Ayet Ve Hadislerde Hacc

Müslümanların bir araya gelerek tevhide "lebbeyk" dedikleri şuardır.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Ayet Ve Hadislerde Hacc

Mesaj gönderen f_altan »

Hacc

“Yoluna gücü yetenlerin o evi (Kâbe’yi) haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” [1]
“İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler.” [2]
1.İmam Ali (a.s), vefat esnasında ettiği vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Allah için, Allah için Rabbinizin evinin hakkını gözetin! Hayatta olduğunuz müddetçe onu boş bırakmayın. Şüphesiz eğer terkedilirse sizlere (ilahi azap hususunda) mühlet verilmez.” [3]
2.İmam Ali (a.s): “Hac her zayıfın cihadıdır.” [4]
3.İmam Ali (a.s): “Hacda bir dirhem harcamak bin dirheme eşittir.” [5]
4.İmam Ali (a.s): “Hac ve Umre ziyaretçisi Allah’ın misafiridir. Ona hediye olarak mağfiret verir.” [6]

Haccın Felsefesi

5.İmam Ali (a.s): “Allah insanlara kıble kıldığı Beyt’ül Haram'ını (Kâbe’yi) ziyaret edip haccetmeyi farz kıldı. İnsanlar, (suya koşan susuz) hayvanlar gibi oraya koşuşurlar, güvercin kafilesi gibi oraya sığınırlar. Münezzeh olan Allah Beyt’ül Haram'ı kendi azameti karşısında insanların tevazu ve alçak gönüllülüğüne bir işaret ve izzetini (yüceliğini) kabul için bir gösterge kıldı.” [7]
6.İmam Zeyn’ul Abidin (a.s): “Haccedin ve Umre yapın ki bedenleriniz sağlıklı kalsın, rızıklarınız genişlesin, imanınız düzelsin. İnsanların ve kendi evinizin masraflarını temin edesiniz.” [8]
7.İmam Bakır (a.s): “Hac kalpleri sakinleştirir.” [9]
8.İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah her kimi saptırırsa ve kalp gözünü kör ederse hakkı tatsız bulur ve hakkın tatlı tadını asla alamaz. Şeytan dostu olur, onu helaket kaynağına götürür ve artık, asla geri döndürmez. Bu ev Allah’ın kullarını orada hazır bulunmakla, itaatlerini denemek için o ev vasıtası ile ibadete yönlendirdiği bir evdir. Bu yüzden onları onu ululamaya ve ziyaret etmeye teşvik etmiş; Peygamberlerin yeri ve namaz kılanların kıblesi karar kılmıştır. Bu ev Allah’ın rızasından bir dal ve mağfiretine uzanan bir yoldur. Kemal üzere dikilmiş ve azamet merkezi haline gelmiştir.” [10]
9.İmam Sadık (a.s): “Münezzeh olan Allah nezdinde hiçbir yer mes’adan (sa’y edilen yerden) daha sevimli değildir. Zira şüphesiz her kibirli zorba orada zelil duruma düşer.” [11]
10.İmam Rıza (a.s): “Eğer, “Neden hac emredilmiş?” diye sorulacak olursa şöyle cevap verilir: “Aziz ve celil olan Allah’ın huzuruna varmak ve artış dilemek için... Ayrıca hacda dini meselelerden haberdar olmak, imamların (a.s) rivayetlerini her tarafa ve her bölgeye ulaştırmak da vardır.” [12]

Hacc’ın Fakirliği Ortadan Kaldırması

11.Resulullah (s.a.a): “Hac fakirliği yok eder.” [13]
12.İmam Sadık (a.s): “Her kim üç defa hacca giderse ebedi olarak fakirliğe düşmez.” [14]
13.İmam Sadık (a.s): “Çok çabuk zengin olmak ve fakirliği gidermek hususunda bu evi ziyaret etmek gibi bir şey görmedim.” [15]
14.İmam Sadık (a.s), “Ben her yıl hacca gitmeye veya kendi ailemden birini kendi paramla hacca göndermeye hazırladım” diyen İshak b. Ammar’a şöyle buyurmuştur: “Bu hususta kesin kararlı mısın?” O, “Evet” deyince de şöyle buyurdu: “Eğer böyle yaparsan servetinin çoğalacağına yakin et ve sana zenginliği müjdeliyorum.” [16]

Haccın Kamil Olmasına Sebep Olan Şey

“(Başladığınız) hac ve umreyi Allah için tamamlayın.” [17]
15.İmam Ali (a.s): “Allah’ın evini ziyaret için çıktığınızda Haccınızı Resulullah (s.a.a) (ziyareti) ile tamamlayın. Zira bunu terketmek cefadır ve buna emredilmişsiniz. Haccınızı aziz ve celil olan Allah’ın sizlere hakkını ve ziyaretini gerekli saydığı kabirleri ziyaret ederek tamamlayın ve bu kabirlerin (bereketi ile) rızık taleb edin.” [18]
16.İmam Bakır (a.s): “Hacc’ın tamamı (kemali) İmamla görüşmektir.” [19]
17.İmam Bakır (a.s): “Şüphesiz insanlar bu taşlara gelip onları tavaf etmekle, sonra bize gelip velayet ve dostluk izharında bulunmakla ve bize yardımlarını açıklamakla emrolunmuşlardır.” [20]

Haccı Terketmenin Akıbeti

18.Resulullah (s.a.a): “Her kim ölünceye kadar sürekli Hacc’ı ertelerse Allah onu kıyamet günü Yahudi veya Nasranî (Hıristiyan) olarak haşreder.” [21]
19.İmam Ali (a.s): “Her kim haccı dünya hacetlerinden bir hacet sebebiyle terkederse hacıları görmediği müddetçe (hacılar hacdan dönmedikçe veya bizzat hacca gitmedikçe) ihtiyacı giderilmez.” [22]

Haccı Tatil Etmek

“Allah, hürmetli ev Kâbe’yi, insanların işlerinin düzene girmesi için sebep kıldı.” [23]
20.İmam Sadık (a.s), kendisine bu hikâyecilerden bir grup, “Eğer birisi bir defa hacca giderse ve sonra (yeniden hacca gitmek yerine) sadaka verip sıla-i rahimde bulunursa daha iyi iş yapmıştır” demektedir diyen Abdurrahman’a şöyle buyurmuştur: “Yalan söylüyorlar, eğer halk bunu yapacak olursa bu ev tatil olur. Şüphesiz Allah-u Teala bu evi insanların işinin düzene girmesi için bir sebep kıldı.” [24]

Gerçek Hacılar Azdır

21.Abdurrahman b. Kesir: “İmam Sadık (a.s) ile hacca gittim. Bir yoldan geçerken İmam (a.s) dağın başına çıktı ve o yukarıdan insanlara bakarak şöyle buyurdu: “Bağırıp çağıranlar ne çok ve gerçek hacılar ne de azdır!” [25]

Hacca Gidenin Edebi

“Hac bilinen aylardadır. O aylarda hac farizasını eda eden kimse bilmelidir ki, hacda kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur.” [26]
22.İmam Bakır (a.s): “Her kim bu evi ziyaret eder de onda şu üç haslet olmazsa hiç bir değeri yoktur: Allah-u Teala’ya isyandan alıkoyan bir ver’a, öfkesini dizginleyecek bir hilim ve kendisi ile arkadaşlık edene güzel arkadaşlık etme.” [27]

İhram Giymenin Adabı

23.Resulullah (s.a.a): “Her kim haram bir mal ile hacca gider ve “lebbeyk Allahumme lebbeyk” derse Allah da ona şöyle der: “Lebbeyk değil, sa’deyk değil. Haccın reddedilmiştir.” [28]
24.İmam Sadık (a.s): “Hac iki çeşittir: Allah için hac ve insanlar için hac. Her kim Allah için hac ederse Allah katındaki sevabı cennettir. Her kim de insanlar için hac ederse kıyamet günü sevabı insanlara kalmıştır.” [29]
25.Malik b. Enes: “İmam Sadık (a.s) ile bir yıl hacca gittim. Bineği ihram yerinde durunca her ne kadar telbiye (lebbeyk) söylemek istediyse de sesi boğazında kesildi ve neredeyse bineğinden yere düşecek oldu.” Ben şöyle dedim: “Ey İbn-i Resulillah! Lebbeyk demek gerekir.” İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Ey İbn-i Ebi Amir! Nasıl cesaret edip de “lebbeyk Allahumme lebbeyk” diyeyim? Zira aziz ve celil olan Allah’ın bana cevap olarak “lebbeyk değil, sa’deyk değil!” demesinden (davetimi reddetmesinden) korkuyorum.” [30]
26.İmam Rıza (a.s): “Şüphesiz insanlar Allah’ın haremine ve güvenlik bölgesine girmeden önce kalpleri huşu içine girsin, dünya işleri, süsleri ve lezzetlerine gönül vermesin, içinde bulundukları halde ciddi ve gayretli olsun, O’na yönelsin, tüm varlıklarıyla ona teveccüh etsinler diye ihrama girmekle emrolunmuşlardır.” [31]

Hac Yolunda Ölen Kimsenin Sevabı

27.İmam Sadık (a.s): “Her kim giderken veya gelirken Mekke yolunda ölürse kıyamet günü büyük korkudan güvende olur.” [32]
28.İmam Sadık (a.s): “Her kim ihramda iken ölürse Allah onu lebbeyk diyen bir halde diriltir.” [33]

Hac Mevsiminde Gaip İmamın Hazır Oluşu

29.İmam Sadık (a.s): “İnsanlar imamını kaybedecektirler. Ama o hac mevsiminde hazır bulunur ve insanlar kendisini görmediği halde o insanları görür.” [34]

Hac ve Umre

30.Resulullah (s.a.a): “Bu umre, o umreye kadar ikisi arasındaki günahların kefaretidir. Makbul olan haccın sevabı cennettir. Bazı günahlar sadece Arafat’ta bağışlanır.” [35]
İmam Ali (a.s): “Allah’ın evini ziyaret etmek cehennem azabından güvende olmaktır.” (c.4, s.110)

Hacdan Döndükten Sonra Yemek Vermek

Velime bir kaş şey için verilir. Allah Resulü bu konuda şöyle buyurmuştur: “Velime, sadece beş şeydedir: Düğün, çocuğun doğumu, sünnet, ev almak ve Mekke’den (hac ve umreden) döndükten sonra.” [36]

İBRETLİ ÖYKÜLER

1- Hatam-i Esemm’in İlginç Hikâyesi

Hatem-i Esemm kendi zamanındaki zahitlerden ve takvalı ariflerden bir kimseydi. Halk arasında sahip olduğu konumuna rağmen ailesinin geçimini çok zor temin ediyordu. Ama Allah’a karşı sonsuz bir itimat ve tevekkülü vardı.
Bir gece dostlarıyla birlikte hac ve Ka’be ziyaretinden söz ettiler, ziyaret şevki, Ka’be aşkı ve Allah Resulü’nün ibadet için secdeye kapandığı yerlere gitmek sevgisi, kalbini büyük bir istek ve şevke boğdu. Eve dönünce eşine ve çocuklarına şöyle hitap etti: Eğer sizler de benimle aynı görüşte iseniz, ben gerçek sevgili olan Allah-u Teala’nın evini ziyaret etmek istiyorum. Orada sizlere de dua edeceğim. Eşi şöyle dedi: “Sen bu fakirlik, perişanlık, yoksulluk, dağınıklık, ağır aile yükü ve geçim darlığına rağmen nasıl olur da bizleri bırakıp Ka’be’nin ziyaretine gidebilirsin? Bu ziyaret zengin ve güçlü olan kimseler için farzdır. Çocukları da annelerinin sözlerini onayladılar. Sadece küçük kızı kendine has tatlı bir dille şöyle dedi: “Babamıza bu yolculuğa gitmesi için izin verirsek bunun ne sakıncası var ki? Bırakın o istediği yere gitsin, bize rızk veren Allah’tır. Babam sadece bu rızkın vesilesi ve aracı konumundadır. Güçlü olan Allah bizim rızkımızı başka yoldan ve babamızın dışında başka bir vesileyle de bize ulaştırabilir. Onların tümü akıllı kızın sözleri sebebiyle hakikati anladılar ve babalarına Hak Teala’nın evini ziyaret edip kendilerine dua etmesi için izin verdiler.
Hatem çok sevindi, yolculuk için gerekli şeyleri hazırladı, hacılar kervanıyla birlikte ziyaret için yola koyuldu. Komşuları Hatem’in gidişi ve bu gidişine sebep olan küçük kızın sözlerini işitince kızı görmeye geldiler ve; “Neden bu fakirliğe rağmen ona yolculuk için izin verdin? Bu yolculuk kaç ay uzun sürecektir. Bu müddet boyunca sizin geçiminizi kim temin edecektir?” diyerek kınamaya başladılar. Hatem’in ailesi de küçük kızı kınayarak şöyle dediler: “Eğer sen bir şey dememiş ve dilini tutmuş olsaydın biz ona yolculuk için izin vermezdik. Küçük kız çok üzüldü. Hüzün ve gamdan dolayı masum yüzüne ihlâs dolu gözyaşları döküldü. O melekuti ve ilahi durumda ellerini duaya kaldırarak şöyle dedi: “Ey Rabbim! Bunlar senin ihsan ve keremine adet etmişlerdir. Sürekli olarak senin nimetinden istifade etmişlerdir. Onları zayi etme ve beni de onların yanında utanç duyacağım bir hale düşürme.”
Hatem’in ailesi büyük bir şaşkınlık içinde kalmışlardı. Geçimlerini temin edecek, rızkı nereden elde edeceklerini düşünüyorlardı. Aniden şehrin hâkimi avdan geri döndü, şiddetli bir susuzluğa duçar olmuştu. Bir grubu o muhtaç ve fakir kimselerin evine göndererek kendisine su getirmelerini emretti. Onlar evin kapısını çaldılar. Hatem’in eşi kapının arkasından; “Kimsiniz? Ne istiyorsunuz?” diye sordu. Onlar şöyle dediler: “Hâkim burada durmuş sizlerden su istiyor.” Kadın şaşkın bir halde gökyüzüne baktı ve şöyle dedi: “Ey Rabbim! Biz dün akşam aç olarak uyuduk. Bugün de bölgenin hâkimi bizlere muhtaç olmuş ve bizden su istemektedir.”
Daha sonra bir tası suyla doldurarak Hâkim’in yanına götürdü. Su götürdüğü kap, basit bir seramik kap olduğu için ondan özür diledi. Emir ve yanındakiler; “Bu kimin evidir?” diye sordular. Oradakiler şöyle dediler: “Zahitlerden ve takvalı ariflerden biri olan Hatem-i Esemm’in evidir. Duyduğumuza göre yolculuğa çıkmıştır ve ailesi de şiddetli bir yoksulluk içindedir.”
Hâkim şöyle dedi: “Biz bunlara zahmet verdik, onlardan su istedik, bizim gibi kimselerin bu fakirlere zahmet vermesi ve onlara yük olması yüceliğe aykırıdır.” Bunu söyledi ve belindeki altın kuşağını açarak evin içine attı ve etrafındakilere şöyle dedi: “Her kim beni seviyorsa belindeki altın kuşaklarını bu evin içine atsın.”
Hakim ile birlikte olan herkes altın kuşağını belinden açarak evin içine attılar. Geri dönmek istedikleri zaman hâkim şöyle dedi: “Allah’ın selamı sizlerin üzerine olsun. Şimdi benim vezirim bu kuşakların parasını getirip size verecek ve o kuşakları alacaktır.
Çok geçmeden vezir kuşakların parasını getirip Hatem’in eşine verdi ve kuşakları ondan alıp götürdü. Küçük kız bu olayı görünce gözyaşlarını tutamadı. Ona şöyle dediler: “Sen ağlayacağına sevinmelisin! Zira merhametli Allah bize lütfünü gösterdi ve hayatımızda böylesine bir genişlik ortaya çıktı.”
Küçük kız şöyle dedi: “Ben şundan ağlıyorum ki dün akşam aç olarak uyuduk, bugün ise bir yaratık bizlere baktı ve bizleri müstağni kıldı. Oysa merhamet sahibi Allah bizlere teveccüh edecek olsaydı o zaman halimiz ne olurdu?” Daha sonra da babası için şöyle dua etti: “Ey Rabbim! Bizlere merhamet edip işlerimizi düzene koyduğun gibi babama da teveccüh et ve işlerini düzene koy.”
Hatem, kervan ile birlikte Hacc’a doğru ilerliyordu. Kervan’da ondan daha fakir bir kimse yoktu. Ne üzerine bineceği bir bineği ve ne de rahat bir şekilde yolculuğu onunla katedeceği bir azığı vardı. Kervanda onu tanıyan kimseler ona az da olsa bir yardımda bulunuyordu. Bir gece Hac Emiri bir hastalığa kapıldı. Kafile doktoru onu tedavi etmekten aciz kaldı. Hac Emiri şöyle dedi: “Kafile içinde benim için dua edecek bir hal ehli var mıdır? Belki de bana dua eder de o duası vesilesiyle bu beladan kurtulurum.” Etrafındakiler, “Evet, Hatem-i Esemm vardır” dediler. Emir şöyle dedi: “Bir an önce onu benim yanıma getiriniz.”
Hizmetçiler koşarak onu Emir’in yanına getirdiler. Hatem selam vererek Emir’in yanına oturdu. İyileşmesi için ellerini kaldırarak dua etti. Duasının bereketiyle emir iyileşti ve bu sebeple de Emir’in teveccühüne mazhar oldu. Ona bir binek ve de Hac yolculuğundan dönünceye kadar gerekli harçlığı vermelerini emretti. Hatem emire teşekkür etti. O gece özel bir hal ile merhamet sahibi olan Allah’a raz-u niyazda bulundu. Uyumaya çalıştığı bir sırada rüya aleminde şöyle bir ses işitti: “Ey Hatem! İşlerini bizimle düzenleyen ve bizlere itimat eden kimseye, biz de lütfederiz. Artık çocuklarını ve eşini merak etme. Biz onların geçim vesilesini temin ettik.”
Hatem uykudan uyandığı zaman Allah’a hamd-ü senada bulundu ve Hak Teala’nın bütün bu inayetleri karşısında şaşkınlığını izhar etti.
Yolculuktan döndüğü zaman çocukları onu karşılamaya geldiler ve onu görmekle sevindiler. Ama o herkesten daha çok küçük kızına sevgi gösterdi. Onu kucağına aldı, öptü ve şöyle dedi: “Nice zahirde küçük kimseler, batında toplumun büyükleridir. Allah sizin yaş açısından büyüklerinize bakmaz. Aksine kalbinde Hak Teala hakkındaki marifeti çok olan kimselere teveccüh eder. O halde Allah hakkında marifet elde ediniz ve Allah’a itimat içinde olunuz. Zira her kim Allah’a tevekkül edecek olursa Allah onu kendi haline bırakmaz.” [37]

2- Babanın Bedduası

İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyuruyor:
“Ben babamla birlikte karanlık bir gecede Ka’be’yi tavaf ediyorduk. Ka’be’nin etrafı sakinleşmişti, ziyaretçiler uykuya dalmışlardı. Aniden yürek yakan bir ses duyduk. Biri Allah’ın dergâhına yönelerek insanı etkileyici içten bir acıyla yalvarıp ağlıyordu.”
Babam bana şöyle buyurdu: “Ey Hüseyin! Allah’ın dergâhına sığınan, kırık kalple pişmanlık gözyaşı döken günahkâr bir kulun sesini duyuyor musun? Git onu bul benim yanıma getir.”
İmam Hüseyin (a.s) şöyle devam ediyor: Gecenin karanlığında Ka’be’nin etrafını gezdim, o adamı rükünle makam arasında namaz halinde buldum. Selam vererek şöyle dedim: “Ey Allah’ın pişman olan kulu! Babam Emir’ul-Muminin seni çağırıyor.” Bu sözü duyunca aceleyle namazını tamamladı. Onu babamın huzuruna götürdüm. Babam onun temiz elbise giymiş, güzel simalı bir genç olduğunu görerek şöyle buyurdu:
“Sen kimsin?”
Genç: “Ben bir Arab’ım.”
Emir’ul-Muminin: “Durumun nasıldır? Neden öyle yakıcı bir şekilde ağlıyordun?”
Genç: “Ey Emir’ul-Muminin! Babama isyan etmenin cezasını çekiyorum; onun bedduası yaşantımın temelini sarstı, sağlık ve huzurumu elimden aldı.”
Emir’ul-Muminin: “Olay nedir?”
Genç: “Ben laubali bir gençtim, sürekli günah işliyordum, Allah’tan da hiç korkum yoktu. Bana karşı şefkatli olan yaşlı bir babam vardı. Bana her ne kadar nasihat ediyorduysa, sözlerini dinlemezdim. Bana nasihat ettiği zaman, onu azarlıyordum, sövüyordum, bazen de onu dövüyordum.
Bir gün, bir yerde bir miktar para vardı, onu alıp harcamak için o paraya doğruilerledim. Babam o parayı almama mani oldu. Ben de parayı zorla elinden alarak onu sert bir şekilde yere vurdum; o esnada babam ellerini dizlerine koyup kalkmak istedi, ama acı ve eziklikten yerden kalkamadı. Paraları alıp işimin peşice gittim. O anda, babam bütün arzularının yok olduğunu görünce, Allah’ın evine (Ka’be’ye) giderek bana beddua edeceğine dair yemin etti.
Birkaç gün sonra da oruç tutup namaz kıldı. Daha sonra yolculuk için hazırlığını tamamlayıp Ka’be’ye yani buraya doğru hareket etti. Ben onu izliyordum; tavaf ettikten sonra Ka’be’nin perdesinden tutarak kırık bir kalp ve yakıcı bir ahla bana beddua etti.
Allah’a ant olsun ki! Bedduası sona ermeden, bu bedbahtlığa yakalandım, böylece sağlık (nimeti) elimden alınmış oldu.”
Genç adam bu sırada gömleğini açarak bedeninin bir tarafının felç olduğunu gösterdi. Genç sözlerinin devamında şöyle dedi:
“Bu olaydan sonra bütün yaptıklarıma çok pişman oldum. Babamın yanına giderek özür diledim. Ama o kabul etmedi, kendi evine doğru gitti. Üç yıl bu durumla yaşadım, nihayet hac mevsiminin üçüncü yılı, babamdan, Ka’be’ye giderek bana beddua ettiği yerde benin için hayır dua etmesini ısrarla istedim.
Babam lütfederek benim bu ricamı kabul etti. Mekke’ye doğru hareket ettik. Seyyak çölüne yetiştiğimizde artık karanlık çöktü. Caddenin kenarından bir kuş aniden kanatlarını (çırparak) uçunca deve ürktü ve babamı yere attı. Babam taşların üzerine düştü, düşür düşmez de can verdi. Babamı o bölgede defnedip buraya geldim. Biliyorum benim bu kötü kaderim, babamın bedduası ve benden razı olmaması sebebiyledir.
Emir’ul-Muminin Hz. Ali (a.s), gencin bu dertli hikayesini dinledikten sonra şöyle buyurdular: “Senin feryadına koşacak olan, şimdi yetişmiştir; Resulullah (s.a.a)’den duymuş olduğum duayı sana öğreteceğim; içerisinde Allah’ın ism-i a’zamı olan bu duayı kim okursa, Allah Teala onun duasını kabul eder; gam, üzüntü, hastalık ve fakirlik onun yaşantısından uzaklaşır, günahları ise bağışlanmış olur...” [38]
İmam Hüseyin (a.s), sözünün devamında şöyle buyuruyor:
Genç adam duayı alıp gitti. Zilhicce ayının onuncu gününün sabahı, sevinçli bir halde yanımıza geldi. Sağlığının düzelmiş olduğunu gördük.
Genç şöyle dedi: “Allah’a ant olsun ki, Allah’ın ism-i a’zamı bu duadadır. Allah’a ant olsun ki, duam kabul oldu, hacetim karşılandı.”
Emir’ul-Muminin (a.s) ondan, nasıl şifa bulduğunu açıklamasını istedi.
Genç şöyle dedi: “Zilhicce’nin onuncu gecesinde, karanlık her tarafı sardığı ve herkesin uykuya daldığı bir vakitte, duayı elime alıp Allah’ın dergâhına yakararak göz yaşı döktüm. Kısa bir süre uyudum; uykuda Resulullah (s.a.a)’i gördüm; mübarek elini omzuma koyarak şöyle buyurdu:
“Alah’ın ism-i a’zamı hürmetine sağ-salim ol ve güzel bir yaşantın olsun.”
İkinci kez gözlerim uykuya dalınca şöyle bir ses kulağımda çınladı: “Ey genç! Kalk artık. Allah’ın ism-i a’zamı ile yakardın ve duan kabul oldu.” Ben uykudan uyandığımda kendimi sağ-salim gördüm. [39]

3- Onu Mekke Ve Mina Tanıyor

Hişam bin Abdulmelik (Abbasi halifelerinin onuncusu) hac merasimine katılıp Allah’ın evini tavaf etmekle meşgul olduğu bir sırada, Hacer’ül-Esved’e elini sürmek istediğinde halkın izdihamından dolayı eli ona yetişmedi.
Daha sonra Hişam için oraya bir minber bıraktılar; o da Şam halkı etrafını sardığı halde minberin üzerinden tavaf edenleri seyretmekle meşgul oldu. Bu sırada Hişam’ın gözü Ali bin Hüseyin (a.s)’a ilişti. İmam (a.s) ihram bağladığı ve alnının nasırı gözüktüğü bir halde gelerek tavafa başladı. Hacer’ül- Esved’e ulaştığında, halk onun heybet ve azametini görerek saygı için ona yol verdiler. İmam (a.s) da kolaylıkla Hacer’ül- Esved’i istilam etti (ona elini sürdü).
Hişam, İmam (a.s)’ın azamet ve halk arasındaki ihtiramını kendi gözleriyle gördüğünden dolayı çok rahatsız oldu. Şamlı birisi Hişam’a dönerek: “Ey Emir’el- Müminin! Bu şahıs kimdir?” diye sordu.
Hişam, Şam halkının İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s)’ı tanımamaları ve ona rağbet etmemeleri için, tanıdığı halde tanımıyorum dedi.
Orada bulunan Ferazdak, hiç çekinmeden: “Ben onu çok iyi tanıyorum” dedi.
Onun bu sözü üzerine Şamlı adam ona dönerek: “Ey Eba Faris! O şahıs kimdir?” diye sordu.
Ferazdak tam bir şecaatle İmam (a.s) hakkında güzel bir şiir inşat etti. O şiirin birkaç beytinin manası şöyledir:
Bu öyle bir şahıstır ki, Mekke toprağı onun ayak izini tanıyor.
Ka’be evi, haremin dışı ve içi de onu tanıyor.
Bu, Allah’ın en iyi kullarının oğludur.
Bu, Allah’tan korkan, tertemiz ve Allah’ın yeryüzündeki nişanesidir.
Bu, öyle bir kimsedir ki, seçkin Ahmed (s.a.a) onun babasıdır.
Rabbim sürekli ona salat ve selam etmektedir.
Eğer Rükün (Hacer’ül- Esved), kimin ona el sürdüğünü bilmiş olsaydı,
Mutlaka yere kapanıp onun ayak yerini öperdi.
Bu, Resulullah babası olan Ali (Zeyn’ul-Abidin)’dir;
Ki onun hidayet nuruyla ümmetler hidayet olmaktadır.
Bu, öyle bir kimsedir ki, Cafer-i Tayyar onun amcasıdır.
Diğer amcası ise, sevdiklerinden dolayı kendisine yemin ettikleri şehit olmuş kahraman Hamza’dır.
Bu, kadınların hanım efendisi Fatıma’nın oğludur.
Ve kılıcında kâfirler için azap olan vasi (Ali)’nin oğludur.
Bu şahıs kimdir? diye sorman, ona zarar vermez;
Çünkü Arap Acem herkes onu tanımaktadır. [40]
Hişam, Ferazdak’ın bu şiirinden dolayı sinirlenerek onun Beyt’ul-Mal’dan hukukunun kesilmesini emretti. Sonra: “Neden bizim hakkımızda böyle bir şiir söylemedin?” diye itirazda bulundu.
Ferazdak cevaben şöyle dedi: “O’nun ceddi gibi bir ced, O’nun babası gibi bir baba ve O’nun annesi gibi bir anne getir, O’nun hakkında söylediğim gibi senin hakkında da söyleyeyim!”
Hişam, sonra onu Mekke ile Medine arasında olan Osfan’a sürerek orada hapse attırdı.
Bu olay Ali bin Hüseyin (a.s)’a ulaşınca, İmam (a.s) on iki bin dirhem ona göndererek şöyle dedi: “Ey Eba Faris! Bizi mazur gör. Eğer yanımızda bunda fazla olsaydı, daha fazla gönderirdik.”
Farazdak bu parayı geri çevirerek şöyle dedi: “Ey Resulullah’ın oğlu! Ben bu kasideyi, sadece Allah ve resulü için olan gazap ve öfkemden dolayı söyledim.”
İmam (a.s) aynı parayı geri çevirerek şöyle buyurdular: “Benim hakkım için bu parayı kabul et. Şüphesiz Allah Teala senin niyet ve bize olan batini sevginden haberdardır.”
Ferazdak İmam (a.s)’ın bu sözünü duyunca, İmam (a.s)’ın göndermiş olduğu hediyeyi kabul etti. Ferazdak hapiste olduğu halde Hişam’ı hiciv ediyor ve onun aleyhinde şiirler söylüyordu. Hişam bunu duyar duymaz onu serbest bıraktı. Diğer bir rivayete göre ise, onu oradan çıkarıp Basra’ya sürgün etti. [41]

4- Batında Maymun Ve Domuz Olan İnsanlar

İmam Sadık (a.s)’ın muhlis ve samimi Şiilerinden olan Ebu Besir, İmam (a.s)’la hac merasimine katıldı.
İmam (a.s)’la birlikte Ka’be’yi tavaf ederken İmam’a şöyle dedi: “Canım sana feda olsun, acaba Allah Teala hac merasimine katılan bu kadar toplumun hepsini affediyor mu?”
İmam (a.s), “Ey Ebu Besir! Gördüğün bu toplumdan çoğu insanlar, maymun ve domuzdur!”buyurdu.
Ebu Besir, “Onları bana gösterir misiniz?”dedi.
İmam (a.s) elini onun gözlerine çekti, bir takım kelimeler söyledi. Aniden o insanlardan çoğunu maymun ve domuz görerek vahşete kapıldı! İmam (a.s) daha sonra yine elini onun gözlerine çekti. Derken onları zahirde oldukları şekliyle gördü.
Daha sonra İmam (a.s) Ebu Besir’e şöyle buyurdular: “Üzülme! Siz cennette hoşnut olacaksınız, cehennemin tabakaları sizin yeriniz değildir. Allah’a ant olsun ki, siz hakiki Şiilerden üç, iki, hatta bir kişi bile cehennem ateşinde olmayacaktır.” [42]

5- Cazip Bir Münazara

İmam Cevad (Muhammed Taki -a.s-) küçük yaşla (takriben sekiz yaşında) imamet makamına ulaşan ilk İmam’dır. Küçük olmasına rağmen, ilmi Allah tarafından olduğundan dolayı, bütün ilim ve fazilet sahibi kimselerden üstündü.
O Hazretin muhalifleri, O’nunla tartışıp münazaralar yapıyorlardı. Bazen kendi batıl hayallerince, O’nu ilmi sahnede mağlup etmek için zor sorular söz konusu ediyorlardı. O münazaralardan bazıları çok heyecanlı ve gürültülü idi; onlardan biri, İslam ülkelerinin baş kadısı olan Yahya bin Eksem’le olan münazaradır.
Abbasi halifesi olan Memun’un emriyle bir münazara meclisi tertiplendi. İmam Cevad (a.s), o meclisde hazır oldu, Yahya bin Eksem de oraya gelerek İmam’ın karşısında oturdu.
Yahya bin Eksem: Halife’ye bakarak şöyle dedi:
“Ebu Cafer (İmam Cevad -a.s-)’den bir soru sormama izin veriyor musunuz?”
Memun: “O Hazretin kendisinden izin al” dedi.
Yahya bin Eksem: “Fedan olayım, bir mesele sormama izin veriyor musunuz?” dedi.
İma Cevad (a.s): “Sormak istediğin soruyu sor” buyurdu.
Yahya bin Eksem: “İhram halinde bir av öldüren şahıs hakkında ne dersiniz?” dedi.
İmam (a.s): “Avı haremin dışında mı öldürmüş, içerisinde mi? Söz konusu kimse hükme alim miydi, cahil miydi? Kasıtlı olarak mı bu işi yapmış, yoksa kısıtsız olarak mı? Avlayan adem köle miydi, hür müydü? Çocuk muydu, büyük müydü? İlk defası mıydı, yoksa daha önceden de bu işi yapmış mıydı? Avlanan hayvan kuşlardan mıydı, yoksa başka türben mi? Kuş ise yavru muydu, yoksa büyük müydü? Avlayan adam, bu işi tekrarlamak isteyen birisi mi, yoksa yaptığından pişman olan biri mi? Bu işi geceleyin mi yapmış, yoksa gündüz mü? Bu adam hac ihramında mıydı, yoksa Umre ihramında mı?”
Yahya bin Eksem, bu sorular karşısında şaşırıp kaldı, acizliği yüzünde belirdi, dili tutuldu; öyle ki mecliste bulunanlar, onun zaaf ve acizliğini iyice anlamış oldular.
Bu galibiyetten sonra Memun şöyle dedi: “Bu nimet karşısında ve görüşümde yanılmadığımdan dolayı Allah’a hamt ediyorum...”
Daha sonra ailesine dönerek: “Kabul etmediğiniz şeyi şimdi öğrenmiş oldunuz mu?” dedi.
Meclisteki sohbetlerden sonra halk dağılıp gittiğinde halifenin akrabalarından bir grup kimse yalnız kalınca, Memun İmam (a.s)’a şöyle dedi:
“Fedan olayım! Eğer uygun görüyorsanız, ihram halinde av öldürmekle ilgili söz konusu edilen meselelerin hükmünü, yararlanmamız için açıklayın.”
İmam (a.s) buyurdular ki:
“Eğer ihram halinde olan şahıs, haremin dışında bir av öldürürse ve av büyük kuşlardan olursa, kefaret olarak bir koyun kurban kesmelidir. Eğer bu amel haremin dâhilinde yapılmış olursa, kefareti iki kat olur.
Eğer haremin haricinde bir kuş yavrusunu öldürmüş olursa, o zaman kefaret olarak sütten kesilen bir kuzu kurban kesilmelidir. Ama eğer bu işi haremin dâhilinde yaparsa, bir kuzu kurban kesmeli ve ayrıca kuş yavrusunun kıymetini de vermelidir. Eğer (haremin dışında avladığı) yabani hayvanlardan olursa, vahşi eşek için bir inek, deve kuşu için bir dişi deve, zebra için ise kefaret olarak bir koyun kurban kesmelidir. Eğer bunları haremin dâhilinde yapmış olursa, kurbanlığı Mina’da kesmelidir. Ama bu işi Umre ihramında yapmış olursa, kurbanlığı Mekke’de kesmelidir.
Avın kefareti âlim ve cahile eşittir. Ama kasıtlı olarak bu işi yapmış olursa (kefaretten ilave) günah da işlemiştir; fakat yanlışlıkla yapmış olursa, günah işlemiş sayılmaz. Kefaret hürrün kendisine farzdır; kölenin kefareti ise efendisinin üzerinedir (onun ödemsi gerekir). Küçük çocuğa kefaret farz değildir; ama büyük adama farzdır. Eğer yapmış olduğu işten pişman olup tövbe ederse, (kefaret verdikten sonra) ahiret azabı ondan kalkar, ama eğer bu işten vazgeçmezse (kefaretin yanı sıra) ahiret azabını da hak etmiş olur.”
Memun, İmam (a.s)’ın bu izahını duyunca şöyle dedi: “Aferin ey Cafer! Allah sana hayır versin. Eğer uygun görüyorsanız, siz de Yahya bin Eksem’den onun sorduğu gibi bir soru sorun.”
Bunun üzerine İmam (a.s) Yahya bin Eksem’e: “Sorayım mı?” diye buyurdu.
Yahya bin Eksem de cevaben: “Sana feda olayım, onu artık kendiniz bilirsiniz; eğer bilirsem cevabını veririm, bilmediğim takdirde sizden istifade ederim” dedi.
İmam Cevad (a.s) ona şöyle bir soru yöneltti:
“Söyle bakalım, sabahleyin bir kadına bakması haram, kuşluk vakti helal, öğle vakti haram, ikindi vakti helal, akşam haram, yatsı vakti helal, gece yarısı helal, şafak vakti haram olan bir erkek hakkında ne dersin? Bu nasıl bir kadındır; neden bazen o erkeğe helal, bazen de haram oluyor?”
Yahya bin Eksem: “Allah’a and olsun ki, bu sorunun cevabını bilmiyorum; hangi sebebe göre helal ve haram olduğunu da bilmiyorum; uygun görüyor iseniz, faydalanmamız için kendiniz onu izah ediniz?” dedi.
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Bu kadın bir adamın cariyesidir; sabahleyin yabancı bir erkek ona bakıyor, bakması haram olur; kuşluk vakti cariyeyi sahibinden alıyor, böylece ona helal olur; öğle vakti onu azad ediyor, neticede haram olur; ikindi vakti onunla evleniyor, böylece ona helal olur; akşamleyin zihar ediyor (senin sırtın bana, annemin sırtı gibidir diyor), böylece ona haram olur; yatsı vakti ziharın keffaretini vererek tekrar ona helal olur; gece yarısı onu boşuyor, böylece ona haram oluyor; şafak vakti rücu ediyor böylece kadın ona helal oluyor.” [43]

6- İmam Mehdi (a.f) İle Mülakat

Allame Meclisi (r.z) babasından şöyle naklediyor:
Bizim zamanımızda Emir İshak Esterabadi (r.z) isminde çok mümin ve salih bir şahıs vardı. Kırk defa yaya olarak hacca gitmişti. Halk arasında tayy’ül arz (bir anda kaç fersah yolu kat eden) lakabıyla meşhur olmuştu. Bir yıl İsfahan’a geldi. İsfahan’a geldiğinden haberim olunca görüşüne gittim. Hal hatır sorduktan sonra ona: “Acaba gerçekten sizin tayy’ül arz’ınız mı vardır? Çünkü halk arasında böyle meşhur olmuştur” dedim.
Cevaben şöyle dediler:
Bir yıl Mekke’ye azim oldum, hac kafilesiyle bir konağa vardık, o konaktan Mekke’ye yedi veya dokuz konak (elli fersahtan fazla) bir mesafe vardı. Ben bazı sebeplerden dolayı kafileden geriye kalmıştım, yavaş-yavaş tamamıyla onlardan ayrı düştüm. Asıl caddeyi kaybettiğimden dolayı şaşkınlık içerisinde kalmıştım. Susuzluk beni öyle etkilemişti ki, diri kalacağımdan artık ümidimi kesmiştim. Bir kaç defa: “Ey Salih! Ey Eba Salih! (Ey İmam-ı Zaman!) Beni caddeye hidayet et” diye feryat ettim.
Bu sırada uzaktan bir şebeh (karartı) gördüm, düşünceye daldım! Kısa bir süreden sonra o şebeh yanımda hazır oldu. Buğday renkli, güzel simalı ve temiz elbiseli bir genç olduğunu gördüm. Siması büyük bir şahsiyet olduğunu gösteriyordu, bir deveye binmişti, yanında da bir su kabı vardı. Ona selam verdim, o da selamın cevabını verdikten sonra “Susuz musun?” diye sordu. Ben de; Evet susuzum dedim. Su kabını bana verdi, ben de o sudan içtim. Sonra: “Kafileye yetişmek istiyor musun?” diye sordu.
Sonra beni devenin arkasına bindirdi, birlikte Mekke’ye doğru hareket ettik. Ben her gün “Hırz-i Yemani” duasını okurdum, yine o duayı okumakla meşgul oldum. Duanın bazı cümlelerinin yanlış olduğunu tezekkür verip şöyle oku diyordu.
Bir kaç dakika geçmeksizin bana: “Burayı tanıyor musun?” diye sordu. Bakınca Mekke olduğunu gördüm. “İniniz!” diye emrettiler. İndiğimde geri dönüp gözlerden kayboldu. Bu esnada onun İmam Mehdi (a.s) olduğunun farkına vardım.
Ondan ayrılmama ve onunla birlikte olup da onu tanımadığımdan dolayı çok üzüldüm. Yedi gün geçtikten sonra, bizim kafilemiz Mekke’ye ulaştı.
Kafilemizde olanlar, benim sağ kalmamdan ümitlerini kestikten sonra birden beni Mekke’de gördüler. İşte bu yüzden halk arasında tayy’ül arz’a sahip olmakla meşhur oldum.
Allame Meclisi (r.a) bu hikâyeyi nakl ettikten sonra, babasının şu sözünü de ekliyor: “Hırz-ı Yemani” duasını onun yanında okudum, yanlış yerlerini düzeltti, onu nakil ve tashih etmeyi bana icaze verdiğinden dolayı da Allah’a şükür ediyorum. [44]
_________________
Kaynakça:
[1]- Al-i İmran/97
[2]- Hac/27
[3]- Nehc’ul-Belağa, 47. Mektup
[4]- el-Hisal, 620/10
[5]- a. g. e. s. 628/10
[6]- a. g. e. 635/10
[7]- Nehc’ul-Belağa, 1. Hutbe
[8]- Sevab’ul-A’mal, 70/3
[9]- Emali et-Tusi, 296/582
[10]- Emali es-Seduk, 493/4; et-Tevhid, 253/4
[11]- el-Bihar, 99/45/34
[12]- Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s), 2/119/1
[13]- Tuhef’ul-Ukul, 7
[14]- el-Hisal, 117/101
[15]- Emali et-Tusi, 694/1478
[16]- Sevab’ul-A’mal, 70/4
[17]- Bakara, 196
[18]- el-Hisal, 616/10
[19]- Uyun-u Ahbar’ir-Rıza (a.s), 2/262/29
[20]- a. g. e. h. 30
[21]- el-Bihar, 77/58/3
[22]- Sevab’ul-A’mal, 281/1
[23]- Maide, 97
[24]- İlel’uş-Şerayi’, 452/1
[25]- el-Bihar, 27/181/30
[26]- Bakara, 197
[27]- el-Hisal, 148/180
[28]- Durr’ul-Mensur, 2/63
[29]- Sevab’ul-Amal, 74/16
[30]- el-Hisal, 167/219; İlel’uş-Şerayi’, 235/4
[31]- Vesail’uş-Şia, 9/3/4
[32]- el-Kafi, 4/263/45
[33]- el-Bihar, 7/302/56
[34]- Kemal’ud-Din, 346/33
[35]- el-Bihar, 99/50/46
[36]- İzdivac der İslam, 114, Mustedrek Bab’un Nikah, 31. bölüm
[37] - Enis’ul- Leyl, s. 292
[38] - İmam (a.s)’ın ona öğrettiği dua, “Meşmul” adındaki meşhur bir duadır; merhum Şeyh Abbas-i Kummi, o duayı “Mefatih” kitabında nakl etmiştir.
[39] - Bihar, c. 41, s. 225; c. 95, s. 295
[40] - Bu kaside, kırk beyittir; bunların hepsi Bihar’ul-Envar kitabının, c. 46, s. 125’de nakledilmiştir. Biz sadece birkaç beytini aktardık.
[41] - Bihar, c. 46, s. 125
[42]- Bihar’ul-Envar, c. 47, s. 79 ve c. 68 s. 118
[43] - Bihar, c. 50, s. 75-78
[44] - Bihar’ul-Envar, c. 52, s. 175
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
alone_man
Mesajlar: 1769
Kayıt: 13 Oca 2008, 21:28

Mesaj gönderen alone_man »

inş haccetmek bizede nasip olur
bu alçak bektaşiler binlerce yıldır alevi halkımızı bu ibadetten alıkoydular
Alevi
Mesajlar: 200
Kayıt: 15 Tem 2007, 21:20

Mesaj gönderen Alevi »

alone_man yazdı:inş haccetmek bizede nasip olur
bu alçak bektaşiler binlerce yıldır alevi halkımızı bu ibadetten alıkoydular


Namaz kılmayı sevmiyorlar Oruç tutup aç durmayı sevmiyorlar işin kolayına kaçıyorlar Cem alemi çok güzel kendi inançlarına göre Çünki istedikleri her şey var Bence ikinci meyhane Şarap var Saz var Oyun var Et yemeği var çok güzel bir alem kim vaz geçer böyle yaşamdan Nasıl olsa İmam Hüseyin Bu Bektaşilerin Namazını kılmış Orucunu tutmuş ne güzel hayat.....
Cevapla

“Hac” sayfasına dön