Tevellâ ve Teberrâ
Gönderilme zamanı: 27 Eki 2007, 22:22
TEVELLÂ VE TEBERRÂ
Bütün din ve mezheplerde var olan, ancak adı konulmamış gerçeklerden biri de tevellâ ve teberrâ’dır.
Tevellâ; Kelime anlamı olarak; müsbet manada; dost olmak, velî edinmek, muhabbet duymak, sevmek, sevgiyi izhâr etmek, vb. anlamlara gelir.
Kur’ân’da bu kelime yukarıda belirttiğimiz anlamlarda kullanıldığı gibi; “Kim Allâh’ı O’nun elçisini ve müminleri velî edinirse (bilsin ki) gâlip gelecek olanlar, yalnız Allâh’ın taraftarlarıdır. (Hizbullâhtır.)” [Mâide (5): 56] vb. gibi. ayrıca menfi bir manada olmak üzere; yüz çevirmek, kabul etmemek, geri durmak, uzak kalmak gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.
“Bunun ardından yüz çeviren var ya, işte onlar fâsık olanlardır.” [Âl-i İmrân (3): 82] vb. gibi.[1]
Ehl-i Beyt yolunun diğer yollardan ayrılan en bâriz özelliklerinden birisi hiç şüphesiz ki Kur’ân ile içli-dışlı olması, kabullerini ve redlerini Kur’ân ölçüsü içerisinde yapması ve bu konuda da hiç kimsenin kınamasından çekinmemesidir.
Teberrâ; Kelime anlamı olarak; uzak durmak, reddetmek, berî olmak, kabullenmemek, kalbî ilişkiyi kesmek, vs. gibi manalara gelir.
Bu kelime de Kur’ân’da bir çok âyette geçmekte ve müminlere bazı ölçüler vermektedir.
“... Fakat onun (İbrâhîm (a.s)’in babalığının) Allâh düşmanı olduğu belli olunca (İbrâhîm (a.s)) ondan uzak durdu (teberrâ etti)...” [Tevbe (9): 114] vb. gibi.[2]
Kur’ân’da açık ve seçik olarak yer alan bu gerçeğe her halde aklı başındaki hiç bir Müslüman itiraz etmez. Bazı mezhebî kaygılar ve bağnazlıklarla bir hakîkatin reddedilmesi ne insanlığa sığar ve ne de İslâmlığa sığar.
Ebû Hanîfe (r.h)’ye talebelerinden birisi velâyet (tevellâ) ve berâetin (teberrâ) açıklamasını sorduklarında buyurdular ki; “Velâyet; iyi amelden dolayı hoşnutluk, berâet de; kötü amelden dolayı hoşnutsuzluk demektir. Her ikisi de bazen bir insanda birleşebilir, bazen de birleşmezler. İyi ve kötü işler işleyen bir mümine yaptığı iyi işlerde muvâfakat eder ve onu seversin, işlediği kötü şeylerden dolayı da ona muhâlefet eder, ayrılır ve sevmezsin. Bu, sorduğun Velâyet ve berâetin bir kimsede birleşmesinin misâlidir. Kâfir olan, kendisinde iyi bir durum bulunmayan kimseye de buğzeder ve bütün kötülüklerinde kendisinden ayrılırsın. Dâima sevdiğin ve hiç bir davranışından hoşnutsuzluk duymadığın kimse ise bütün iyi şeyleri işleyen ve kötü şeylerden sakınan mümin kimsedir. Sen onun her husûsiyetini sever, hiç bir şeyinden hoşnutsuzluk duymazsın.”[3]
Velâyet ve berâet İslâm’ın ulvî hakîkatlerindendir.
İşin dînî ve mektebî boyutunu bir kenara bırakalım:
Yeryüzünde bir fert gösterilebilir mi ki, kalben bir kişiye aynı anda hem dost olsun ve hem de düşman olsun?
Yine bir kimse gösterilebilir mi ki, hakka da, bâtıla da muhabbet beslesin? Ya da hakka gönül vermiş olup da bâtıldan nefret etmesin?
Eğer böyle bir kimsenin var olduğu müşâhede edilirse, bilinsin ki; o kimse ya bir delidir, ya hak-bâtıl ölçüm terâzisinin dingilinde bir ayarsızlık vardır, ya da günübirlik yaşamı kendine yol seçmiş menfaatperest bir kimsedir.
Ehl-i Beyt öğretilerindeki tevellâ ve teberrânın içeriği bazılarının sandığı gibi mezhebî değil, insanî ve İslâmîdir.
Sevgili Peygamberimiz (a.s) buyurdular; “...Îmânın en sağlam esası, Allâh için sevmek, Allâh için buğzetmek, Allâh’ın velilerine tevellâ, Allâh’ın düşmanlarından da teberrâdır.”[4]
İmâm Ali (a.s) buyurdular; “...Allâh için sevmek, Allâh için buğz etmek îmânın erkânındandır...”[5]
Muhammedî yolun kılavuzlarından İmâm Muhammed Bâkır (a.s) buyurdular; “Îmân; sevgi ve buğzdan ibarettir.”[6] (Hakka ve taraftarlarına sevgi, bâtıla ve taraftarlarına da buğz-nefret.)
Velâyetine bağlanmak, dost olmak, sevmek, bağlı kalmak gibi manalarda tevellâ;
İslâm’a tevellâ etmek.
Kur’ân’a tevellâ etmek.
Peygamber efendimize (a.s) tevellâ etmek.
Ehl-i Beyt-i Mustafâ’ya (a.s) tevellâ etmek.
Seçkin Sahâbîlere ® tevellâ etmek.
Adâlete tevellâ etmek.
Hak olan her şeye tevellâ etmek, şeklinde tecellî etmektedir ve etmelidir de.
Ve yine teberrâ da;
Küfürden, şirkten teberrâ.
Kur’ân karşıtı her şeyden teberrâ.
Peygamberlerin ve peygamberimizin (a.s) düşmanlarından teberrâ.
Resûlullâh’ın (a.s) Ehl-i Beyt’inin (a.s) düşmanlarından teberrâ.
Hakperest sahabîlerin ® düşmanlarından teberrâ.
Zulümden teberrâ.
Bâtıl ve bâtıl taraftarlarından teberrâ etmek şeklinde olmuş ve olmalıdır da.
Yoksa siz;
Kur’ân’ın ahkâmına tevellâ ederken, beşerî ahkamlardan teberrî etmiyor musunuz?
Allâh’a tevella ederken, şeytândan teberrî etmiyor musunuz?
Hâbil’e ® tevellâ ederken, Kâbil’den teberrî etmiyor musunuz?
İbrâhîm’e (a.s) tevellâ ederken, Nemrut’tan teberrî etmiyor musunuz?
Mûsa’ya (a.s) tevellâ ederken, Firavun’dan teberrî etmiyor musunuz?
Îsâ’ya (a.s) tevellâ ederken, düşmanlarından teberrî etmiyor musunuz?
Muhammed’e (a.s) tevellâ ederken, Ebû Leheb’ten teberrî etmiyor musunuz?
Ali’ye (a.s) tevellâ ederken, ona sebb edenlerden-lanet edenlerden teberrî etmiyor musunuz?
Hasan’a (a.s) tevellâ ederken, onu şehît edenlerden teberrî etmiyor musunuz?
İmâm Hüseyin’e (a.s) tevellâ ederken, kâtillerinden teberrî etmiyor musunuz?
Bütün Ehl-i Beyt’in seçkin sîmâlarına tevellâ ederken, onları zindanlarda, darağaçlarında işkenceye tâbî tutanlardan teberrî etmiyor musunuz?
Bugün de Hak yola baş koymuş âşıklara tevellâ ederken, onlara dünyada yaşamı zindana çeviren, yerli ve yabancı, bölgesel ve evrensel kan içici İslâm düşmanı güçlerden teberrî etmiyor musunuz?
İmâm Mehdî’ye (a.s) tevellâ ederken, Süfyân’dan, Deccâl’den ve Süfyânîlerden teberrâ-teberrî etmiyor musunuz?
Ehl-i Beyt’in parlak yolu biz bağlılarına işte bu tür bir tevellâ ve teberrâyı öğretmiş, Îmân ile küfrün ayrışmasını sağlamış, hak ile bâtılın tanınamaz bir şekilde birbiriyle kaynaşmasını önlemiştir.
Ey hak ve adâlet ehli kardeşim!
Esâsen bizler Kelime-i Tevhîd’i getirdiğimizde, oradaki “La” kılıcı ile; küfür-şirk, zulüm-cevr ve ilâhî olmayan her şeye “hayır” demekle, bir nevi teberrâ eylemini başlatmış, ve yine “illâ” ile de tevellânın temelini atmış bulunmaktayız.
Lâ ilâhe İlla Allâh.
Lâ ilâhe İllallâh
Bütün din ve mezheplerde var olan, ancak adı konulmamış gerçeklerden biri de tevellâ ve teberrâ’dır.
Tevellâ; Kelime anlamı olarak; müsbet manada; dost olmak, velî edinmek, muhabbet duymak, sevmek, sevgiyi izhâr etmek, vb. anlamlara gelir.
Kur’ân’da bu kelime yukarıda belirttiğimiz anlamlarda kullanıldığı gibi; “Kim Allâh’ı O’nun elçisini ve müminleri velî edinirse (bilsin ki) gâlip gelecek olanlar, yalnız Allâh’ın taraftarlarıdır. (Hizbullâhtır.)” [Mâide (5): 56] vb. gibi. ayrıca menfi bir manada olmak üzere; yüz çevirmek, kabul etmemek, geri durmak, uzak kalmak gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.
“Bunun ardından yüz çeviren var ya, işte onlar fâsık olanlardır.” [Âl-i İmrân (3): 82] vb. gibi.[1]
Ehl-i Beyt yolunun diğer yollardan ayrılan en bâriz özelliklerinden birisi hiç şüphesiz ki Kur’ân ile içli-dışlı olması, kabullerini ve redlerini Kur’ân ölçüsü içerisinde yapması ve bu konuda da hiç kimsenin kınamasından çekinmemesidir.
Teberrâ; Kelime anlamı olarak; uzak durmak, reddetmek, berî olmak, kabullenmemek, kalbî ilişkiyi kesmek, vs. gibi manalara gelir.
Bu kelime de Kur’ân’da bir çok âyette geçmekte ve müminlere bazı ölçüler vermektedir.
“... Fakat onun (İbrâhîm (a.s)’in babalığının) Allâh düşmanı olduğu belli olunca (İbrâhîm (a.s)) ondan uzak durdu (teberrâ etti)...” [Tevbe (9): 114] vb. gibi.[2]
Kur’ân’da açık ve seçik olarak yer alan bu gerçeğe her halde aklı başındaki hiç bir Müslüman itiraz etmez. Bazı mezhebî kaygılar ve bağnazlıklarla bir hakîkatin reddedilmesi ne insanlığa sığar ve ne de İslâmlığa sığar.
Ebû Hanîfe (r.h)’ye talebelerinden birisi velâyet (tevellâ) ve berâetin (teberrâ) açıklamasını sorduklarında buyurdular ki; “Velâyet; iyi amelden dolayı hoşnutluk, berâet de; kötü amelden dolayı hoşnutsuzluk demektir. Her ikisi de bazen bir insanda birleşebilir, bazen de birleşmezler. İyi ve kötü işler işleyen bir mümine yaptığı iyi işlerde muvâfakat eder ve onu seversin, işlediği kötü şeylerden dolayı da ona muhâlefet eder, ayrılır ve sevmezsin. Bu, sorduğun Velâyet ve berâetin bir kimsede birleşmesinin misâlidir. Kâfir olan, kendisinde iyi bir durum bulunmayan kimseye de buğzeder ve bütün kötülüklerinde kendisinden ayrılırsın. Dâima sevdiğin ve hiç bir davranışından hoşnutsuzluk duymadığın kimse ise bütün iyi şeyleri işleyen ve kötü şeylerden sakınan mümin kimsedir. Sen onun her husûsiyetini sever, hiç bir şeyinden hoşnutsuzluk duymazsın.”[3]
Velâyet ve berâet İslâm’ın ulvî hakîkatlerindendir.
İşin dînî ve mektebî boyutunu bir kenara bırakalım:
Yeryüzünde bir fert gösterilebilir mi ki, kalben bir kişiye aynı anda hem dost olsun ve hem de düşman olsun?
Yine bir kimse gösterilebilir mi ki, hakka da, bâtıla da muhabbet beslesin? Ya da hakka gönül vermiş olup da bâtıldan nefret etmesin?
Eğer böyle bir kimsenin var olduğu müşâhede edilirse, bilinsin ki; o kimse ya bir delidir, ya hak-bâtıl ölçüm terâzisinin dingilinde bir ayarsızlık vardır, ya da günübirlik yaşamı kendine yol seçmiş menfaatperest bir kimsedir.
Ehl-i Beyt öğretilerindeki tevellâ ve teberrânın içeriği bazılarının sandığı gibi mezhebî değil, insanî ve İslâmîdir.
Sevgili Peygamberimiz (a.s) buyurdular; “...Îmânın en sağlam esası, Allâh için sevmek, Allâh için buğzetmek, Allâh’ın velilerine tevellâ, Allâh’ın düşmanlarından da teberrâdır.”[4]
İmâm Ali (a.s) buyurdular; “...Allâh için sevmek, Allâh için buğz etmek îmânın erkânındandır...”[5]
Muhammedî yolun kılavuzlarından İmâm Muhammed Bâkır (a.s) buyurdular; “Îmân; sevgi ve buğzdan ibarettir.”[6] (Hakka ve taraftarlarına sevgi, bâtıla ve taraftarlarına da buğz-nefret.)
Velâyetine bağlanmak, dost olmak, sevmek, bağlı kalmak gibi manalarda tevellâ;
İslâm’a tevellâ etmek.
Kur’ân’a tevellâ etmek.
Peygamber efendimize (a.s) tevellâ etmek.
Ehl-i Beyt-i Mustafâ’ya (a.s) tevellâ etmek.
Seçkin Sahâbîlere ® tevellâ etmek.
Adâlete tevellâ etmek.
Hak olan her şeye tevellâ etmek, şeklinde tecellî etmektedir ve etmelidir de.
Ve yine teberrâ da;
Küfürden, şirkten teberrâ.
Kur’ân karşıtı her şeyden teberrâ.
Peygamberlerin ve peygamberimizin (a.s) düşmanlarından teberrâ.
Resûlullâh’ın (a.s) Ehl-i Beyt’inin (a.s) düşmanlarından teberrâ.
Hakperest sahabîlerin ® düşmanlarından teberrâ.
Zulümden teberrâ.
Bâtıl ve bâtıl taraftarlarından teberrâ etmek şeklinde olmuş ve olmalıdır da.
Yoksa siz;
Kur’ân’ın ahkâmına tevellâ ederken, beşerî ahkamlardan teberrî etmiyor musunuz?
Allâh’a tevella ederken, şeytândan teberrî etmiyor musunuz?
Hâbil’e ® tevellâ ederken, Kâbil’den teberrî etmiyor musunuz?
İbrâhîm’e (a.s) tevellâ ederken, Nemrut’tan teberrî etmiyor musunuz?
Mûsa’ya (a.s) tevellâ ederken, Firavun’dan teberrî etmiyor musunuz?
Îsâ’ya (a.s) tevellâ ederken, düşmanlarından teberrî etmiyor musunuz?
Muhammed’e (a.s) tevellâ ederken, Ebû Leheb’ten teberrî etmiyor musunuz?
Ali’ye (a.s) tevellâ ederken, ona sebb edenlerden-lanet edenlerden teberrî etmiyor musunuz?
Hasan’a (a.s) tevellâ ederken, onu şehît edenlerden teberrî etmiyor musunuz?
İmâm Hüseyin’e (a.s) tevellâ ederken, kâtillerinden teberrî etmiyor musunuz?
Bütün Ehl-i Beyt’in seçkin sîmâlarına tevellâ ederken, onları zindanlarda, darağaçlarında işkenceye tâbî tutanlardan teberrî etmiyor musunuz?
Bugün de Hak yola baş koymuş âşıklara tevellâ ederken, onlara dünyada yaşamı zindana çeviren, yerli ve yabancı, bölgesel ve evrensel kan içici İslâm düşmanı güçlerden teberrî etmiyor musunuz?
İmâm Mehdî’ye (a.s) tevellâ ederken, Süfyân’dan, Deccâl’den ve Süfyânîlerden teberrâ-teberrî etmiyor musunuz?
Ehl-i Beyt’in parlak yolu biz bağlılarına işte bu tür bir tevellâ ve teberrâyı öğretmiş, Îmân ile küfrün ayrışmasını sağlamış, hak ile bâtılın tanınamaz bir şekilde birbiriyle kaynaşmasını önlemiştir.
Ey hak ve adâlet ehli kardeşim!
Esâsen bizler Kelime-i Tevhîd’i getirdiğimizde, oradaki “La” kılıcı ile; küfür-şirk, zulüm-cevr ve ilâhî olmayan her şeye “hayır” demekle, bir nevi teberrâ eylemini başlatmış, ve yine “illâ” ile de tevellânın temelini atmış bulunmaktayız.
Lâ ilâhe İlla Allâh.
Lâ ilâhe İllallâh