Şehriyar Tebrizi 3- İlk Şiir Tomurcukları ve H. Babaya Selam

Cevapla
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Şehriyar Tebrizi 3- İlk Şiir Tomurcukları ve H. Babaya Selam

Mesaj gönderen 3nokta »

Şehriyar’da ilk Şiir Tomurcukları


Şehriyar’ın nine ve halalarının sıcak ilgi ve sevgileriyle beslenen ince ve şairane ruhu, “Haydar Baba” dağının eteklerinde, güzel bir doğa atmosferi içerisinde daha da gelişiyordu. Ruh’unun ilk şiirsel tomurcukları da işte o çocukluk döneminde ve sözü geçen ortamda beliriverdi. Kendisi bu hususta şöyle diyor: Rukiye bacı adında bir hizmetçimiz vardı. Ben akşam yemeği isterken ona Azerice şöyle dedim: “Rukiye bacı,Hz. Abbas aşkına kalk da akşam yemeği getir!” Bir başka gün ise Abbas kelimesini kullanmayıp cümleyi şöyle kurdum “Rukiye bacı hazret aşkına kalk da getir akşam yemeğini.” Bu deyişimden kendim bile çok hoşlandım ve işte o andan itibaren şiire olan ilgim başlamış oldu.

Bir gün de Rukiye bacı ile kavga etmiştim. Fakat sonra buna çok pişman oldum. Annem madem küfrettin, hadi kalk abdest al da, tövbe et. Ben de Abdest aldım da Tövbe ettim ve o gece kendi kendime şöyle dedim:



Ben Günahkâr oldum Ey vah!

Halkı incitir oldum ey vah!



Aslında bu şiir olarak yazdığım ilk dizeydi. Şiirim gizlice filizleniyordu.

İşte böyle ince ruhlu bin insan, eğitim görmüş ebedi bir çevreye girdiğinde, git gide pişkinleşiyordu. Şehriyar böylece edebi çevrelerle ilişkisini sürdürürken sonunda ünlü bir şair oluverdi.

“Babamın epey arkadaşı vardı. Bunlar Cuma günleri gezmeye çıkar. Beni de götürürlerdi. Genelde Serdrud kıyısına giderlerdi. Bir keresinde de Aynalı dağına çıktık. Aşçı, kilim ve diğer eşyaları önceden göndermişlerdi. Biz de gidip geceyi orada geçirdik. Şehir manzarası ve onun gece vaktindeki görünümüne ilk defa orada tanık oldum. O sıralar Şato Beryan’ı Fransızca okumuş Romantizmi de az-buçuk biliyordum. 12 ila 13 yaşları civarındaydım. İşti o gece romantik bir şiir yazdım. Babamın Fahrzade adında bir dostu vardı. Fahr-ul Kitab’ın oğluydu bu zat. Diğerlerine göre çok genç olduğundan benimle de arası pek iyiydi. Benim şiir yazdığımı görünce alıp okumak istedi. Vermedim. Ani bir hareketle elimden kaptı ve kaçtı ve ardından yazıyı götürüp ötekilerin yanında da okudu. Daha sonra beni yanlarına çağırıp, bizzat kendimin okumasını istediler. Okudum çok beğendiler. Hatta nazar değmesin diye benim için tütsü bile yaktılar. Güçlü bir yapıya sahip olan ve bir zamanlar Türkiye veya Fransa’da okumuş olan rahmetli Dr. Hekim Hoyi şiirimden öylesine etkilenmişti ki cep saatini ödül olarak bana vermek istedi. Eskiden varlıklı insanlar ipek türünden yelekler giyerlerdi. Yeleğin bir cebinde de aksesuar gibi zincirli çok şık altın bir saat taşırlardı. İşte o da öyle bir saatini bana hediye etmek istedi. Saati çıkarmak istedi olmadı. Birden onu zincirinden kopardı da bana uzattı. Çekindiğimi görünce de onu avcıma yapıştırdı. Ben hâlâ almamakta direniyordum . Babam bana doğru kaşlarını çattı ve “Doktor.un elini geri çevirme oğlum” dedi.

Şehriyar’ın gençlik döneminde yazdığı şiirlerin bir çoğu maalesef yok olmuş durumda. Üstadın kendisi bu konuda yazdığı şiirleri hiçbir zaman saklamadığı, bulduğu bir parça kağıda yazıp, onu bir kenara bıraktığını, sonra da onu tamamen kaybettiğini söylüyor. Anılarında da kaydettiği gibi, onun şiirlerini toplamayı ve ayrıca kaydetmeyi seven tek kişi samimi dostu rahmetli “Lütfullah Zahidî” idi.




Gazel Ülkesinin Sultanı Şehriyar



Daha önce de belirtildiği gibi Şehriyar, yazdığı şiirleriyle İran’ın eski şairlerini andırıyor. Aradaki bu benzerlik de daha çok gazel alanında kendini gösteriyor. Bu yüzden de Şehriyar, çağdaş ama kıdemli şairlerden sayılabilir.

Şehriyar ilk gazelini, samimi dostu Seyyid Ebu’l Kasım Şiva ile birlikte, Tebriz’in Sohrap mahallesinden geçip “Fiyuzat” okuluna gitti ve öğreniminin yanı sıra, şiirler yazdığı ve onları da babasının arkadaşlarıyla düzenlediği toplantılarda okuduğu ve ödüller aldığı dönemde yazmıştır. Bu gazellerden biri, İran’ın ünlü şairlerinden Şeyh Sâdi’nin “Çiçek değerini kaybeder- Sen çiçek bahçesine gelince” “Hayat kazanır insan, sen söze başlayınca” diye başlayan gazelinden etkilenip, aynı ölçülerde yazdığı şiirdir. Şehriyar’ın ilk başta dört beyit halinde yazılan bu gazeli daha sonraları 14 yıllık bir sürede tamamlandı ve “Şehriyar’ın Anısı” adını aldı.

Sen gül bahçesine gelince gül harap olur;

Yusuf’un kıymeti düşer sen pazara gidince.

Sen dama çıkınca ay bulutun arkasına gizlenir;

Gül değerden düşer sen gül bahçesine gelince.

Ey ordunun güzeli, ayı, ev benim şahım;

Sen her savaşa çıkışında ben sana teslim olurum

Aydın günü kendime aşkından kıldım şeb-i tar;

Bu karanlık geceme sen ışık olursun diye.

Ey benim İsa’m Serdar Mescidi’ne gelirsen;

Zülfünün haçıyla ölüleri diriltirsin.[53]

Bu gazel daha sonraki yıllarda tamamlanmışsa da şairin çok genç yaşta böyle bir şey yazmaya kalkması dikkate alındığında, onun güçlü ve şaşırtıcı kabiliyetini her durumda sergilediği bir gerçektir. Bu gazeli Şeyh Sâdi’nin gazeliyle kıyasladığımızda da Şehriyar’ın gerçekten de çok güzel bir şekilde bu işin üstesinden geldiğini, hatta bedî ve yeni tabirler kullanmak gibi çağdaşlık kokan bazı yönleri dikkate alınarak, Şehriyar’ın gazelinin daha canlı olduğunu görüyoruz. Fakat Şehriyar’ın büyük bir ustalığı da onun İran gazelinin dünyaca tanınan büyük bir üstadı Hafız-ı Şirazi’nin şiirlerine yakın yazdığı gazellerinde kendini gösteriyor. Bu arada şunu da açıkça söyleyebiliriz ki Şehriyar, İran’ın son gazel ustaları başta olmak üzere, kendi çağdaşları arasında, Şeyh Hafız Şirazi’ye en yakın şiir yazan bir şair sayılmaktadır. Onun, kendi türünde emsalsiz sayılan en iyi gazelleri arasında “Yolculuğa Çıkan Ay”, “Ben ve Ay”, “Gençliğin Acelesi”, “Vahşi av”, Gençlik Yolumun Mumu Oldu”, “Umutsuzluk Mektubu”, “Mahzun Ney”, “Gömleğin Kokusu”, “Kelebek Ateşte”, “Uyumlu Ney”, “Yol Azığı”, “Geldin Sana Can Kurban” ve “ Şeker Küpü” adlı gazellerinden örnek olarak ikisini takdim ediyoruz:

Ey Ay! Ey Mehtap! Bu gece derdime deva oluyorsun

Şu Miskinin dertlerini paylaşıyorsun

Ben de güç kaybettiğimden, senin Güneş’ten uzak kalmaktan neler çektiğini biliyorum

Senin de aşkın peşinde olduğundan hiç rahat etmediğini biliyorum

Herkes kederini Mehtap kaynağından yıkarken,

Sen bu gece benim talihime üzülüyorsun

Bahçıvan ciğerine pişmanlık dikenini batırıyor

Sen Ey Çiçek, hadi git, o bahçıvana layıksın

Bu mahzun ney sesi Ferhat’ın mezarından mı geliyor?

Çünkü Şirin dudaktan uzak kaldım diye yakınıyor

Bahar’ı müjdeleyen en Kırlangıç bu yıkık kulübeye ne zaman uğrayacaksın?



Gömleğin Kokusu



Ey hüzün şiirinin esiri! Aç Pencereleri bırak gömleğinin kokusu gelsin Yusuf’un

Saçının kokusuna can Vaat ettim şimdi

Hayatımı koydum meltem rüzgarının yoluna

Eskilerden söz edip, yüreğimi parçalamak için Lale,

Senden bahsediyor hep.

Aşk pençesindeyken hicran gecesinin işkencesi

Kabir baskısını, büyük bir azabı hatırlatıyor

Marifet sarayının yüksek tapınaklarından olan ben

O semanın önünde saygıyla eğiliyorum

Sözümün melih, ruhumun selim olması nedeniyle

Söz ülkesinin sultanı olduğumu söylüyorlar
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

Re: Şehriyar Tebrizi 3- İlk Şiir Tomurcukları ve H. Babaya Selam

Mesaj gönderen 3nokta »

Şehriyar ve “Haydar Baba”



Hicri- şemsi takvimiyle İsfent 1332’de ve çok eski bir kökü bulunan Nevruz Bayramı’nın eşiğinde, İran halkı ve özellikle de kahraman Azerbaycan halkı, kendi şair evladından eşsiz bir hediye aldı. Genelde tatlı Fars dilinde şiir yazan Şehriyar’ın şairlik geçmişi dikkate alınarak, ““Haydar Baba’ya Selam” adlı değerli eserinin yayımlanmasıyla halk ülke çapında şaşkına döndü. Bu eser hacim açısından küçük olmasına rağmen, okurlar ve şiir severler arasında öylesine bir ilgi ve beğeni topladı ki İranlı şairlerin eserlerinden çok azını bununla kıyaslayabiliriz. Şehriyar’ın kendisi bu hususta şöyle diyor:

“Çocukluk yıllarımdaki arkadaşlarım başta olmak üzere yöre halkının beğenisini kazanabilecek yöre türküleri üslubunda uzunca bir şiir yazmayı hep arzuladım doğrusu. Fakat Tahran’da uzun süre kalmamın etkisiyle, Azerbaycan köylerinin yerel şiirleri ve özellikle de o ince ve esprili tabirlerini hemen hemen unutmuştum. Hatta çocukluk dönemime ilişkin anılarım, silik ve anlamsız tablolara dönüşmüştü. Ama annemin Tahran(a gelmesi, geçmiş günlerden söz etmesi, onun sihirli dilinin etkisi, geçmişi bir masal gibi anlatması ve çocukluk dönemime ait tatlı hikayeleri tazelemesi sayesinde kafamdaki ölüler birden canlanıp, geçmişe ilişkin tablolar da beliriverdiler.”

“Haydar Baba’ya Selam”ın kendi muhatabı üzerindeki tatlı etkisi ve zevk sahibi her insanı yoğun olarak tâ derinden yakalayan o manevi nüfuzu hakkında şairin kendisi, bu eserin ilham yoluyla yüreğine indiğine, esasen böylesine duygu ve duyarlılık dolu ve aynı zamanda her kesimden insanı etkileyebilecek bir eserin yazılabilmesi için sırf sanatın yeterli olmadığına inanıyor:

“Bir gün Nazım’ed-Devle’nin evinde toplanmıştık. Ben de rahmetli Saba ile birlikte Nazım’ed-Devle’nin oğlu Emirhan’ın odasında oturuyordum. “Haydar Baba”’yı henüz yeni bitirmiştim. Belki de henüz tam olarak bitmemişti. Her halükarda ondan bazı parçalar okuyordum. O sıralarda Nazım’ed-Devle’nin Tebriz’den getirttiği ve on an evin salonunda çay yapmakla meşgul olan ve aynı zamanda benim dizelerimi de dinleyen bir kadın aşçı, birden perdenin aralığından odaya fırladı ve hızla bana doğru gelerek, kendini benim ayaklarıma attı ve bir taraftan da habire “Benim yüreğimden konuşuyorsun oğlum diyordu”.

Şairin anlattıkları yürekten kopup gönlü okşadığından, “Haydar Baba”’nın yayımlanmasından kısa süre sonra onun satırları, gökten inmiş gibi halk arasında hızla dilden dile dolaşmaya başladı ve büyük bir saygınlık kazandı. “Haydar Baba’ya Selam” İran sınırlarını da aşıp, Türkçe konuşan bütün halklar arasında da elde ele dolaşıp, altın parçası gibi görüldü. Hatta ona nazire’ler yapıldı. Hafız ve Hayyam’ın şiirleri gibi bestelenip güzel sesli şarkıcılar tarafından okundu. Bir başka deyişle çağımızda doğulu ozanlar sülalesinden bir peygamber ortaya çıkmış gibi, onun kelamı Ortadoğu semasında yankılandı.

Şehriyar, “Haydar Baba”’dan sonra ana dilinde yine onlarca eser daha yarattıysa da onlardan hiçbiri “Haydar Baba”nın güç ve azametine ulaşamadı. Gerçekte Şehriyar Azeri edebiyatında her şeyden ziyade “Haydar Baba”nın şairidir. Zira bu eser şairin hayatında bir dönüm noktası olmanın yanı sıra, Azeri Edebiyatı tarihinde de yeni bir akımın başlangıç noktası sayılıyor.

Bu ölümsüz eser, Şehriyar’ın gerçek kabiliyetini açıkça ortaya çıkardığından, şairin yaratıcılık hayatında bir dönüm noktası sayılıyor.. Şehriyar’ın Azerbaycan halkı başta olmak üzere, İran halkı arasında özel bir yer edinip, büyük bir sempati kazanması da işte bundan kaynaklanıyor. Bu eseri çağdaş Azerbaycan edebiyatında yeni bir aşamanın başlangıcı olarak görmemizin sebebi, onun yaratılmasıyla Azeri edebiyatı alanında eşine rastlanılmadık bir uyanış ve gelişmenin meydana gelmesidir. Bunun sebebi de “Haydar Baba”’dan etkilenip üzerine yapılan sayısız benzeri eserlerden kaynaklanıyor.. Bir yazar ve mütercimin belirttiğine göre bugüne kadar “Haydar Baba”’ya özenen 300 nazire kaydedilmiştir. Bu da, edebi ve halkçı bir eserin tam olarak ilgi ve sempati kazanması demektir. Nitekim Hacı Hafız’ı Şirazi İrfan ve Fars edebiyatı aleminde öyle bir makama ulaşmıştır. Bu arada “Haydar Baba”’nın folklorik edebi bir şaheser olduğunu da unutmamak gerekir. Şunu açıkça söyleyebiliriz ki bu eser kendi türünde eşsizdir. Bu manzume, Şehriyar’ın adıyla birlikte sadece Azerbaycan folklor ve edebiyat tarihinde değil ayrıca bu ülke halkının zihninde de ölümsüzleşecektir.



“Haydar Baba” Etrafında Bir gezinti



“Haydar Baba”’ya selam gerçekte çağımız ve kültürümüzün köy senfonisi demektir. Çarpıcı bir başlangıçla birden bire kendimizi Azerbaycan’ın renkli, canlı ve coşkun doğasının kucağında, “Haydar Baba” tepesinde gök yüzünün ışığı ve sağanak yağmuru altında, sel gibi akan suları arasında buluveriyoruz. Sonra bir grup kız gözümüze çarpıyor. Sıra oluşturmuş ve doğanın bu ani şakırdayışını seyre dalmışlar. Şair böyle bir girişten sonra şöyle sesleniyor:



Selam Olsun şevketinize, elinize

Benim de bir adım gelsin dilinize



Şimdi sıra çocukluk anılarında... ve Şair emsalsiz bir ustalıkla onları da gözlerimizin önüne sermeye başlıyor. Bu emsalsiz tablolar insanı ister istemez büyülüyor.

Mir Ejder’in türküsü köyün her tarafından işitilmektedir. Öte yandan Aşık Rüstem’in sazının sesi de fon müziği gibi, çocukluk döneminin zemininde daima duyuluyor sanki:



Hatırlar mısın nasıl koşar, kaçardım!

Kuşlar misali kanat çırpıp uçardım!



Şair daha sonra, şairane adı, güzel şekli, büyüleyici kokusu ve tadı ve eşsiz letafetiyle duyarlı her vatandaşın anılarında özel bir yere sahip olan “Aşık elması”nı hatırlıyor. Daha sonra da tatlı bir rüya gibi gelen çocukluk dönemi oyunlarını tekrarlayıp, “Haydar Baba”(nın eteğinde ve doğanın kucağında geçen böylesi hür ve sade yaşamın, kendisini derinden ve kalıcı bir şekilde hep etkilediğini itiraf ediyor.



Kalmış aklımda tatlı bir rüya gibi

Etkilemiş ruhumu, her şeyimi



“Haydar Baba”’nın tepesinde duran şairin ilgisi daha sonra, “kuru Göl”e yöneliyor. Oranın manzarasını da, kuşların uçuşu ve Gumistan’ı tavsif ederken şairane bir dille şöyle betimliyor:



“Haydar Baba”! Kuru göl’ün kazları

Geldiklerin sazak çalan sazları



Daha sonra Kerbela yolu kervanlarının dönüş yollarından bahsediliyor. Şair burada ustaca bir göndermeyle, yüz yılın bulaştığı kokuşma şiddet olayları, düşmanlık ve acımasızlıklardan duyduğu üzüntüsünü belirterek şöyle diyor:



Göz yaşına bakan olsa, kan akmaz

İnsan olan beline hançer takmaz

Ne yazık ki kör tuttuğunu bırakmaz



Şair bir kez daha anılarına dalar. Bu kez, yüz rüzgârı ve yağmurundan Şeyh’ul İslam’ın münacat sesine geçer:



Güzel sözler okşardı yürekleri

Ağaçlar da Allah’a baş eğerdi



Daha sonra bayırlar, koyun sürüleri, çobanlar ve o dönem ve o mekana dönmeye duyduğu özleme geliyor:



Bir geleydim dağ, dereler uzunu

Okuyaydım “Çoban getir Kuzunu”



Ardından orak mevsimi, bıldırcın avı, köylülerin iş sonrası dinlenmeleri, güneşin batışı ve akşam üstü ev halkının konumuyla ilgili betimler sırasıyla diziliyor şairin kelamında:



Yaşlı nine gece masal anlattığında

Tipi gelip, bacaları dövdüğünde

Kurt, keçi yavrusunu yediğinde

Keşke geriye dönüm çocuk olaydım

Çiçek gibi açıp, ondan sonra solaydım



Şiirin devamında, gerçekte buram buram hayat kokan ama görünüşte küçük ve önemsiz olan günlük olaylara ilişkin anılar sıralanıyor:



Halacığımın ballı lokmasını yerdim

Nerde kendimi şımarttığım o günlerim

Ağaca çıktığım, at gezdirdiğim o günlerim



Sonra yine Şeyh’ul İslam’ın yanıklı münacat sesini duyuyor, Meşhedi Rahim ile tanışıp, onun hırka giyişi hikayesini öğreniyoruz. Ve şair tüm bunları canlı bir şekilde gözlerimizin önünde canlandırıyor.

Bunun ardından bölge ağalarından Melek Niyazhan, tüfekler, binicilik ve atıcılık, köy kızlarının onları seyre duruşu, nişanlık oyunu, köy düğünü ve bayram merasimleri, bir kez daha şairimizi o günlere götürüyor:



Çarşamba’nın cevizleri, üzümleri

Kızlar der “atil-matil” Çarşamba

Ayna gibi bahtım açıl Çarşamba



Ardından ekini biçme ve ürünü toplama vakitleri, köyde gün batımı ve akşam vakti iki bölümde şöyle bir girişle anlatılıyor:



Yaz gecesi çayda sular şarıldar



Daha sonra hala oğlu Şuca’nın hüzünlü hikayesine değiniliyor. Şaire göre bu hikayenin sonunda gelinin baht aynası kararıyor. “Nene Kız’ın baht aynası karardı”. Ve işte gözlerinin anısı, şairin yüreğinin karanlıklarından bir yıldız gibi parlayan bu “Nine kız” , şairimizin çocukluk arkadaşlarından ve diğer arkadaşlarıyla birlikte onun ilham kaynaklarından biridir:



“Haydar Baba”! Nene kız’ın gözleri

Rahşande'nin şirin şirin sözleri

Türkü dedim, okusunlar özleri

Bilsinler ki ömür gider ad kalır

İyiden kötüden sonunda bir Tat kalır



Şehriyar ikinci “Haydar Baba”’da yine o şirin sözlü Rahşande ile güzel gözlü Nene Kız’a baş vurur ve onları şöyle anlatır:



Rahşande’nin, torunu tutuyor elini

Nene kız ise güveyi var, gelini



Şairler bugüne kadar Ay, yıldız, deniz ve bulutlar ile ilgili çok güzel tasvirler yaratmışlardır. Ama şimdi bizim şairimiz, Ay’ı nehir suyunda boğulurken görüyor. Onun, bu manzarayla ilgili hüzünlü anlatımı, okurun belleğinde çakılıp kalıyor. Şair daha sonra, karanlık gecelerde kurtlardan korkmasını anımsar gibi birden ecel kurdunu gözleri önüne getiriyor ve onun hemen ardından da kendi gençliğini ve bugünkü yaşlanan halini anımsıyor.

İşte bütün bu anılar ve özellikle de dostlar ve tanıdıkların ölüm ve yok oluşlarının hatırlanması, sonuçta şairi çileden çıkarıyor ve o bu noktada, acı acı yürekten haykırıyor. Sözü yürekten koptuğu için de insanı yürekten etkiliyor tabii. Şairin bu aşamada kaydettiği dizeleri belki onun bu manzume bağlamında en çok ün kazanan dizeleridir:



“Haydar Baba”! dünya yalan dünyadır

Süleyman’dan, Nuh’tan kalan dünyadır

Oğlu, kardeşi derde salan dünyadır

Her kimseye ne vermişse, almıştır

Platon’dan kuru bir ad kalmıştır.



Bu anılar manzumesinde insan ile doğu, sadece yan-yana değil, hatta kimi yerde birbiriyle iç içe olup, kaynaşıyor, yeni bir biçim alıyor ve şiir aleminde ölümsüz bir anlatım dili oluşturuyorlar.

Şehriyar birkaç kişiyi daha tanıttıktan sonra, babası “Hacı Mir Aka Hoşknabi”yi de kısaca anlatarak, onu, bir oğlun babasına olan sevgi ve saygı duygusu ile anıyor ve takdirini belirtiyor. Şaire göre o, güzeller kuşağının sonuncusuydu. Veya bir arkadaşın tabiriyle vefa soyundan gelenlerin sonuncusuydu.



Baba ölünce, dünyanın hali değişti

Sevgiden, şefkatten eser kalmadı



“Haydar Baba” senfonisi, okuru bir nevi duygusal ve içten bir değişime uğratan olağanüstü güzellikte bir doruk noktasının ardından sonuç bölümünde, iyi insanlar arasında barış ve kardeşlik ortamının yeniden canlandırılması ve yüce değerlerin vücuda getirilmesi yolunda, güzel tavsiyelerde bulunuyor ve böylece “Haydar Baba”’nın 1. bölümü, güzel ve duamsı bir parçayla sona eriyor:



“Haydar Baba”! Senin gönlün şad olsun

Dünya durdukça ağzın dolu Tat olsun

Senden geçen tanış olsun, yad olsun

Dinle benim şair oğlum, Şehriyar!

Bir ömürdür gam üstünde gam kalır




Kafkasya’da Halkın ulusal ve kültürel mirasının korunmasında “Haydar Baba” manzumesinin rolü



İran’da sosyal ve kültürel şartlar, birbirine bağlı ve doğal zaruretler içerisinde olmaları nedeniyle Türkiye ve Azerbaycan cumhuriyeti gibi ülkelerde görünen sosyal-kültürel şartlardan daha farklıdır. Tarihi açıdan İran ile çok geniş kültürel ortaklıkları bulunan bu iki ülkede alfabenin değiştirilmesi ve özel hedeflerle kültürel siyasetlerin dayatılması, ulusal açıdan aşırı zarar ve ziyanlara uğramasına yol açmıştır. Telafisi çok güç olan bu zararın tam ve dakik olarak kavranabilmesi için, aydınlar ve düşünsel liderler başta olmak üzere, halkın çeşitli kesimleriyle direkt irtibata geçilmesi gerekiyor. Böylece bu yöndeki facia, derinlemesine ortaya çıkacaktır. İlerleme ve kalkınma adı altında gerçekleştirilen bu değişim ve gelişmeler aslında, bu tür kültürel siyasetlerle yetişen insanların köksüz, sığ düşünceli ahlakî değerlerden arındırılmış ve tarihî-kültürel meselelerin bilincinde olmayan kimselere dönüşmelerine sebep oluyor. Bunun yanı sıra, bu korkunç girişimin kamufle edilmesi gayesiyle yapılan, milli duyguların kışkırtılması meselesi de, bu bölgelerde yaşayan halkların bilinçlendirilmesini oldukça zorlaştırıyor. Zira, siyasi kışkırtmalarla uyumlu bir hal alan milli duyguların görünüşteki biçimleri, mantıklı ve reformcu düşüncelerin sunulması karşısında bir nevi direniş gücüne dönüşüyor. Bendeniz, meslek icabı ve kişisel ilgim nedeniyle son iki yılda, özellikle sözü geçen siyasetlerin baskısına maruz kalan Orta Asya, Kafkasya ve Türkiye cumhuriyetlerinde yaşayan sıradan insanlarla sürekli temas halindeyim ve bu yöndeki kültürel eksikliğe yakından şahit oldum. Ancak Azerbaycan dili ve milli kültürü “Haydar Baba”nın ortaya çıkması ardından yabancı saldırgan kültürler karşısında bir nevi direniş kazanmıştır. Bunu da Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Bahtiyar Vahapzade, Hasan Hasanzade, Nurettin Rızayev ve Rüstem Aliyev gibi tanınmış aydın, şair ve yazarları benim yanımda şahsen itiraf etmişler ve aynı zamanda “Haydar Baba”nın Azerbaycan ulusal kültürünün korunmasında oynadığı rolü de defalarca takdir etmişlerdir. Kısacası ‘“Haydar Baba’ ya Selam” manzumesi Azerbaycan edebiyatında, Azeri türklerinin bir nevi Şehnamesi olarak, Azeri dili ve kültürünün korunmasında çok üstün bir konuma sahiptir.
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
Cevapla

“Önemli Şairler ve Yazarlar” sayfasına dön