bahar ve ayrılık

Cevapla
3nokta
Mesajlar: 3381
Kayıt: 26 Ara 2006, 22:16
Konum: Meşhedi313

bahar ve ayrılık

Mesaj gönderen 3nokta »

mucteba yazmış
bahar ve ayrılık

Bahar, alıp başını gitmelerin mevsimidir. Sebepsiz yere bazen...
Önünü ardını hesaplamadan... Hesapsız, kitapsız çekip gitmelerin
mevsimidir bahar...

Bir bakarsınız kekik kokulu bir nisan sabahı koparıp alıverir sizi
hayattan... Çiçek açmış bir kiraz ağacının hayaliyle yollara
düşersiniz.

Demir alır gönlünüzün limanındaki gemiler... Açılır gidersiniz...

Aradığınız belki yüzülmemiş denizlerdir, belki keşfedilmemiş sevdalar,

belki hiç yazılmamış satırlar...

Yüzmenin, sevmenin, yazmanın heyecanıyla coşarsınız.

Dünyaya sırtınızı dönüp yürürken, o yaşanmamışlıkların izini
sürersiniz kuytularda... Ve çoğu zaman kendinizle karşılaşırsınız
umulmadık bir köşebaşında...

Elele tutuşur yürürsünüz içindeki çocukla...

O'nu büyütmekten korkarak...

* * *

Önünde bir nisan sağanağı varsa, geriye dönüp bakası gelmez
insanın...

Oysa fotoğrafları henüz tazedir dünün ayazlı gecelerinin...
Kışı birlikte aştığınız dostluklar sımsıcak durur yüreğinizde...
Sadakatin ve yerleşikliğin güvenli kolları huzur vaadeder ardınız
sıra...

Gel gör ki baharın kokusu dayanılmazdır. Ilık bir rüzgar
ruhunuzdaki isyanı okşar. "Hadi sokağa" diye bağıran sirenler
çalar içinizden... Derinliklerinizde tutuşturulmayı bekleyen
alevler kı vılcımlanır. Kalbinizden havalanan güvercinlere
şaşakalırsınız.

Sanki gitmek sadakattir: kalmaksa ihanet...

100 günü aşkındır bu köşede Yeni Yüzyıl haftasonlarında
birlikte olduk sizlerle...

Güldük çoğu zaman ya da kızdık öfke dolu sözcüklerde...
Mahzunlaştığımız da oldu, çocuklaştığımız kadar...

Yeni sözler söyleme derdine düştük, eskiye sırtımızı
dönmeden...

Zorlu bir kışı, kırık dökük satırları ufalayıp ateşleyerek
geçirdik.

Yeni bir yüzyılın silueti gülümsedi siz sayfaları çevirdikçe...
"Ha doğdu, ha doğacak" denilen gazete, yeni kızlar,
yeni oğlanlar doğurdu yeni doğacak bir yüzyıl için...


Sonra nisan geldi...

Sokakta direnilmesi imkansız bir çimen kokusu...
içinin bir yerinde yuvadan erken ayrılmanın,
sokakta hırpalanmanın korkusu...

Lakin bahara söz geçirmek ne mümkün...

Bir kez çiy düşmeye görsün kış mahmuru bedenlere...

...Coşkuları dizginleyebilene aşkolsun...


* * *

Bu yüzden izin istiyorum sizlerden...
Bu köşe (kış köşesi) baharla buharlaşıyor.

Geriye bakınca hüzünleniyorum elbet...

Çünkü geride güzel bir doğuma ortak olmanın tatlı heyecanı var.
Ve paylaşılmış köşelerde benzer duyarlılıklar...
Ve sımsıcak dostluklar...

Ama önümsıra yüzülmemiş denizlerden iyot kokuları çarpıyor burnuma...
Yeni Yüzyıl'ın ilham verdiği baharlar çağırıyor.

Şimdi gitmek sadakattir, kalmaksa ihanet...

O yüzden bir an önce kanatları takıp, uçmakta yarar var...
Yeni baharlarda, yepyeni bahar şarkıları söyleyebilmek için...

Hep beraber...
özleme dair
Yüreğimi sıkıştıran bu kesif hüzün, belki de terketmişlere özgü
gizli bir terkedilme duygusudur.

Özledim seni...

Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir...

Beynimi uyuşturu­yor özlemin...

Çok sık birlikte olamasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca
yıl içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlı­yorum.

Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime sapla­nan bir sızı olmaktan
çıkıp mütemadi bir boşluğa dönüşüyor.

Sabahlara seni ok­şayarak başlamaları akşamları, her işi bir
kenara koyup seninle başbaşa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı,
hırlaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, se­vimli ha­şarılığını,
çocuksu küskünlüğünü...

Nasıl da serttin başkalarına karşı be­ni savunurken; ve ne yumuşak,
bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken...
ya da kolyeni çözdüğümde kollarıma atlarken...

Hasta olduğunda, o korkunç kriz ge­celerinde günler,
geceler boyu nöbet tuttuk başında... o şen kahkahalarına
yeniden kavuşabilmek için sessiz dualar ederek...

"Atlattı" müjdesini kutlarken yor­gun bedenindeki yaraları
okşayarak, doktorun böldü sevincimizi:

"Yaşayamaz artık bu evde... yüksek binalar ve be­ton duvarların
gri kentinde" dedi, "O gitmeli... ve kendine yeni bir hayat çizmeli...

"

Bilsen, ne zor gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana...


Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unut­mandan geçtiğini
bilmek...

Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek
ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" de­mek...

"Beni ne kadar ça­buk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın
mutluluğa" demek sa­na ne zor...

Sesimi, kokumu çe­kip alıvermek beynin­den, sesin, kokun
hâlâ beynimdeyken...

... seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda

bana bir yabancı gibi bakma­nı istemek senden...

... yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek...

... ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir
arabanın arka koltuğuna, birlik­te güneşlendiğimiz on­ca yazı,
yanyana titreş­tiğimiz onca kışı, pay­laştığımız bunca acıyı,
onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun
bedeninin yanına, ar­kandan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor...

... ne zor hiç tanımadan seni emanet ettiğim bir şoföre
"Hızla uzaklaş buradan ve gidebileceğin kadar uzağa git" demek...

... yokluğunu beklemek, ne zor...



* * *



Bunları düşündükçe, şu anda uzakta bir yerlerde üşüdüğünü
sezinleyerek panikliyorum. Bütün engel­leri aşıp terkedilmiş

caddeleri, kimsesiz sokakları. yalnız bulvarları arşınlayarak
sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri
fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geçiyor içimden...

Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe
dönüşmesinden hicran duyuyorum.

Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terketmişlere
özgü bir terkedilme korkusunu da yüre­ğimin derinlerinde
duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım
için özür dilemek ve

"Geri dön bebeğim" demek istiyorum:

"Geri dön... kulüben seni bekliyor..."
Eğer





O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse...
elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse,
kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O... her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
NERGİS

Neyi arıyorsan sen O'sun" der Mevlana...

Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık...

Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sü­rükleyip, kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine çıkarır.

Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslın­da, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü...

Her aşkta kendimizi ararız; o yüzden bulduklarımız, benzerlerimizdir.

Resimlerini yanyana koyun sevdiklerini­zin ve dikkatle bakın yüzlerine, onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size...

Aşk denilen kaleydoskobun buzlucamına gözünüzü dayadığınızda, binbir camın rengarenk ışıklar saçarak döndüğünü ve her seferinde bambaşka şekiller ördüğü­nü görürsünüz. Her camda, farklı bir ren­giniz vardır; her şekilde sizden bir parça...

Aşklarınız hülasanızdır.

Sevdiğiniz her adam, beğendiğiniz her kadın, farklı ruh hallerinizi ele verir; arada bir çevirdiniz mi kaleydoskobu, cam par­çalar yer değiştirip yeni şekiller alır; hepsi siz...

Sevgilinizin gözlerindeki dolunay, sizde­ki ışığın yansımasıdır aslında; dilindeki si­zin ilhamınız, tenindeki sizin ısınız...

Yoksa hâlâ bir sevdiceğiniz, o henüz kendinizi bulamadığınızdandır...



* * *



Aşk, narsizmdir.

Kendimiziz her aşkta arayıp durduğu­muz, peşinde olduğumuz...

Bir omza sığınmanın şefkatinde de, bir göğsü dişlemenin şehvetinde de kendimize açılan kapılar var.

Sevda, çevrildikçe içimizin farklı ışıkları­nı yakan eğlenceli bir kaleydoskop gibi başımızı döndürüyor.

Ve biz, hep baharı takip ederek dünyayı gezen bir gezgin gibi içimizdeki eski baharları arıyoruz.



* * *



Narcissus'u bilirsiniz:

Öyle heybetli ve güzelmiş ki, bakmaya doyamazmış kendine... Gün boyu ayna karşısına geçip kara gözlerini, incecik burnunu, dar kalçalarını, kıvırcık saçlarını seyredermiş hayran hayran... Bir gün ır­mak kenarında gezinirken, sudaki yansımasına ilişmiş gözü... uzanıp, iyice bak­mak istemiş. Tam gördüğünde kendini, dengesini kaybedip düşüvermiş ırmağa, kapılıp gitmiş suya...

Yeryüzünün en güzel insanının öldüğü­nü duyan Tanrı, unutulmaması için O'nu her bahar açan güzel kokulu bir çiçeğe dönüştürmüş.

Narcissus, nergis olmuş.



* * *



Kıssadan hisse, benden size tavsiye, ta­ze bir nergis verin bugün sevgilinize...

Sonra da, nerede baharsa mevsim, ro­tasını oraya çevirip içindeki eski baharla­ra koşan bir gezgin gibi "Bahar getirdim sana" deyin, baharın elinizde olduğunu unutmadan...

Gözlerinizdeki ırmağa baktığınızda kendinizi göreceksiniz; dikkat edin de hayran olup düşmeyin!

Düşüp bahar kokulu bir çiçeğe dönüşmeyin...
nokta koymuyoruz artık cümle sonlarına
noktayı koyacak olan sensin anlasana
. . .
Cevapla

“Aşk Konulu Şiir ve Edebî Metinler” sayfasına dön