bir çok olayları nakletmesi dahilinde),
Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Kifayet’ut- Talib”in 57. babında,
İbn-i Mace el-Kazvini “Sünen”inde, İbn-i Meğazili eş-Şafii “Menakıb”da,
“Levla Ali’yyun le-heleke Ömer.”
(Eğer Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu.)
ŞİMDİ ÖMERİN NASIL BİDATLER YAPTIĞINI YAZICAM DİKKATLE OKU:
İkinci halife Ömer bin Hattab'ın tarihi, Kur'an ve sünnetin açık hükümleri karşısındaki içtihatlarıyla doludur. Ve maalesef Ehl-i Sünnet, bunları onun iftiharlarından sayarak ona övgüler yağdırırlar. Biraz insaflı olanları ise, onun bu işlerini akıl ve mantığın kabul edemeyeceği yorumlarla orumlamaya çalışırlar. Ama acaba Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetine muhalefet eden birisi müçtehid sayılabilir mi? Oysa Allah Teala buyuruyor ki:
"Allah ve Resulü bir konuda hüküm verdiği zaman, mümin bir erkek ve kadına o konuda görüş belirtme hakkı yoktur. Kim, Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, açık bir sapıklığa düşmüş olur." Ahzab Suresi /36.
Yine buyuruyor ki:
"Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendisidir... Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendisidir... Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler fasıkların ta kendisidir. "Maide Suresi /44,45 ve 47.
Buhari, Sahih'inin "Kur'an ve Sünnete Sarılma Kitabı"nda Resulullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu nakleder:
"Allah, ilmi insanlara verdikten sonra onlardan geri almaz. Ama alimler, ilimlerini insanlardan esirgerler; dolayısıyla halk cahil kalır ve onlara bir şey sorulduğu zaman kendi kafalarından cevap verirler. Böylece hem kendileri saparlar, hem de başkalarını saptırırlar."(Sahih-i Buhari, c. 9, s. 123.)
Yine Buhari, Sahih'inde şöyle nakleder:
"Hakkında vahiy nazil olmayan bir konuyu Resulullah'a sorduklarında, ya bilmiyorum diyor, ya da o konuda vahiy nazil oluncaya kadar bekliyordu. O, kendinden ve kıyas ile asla cevap vermezdi. Çünkü Allah Teala buyuruyor ki:'Allah'ın sana gösterdiği şeylerle (hüküm ver)." Sahih-i Buhari, c. 9, s. 124.
Alimler de eskiden beri şöyle demişler: "Allah'ın Kitabıyla ilgili olarak kendi düşüncesiyle hüküm veren kafir olur."- Tefsir-i Ayyaşi, c. 1, s. 18.
Bu, Kur'an ve sünnetten anlaşılan en basit konulardandır. Ama nasıl oluyor da bu basit konu, Ömer bin Hattab' a ya da ashaptan birine veya dört mezhep İmamlarına gelince unutuluyor ve maalesef onlar Allah'ın hükümleri karşısında içtihat edince hüküm değişiyor; hata ettikleri zaman bir sevap, doğruyu buldukları zaman da iki sevap kazanıyorlar!3
Birisi şöyle söyleyebilir: Yanlışa bir, doğruya iki sevap verilmesi konusu, bütün Sünni ve Şiilerin ittifak ettikleri bir konudur. Çünkü bu konuda Resulullah'ın (s.a.a.) sağlam hadisleri vardır..
Bunun cevabı şudur: Evet, bu doğrudur ama, Şia'nın dediği içtihatla Ehl-i Sünnet'in dediği içtihat arasında fark vardır. Şiiler, Allah ve Resulünce açıklanmayan bir hükümde içtihat ederler. Ama Sünniler buna bağlı değildirler. Onlar, seleflerine uyarak açık hükümlerin karşısında bile içtihat ederler. Allame Seyyid Şerefüddin Musevi (r.a.), en-Nassu ve 'l-İçtihad adlı kitabında ashabın, özellikle de ilk üç halifenin, yüzü aşkın konuda Kur'an ve sünnetle çelişen hükümler verdiklerini tespit etmiştir. Araştırmacıla- rın bu kitabı okumalarını tavsiye ederim..
Şimdi bu konudan bahsetmişken, Ömer bin Hattab'ın Kur'an ve sünnete açıkça muhalefet ettiği konulardan bazılarını hatırlatalım.
Ömer, ya cehaletinden dolayı bu hükümleri vermiştir. Halbuki cahil bir insan, helali haram ve haramı helal edebileceğinden hüküm vermeye hakkı yoktur. Yüce Allah buyuruyor ki: "Dillerinizin yalan yere nitelendirmesinden ötürü, "şu helaldir, şu haramdır" demeyin. Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler." Nahl Suresi / 116.
Ayrıca, cahil ve bilgisiz bir kimse, hilafet görevini de üstlenemez. Allah Teala buyuruyor ki: "Hakka hidayet eden mi uyulmaya daha layıktır, yoksa (tutulup) yola götürülmedikçe kendisi doğru yolu bulamayan mı? O halde size ne olmuş? Nasıl hükmediyorsunuz?" Yunus Suresi /35
Ya da Allah'ın hükümlerini bildiği halde, kendi zannınca maslahatın öyle gerektirdiği için onlara aykırı hükümler vermiştir. Maalesef, Ehl-i Sünnet bunu da çok normal karşılar ve kafirlik veya dinden çıkma olarak görmezler.
Kaldı ki Ömer, kendi zamanında Allah'ın hükümlerini tam olarak bilen bir şahsiyetin varlığından da habersiz değildi. Çünkü o, Hz. Ali'nin Kur'an'ı ve sünneti herkesten daha iyi bildiğini çok iyi biliyordu. Aksi halde, kesinlikle birçok zor meselede ona müracaat etmez ve defalarca; "Eğer Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu." (Menakıb-ı Harezmi, s. 39; Zehair'ul-Ukba, s. 82.) demezdi..
Ben özgür Müslümanların bu konuda bizimle aynı görüşte olduklarına inanıyorum. Zira görüyorlar ki bu gibi içtihatlar, inançları bozmuş, hükümleri değiştirmiş, ümmetin arasında karışıklığa ve ayrılığa neden olan çeşitli mezhep ve fırkaların çıkmasına sebep olmuş ve sonuç olarak çeşitli maddi ve manevi zararlara yol açmıştır.
Şayet Ebu Bekir ve Ömer, Resulullah'ın sünnetini -hilafetin asıl sahibini kenara itmiş olmalarına rağmen- bir kitapta toplasaydılar, kendileri ve ümmet için daha iyi ve daha hayırlı olmaz mıydı? Resulullah'ın sünnetinde bunca yalan, iftira ve efsaneler meydana gelir miydi? Ve bugün İslam adına değişik değişik mezhepler, inançlar ve fırkalar olur muydu?
Fakat ne yazık ki, Peygamber efendimizin hadislerini toplatıp yaktılar ve yazılıp anlatılmasını yasakladılar. İşte en büyük musibet de budur. La havle ve la kuvvete illa billah' il- Aliyy' il-Azim!
Şimdi Kur'an'ın açık hükümleri karşısında Ömer'in bazı içtihatlarına değiniyoruz:
1- Kur'an buyuruyor ki: "... Cünüp iseniz, temizlenin (gusül alın). Hasta veya yolculukta iseniz ya da sizden biri ihtiyacını gidermekten gelmişse ya da kadınlarınıza yaklaşmışsanız da su bulamamışsınız, temiz toprak ile teyemmüm edin.."1
Sünnette de, Resulullah'ın (s.a.a.) Ömer'in de bulunduğu bir sırada ashaba teyemmümün nasıl alınacağını öğrettiği meşhurdur. Buhari, Sahih'inin "Teyemmüm Kitabı"nda
mran'dan şöyle nakleder:
"Bir yolculukta Resulullah'la birlikte idik. Gece yola çıktık ve gecenin sonlarına doğru yorgunluktan uyuyuverdik. Hem de öyle bir uyku ki yolcu için ondan daha tatlısı olamaz. Bizi sadece güneşin sıcaklığı uyandırabildi. İlk uyanan fılan idi; ondan sonra da filan. (Ebu Reca, onların isimlerini de söylüyordu; ama
Avf onların isimlerini unutmuş) Dördüncü olarak da Ömer bin Hattap uyandı. Ama Resulullah uyuduğunda kendisi uyanana kadar kimse onu uyandırmazdı. Çünkü biz onun uykusunda neler olduğunu bilmezdik. Ömer uykudan uyandığında halkın durumunu görünce sert ve katı birisi olduğundan tekbir getirmeye başladı. Onun tekbirlerinin sesinden Resulullah da (s.a.a.) uyandı. Onlar, Resulullah uyanınca durumlarını ona anlattılar. Ama Resulullah, "Bir şey olmaz" diyerek hareket emri verdi ve kendisi de yola koyuldu. Çok uzaklaşmadan durarak halka abdest almalarını emretti. Bilahare halk, Resulullah'la (s.a.a.) birlikte cemaat namazı kıldı. Namaz bittiğinde birinin kenarda durarak cemaat namazı kılmadığını görünce; "Sen neden halkla birlikte namaz kılmadın?" diye buyurdu. Adam; "Ben cünüp oldum. Güsül almak için de su bulamadım" dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki: "Temiz toprak (ile teyemmüm almak) sana yeter."Sahih-i Buhari, c. 1, s. 93 - 94.
Ama Ömer, Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetine muhalefet ederek; "Su bulmayan, namaz kılmasın." diyor. İşte bu, birçok hadis yazarının kaydettiği Ömer'in içtihatlarından birisidir. Müslim, Sahih'inin "Taharet Kitabı, Teyemmüm Babı"nda şöyle yazar:
"Birisi Ömer'in yanma gelerek dedi ki: "Ben cünüp oldum, ama su bulamadım." Ömer; "Öyleyse namaz kılma." dedi. Orada bulunan Ammar şöyle dedi: "Ey müminlerin emiri, hatırlamıyor musun? Ben ve sen bir seriyedeydik; ikimiz de cünüp olmuş ve su bulamamıştık. Sen namaz kılmadın, ben ise kendimi toprağa bulayarak namaz kıldım. Sonra Resulullah (s.a.a.) buyurdu ki: "Ellerini yere vurup üfledikten sonra yüzünü ve iki elini mesh etmen yeterli idi." Bunun üzerine Ömer dedi ki: "Ya Ammar! Allah'tan kork" Ammar da; "Eğer istersen, bu konuda konuşmam." dedi.Sahih-i Buhari, c. 1, s. 92 - 93; Sahih-i Müslim, c. 1, s. 280, h.368.
Subhanallah! Ömer Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetine muhalefet etmekle kalmıyor; görüşlerine ashabın karşı çıkmasına dahi izin vermiyor. Ammar, ondan özür dilemek zorunda kalarak; "Eğer istersen, bu konuda konuşmam." diyor!
Ashabın, nassın varlığına şahitlik etmesine rağmen, kendi görüşü üzerinde bu kadar ısrar etmeye ve bunun adını içtihat koymaya şaşırmamak insanın elinde değil. Ömer, ölene kadar bu görüşünde ısrar ediyordu. Ashaptan bazıları da onun görüşüne uymuşlardı. Hatta Ömer'in görüşünü Resulullah'ın (s.a.a.) görüşünden bile öne geçiriyorlardı. Müslim, Sahih'inin "Taharet Kitabı, Teyemmüm Babı"nda Şakik' den şöyle nakleder:
"Abdullah ile Ebu Musa'nın yanında oturmuştum. Ebu Musa dedi ki: "Ey Ebu Abdurrahman! Cünüp olup da su bulamayan bir kimsenin hakkında ne diyorsun?" Abdullah;"Bir ay su bulamasa dahi teyemmüm almasın." dedi.
Bunun üzerine Ebu Musa dedi ki: "Peki öyleyse, "Eğer su bulamazsanız, temiz toprakla teyemmüm alın." ayeti ne olacak?" Abdullah; "Eğer bu ayetle onlara izin verilirse, yarın hava soğuyunca da teyemmüm almak isteyecekler." cevabını verdi.
Ebu Musa, Abdullah'a dedi ki: "Ammar'ın şöyle dediğini duymadın mı: Resulullah beni bir yere göndermişti. Ben orada cünüp oldum ve su bulamadım. Tıpkı bir hayvanın topraklara bulandığı gibi ben de kendimi topraklara buladım. Resulullah'ın yanına gittiğimde olayı ona anlattım. Buyurdu ki: "İki elinle şöyle teyemmüm alsaydın yeterliydi." Sonra ellerini bir kez yere vurup çırptıktan sonra iki elinin üstünü ve yüzünü mesh etti." Abdullah; "Ömer'in, Ammar'ın bu sözünü yeterli bulmadığını görmedin mi?!" dedi." Sahih-i Müslim, c. I, s. 280, h. 368; Sahih-i Buhari, c. 1, s. 96.
Buhari, Müslim ve diğer birçok Sünni alimin naklettiği bu rivayet üzerinde biraz düşündüğümüzde, Ömer'in ashabın üzerinde ne kadar etki bıraktığını, şer'i hükümlerdeki bunca farklı görüşlerin ve rivayetlerdeki bunca çelişkilerin nereden kaynaklandığını, Emevi ve Abbasi halifelerinin şer'i hükümleri önemsememelerinin nedenini ve çeşitli mezheplerin nasıl ortaya çıktığını anlarız. Efendileri ve önderleri olan Ömer, Kur'an ve sünnete açıkça muhalif olan fetvalar2 verip mazur görüldükten sonra Ebu Hanife, Malik, Şafii ve Ahmed bin Hanbel' i, kendi görüşlerine göre etva verdikleri için asla kınamamak lazım. Çünkü onlar, sadece daha önce koyulan bir bidate uymuşlar ve bu bidati ilk koyan kişiler değillerdir.
Bütün bunlardan daha şaşırtıcı olan, Abdullah bin Mes'ud'un Ebu Musa'ya; "Bir ay bile su bulamazsa, teyemmüm almasın." demesidir. Abdullah bin Mes'ud sahabenin en ileri gelenlerinden olmasına rağmen böyle bir fetva veriyor. Rivayetten de anlaşılan şudur: Ebu Musa ayeti delil getirerek Abdullah bin Mes'ud'u ikna etmek istiyorsa da, o cevabında diyor ki: "Eğer bu ayetten yararlanarak onlara teyemmüm izni verirsek, yarın hava biraz soğuyunca teyemmüme başvururlar."
Bakın, Kur'an'a karşı nasıl içtihat edip, kendi kafalarından görüş belirtiyorlar! Ve maalesef: görüşleri hep ümmete zorluk çıkarma yönündedir. Oysa Allah Teala buyuruyor ki: "Allah sizlere kolaylık ister; size zorluk (çıkarmak) istemez."Bakara Suresi / 185.. Ama bu zavallı şöyle diyor: "Eğer bu ayetle onlara izin verirsek, yarın hava biraz soğuyunca teyemmüm alacaklar." Acaba o, kendisini Allah'ın ve Resulünün sözcüsü olarak mı görüyor? Yoksa o, insanlara Yaratıcılarından daha mı fazla acıyor?!
Daha sonra Ebu Musa, Resulullah'ın sünnetinden delil getirerek Ammar'ın rivayetiyle onu ikna etmeye çalışıyor; ama Abdullah bin Mes'ud, Ömer, Ammar'ın rivayetini kabul etmediği için bu meşhur sünneti de reddediyor!
Gördüğünüz gibi, bazı sahabilere göre ikna edici tek söz, Ömer bin Hattab'ın sözüdür. Resulullah'ın buyrukları ve davranışlarına muhalif olsa bile, bir ayet veya hadisin sıhhatinin ölçüsü, Ömer bin Hattab'ın ikna olup olmamasıdır. Bugün de halkın birçok ameli, Kur'an ve sünnete aykırı olduğu halde, sırf Ömer'in görüşüne uygun olduğu için, uyulması farz olan bir kanun durumundadır.
Hatta bazıları, halifelerin zamanında yasaklanan hadislerin daha sonra yazıldığını görünce, Ömer bin Hattab'ın görüşüne muhalif olan hadislerin karşısında, Ömer'in görüşünü desteklemek için rivayetler uydurup Resulullah'a (s.a.a.) isnat ettiler. Geçici evlilik ve teravih namazı konusunda olduğu gibi.Böylece, bir konuda çelişik rivayetler nakledilerek zamanımıza kadar geldi ve Müslümanlar hemen her konuda ihtilafa düştüler. Bu ihtilaflar, Ömer'i Ömer olduğu için savunanlar var olduğu sürece de devam edecektir. Çünkü bu gibi insanlar, hiçbir zaman hakka ulaşmak için araştırma yapmaz ve kalkıp da Ömer' e; "Ey Ömer! Sen yanılıyorsun. Su bulunmadığı zaman, namazın farz oluşu kalkmaz. Kur'an' da teyemmüm ayeti vardır; teyemmüm hadisi bütün Sünni kitaplarında kayıtlıdır. Senin Kur'an'a ve sünnete karşı cahilliğin, hilafet kürsüsüne oturmana ve ümmetin başına geçmene de izin vermez. Bilerek Kur'an ve sünnetin hükümlerine karşı çıktıysan da bu, seni kafirliğe kadar götürür. Çünkü eğer mümin isen, Allah ve Resulünün hükmü karşısında kendinden hüküm veremezsin; istediğini kabul, istediğini de reddedemezsin. Sen de çok iyi biliyorsun ki, Allah'a ve Resulüne karşı çıkan kimse açıkça dalalettedir.
2- Yüce Allah buyuruyor ki: "Sadakalar; fakirlerin, hiçbir şeyi olmayanların, onu toplamaya memur olanların, kalpleri Müslümanlığa yaklaştırılmak istenenlerin (müellefet'ül-kulup), kölelerle tutsakların, borçluların, Allah yolunda savaşanların ve yolda kalanların hakkıdır. Bu, Allah'ın hükmüdür ve Allah her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir."Tevbe Suresi /60.
Allah'ın hükmüne uygun olarak Resulullah'ın (s.a.a.) meşhur sünnetlerinden biri de "müellefet'ül-kulub"a (gönülleri İslam'a ısındırılmak istenenlere)2 paylarını vermekti. Ama Ömer bin Hattap, hilafeti zamanında bunu beytülmaldan (devlet bütçesinden) keserek Kur'an'ın değişmez nassı karşısında içtihat edip şöyle dedi:
"Bizim size hiçbir ihtiyacımız yoktur. Çünkü Allah İslam'a izzet ve şeref vermiş ve bizleri size muhtaç etmemiştir."
Hatta Ömer bu hükmü Ebu Bekir'in hilafeti döneminde de iptal etmişti. Şöyle ki, "müellefet'ül-kulup"tan bazıları Resulullah (s.a.a.) zamanında olduğu gibi paylarını almak için Ebu Bekir'in yanına geldiler. Ebu Bekir de onlara bir mektup vererek Ömer'in yanına gönderdi. Onlar, paylarını almak için Ömer'in yanına gittiklerinde Ömer onların mektubunu yırtarak şöyle dedi: "Bizim size ihtiyacımız yok. Çünkü Allah İslam'a izzet vermiş ve bizi size muhtaç etmemiştir. Ya İslam'a girin ya da sizinle bizim aramızda kılıç hüküm verecektir."
Onlar da Ebu Bekir'in yanına geri dönerek dediler ki: "Allah Allah! Sen mi halifesin, Ömer mi?" Ebu Bekir de; "Allah'ın izniyle halife odur." dedi ve arkadaşı Ömer'in hatırına mektubundan vazgeçip, geri çekildi.- el-Cevheret'ün-Neyyire Fi'I-Fıkh'İl-Hanefi, c. 1, s. 164
Daha da ilginç olanı şudur: Bugün bile bu olayda Ömer'i
savunanları ve bunu onun faziletlerinden sayanları görmekteyiz. Bunlardan biri de Şeyh Muhammed Devalibi'dir. O, Usul'ül-Fıkh adlı kitabının 239. sayfasında şöyle der:
"Ömer'in Kur'an' da, hakkında açıkça nass olan ve hükmü kaldırılmayan "müellefet'ül-kulub"a verilmesi farz kılınan zekatı kesmek konusundaki içtihadı, "maslahatın zamana göre değişmesi" kanunu doğrultusunda atılan ilk adımdır. "
Daha sonra, Ömer için bu konuda mazeretler ve bahaneler uydurarak diyor ki: "Evet! Ömer ayetin zahirine değil, asıl hedefine önem vermektedir..." Oysa onun bu sözlerini hiçbir mantık kabullenemez. Biz, onun; "Ömer Kur'an hükümlerini kendi reyine göre değiştirmiştir" şeklindeki tanıklığını kabul ediyoruz. Ama; "Ömer, ayetin zahirine değil, asıl hedefine önem veriyordu" şeklindeki yorumunu asla kabul etmiyoruz. Biz ona ve diğerlerine şunu diyoruz: "Kur'an'ın ve Resulullah'ın hükümleri, zamanın geçmesiyle iptal olmaz. Kur'an, Resulullah'a (s.a.a.) bile bu hakkı vermemiştir:
"Onlara apaçık delilleri kapsayan ayetlerimiz okunduğu zaman bize kavuşmayı ummayanlar, bize bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir, dediler. De ki: Ben onu kendiliğimden değiştiremem. Ben ancak bana vahyedilene uyarım. Ve şüphe yok ki ben, Rabbime isyan ettiğim takdirde o büyük günün azabından korkarım."
Yunus Suresi / 15.
Resulullah'ın (s.a.a.) pak sünnetinde ise şöyle geçer:"Muhammed'in helali kıyamete kadar helal, haramı ise kıyamete kadar haramdır.''Sünen-i Daremi, c. 1, s. 115
Ama Devalibi gibi içtihat taraftarı olanlar, zaman geçtikçe ilahi hükümlerin değişebileceğini iddia ediyorlar. Öyleyse ilahi hükümlerin yerine milli kanunları koyan devlet başkanlarını kınamamak gerekir. Çünkü onlar da, ilahi hükümlere aykırı olan kanunlarını maslahat icabı çıkarmışlardır. Mesela, onlardan biri diyor ki: "Düşmanlarınızı yenmek için oruç tutmayın. Bizler bugün fakirlik, cehalet ve irtica ile savaşıyoruz ve oruca hiç ihtiyacımız yoktur. Oruç fazla üretimi engellemektedir."
Çok eşli evlilik hakkında ise şöyle diyor: "Bu zulümdür, çünkü Muhammed'in zamanında kadının hiçbir değeri yoktu. Ama biz bugün onu özgürlüğüne kavuşturduk ve bütün haklarını kendisine geri verdik."
Bu devlet başkanı, tıpkı Ömer gibi, Kur'an'ın zahirine değil, ayetin asıl hedefine dikkat ederek diyor ki: "Bugün kız ile erkek mirasta eşit olmalıdır. Zira o zamanlarda ailenin geçimini sağlamak erkeğin üzerinde olduğu için Allah, ona iki kat miras ayırmıştı. Ama bugün artık kadın da erkek gibi çalışmakta ve ailesinin geçimini sağlamakta katkıda bulunmaktadır." Örnek olarak da, karısının çok miktarda para harcayarak kardeşini bakan yaptığını gösteriyor!
Aynı bu devlet başkanı, zinayı helal biliyor ve bunu, zorla yapılmaması ve meslek edinilmemesi şartıyla, buluğ çağına eren herkesin hakkı olarak görüyor. Üstelik zinayteşvik için de, zinadan olan çocuklara bakım yurdu açıyor.
Bu gibi içtihatları bir hayli çok olan bu devlet başkanı, iloinçtir ki, Ömer'in kişiliğine hayran olduğunu söylüyor! o Bir konuşmasında da diyor ki: "Ama ne yazık ki, Ömer ne hayatında, ne de öldükten sonra içtihatlarının sorumluluğu- nu üstlenmedi. Ama ben hayatımda da, öldükten sonra da yaptığım içtihatların sorumluluğunu üstleniyorum." Halkın onun içtihatlarını eleştirdiğini duyunca da diyor ki: "Ömer bin Hattap zamanının ilk ve en büyük müçtehidi idi. Peki ben niye içtihat etmeyeyim ki? Ömer de hükümet başka- nıydı, ben de hükümet başkanıyım."
Daha da ilginç olan şudur: Bu devlet başkanı, Resulullah'ın (s.a.a.) adını alay ve istihzayla anıyor! Örneğin; bir konuşmasında demiş ki: "Muhammed coğrafya bile bilmiyordu. Çünkü Çin'in dünyanın sonu olduğunu zannederek; "Çin'de de olsa ilim öğreniniz." demiştir. Muhammed, ilmin bu kadar gelişeceğini ve demir parçalarının havada uçacağını nereden bilebilirdi ki?! Veya Uranyum, Potasyum, atomla ilgili bilimler ve nükleer silahlar hakkında ne diyebilirdi ki?!"
Ben bu aptal adamı fazlaca kınamıyorum. Çünkü o, Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetinden hiçbir şey anlamadan bir gün kendisini bir İslam ülkesinin başkanı olarak görmüş ve aşağılık kompleksine kapılarak ülkesini Avrupa Ülkelerinin seviyesine çıkarmak istemiş, birçok kral ve devlet başkanı da ona uymuş, batılı ülkeler ona övgüler yağdırmış, hatta ona "Büyük Mücahit" lakabını vermişler! Böyle birinden bu gibi sözleri yadırgamamak gerekir. Çünkü onun aldığı eğitim bunu gerektirmektedir. Dolayısıyla eğer insaflı olursak, önce Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ı eleştirmemiz ve kınamamız gerekir. Çünkü Resulullah'ın (s. a. a.) vefat ettiği günden itibaren bu kapıyı onlar açtılar; Ümeyye Oğulları ve Abbas Oğulları da yaptıkları içtihatlarda onlara uydular ve tam yedi asır İslam kanunları ve hükümlerini değiştirmekle uğraştılar. Bunun sonucu olarak da, bugün bir İslam ülkesinin başkanı, milletinin karşısında küstahça Resulullah (s.a.a.) ile alay ediyor ve hiçbir kimse kalkıp ona itiraz etmiyor!
Ben, bazı İslami hareketlerdeki kardeşlerime diyordum ki: "Eğer sizler, bugün Kur'an'a ve sünnete uymayan bu devlet başkanını kınamakta samimiyseniz, önce bu bidatin temelini atan ve nassın (Kur' an ve sünnetin) karşısında içtihat edenleri kınamalısınız."
Ama onlar, zamanın devlet başkanlarını Raşit Halifelerle mukayese etmekten rahatsız oluyorlardı. Ben onlara diyordum ki: "Bugünkü krallar ve devlet başkanları, tarihin kesin neticesinden başka bir şey değildir. Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından bugüne kadar Müslümanların gerçekten özgür oldukları bir zaman oldu mu?!" Onlar ise bana şu cevabı veriyorlardı: "Siz Şiiler ashaba küfür ve iftira ediyorsunuz. Eğer bir gün hükümeti ele geçirirsek, sizi ateşte yakacağız." Ben de; "Allah o günü size nasip etmesin." diyordum.
Yüce Allah buyuruyor ki:
"Boşamak iki defa olur. Ondan sonra ya güzellikle kadını tutmak gerek, ya iyilikle bırakmak. Onlara verdiğiniz şeylerden bir şey almak da size helal değildir. Ama erkek ve kadın Allah'ın hudutlarını koruyamayacaklarından korkarlarsa, o başka. Siz de onların, Allah'ın sınırlarını muhafaza edemeyeceklerinden korkarsanız, kadının, hakkından vazgeçmesinde ikisi
için de günah yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Bunları sakın aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, onlar zalimlerin ta kendisidir. Erkek kadını bir kere daha boşayacak olursa, bundan sonra kadın başka bir kocaya varmadıkça eski kocasına helal olmaz. O adam onu boşarsa, o vakit Allah'ın sınırlarını koruyacaklarına ümitleri varsa, birbirlerine dönüp tekrar evlenme- lerinde bir sakınca yoktur. İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır; bunları, bilmeyen kavme açıklamaktadır." Bakara Suresi /229 - 230.
Resulullah'ın mübarek sünneti de, bu ayetin yorumunda hiçbir gizli yön bırakmayarak diyor ki: Koca, karısını üç kez boşamadıkça kadın ona haram olmaz. Ama eğer üç kez boşarsa, artık ona dönemez. Fakat eğer kadın ondan sonra başka bir adamla evlenir, daha sonra o adam o kadını boşarsa, o zaman eski kocası da başkaları gibi o kadına evlenme teklifi edebilir. Kadın da isterse kabul, isterse reddeder. Ama Ömer bin Hattap, her zamanki alışkanlığı üzere, bilmeyenler için açıklanan bu ilahi hükmü hiçe saya- rak; "Eğer bir adam karısına tek bir defada "Seni üç kez boşadım." derse, artık o kadın ona haram olur." dedi. Ve böylece Kur'an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebeviyye'ye muhalefet etti.
Sahih-i Müslim'in "Talak Kitabı, Üç kez Boşama Babı"nda İbn-i Abbas'tan şöyle naklolunur:
"Resulullah'ın (s.a.a.) ve Ebu Bekir'in dönemi ile Ömer'in halifeliğinin ilk iki yılında, "seni üç kez boşadım" dense, bir boşama sayılıyordu. Ama Ömer bin Hattap; "Halk kendilerine zaman tanınan bir işte acele ediyorlar. Ne dersiniz, bunu onların aleyhinde geçerli kabul edelim mi?" dedi ve bunu geçerli kıldı." Sahih-i Müslim, c. 2, s. 1099, h. 1472; Sünen-i Beyhaki, c. 7, 336; Süneni-i Ebi Davud, c. 2, s. 261, h. 2199.
Halifenin, ashabın huzurunda ilahi hükümleri değiştirmeye cüret etmesi, onların da Ömer'i onaylayarak itiraz ve inkar etmemeleri gerçekten çok şaşırtıcıdır.
Ama diğer taraftan bizi aldatarak diyorlar ki: Ashaptan biri Ömer'e şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki senin yanlış bir işini görürsek, kılıçla seni düzeltiriz." Allah'a andolsun ki, bunlar halifelik döneminde demokrasi ve özgürlüğü ispat etmek için uydurulan yalan ve iftiralardır. Tarihteki uygulamalar, bütün bunları yalanlamaktadır. Uygulamalar, yazılanlara aykırı olduğu sürece yazılanların hiçbir değeri olmaz. Yoksa, onlar yanlışlığı Kitap ve sünnette görerek, Ömer'in onları düzelttiğini mi sanıyorlardı? Bu saçmalıklardan Allah'a sığınırız. Ben "Kafse" şehrinde iken bazı zavallılar "seni üç kez boşadım" cümlesi ile karılarının artık kendilerine haram olduğunu zannediyorlardı. Ben de, halifelerin değiştirdikleri değil, Allah'ın sahih hükümlerini onlara söyleyince çok seviniyorlardı. Kendini alim zannederler ise, "Şiiler her şeyi helal bilirler" diye halkı korkutuyorlardı. Hiç unutmuyorum, onlardan biri, bir gün bana yavaşça dedi ki: "Eğer gerçekten efendimiz Ömer bin Hattap bu ve bunun gibi hükümleri değiştirmiş ve ashap da sessiz kalmış ise, peki efendimiz Ali bin Ebi Talip niçin hiç itiraz etmedi?!" Ben ona şu cevabı verdim: "Kureyşliler Hz.Ali hakkında; "Cesur, ama savaş usulünü bilmiyor!' deyince cevaplarında dedi ki: "Bunlar ne diyorlar?! içlerinde savaş konusunda benden daha şiddetli ve daha tecrübeli birisi var mı?! Ben daha yirmi yaşındayken savaşla tanışmışım; şu anda da altmış yaşındayım! Ne yapa- yım?! Sözü dinlenmeyenin görüşü olmaz!"Nehc'ül-Belağa, 27. hutbe.
Evet! İmamlığını kabul eden Şiiler dışında hangi Müslüman onun sözlerini dinledi ki?! Hz. Ali geçici evliliğin (mut'a) yasaklanmasına karşı çıktı; bir bidat olan teravih namazına karşı çıktı; Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın değiştirdiği hükümlere karşı çıktı; ama Şiilerden başka kim onu dinledi?! Diğer Müslümanlar ona karşı savaştılar; ona lanet okudular; adını ve yâdını silmek için çaba harcadılar. Ömer'den sonra halifeliğe aday olanlardan biri olan Abdurrahman bin Avf, Hz. Ali'ye; "Eğer Ebu Bekir ve Ömer'in sünnetine uyarsan, seni halife yaparız." demişti. Hz. Ali (a.s.) da "Ben yalnız Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetine göre hükmederim." buyurmuştu. Böylece de onu kenara iterek Osman'ı seçtiler. Çünkü Osman onların şartlarını kabul etmişti.
Bu yüzden bugün bile görüyoruz ki, ilim şehrinin kapısı ve Resulullah'tan (s.a.a.) sonra halkın en bilgilisi, Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini herkesten daha iyi bilen ve bütün amel ve sözleri Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın sünnetine uygun olan tek kişi, Hz. Ali (a.s.) olmasına rağmen, onun Ehl-i Sünnet ve Cemaat'in yanında pek yeri yoktur ve onlar Hz. Ali'ye uymak yerine Malik, Ebu Hanife, Şafii ve İbn-i Hanbel' e uyuyorlar, ibadet ve muamelelerde hükümleri onlardan alıyorlar; hiçbir meselede Hz. Ali'ye başvurmuyorlar. Büyük hadisçileri de hadiste aynı yolu izliyorlar. Örneğin; Buhari ve Müslim, EbuHureyre, İbn-i Ömer, Akra', A'rec ve uzak - yakın herkesten çeşitli konularda yüzlerce hadis naklederken, Hz.Ali'den sadece Ehl-i Beyt'in makamını küçük düşürücü birkaç uyduruk hadis naklediyorlar. Bununla da yetinmeyerek Hz. Ali'ye uyan, ilim ve hikmeti ondan alan Şiileri kafirlikle suçlayarak onlara "Rafızi" lakabını takıyor ve en alçakça iftiraları atıyorlar. Gerçek şudur ki, Şiilerin Hz. Ali'ye uymaktan başka hiçbir suçları yoktur. Ali ki, üç halife döneminde bir kenara itilmiş, Emevi ve Abbasiler zamanında kendisi ve Ehl-i Beyt'ine karşı savaş açılmış, insanların gözünden düşürülmeye çalışılmıştır! Tarihi azıcık olsun araştıranlar, Hz. Ali'ye, Eh-i Beyt' e ve Şiilere karşı neler yapıldığını bilirler.
BU KADAR ÖMER İÇİN YETERLİ SANIRIM..BİRAZDA OSMANA BAKALIM DEMİ :)
İSLAMIN SÖZDE ÜÇÜNCÜ HALİFESİ OSAMAN.: Osman bin Affan, halkın arasında Ebu Bekir ile Ömer'in sünnetini uygulayacağına dair Abdurrahman bin Avf'a söz verdiğinde herhalde şöyle demek istiyordu: "Ben de içtihat ederek Kur'an ve sünnetin açık hükümlerini değiştireceğim." Nitekim Osman'ın halifelik dönemindeki hayatını inceleyenler, onun da içtihat konusunda büyük adımlar attığını bilirler. Öyle ki, onun içtihat ve bidatleri iki eski dostu Ebu Bekir ile Ömer'in içtihatlarını halka unutturdu ve sonunda kendi aleyhinde inkılaba sebep olarak öldürülmesine yol açtı. Ben, tarih kitaplarını dolduran bu konu hakkında uzunca bahsetmeyeceğim. Sadece içtihat taraftarla- rının Muhammed'in (s.a.a.) dininde yaptıkları değişiklikleri somut olarak gözler önüne sergilemek için birkaç örnek vermekle yetineceğim.
Müslim, Sahih'inin "Yolcuların Namazı Kitabı"nda AİŞE'DEN şölye nakleder:
"Namaz, insanlara farz kılındığında iki rekat idi. Allah Teala daha sonra namazın vatanda tam olarak kılınmasını, ama yolculukta iken tıpkı ilk zamanlarda olduğu gibi iki rekat olarak kılınmasını farz etti."
Yine Müslim, Sahih'inin aynı kitabında Ya'la bin Ümeyye' den şöyle nakleder:
"Ömer bin Hattab'a dedim ki: "kafirlerin size kötülük etmelerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanız- da size bir günah yoktur." Ama bugün artık insanlar emniyettedir?! (O halde niçin halâ yolculukta iki rekat kılıyoruz?)" Ömer dedi ki: "Ben de buna şaşırıyordum. Resulullah'a (s.a.a.) sebebini sorunca buyurdu ki: "Bu, Allah'ın size bir sadakasıdır. Allah'ın sadakasını kabul edin."
Yine Müslim, Sahih'inin aynı kitabında İbn-i Abbas'tan şöyle nakleder:
"Allah, namazı Peygamber'in diliyle vatanda dört rekat, yolculukta iki rekat, savaşta ise bir rekat olarak farz kıldı."
Enes bin Malik' den ise şöyle nakleder:
"Resulullah (s.a.a.) şehirden üç mil ya da üç fersah uzak-laştığında namazı iki rekat kılardı."
Yine ondan şöyle nakleder:
"Resulullah (s.a.a.) ile birlikte Medine'den Mekke'ye gittiğimizde Resulullah dönünceye kadar namazları iki rekat olarak kıldı." Ravi ona; "Resulullah Mekke'de ne kadar kaldı?" diye sorunca; "On gün." dedi."
Müslim'in Sahih'indeki hadislerden de açıkça anlaşıldığı gibi, yolculukta namazın kısaltılması hususundaki ayeti, Resulullah (s.a.a.), Allah'ın Müslümanlara lütufta bulunduğu bir ruhsat olarak algılamış, sözleri ve amelleriyle de bunu beyan etmiştir. Dolayısıyla Müslümanların da bunu kabul etmesi gerekir. Böylece Devalibi ve diğerlerinin; "Ömer, hükmün nedenine bakıyordu, zahirine değil." diyerek Ömer'in hatalarını düzeltmeye çalışmaları boş bir çabadır. Çünkü namazın iki rekat kılınmasını bildiren ayet nazil olduğunda Ömer'in buna şaşırması üzerine Resulullah (s.a.a.), hükümlerin nedenlerine bakılamayacağını ona öğretmişti. Demek ki halk güven içinde olup kafirlerden korkuları olmasa bile, yolculukta iken dört rekath namazlarını iki rekat olarak kılmalıdırlar. Ama Devalibi ve diğer Sünni alimlerin zannettiklerinin tam tersine, Ömer'in tamamıyla farklı bir görüşü vardı.
Şimdi Osman bin Affan' a gelelim... O da, Raşit Halifeler kervanına ulaşmak için olsa gerek, Kur'an ve sünnetin hükümlerine uymayan içtihatlar yapmaktan çekinmemiştir. Bu içtihatlarından biri, hilafet kürsüsüne oturunca yolcula-on da namazı dört rekat olarak kılmalarını emretmesiydi.
Ben onun bu hükmü değiştirmesinin sebebini çok düşündüm ve sonuca vardım: O, bu hareketiyle halka ve özellikle de Ümeyye Oğullarına kendisinin Hz. Muhammed (s.a.a.), Ebu Bekir ve Ömer'den daha takvalı olduğunu anlatmak istiyordu.
Müslim, Sahih'inin "Yolcuların Namazı Kitabı"nda Salim bin Abdullah'tan, o da babasından şöyle nakleder:
"Resulullah (s.a.a.) Mina'da ve diğer mekanlarda (yolculukta olduğundan) namazı iki rekat kılardı. Ebu Bekir ile Ömer de namazı iki rekat kılardı. Osman da halifeliğinin ilk yıllarında namazı iki rekat olarak kılıyordu. Daha sonra dört rekat kılınmasını emretti." Sahih-i Müs1im, c. 1, s. 482, h. 694.
Yine Sahih-i Müslim'de şöyle geçer: "Zühri der ki: Urve'ye; "Peki neden Aişe yolculukta iken namazı dört rekat kılıyordu?" diye sordum. Urve; "O da tıpkı Osman gibi içtihat etti."2 diye cevap verdi."
İşte böylece, Allah'ın dininin hükümleri ve nassları şahısların arzularına göre yorumlanıyordu!
Osman, Ömer' i onaylarak temettu haccını ve geçici evliliği yasakladı. Buhari, Sahih'inin "Hac Kitabı, Temettu ve İkran Babı"nda Mervan bin Hakem' den şöyle nakleder: "Osman ile Ali'yi gördüm. Osman, temettu haccını ve hac ile umrenin birlikte yapılmasını yasaklıyordu. Ama Ali onu görünce, hac ve umreye birlikte (temettu haccına) niyet ederek; "Ben, herhangi birinin sözüyle Resulullah'ın (s.a.a.)sünnetinden vazgeçemem." dedi."Sahih-i Buhari, c. 2, s. 175.
Müslim de Sahih'inin "Hac Kitabı, Temettu'un Cevazı Babı"nda Said bin Müseyyib' den şöyle nakleder: "Ali ile Osman Usfan'da karşılaştılar. Osman, temettu haccını veya umreyi engelliyordu. Bunun üzerine Ali ona, "Resulullah'ın (s.a.a.) yaptığı bir şeyi nasıl menedebilirsin?" dedi. Ama Osman; "Sen bize karışma!" dedi. Ali; "Ben bu durum karşısında susamam!" dedi. Ali böyle olduğunu görünce, hac ve umreye birlikte (temettu haccına) niyet etti." Sahih-i Müslim, c. 2, s. 897, h. 1223.
Evet! Bu, Ali bin Ebi Talip'tir (Allah'ın selamı onun üzerine olsun). Herhangi birinin sözüyle Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini terkedemez. İkinci rivayetten, Hz. Ali ile Osman arasında bir çekişme geçtiği ve Osman'ın "Sen bize karışma!" demesinden de her konuda Hz. Ali'ye muhalefet ettiği ve onun Resulullah'tan (s.a.a.) naklettiği şeyleri kabul etmediği anlaşılmaktadır. Ayrıca rivayetin eksik olduğu da anlaşılıyor. Çünkü son cümlede diyor ki: "Ali böyle olduğunu görünce..." Ali, nasıl olduğunu görmüştü acaba?!
Hz. Ali (a.s.), Resulullah'ın sünneti konusunda halifeyi uyarmasına rağmen, halife ona muhalefet ederek halkın temettu haccı yapmasını menediyor ve işte o zaman Hz. Ali ona muhalefet ederek hacca ve umreye niyet ediyor.
3- Osman bin Affan, namazın bazı bölümleri hususunda da içtihat ederek secdeye giderken ve secdeden kalktıktan sonra tekbir getirmiyordu. Ahmed bin Hanbel, Müsned'inde İmran bin Husayn'dan şöyle nakleder: "Ali'nin arkasında namaz kıldım. Bu namaz bana Resulullah (s.a.a.), Ebu Bekir ve Ömer'in namazlarını hatırlattı. Ali namazda secdeye gitmek isterken ve secdeden kalkınca tekbir getiriyordu." Ravi diyor ki: "Ey Ebu Necid! Bu tekbiri ilk terkeden kimdi?" diye sorunca, dedi ki: "Osman'dı. Çünkü o yaşlanmıştı ve sesi zayıftı. Onun için bunu terketti."(Müsned-İ Ahmed bin Hanbel, c. 4, s. 432.)
Evet' İşte böylece Peygamber efendimizin pak sünneti, halifelerin, sultanların, ashabın, Ümeyye Oğullarının, Abbas Oğullarının sünnetleri ile yer değiştirdi. Oysa, bunların hepsi İslam' a sokulan bidatlerdir. Her bidat sapıklıktır ve her sapıklığın yeri, şeriatın sahibi Resulullah'ın (s.a.a.) buyurduğu gibi, cehennemdir.
Bu yüzden, bugün Müslümanların her birinin farklı şekilde namaz kıldıklarını görüyoruz. Saflarının bir olmasına rağmen gönülleri bir değildir. Birlikte namaz kılıyorlar, ama bazıları ellerini bağlıyor, bazıları ellerini yanlarına salıyor. Bazıları ellerini göbeğin üstünde, bazıları kalbin aşağısında tutuyor. Bazıları ayaklarını birleştiriyor, bazıları açıyor. Hepsi de kendi yaptığının doğru olduğunu zannediyor. Bu konuda konuştuğunuz zaman da "Kardeşim! Bunlar önemli şeyler değil. İstediğin gibi namaz kıl. Önemli olan namaz kılmaktır." derler.
Evet! Önemli olan namaz kılmaktır, ama cüz'i şeylerde bile Resulullah (s.a.a.) gibi namaz kılmaya çalışmalı değil miyiz?! Resulullah (s.a.a.) buyuruyor ki: "Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız, öyle namaz kılm."(- Sahih-i Buhari, c. 1, s. 162 - 163; Sünen-i Beyhaki, c. 2, s.345.) Öyleyse Peygamber efendimizin nasıl namaz kıldığını araştırmamız gerekir. Çünkü namaz, dinin direğidir.
EMEVİ ZİHNİYETİ HADİS UYDURMAKTA OKADAR USTA OLMUŞLARKİ HADDİ AŞACAK HADİSLER UYDURMAKTAN GERİ KALMAMIŞLAR DIR..MESELA:
Belazuri, Ensab 'ul-Eşraf adlı kitabında şöyle yazar:
"Ebuzer'in ölüm haberi Osman'a ulaşınca; "Allah ona rahmet etsin." dedi. Ammar bin Yasir; "Evet" dedi. "Bütün varlığımızla ona Allah'tan rahmet ve mağfiret diliyoruz." Bunun üzerine Osman Ammar' a; "Ey babasının... ini ısıran! Onu sürgün ettiğimden dolayı pişman olduğumu mu zannediyorsun?" dedi ve Ammar'ın ağzına hızla vurmalarını emrederek; "Seni de onu gönderdiğim yere göndereceğim!" dedi.
Ammar, şehirden çıkmaya hazırlanırken Mahzun Oğulları kabilesi Hz. Ali'nin yanına gelerek bu konuda Osman'la konuşmasını istediler. Hz. Ali, Osman'a giderek; "Ey Osman! Allah'tan kork! Müslümanlardan salih birini sürgün ederek ölümüne neden oldun. Şimdi de onun gibi bir başkasını mı sürgün ediyorsun?!" dedi.
Tartışmaları uzadı ve Osman, Ali'ye; "Sen sürülmeye daha layıksın!" dedi. Hz. Ali de; "İstersen bunu yap!" dedi.
Sonra Muhacirler toplanıp Osman'ın yanına giderek ona; "Böyle olur mu?! Seninle tartışan herkesi sürgüne mi göndereceksin?!" dediler. Bunun üzerine Osman Ammar'ı sürgüne göndermekten vazgeçti.
Belazuri, Ensab'ul-Eşraf, c. 5, s. 54.
Yakubi, Tarih'inde şöyle nakleder: "Ammar, Mikdat bin Esved'in namazını kılarak onu defnetti ve Mikdad'ın vasiyeti üzerine bunu Osman' a bildirmedi. Osman, Ammar'a kızarak; "Zenci kadının oğluna yazıklar olsun! Ben onun böyle yapacağını biliyordum." dedi."Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 171.
Meleklerin bile kendisinden utandığı böyle utangaç birinin, üstelik seçkin bir mümine böyle ağır bir küfür söylemesi düşünülebilir mi?!
Ammar'ın suçu neydi acaba?! Neden Osman ona sövmekle yetinmeyerek kölelerine, Ammar'ı yatırtıp ellerini ayaklarını bağlatarak fıtık oluncaya kadar dövdürttü?! Bu olayı bütün tarihçiler kaydetmişlerdir.
Ensab'ul-Eşraf, c. 5, s. 49; el-İstiab, c. 3, s. 1136; el-İmame ve's-Siyase, c. I, s. 36; İbn-i Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehc'ül-Belağa, c. 3, s. 50; el-Ikd'ül-Ferid, c. 4, s. 307.
Ammar'ın tek suçu, ashaptan bir grubun Osman'a yazdıkları mektubu, ona ulaştırmasıydı.
Osman, Abdullah bin Mes'ud'a da aynı şekilde davranmıştı. Abdullah bin Zam'a adlı celladına onu camiye getirmesini emretmiş, o da caminin girişinde onu öyle sert bir şekilde yere vurmuştu ki kaburgalarından biri kırılmıştı? Abdullah bin Mes'ud'un suçu ise, Osman'a, beytülmalı hadsiz hesapsız olarak Ümeyye Oğullarının fasıklarına vermesi konusunda itiraz etmesiydi.
Sonunda olanlar oldu. Osman'ın aleyhine ayaklanarak onu öldürdüler ve üç gün defnolunmasına izin vermediler.
Dördüncü gün Ümeyye Oğullarından dört kişi gelerek ona namaz kılmak istediler; ama sahabilerden bazıları buna izin vermediler. O dört kişiden biri dedi ki: "Onu öylece defnedin; çünkü Allah ve melekleri ona namaz kılmışlardır!" Bunun üzerine dediler ki: "Hayır! Allah'a andolsun, onu Müslümanların mezarlığına gömemezsiniz!" Böylece sonunda onu "Haşş-ı Kevkeb" denilen Yahudi mezarlığına gömdüler.
Ümeyye Oğulları başa geçince, orasını "Baki" mezarlığına kattılar.
Bu Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın tarihinden bazı kesitlerdir. Bu az örnekler bile, onlar hakkında uydurulan, ama onların asla tanımadıkları ve bir gün bile taşımadıkları fazilet ve menkıbelerin üzerinden perdelerin kalkıp gerçeğin ortaya çıkması için yeterlidir.
Bu durumda soru şudur: Ehl-i Sünnet, bu hakikatler karşısında ne diyorlar?!
Bu soruyu Zikir Ehli şöyle cevaplıyor: Eğer bu hakikatleri bilir ve inkar etmezseniz, -çünkü Sahihleriniz bunları kaydetmiştir- bu durumda "Hilafet-i Raşide" efsanesini yıkmış olursunuz. Ve eğer bu hakikatleri yadırgayıp sıhhatinde şüphe ederseniz, o zaman da Sahihlerinizi ve kitaplarınızı itibardan düşürüp bütün inançlarınızı kaybetmiş olursunuz.
EVET DEĞERLİ MUSTAFA 1734 KARDEŞİM İYİCE OKUMAN DİLEYİYLE..SELAMETLE..
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Kuran da Ebubekir (İddiası) :::Düzeltilmiş Başlık:::

Mesaj gönderen 3nokta »

Peygamberimizin İmam Ali'nin (as) hakkında o kadar çok sahih hadisi varken, Kuran'da onunla ilgili o kadar açık ve çok ayet varken...
Allah'ın İmam Ali'yi Peygamberin nefsiyle bir sayarken...
Allah akıl fikir versin. Ehlibeyt as'dan başka imam mı var, halife mi var? Hangi mantıkla Emevinin uydurma itikadına uyuyorsunuz?
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
subay76
Mesajlar: 101
Kayıt: 05 Oca 2012, 22:02

Re: Kuran da Ebubekir (İddiası) :::Düzeltilmiş Başlık:::

Mesaj gönderen subay76 »

sevgili kardeşim 3nokta.. BEN ŞAHSEN ŞUNU SÖYLÜYORUM : EBUBEKİR,ÖMER VE OSMAN İNSANLARIN HALİFESİYDİ...
AMA HZ.ALİ AS VE EHLİ BEYT AS İSE ALLAHU TEALANIN HALİFELERİYDİ..

ŞİMDİ SAN SORARIM .İNASNLARIN HALİFESİ OLMAKMI DAHA GÜZEL ,YOKSA ALLAHU TEALANIN HALİFESİ OLMAKMI :)))

VARSIN ONLAR İNSANLARIN HALİFESİ OLSUN BOŞ VER :))
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Kuran da Ebubekir (İddiası) :::Düzeltilmiş Başlık:::

Mesaj gönderen 3nokta »

İstedikleri kadar çırpınsınlar aklı selim olanlar görüyor artık mızrakları çuvala sığmıyor. Ömeri kurtaracak hiçbir bahane yoktur. O bir gasiptir ve İmam Ali'ye buğzetmekle küfre bulaşmıştır. Ayakları üstü gerisin geri dönenlerin vay haline!..
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
Hasan erdem
Mesajlar: 2
Kayıt: 05 Şub 2012, 12:13

Re: Kuran da Ebubekir (İddiası) :::Düzeltilmiş Başlık:::

Mesaj gönderen Hasan erdem »

bende diyorumki kuranda isim gecmiyor yalniz hazreti muhamet Aliyi yatagina yatirip ciktigi zaman kimse arkamdan gelmesin demisti bir zaman sonra arkasina baktiki ebubekir var niye beni takib etin dediisede beraberinde götürdü migaraya girdiler örümcek migaranin kapisini ördügünde ebubekr neden parmagini disariya isaretledi ve yilan gelip parmagini isirdi
bende böyle derim
subay76
Mesajlar: 101
Kayıt: 05 Oca 2012, 22:02

Re: Kuran da Ebubekir (İddiası) :::Düzeltilmiş Başlık:::

Mesaj gönderen subay76 »

vallahi hasan erdem kardeş ben bunu ilkkez duydum.. eğer öle bişey olmuşsada O YILANA HELAL OLSUN :))))
Cevapla

“Kuran” sayfasına dön