Emri Bil Maruf (İyiliği Emretmek)

İnsanlığa hidayet yollarını göstermek...
Cevapla
Ali
Mesajlar: 636
Kayıt: 24 Ara 2006, 08:34

Emri Bil Maruf (İyiliği Emretmek)

Mesaj gönderen Ali »

Emr-i bil-maruf ve neyh-i anil münker’in dinimizin furüundan olduğuna inanıyoruz. İtikad ediyoruz ki, Allah, hayrı emretmiş ve bunu maruf olarak adlandırmıştır. Ya vacib ya da müstehab olarak emretmiştir. Her şerden de nehyetmiş ve onu da münker diye adlandırmıştır. Haram olarak veya mekruh olarak nehyetmiştir. “Sizin aranızdan hayra çağıran bir topluluk olmalı, marufu emredip, münkerden nehyetmelidir.”(Al-i imran-104)

Emr Bil-Ma’ruf; İyiliği (Farzları) emretmektir, Nehy Anil münker; Kötülükleri men’etmektir, başkasına bunu yapmamasını emretmektir.(tavsiye etmektir)

Buda, hem şer’an, hem aklen en önemli farzlardandır ve İslam dininin dayandığı esaslardan biridir. İbadetlerin en üstünlerindendir; İtaatlerin en yücesindendir ve cihad kapılarından bir kapıdır. Hakka davettir; doğru yolu gütmektir, sapıklığa ve aslı olmayan şeylere karşı koymaktır. Bunu terkeden toplumu Allah(cc) alçaltmıştır; onlara kötülük libasını giydirmiştir; onlar, her saldırganın saldırısına razı olmuşlar, her zalime lokma kesilmişlerdir. İslam şeriatının sahibinden ve masum İmamlarımızdan, salavatullahi aleyhim, bu esaslara yapışmak, bunları elden bırakmamak hakkında ve ihmal edildiği takdirde düşülecek bozgunluklara, zararlara dair hadisler nakledilmiştir. Terkedilince bellerin kırılacağı, boyunların kesileceği bildirilmiştir. İyiliği buyurmayı, kötülükten nehyetmeyi terkedince kötülük iyilik olur, iyilik kötülük haline döner. İyiliği buyuran, onu yapmaz olur; kötülükten nehyeden, onu işler durur. Bu takdirde ne kötülüğü değiştiren kalır, ne men’eden. İyiliği emrettiği halde onu terkeden, kötülüğü nehyettiği halde işleyene de Allah(cc) la’net eder.

Gerçekten de İslam dini, siyasi, dini ve medeni kanunları, yücelme ve kutluluğa erişme sebeplerini ne de güzel toplamıştır. Hükümlerin hikmetleri, insanlara konan hadler ve kayıtlar, bildirilen emir ve nehiyler, teşrii kuvvetdemektir ki bunların yerine getirilmesi gerektir. Bunun için de bütün Müslümanlara, Emr bil-Maruf ve Nehy anil-Münker farzedilmiştir. Böylece her Müslüman, bu hükümleri yerine getirmek için bir kuvvettir. “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sorumlusunuz.” buyurulmuştur. Herkes bu sorumluluk altındadır; herkes bu emre muhataptır. Böyle olduğu halde hayır elde edilemez, şerden kaçınılamazsa bu sefer, umumi çoban ve mutlak sorumlu olan imam, yahut hükümet, mücrimleri tenkide, Müslüman sınırlarını korumaya, iyiliği buyurmaya, kötülüğü nehyetmeye, bu buyrukla amel eylemeye memurdur ki böylece bunun faydaları, verimliliği umumi olur; büyük büyük eserleri zuhur eder ki bunları anlatmaya gücümüz yok. Ancak şu soruyu soralım; Bu çeşit bir siyaset, dinlerin hangisinde vardır? Her insanın, öbürüne gözcü, bekçi olması, onu koruması, en büyük ve büyük olduğu kadar da en ince ve esaslı bir felsefe, hangi dinde mevcuttur? İslamda herkese üç farz terettüb etmektedir: Öğrenmek ve öğrenip bellediğiyle amel etmek, öğretmek, bilgi elde etmeye ve bildiğini tutmaya herkesi teşvik etmek, bu hususta herkesi gayretlendirmek. Düşün de bu dinin büyüklüğünü anla; sonra bir de Müslümanların bugünkü haline bak. La havle ve la Kuvvete illa billah.
Musa Özateş
Mesajlar: 1205
Kayıt: 17 Mar 2007, 01:17

Zİyaretçi Defterinden

Mesaj gönderen Musa Özateş »

MÜCAHİD VE HIZIR ABDAL YAZIŞMALARI.....



Alıntı:

Ezanda sünniler kırpma yaptı siz ekleme yaptınız sizce hangisi BİDAT!
Cevap:

Biz neyi ekledik? "Eşhedu enne Aliyyen veliyyullah"ı mı ekledik? Bunu nerden çıkardın? Bunu söylemek sünnettir. Bu konuda hadisler vardır, hatta ezanın bir cüz'idir diyebilecek hadislerimiz vardır. Örneğin Cevahir'ul-Kelamda İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şu mazmunda şöyle bir hadis nakledilmiştir: Hz. Peygamber'in (s.a.a) anıldığı yerde onun ehlibeytini de anın, onları birbirinden ayırmayın."
Ezan da o yerlerden biridir. Hatta namazın teşehhüdünde bile onları birlikte anıyor ve onlara salavat getiriyoruz. Kim onlara birlikte salavat getirmezse namazı batıl bile oluyor.
Yine şöyle nakledilmiştir: Bir gün bir adam Ebuzer'in ezanda "eşhedu enne Aliyyen veliyyullah" dediğini duyar. Hemen Resulullah'ın yanına vararak; "Ya Resulellah, Ebuzer'in ezanda şöyle dediğini duyduk der. Resulullah (s.a.a) de o adama; "Ali veliyyullah değil mi?" diye sorar. O da; "evet veliyyullahtır" der. Bunun üzerine Resulullah: "O zaman ne sakıncası vardır?" diye buyururlar.
Bir gün de Selman aynı şekilde ezanda "eşhedu enne Aliyyen veliyyullah" der. Onu duyan birisi Resulullah'ın yanına vararak olayı anlatır. Resulullah yine "Ali veliyyullah değil mi? diye buyurur. O de "Evet, öyledir" der. Resulullah (s.a.a): "O zaman ne sakıncası vardır" buyururlar.
Bunları kabul etmeseniz bile Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmamış mı: "Zikru Aliyyin ibade" "Aliyi zikretmek ibadettir. "
Bizler de ezanda, ezanın bir cüz'i saymaksızın Hz. Aliyi zikrediyoruz. Bidat o zaman olur ki ezanın bir cüz'i sayalım ama zikir kastıyla söylenirse hiçbir sakıncası olmaz. Bu konudaki kitaplara müracaat edebilirsiniz.

Alıntı:
peki size söylüyorum Muharremde İmam Hüseyinin kıyamını algılama yerine zincirle dövünme hakkında bu ayetullahlar ne diyor devam mı diyor!Bu BİDAT değil mi?
Cevap:

Sen bidatın ne olduğunu daha anlamış değilsin. Bidat dinde olmayan bir şeyi dine sokmak veya dinde olan bir şeyi dinden çıkarmaktır. Ağıtlar usulu dinden mi yoksa furuu dinden mi? Bir insanın aziz bir kimsesi ölürse ne yapar? Başına, yüzüne, dizine dövmez mi? Şimdi bir adam sırtına da vurursa haram ve bidat mı olur? Bu konuda aşırı gidenleri örneğin kama vuranları müçtehitler yasaklamışlardır? Birileri dinlemiyorsa müçtehitlerin ne suçu vardır? Hz. Peygamber'i de dinlemeyenler olmadı mı? Hatta Allah Teala'nın sözünü herkes dinliyor mu? Sen bidatın ne olduğunu müçtehitlerden daha iyi mi anlıyorsun?
Alıntı:
Şahsi bir ibadet olan baş örtüsünü herkese öttüren buna karşı olan bazı ilim erbabını saf dışı bırakan Tahran yönetimi sizce ne kadar şeriata uyuyor;dinde zorlama yoktur mesajını Kuran vermedi herhalde onunda mı üstü örtülü olmaya başladı.

Cevap:

Allah yardımcın olsun, ne kadara öğrenmen gereken şeyler vardır. Hicap İlahi bir emirdir. Kuran ve hadislerle bunun farz olduğu sabittir. Kim bunu uygulamazsa, iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek emri gereği onları uyarmamız gerekmez mi?
Bakın Resulullah (s.a.a) ne buyurmuştur:
"Sizlerden herhangi biriniz bir münker (çirkin bir iş) gördüğünde, onu eliyle, gücü yetmezse diliyle ortadan kaldırsın; eğer buna da gücü yetmiyorsa, kalbiyle buğz etsin; elbette bu sonuncusu imanın en zayıf mertebesidir."(Müsned-i Ahmet, c.3, s.49)
Bu konuda yüzlerce ayet ve hadis vardır. Bir insan müslümanım diyorsa, İslamın emirlerini de kabul etmek zorundadır. Kabul etmezse gereken işlemler yapılır. Müslüman olmayanlara gelince; onlar da İslam toplumunun ahlakını bozmamaları için bu emirleri uygulamak zorundadırlar. Ama namaz ve ibadet gibi ferdi meselelerde özgürdürler. Müslüman olan birisi Tahran'da veya başka bir yerde uygulanan bir emre nasıl karşı gelebilir? Bunları niye söz konusu ediyorsun ki? Bektaşilikle ilgili tatmin edici cevap bulamyınca konuyu dağıtıyor ve daldan dala konuyorsun. Bu acizlikten kaynaklnan bir şeydir.
Alıntı:

Allaha iman etmiş zümreleri tekfirle suçlayan aşırı Sünnilere karşılık bizimde onlar cennete gidecek ama en güzel yerler bizim,ya da İmam Hüseyine ağlayan cennete kavuştu diyen basit bir zihniyete ne diyeceksiniz.Anlayacağınız hiçbir zümre temiz değil bunu söyleyen biri olarak bende öyleyim.
Cevap:

Senin bu zihniyetin daha çok Sünni zihniyetine benziyor. İmam Hüseyine ağlamakla ilgili yüzlerce hadis vardır. Daha İmam Hüseyin (a.s) dünyaya gelmeden ona peygamberler, İmamlar ağlamışlar, ona yer gök ağlamıştır. Bizzat Resulullah'ın (s.a.a) kendisi bile ona ağlamıştır. Hem Şia ve hem de Sünni kaynaklarda İmam Hüseyine ağlamakla ilgili hadisleri inkar mı ediyorsun? İmam Hüseyin'e zahirde sırf gösteriş için ağlayanların elbette mükafatı olmayacaktır. Diyenler olursa onlar cahil cuheladır. İmam Hüseyin'e ağlayanın İmam Hüseyin'e benzemesi gerekir. İmam Hüseyin (a.s) aşura günü o sıcak havada savaş halinde bile namazını terk etmedi. İmam Hüseyin'e samimi bir şekilde bağlı olan ve ona ağlayanlar ellbette cennete girecekler. Bazı günahları olsa bile onlar affedilebilir. Bir insan tövbe ederse tövbesi kabul olmaz mı? İmam Hüseyin'e ağlayan birinin duası ve göz yaşları kabul olmayacak da kimin duası ve göz yaşları kabul olacaktır? İmam Hüseyin'e samimi bir şekilde kalpten ağlayanların günahlarının affedilmeyeceğini mi sanıyorsun? Sen şefaati kabul etmiyor musun? Ağlamaya, matem tutmaya karşı mısın?

Alıntı: ....
İmam Hasanın (as) Muaviyeye barış teklifini herkes biliyor.O manevi saltanatı maddi saltanata tercih etti.O İmamlar içinde ki mümtaz yerini bazılarının anlayamadığı bir şekilde yaptığı fedakarlıkla elde etti.Şimdi Ehlibeyte karşı kim fedakar YİĞİT olanlar ortaya çıksın.

Cevap:

Bilmediğin konulara niye giriyorsun? Barış teklifi Muaviye tafarından İmam Hasan (a.s)'a sunulmuştur. A'lam'ul-Hidaye, c.4, s.140 ve İrşad-ı Mufid, b. İmam Hasan (a.s) vs. kitaplara bakabilirsin. İmam Hasan (a.s) Muaviyeyle savaşmak için çıkmıştı ama komutanlarının ve yarenlerinin ihanetini görünce sulhu kabul etmekten başka bir çaresi yoktu. Sulhu da bir takım şartlarla kabul etmiştir.
İmam Hasan (a.s), Muaviyenin girişimlerinden haberdar olunca, ilk önce bir kaç defa Muaviyeyi uyardı. Sonra Muaviyeye karşı koymak için büyük bir orduyla savaşa hazırlandı.
Muaviye, İmam Hasan (a.s)ın ordusuyla karşılaşmadan önce hileye başvurdu. Muaviye İmam (a.s)ın ordusunu, ruhi açıdan tazif etmek için bir taraftan yalan yere İmam (a.s)la barış yapma şayiasını dillere saldı; diğer taraftan da büyük bir para ve makam vadeleriyle İmam Hasan (a.s)ın ordusunun komutanlarını kendi saflarına çekmeye başladı. Onlar da biri birinin ardıca Muaviyenin ordusuna katıldılar.

İmam Hasan (a.s)'ın sulhuna itiraz eden Ebu Said-i Akisa şöyle diyor:
İmam Hasan (a.s)a "Neden Muaviye ile sulh yaptın, oysa hak seninleydi; Muaviye ise sapık ve zalimdi?" dediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdular:
"Acaba ben babam Aliden sonra Allahın hücceti ve İmam değil miyim?"
Ebu Said-i Akisa: "Evet, öyledir."
İmam (a.s): "Resulullah (s.a.a) benim ve kardeşim hakkında; Hasan ve Hüseyin, kalksalar da otursalar da İmamdırlar buyurmamış mıdır?"
Ebu Said-i Akisa: "Evet, buyurmuştur."
İmam (a.s): "Öyleyse ben İmamım, ister kıyam edim ister etmeyeyim. Benim Muaviye ile sulh yapmamın sebebi, Resulullahın Beni Zamre, Beni Eşca ve Hudeybiyyede Mekke halkı ile yaptığı sulhun sebebinin aynısıdır; şu farkla ki onlar kafir idi, ama Muaviye ve ashabı kafir hükmündedirler... Ey Ebu Said! Eğer ben Allah tarafından İmam isem artık senin, maslahatı bilmediğinden dolayı bana itiraz etmenin bir anlamı yoktur; bizim meselimiz Hızır ve Musanın meseli gibidir. Hızır (a.s), Hz. Musanın, maslahatını bilmediği bazı işler yapıyordu, Musa (a.s) onun işlerini görünce sinirlenip itiraz ediyordu; ama Hızır (a.s) yaptığı işin hikmetini açıkladığında Hz. Musa rahatlayıp susuyordu. Şu kadarını bil ki, eğer Muaviye ile sulh yapmamış olsaydım yeryüzünde bir Şia dahi kalmazdı." [1]
İmam Hasan (a.s) bu sulhu ile Şialarının canını korumasıyla birlikte Muaviyenin kerih çehresini de aşikar etmiş oldu.
İmam Hasan (a.s)ı Muaviye ile sulh yapmaya mecbur eden amillerden bazıları da şunlardır: İmam Hasan (a.s) ın ordusunda kendisine candan bağlı olanlar pek azdı, kimisi dünya malı elde etmek için uğraşıyordu, kimisi şüphe içindeydi, kimisi dini amaç için değil sırf kabile reislerinin emrine uymak için gelmişti, kimisi (Havariç gibi) İmamı savunmak değil sadece Muaviyeyi sevmedikleri için gelmişti,[2] kimisi yel hangi yandan eserse öte yana eğiliyordu, kimisi de Hâricilerin inancına kapılmıştı. Müslümanların içine düşen ayrılık, görüşlerinin birbirine zıt oluşu, vahdetin kalmayışı, servet elde etme sevdası iman kudretini oldukça zayıflatmıştı. Muaviyenin casusları, bir an bile durmuyorlar, bu ayrılığı, bu zıddiyeti daha da derinleştirip genişletiyorlardı; vaatle, parayla, tehditle adam avlıyorlardı.[3] Ordu içerisinde İmam Hasan (a.s)ı tutup kaçırarak Muaviyeye teslim etmek isteyenler bile vardı.[4]
Bir kere çadırlarına girmişler, buldukları her şeyi yağma etmişler, altlarındaki seccadelerini bile çekip almışlardı; hatta birisi kendilerini ağır bir şekilde yaralamıştı...[5]
İmam Hasan (a.s) kesinlikle savaştan çekinmiyordu, Muaviye ile savaşmak için ordusuna hararetli konuşmalar bile yapıyordu. Bir ara Muaviyenin casuslarını yakalatıp öldürttükten sonra Muaviyeye şöyle bir mektup yazdı:
"Casus mu gönderiyorsun, savaşmak mı istiyorsun? Öyleyse savaşa hazırlan!" [6]
İmam Hasan (a.s) Muaviyenin barış teklifini, bir yandan da kendi ordusunun durumunu görünce, maslahat gereği bazı şartlarla sulh yapmayı uygun gördü. İmam Hasan (a.s) sonradan şöyle buyurmuşlardı: "Vallahi ben bu işi Muaviyeye teslim etmezdim; fakat yardımcı bulamadım, yardımcı bulsaydım gece de onunla savaşırdım günüz de; sonundaysa Allah benimle onun arasında hükmederdi." [7]
_______________________
[1] - a.g.e. c.44, s.1.
[2] - İrşad-ı Mufid, s.171.
[3] - a.g.e. s.172.
[4] - a.g.e. s.172-173.
[5] - Tarih-i Yakubi, c.2, s.204-207. Tarih-i Taberi, c.7, s.1.
[6] - İrşad-i Mufid, s.170.

Alıntı

......Sözlerimin bir kısmının doğru algılanmadığını görmekteyim.Şimdi evvela birinin dediği gibi dini bilimden fakir biriyim.İlmin çapı amelle belli olur bunu bilelim.Haşa rabbimin huzurunda ben bir bilgiye de sahip değilim.O yüzden alaycı bir tavırla Fakir kelimesini kullanmanız hiçte üsluplu değildir.


Cevap:

Fakir denilince; maneviyat, maddiyat ve bilimden fakir olmak akla gelir. Maneviyat ve maddiyat durumunuzu bilmediğimden onlardan fakir ve yoksun diyemezdim; sadece dini konularda zayıf olduğunuzu gördüğümden dini bilimden fakir dedim. Yoksa öylesine mi demiştin? Yani samimi bir şekilde söylememiş miydin?
Siz uslubunuzun doğru olduğunu mu sanıyorsunuz? Hem bu yazınızda, hem diğer yazılarınızda hakaretvari, alaylı ve iftira dolu yazılarınızı unuttunuz mu? Bakın bir yazınızda ne yazmışsınız:
HIZIR ABDAL: "Peki bu tavır ne? Ben söyleyeyim Alevilere bir şey anlatmak için bahane arıyordular onu da Hacı Bektaş adresinde buldular."
Peki senin bu sözün suizan değil mi? Suizan da haram kılınmamış mı? Bir de kendi yazmış olduğun yazıları gözden geçir. Ne kadara alaylı tavırlar, hakaretler, suizanlar vardır.


Alıntı:
Zira Resulullah buyurur ki fakirlik benim övüncümdür.O kalbinde tüm masivayı söküp atmış kulluk makamının burcuna ermiştir.Öyle ise haddini aşan ben; birilerine de kendi nefsini hatırlatayım.

Cevap:

Resulullah'ın (s.a.a) diliyle nakletmiş olduğun o söz doğru değil ve diğer hadislerle de çelişmektedir. Diyorlar ki Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: "el-Fakru fexri." Yani fakirlik benim iftiharımdır.
Bu hadis zayıf bir hadistir. Acaba fakirlikten maksat manevi fakirlik mi? Manevi açıdan kullar arasında Resulullah'dan daha zengin biri düşünülebilir mi? Fakirlikten maksat hiçbir şeye sahip olmayıp her şeyin Allah'ın elinde olduğunu vurgulamak mı? O zaman bu açıdan herkes fakirdir, artık bu bir iftiharı olamaz. Fakirlikten maksat maddi fakirlik mi? Maddi fakirlik nasıl iftihar olabilir? Oysa Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: "Kadel fakru en yekune küfren" Yani fakirlik küfre çok yakındır. Resulullah (s.a.a) haşa o sözüyle milleti küfre yakın olmaya mı davet etmiştir.
Diğer bir hadiste de buyurmuşlar: "el-malu nimel avni alet takva." Yani mal takva için ne de güzel yardımcıdır.
Siz Resulullah'ın veya İmamların fakir olduklarını mı sanıyorsunuz? Onlara gelen mal kime gelirdi? Onlar zahit olarak yaşamış ve sahip oldukları malları Allah yolunda harcamışlardır. Sirelerini okursanız bunu anlarsınız. Hz. Hatice'nin malının İslam'ın ilerlemesine ne kadara katkısı olduğunu biliyor musunuz? Biraz Ehlibeyt sözlerini de okuyun, Sünni gözlükle her şeye bakmayın.


Alıntı:
Varsa bir ayıp o hepimizin kendi odandan çıkarsan herkesi kucaklama ve herkesin derdini dert edinme makamına da erersin.
Cevap:

Çıkmadığımı nerden biliyorsun? Büyük ihtimal sen daha dünyaya gelmeden ben dinimi öğrenmek için kendi evim ve ailemden ayrılıp dinimi öğrenmek için hicret etmişim. Ömrümün çoğu ilim öğrenmek ve öğrendiklerimi diğerlerine öğretmekle geçmiştir. Bu sözleri bilerek mi yoksa bilmeyerek mi sarfediyorsun?


Alıntı:
Burada söz konusu alimlerle ilgili sarf ettiğimiz sözler önemlidir.Şimdi müçtehitlere bağlılık hususunda İmam Mehdi;nin hadislerini sunmuşsunuz.Amenna ve saddakna.Ama bu demek değildir ki din konusunda söz söyleme yetkisinin sadece bu kişilere ait olduğu mu anlaşılıyor?Ben bunu böyle algılamıyorum.Bu Kuranın ruhuna da ters.Elbette bizde biliyoruz ki Kuran şöyle buyurur:bilmiyorsanız zikir ehline danışınız.



Cevap:

Kendin kendi cevabını vermişsin. Biz de diyoruz ki bilmeyenler bilenlere sormalıdırlar. Müçtehitler de bilen kişilerdir.
Bu o kadara açık ki üzerinde durmaya bile gerek yoktur. Din konusunda onlar bilir kişilerdir, onların seviyesinde olmayanlar onları nasıl eleştirebilirler? Her şeyde böyledir. Bir konuda bilgimiz yoksa o konuda uzman olanları eleştirme yetkisine sahip değiliz. O adam din adına konuşabilir ki dini konularda kendisini yetiştirmiş olsun. Aksi takdirde Ebu Hureyre gibi kendisinden fetva vermiş olur.

Alıntı:

Ama Kuran kendisini gölgede bırakacak her türlü otoriteye karşıdır.Haramı helali Kuran ve Resulullah belirlemiştir.

Cevap:

Bu sözünüzle ne demek istemişsiniz? Yani müçtehitler Kuran'a ve Resulullah'ın (s.a.a) sözlerine aykırı fetva mı vermiş veya veriyorlar? Bu konuda örnek verebilir misiniz? Onlar da Kura ve hadisleri esas alarak fetva veriyorlar, sünni uleması gibi kıyas yaparak değil.


Alıntı:
Zira Mücahid arkadaşımızın ya da abimizin;İçtihat derecesine erişen bir insanın bir müçtehide taklit etmesi haramdırsözü beni gayet şaşırttı.Biz biliyoruz ki aynı dönemde yaşayan İmamlar biri diğerine itaat etmiştir.Kaldı ki müçtehitler masum olmadıkları gibi ilimleri vehbi de değildir.Onları tartışılmaz konumuna sokmak vicdanıma ters.

Cevap:

Biz diğer yazımızda da söyledik ve bu hususta hadis naklettik ki, avam insanların taklit etmesi gerekir. Avamdan olmayanın taklit etmesi evet caiz değildir, buna hiç şaşırma. Çünkü avamın alime müracat etmesini hem Kuran (nitekim siz de bir ayet nakletmiştiniz) hem de hadisler emretmektedir. Ama müçtehidin müçtehide bağlanmasını ne akıl ne de nakil kabul eder.
İmamlara gelince; hiçbir dönemde iki imam aynı zamanda imamet makamına atanmamıştır. İmam Ali (a.s) imam olunca, İmam Hasan veya İmam Hüseyin'e henüz imamet makamı verilmemişti. O dünyadan göçtükten sonra bu makam onlara tevdi edilmiştir. İmam Hasan (a.s) olduğu sürece bu makam İmam Hüseyin'e de verilmemişti, o dünyadan ayrıldıktan sonra bu makam ona verilmiştir. Diğer İmamlar da aynı şekilde. Anlıyacağın aynı zamanda yaşamışlarsa da kendisine velayet makamı verilene tabi olmuşlardır. Yoksa bir imam diğer imama taklit etmemiştir. Bir de müçtehitlerle imam ve peygamberlerin konum ve vazifeleri farklıdır.


Alıntı:
...Ezan konusuna gelince lafı başka yere çekmeye gerek yok.Ezanın aslında Eşhedü enne Aliyyen VeliyullaH; kelimesi yok.Bunu alimlerde söylüyor ama fiiliyatta var.Ve Hz.Ali&yi (kv) bu şekilde değil başka bir şekilde de zikredebilirsiniz.


Cevap:

Ben lafı başka yere mi çektim? Sadece birkaç tane hadis naklettim?
Bazı zikirleri ezanda söylersek bidat çıkarmış ve günahkar mı oluyoruz? Mesela ezanda; "Allah-u Ekber, Allahu Ekber" söyledikten sonra "Cellle celaluhu ve azume şe'nuhu" söylersek günah işlemiş mi oluyoruz? Veya "eşhedu enne Muhammed'en Resulullah" söyledikten sonra salavat getirirsek günah işlemiş mi oluyoruz? Hz. Resulullah'ın ismi anıldıktan sonra Hz. Alinin velayetine de (ezanın bir cüz'i saymaksızın) şehadette bulunursak, günah işlemiş mi oluyoruz? Buna Resulullah (s.a.a) rahatsız mı olur? Naklettiğim hadislerde rahatsız olmadığını, hatta şaşıran birine "Ali veliyyullah değil mi" diye buyurduğunu gördük. Bütün müçtehitler de ezan ve ikamette "eşhedu enne Aliyyen veliyyullah söylemeyi sünnet bilmişlerdir. Bunu ilmi hal kitaplarında da yazmışlardır. Biz de onlara taklit ettiğimizden bu zikri ezan ve ikamette söylüyoruz. Bugün ezanda "Aliyyen veliyyul" zikrini söylemek artık ayrı bir mana da kazanmıştır. Bu söz artık Ehlibeyt (a.s) dostlarının simgesi ve onların şiarları haline gelmiştir.
Bu konuda müçtehitler senin kadar düşünebilimiyorlar değil mi?:)
Alıntı:

Talihsiz bir tavırla Hz.Hüseyinle ilgili sözlerimi çarpıtmanızda hayret vericidir.Zira insanların zincirle dövünmesi ve bunu bir mezhebin uygulaması olarak görmek teoride olmasa da fiiliyatta bu var ve gözde yumuluyor bu doğru değildir.Resulullah oğlu Kasım içinde ağlamıştır.Ağlamak insanın fıtratındandır.Ve bizde ağlıyoruz Şehid-i Kerbela için.Hz.Hüseyin için ağlamak başlı başına bir kurtuluş sebebidir demek dedelerin bizim namazımız kılınmıştır demesinde çok büyük farkı da yok.


Cevap:

Biz de İmam Hüseyin'e (a.s) ağlamak tek başına yeterlidir demedik. İmam Hüseyin'e ağlayanın ona benzemesi gerekir dedik. Bu ağlama ve ağıtlara (genel anlamda diyorum) Ömer gibi karşı çıkmak doğru değildir. Ağlayınca başa, dize, göğüse vurmayı sakıncalı görmediğimizden bunlara karşı çıkmıyoruz. Ama baş veya sırttan kan çıkarmalara karşıyız. Bunu defalarca alimlerimiz söylemiş ve söylemekteler. Zincir vurmanın veya sine dövmenin haram olduğuna dair şer'i bir deliliniz var mı? Bu ağıtlar neticesinde nice insanların hidayet olduklarını, kalp gözlerinin açıldıklarını, İslam'a döndüklerini görmüyor musun? Şia ekolünü canlı tutan işte bu ağıt ve matemlerdir.
İslam toplumunda, özellikle Bektaşiler arasında bu kadar yanlış düşünce ve sözler varken neden kafayı bunlara taktın? Onların hidayeti için yazı yazman daha doğru olmaz mı?


Alıntı:

Bizim fikriyatımızda Hz.Hüseyin gibi yaşama arzusunu uyandırma gayesi vardır.Allah kimi ne için affedecek onu ancak kendisi bilir.Samimiyetle ağlayanlar mükafatı alacak tabi.Sizin dediğiniz gibi her ağlayan kurtuluşa erecekse yerden yere vurduğunuz tüm Aleviler,Bektaşiler Cennete erecektir.Cennet ucuz değil öyle değil mi azizim.


Cevap:

Yine tekrarlıyorum; biz her ağlayan cennete gidecektir demedik. Samimi olarak her ağlayan mükafatsız değildir diyoruz. Ben şahsen bütün müslümanların cezalarını çektikten sonra cennete gideceğini savunuyorum. Ama cennete giden herkesin makamı aynı mı olacak? Hayır. cennetin de makam ve mertebeleri vardır. Peygamberlerin, İmamların, şehitlerin, sıddıkların, alimlerin… makaları normal insanlar gibi değildir. Bunda hiçbir şek ve şüpheniz olmasın. Bir insan Allah'ın emir ve nehiylerini gücü miktarınca, mümkün olduğu kadar yerine getirirse cennete gidecektir inş. Evet, cennete gitmek çok da zor değildir azizim:)) Yeter ki sen vazifeni yap.


Alıntı:

Kaldıki baş örtüsü ile ilgili verdiğiniz cevap bizce yerinde değildir.Başörtüsü ferdi bir ibadettir bunu kamusal alanda zorunlu kılmak doğru değildir.Biz burada İran gibi ayrı bir devletin uygulamasından değil hakim olan bir anlayışın uygulamasını doğru bulmadığımız için dile getirdik.Yoksa diğerleri gibi İran şöyle böyle beni çok ilgilendirmez.Ama bildiğim kadarıyla yanlış biliyorsam uyarın yabancılara dahi bu konuda kısıtlama var.Oysaki ayet açık ferdi ibadet olarak kabul etmeseniz bile bu emir inananlara yöneliktir.
"İnanan kadınlara söyle, onlar da gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler iffetlerini korusunlar; [örfen] görünmesinde sakınca olmayan yerleri dışında, cazibe ve güzelliklerini açığa vurmasınlar; ve bunun için, başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar.

Cevap:

Verdiğim cevabı tekrar okumanı tavsiye ederim. Ferdi vazife söylemen daha yerinde olur. Naklettiğin ayet inananların kapanmalarını emrediyor. "La ikrahe fiddin" daha dini kabul etmemişler içindir. İslam dinini kabul ettikten sonra tekrar bu dinden çıkıyorum da diyemezler. Çıkanlar Selman rüştü gibi mürtet olurlar, onun cezası da malumunuzdur. Artık dinin şartlarını yaşamak istemiyorum da diyemez. Yaşamak zorundadır. Yaşmazsa, bizler marufu emir ve münkeri nehiy vazifesi gereğince onu uyarmamız ve tavır takınmamız gerekir.
İlk baştan inanmayanlara gelince; onlar da İslam toplumunda yaşamak istiyorlarsa, İslam kanunlarına saygı göstermeleri gerekir. İslam toplumunun bozulmaması için onların da birçok şeyleri riayet etmeleri gerekir. Mesela açıkça şarap içmeleri, eşcinsellik gibi evlilikleri veya İslam toplumunda günah sayılan diğer amelleri açıkça yapmaları doğru değildir. Bunlara izin verilirse toplum bozulur. Hicap da bunlara benzer bir şeydir. Hicap kalkarsa gençlerimiz yoldan çıkar, kadınlar etkilenerek onlara uymuş olur ve böylece İslami toplum bozulmuş olur?


Alıntı:

İmam Hasan (as) ile ilgili söylediğin sözler de anlaşılır değil.Biz aksini mi iddia ettik ki sen aksini beyan ediyorsun.O şartlar altında Muaviye ve güruhu tarafından yapılan her zulüm karşısında direnen İmam fedakarane tavır takınmamış mıydı.Siz herhalde tavizkarla fedakar kavramlarını birbirine karıştırıyorsunuz sayın HOCAM.

Alıntı:
Cevap:

Yazılarımız ortadadır. Bu sizin yazınız değil mi: "İmam Hasan'ın (as) Muaviyeye barış teklifini herkes biliyor. O manevi saltanatı maddi saltanata tercih etti

Ben de sizin bu sözünüze karşı cevap olarak dedim ki, barış teklifi İmam Hasan (a.s) tarafından değil Muaviye tarafından olmuştur. İmam Hasan da hemen kabul etmemiştir, onunla savaşa bile çıkmıştır ama ordusunun durumunu öyle görünce, sulhu kabul etmek zorunda kalmıştır. Hem maddi ve hem de manevi saltanat onların hakkıdır, bu makam diğerlerine haramdır. İmamların da bu makamı mecbur olmadıkları takdirde diğerlerine bırakmaları caiz değildir. Elbette bazen bir takım maslahat ve sebeplerden dolayı bu makamı diğerlerine bırakmak veya onlarla sulh yapmak zorunda kalmışlardır.
Fedakarlık ne demektir, bu makam diğerlerine haramdır. İşte bu sözler bir sünni anlayışına benziyor. Birader sen sünni olmayasın:))
Bir de Ehlibeyt İmamları ve Şia alimlerinin sözlerini oku. İmam Hasan'ın (a.s) bu konudaki sözlerini tekrar gözden geçirmeni tavsiye ederim.

...Ama eleştireyim derken hani desteksiz çamur yarışı var ya yüzünüze gözünüze bulaştırmayın.İlim dediğin keser gibi değil ki kendinize yontasınız,testere olun eleştride kendinize pay çıkarın.Ama özür ben din bilimi fakiriyim...


Cevap:

Desteksiz çamur atanı, yüzüne gözüne bulaştıranı herkes görüyor. Bir insanın bilgisi olmadığı bir konuya burnunu sokması hem kendisinin, hem de diğerlerinin sapmasına sebep olur. İlk ölüm haberinizi duyduğumda en çok üzülen belki ben olmuştum ve fatiha bile okumuştum. Ama ikinci ölüm haberinizi duyarsam bu sözlerinden dolayı artık fatiha bile okumam, ona göre:)))
Allah yardımcımız olsun.

[7] - Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, s.378.
Cevapla

“Emri Bil Maruf (İyiliği Emretmek)” sayfasına dön