"Oruç Nedir?"

Herşeyin zekatı vardır, bedenin zekatıda oruçtur.
Cevapla
Kullanıcı avatarı
AlevîGenç
Mesajlar: 80
Kayıt: 15 Oca 2007, 15:15
Konum: alevigenc@yolunakurban.com

"Oruç Nedir?"

Mesaj gönderen AlevîGenç »

ORUÇ NEDİR?
Oruç; Arapça “savm” kelimesi ile ifâde edilen bedenî bir ibâdettir.

Oruç manasına gelen “savm” kelimesi değişik münâsebet- lerle ve farklı kalıplarda Kur’ân’ıKerîm’de onüç yerde geçmekte, Resûlullâh’ın (a.s) ve O’nun tertemiz nesli olan Oniki İmâm’larımızın (a.s) sözlerinde ise sayısız ifâdelerle beyân edilmektedir.

Oruç; zâhiren, bilinen manası ile, imsak vaktinden (sabah ezânından) iftar vaktine (akşam ezânına) kadar yeme, içme, cinsel münâsebette bulunma ve orucu bozacak şeylerden uzak durmaktır. Bu tanım ana hatları ile ilmihâlimizin konusunu oluşturduğundan ileriki bölümlerde Ehl-i Beyt fıkhının konu ile ilgili hükümlerini açıklamaya çalışacağız.

Orucun zâhirde ve bâtında gerçek manada nasıl tutulması gerektiğine değinmeden önce, temel kaynağımız olan Kur’ân-ı Mübîn’de ve Peygamber (a.s) ile Ehl-i Beyt’inin (a.s) öğretilerinde nasıl yer aldığına, hangi orucun farz kılınmış olduğuna bakmamız gerekmektedir.
Muhammedî
Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman
Kullanıcı avatarı
AlevîGenç
Mesajlar: 80
Kayıt: 15 Oca 2007, 15:15
Konum: alevigenc@yolunakurban.com

Kuran-ı Kerim'de Oruç

Mesaj gönderen AlevîGenç »

KUR’ÂN-I KERÎM’DE ORUÇ
Yüce Kitâbımız Kur’ân’da meâlen Allâh şöyle buyuruyor; “Ramazân ayı ki; İnsanlara yol gösterici, hidâyete götürücü, doğruyu-yanlışı birbirinden ayırt edip açıklayan Kur’ân, O Ay’da indirilmiştir. Sizden her kim, O Ay’a erişirse oruç tutsun. Kim de hasta olur, yahut seferde bulunursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç(unu) tutsun (kaza etsin). Allâh sizin için kolaylık diler, güçlük dilemez...” [Bakara (2): 185]

Bir çok defada ifâde ettiğimiz gibi, Kur’ân; bir ders kitabıdır. Bu Kitap, İSLÂM adındaki mektepte okutulmakta olup, O mektebin en yetkili öğretim ve eğitim görevlileri başta Sevgili Mustafâ’mız (s.a.a.) olmak üzere O’nun pâk Ehl-i Beyt’i (a.s) ve geleceklerini ümmetine müjdelediği Oniki halîfesi (Oniki emîr-İmâm) dir.

Yukarıda meâlini verdiğimiz âyet-i kerîmede bir kaç husus vardır ki bunlar ilk bakışta dikkat çekmektedir:

1-Kur’ân’ın nâzil olduğu ay Ramazân Ay’ıdır.

2-O Ay’a ulaşan oruç tutmalıdır.

3-O Ay’da çeşitli sebeplerden ötürü orucunu tutamayan sonra mutlaka onu tutmalıdır.

4-Allâh insanları zora koşan değil, onlara kolaylık dileyendir.

Şimdi insaflıca bir düşünelim;

Bizler, Kur’ân’ın nâzil olduğu zaman diliminden yüzlerce yıl, onlarca asır sonra yeryüzüne gelmiş ve İslâm dînini kabul etmekle şereflenmişiz. Aslen çoklarımız, Kur’ân Arapça’sına vâkıf olamamış durumdayız. Bizce net anlaşılamayan konuları ancak Kur’ân’ın “zikir ehli”tabîr ettiği ehil kimselere danışmakla kavrayabileceğimiz apaçık bir gerçek iken dört maddede özetlediğimiz âyetin meâlini Allâh’ın murâdına tamı tamına uygun bir şekilde kendi başımıza nasıl anlayacağız?

Hâşâ, Cebrâil’in (a.s) eğittiği, Kur’ân’ın kalbine nâzil olduğu Muhammed Mustafâ (a.s) biz miyiz?

Muhammed Mustafâ’nın (a.s) yetiştirdiği ve hakkında; “Ben ilmin şehriyim Ali de onun kapısıdır. Şehre girmek isteyen kapıdan gelsin...” buyurduğu Haydâr-ı Kerrâr (a.s) bizden birisi mi?

Kitâbullâh’ı yüzünden dâhi okumaktan âciz nicelerimiz, Kur’ân’ı anlama noktasında kendilerini Ehl-i Beyt İmâmlarından (a.s) daha mı yetkin sanıyorlar?

Ya da; Peygamberin (a.s) ve O’nun hak vârislerinin Allâh’ın Kitâbına ilişkin açıklamaları, devrini doldurmuş açıklamalar mıdır? Bunlar çağımız insanını bağlayıcı deliller değil midir? Yoksa biz kendi kendimizi veya bazı büyüklerimizi(!) nefsimize hoş gelen açıklamalar yaptıkları, yeni oluşan her görüş ve ideoloji ile uyumlu oldukları için, onüçüncü, ondördüncü, onbeşinci, bilmem kaçıncı İmâmlar(!) olarak mı kabul ediyoruz?

Sorularımızı doğru bir şekilde anlayıp, kavrayıp, yine de “...Ben bildiğimden şaşmam. Atalarımın yolu ne ise onu uyarım. Gerekirse Oniki İmâm’ları (a.s) da çiğner geçerim. Benim için ölçü, içinde bulunduğumuz toplumun değer yargılarıdır, gelenekleridir, görenekleridir, adetleridir, vs...” diyenlere bir sözümüz yoktur. Onlara sadece şunu deriz:“Sizin dîniniz/yolunuz size, bizim dînimiz/yolumuz bizedir.”, “...Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz ise sizedir...” [Bakara (2): 139], “...Allâh size selâmet versin, biz câhillerle (sohbet etmeyi) bir olmayı istemeyiz.” [Kasas (28): 55]

Yüce Kur’ân’ın âyet meallerine kabaca bakar ve kendi kendimize bahsi geçen âyeti anlamaya çalışırsak, şu sorularında cevaplarını doğru ve tatmin edici olarak vermemiz gerekir:

1-Ramazân Ayı’na eriştiğimiz nasıl bilinir?

2-Kur’ân’da ifâde edilen oruç Ramazân Ayı’nın kaç günüdür?

3-Oruç ne vakit başlar, ne zaman sona erer?

4-Oruçlu iken nelere dikkat edilir? Orucu bozan şeyler nelerdir?

5-Âyetteki hastalıktan kasıt nedir? Hastalığın ve seferî olmanın ölçüleri neye göre belirlenir?

6-Buradaki oruç emri bir tavsiye niteliğinde midir? Yoksa farz olan bir emir midir?

7-Hiç bir sebep ve mazeret yok iken bu ay da orucunu tutamayan kimselerin durumu nedir? Bu şekilde tutulmayan oruçlar ve bu orucu tutamayanlar hakkında ne hüküm verilir? vs...

Bu ve benzeri sorularımızın yanıtını, Cennet gülü Efendimiz (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) önderlerini dışlayarak kendi görüş ve aklımıza göre vermeye kalkarsak, her halde yer yüzünde kafa adedince din zuhûr eder ve herkes de kendi anlayışının islâm(!) olduğunu savunur, onun dışındaki görüşleri ise bağnazca ve bir zulüm ile din dışı bilir.

Oysa bizler inanıyorduk ki; “Kim Kur’ân’ı kendi görüşüne uydurmaya kalkarsa cehennemdeki yerine hazırlansın.” sözü yüce bir hakîkatin ifâdesiydi.

Evet... Yine bizler şu gerçeğe inanmıştık ki; Peygamberimiz (a.s) bizlere vedâ hutbesinde iki emânet bırakmış idi; Bunlar Kur’ân ve Ehl-i Beyt idiler. Ve bunlar kıyamete kadar birbirlerinden ayrılmayacak emânetlerdi.

Yine Peygamberimiz (a.s) buyuruyorlardı ki; “Ehl-i Beyt’imin aranızdaki misâli Nûh’un (a.s) gemisi gibidir. Binen kurtulur. Binmeyen helâk olur.”[1]

Hani, Nûr yolunun ışığı Peygamberimizin (a.s); “Benden sonra Oniki emîr (halîfe) geldiği müddetçe İslâm azîz olacaktır.” buyruğuna istinâden Oniki İmâm’ı (a.s) Peygamberin halîfesi zâtlar ve Kur’ân’ın gerçek açıklayıcıları olarak kabul ediyorduk?

Muhammedî Nûrun devrindeki ışığı İmâm Muhammed Bâkır (a.s) buyurmuşlardır; “...Hadislerimize kulak veriniz ve bizi yalanlamayınız. Kim her hangi bir konuda bizi yalanlarsa bilsin ki Peygamberi (a.s) de yalanlamış olur. Peygamberi yalanlayan da Allâh’ı yalanlamış olur. Allâh’ı yalanlayana da Allâh şüphesiz ki azâb edecektir...”[2]

Yeter artık düşsün maskeler, açılsın çehreler, belirlensin saflar...!

Çıksın artık ortaya; Kim Kur’ân’a taraf, kim de yalana? Kim Muhammed’e (a.s) tâbî, kim Ebû Leheb’e? Kim Ali’ye (a.s) bağlı, kim deliye? Kim Hüseyin’e (a.s) yoldaş, kim Yezîd’e gardaş? Kim Oniki İmâm’a (a.s) uyar, kim şeytânla ayar???

İslâm’da, farz oruç dendiği zaman öncelikle Ramazân Ay’ı orucu akla geliyorsa da,[3] orucun bir çok çeşitleri vardır. Oruçların çeşitleri gerek Kur’ân âyetlerinin işâretleri ile, gerekse Resûlullâh’ın (a.s) ve Oniki İmâm’ların (a.s) beyânları ile açıklanmıştır.

Bakara sûresi(2) 183-184-185. âyetlerinin beyânıyla Ramazân Ay’ı orucunun farz olduğu açıklandığı gibi, hanımlarına zıhâr edenlerin de Mücâdele sûresi (58) 3-4. âyetlerinde belirtildiği üzere duruma göre aralıksız iki ay oruç tutmaları, bir müminin hata ile öldürülmesi hâlinde de tevbenin kabulü için âyette belirtilen duruma göre iki ay aralıksız oruç tutulması da... vs. farz olan oruçlardan bir kaçıdır.[4]

Rivâyete göre yaklaşık on çeşit farz oruç belirtilmişken bu farzlardan bir kısmı herkesi bağlayıcı farzlar olmayıp yalnızca ilgili kimselerle alakalıdır. Ancak Ramazan Ay’ı orucu ise Bakara 184-185. âyetlerde belirtilen yolculuk, hastalık ve benzeri özel durumlar dışında, her Müslüman’a tutması farz kılınmış bir oruçtur.

www.ehlibeytyolu.tr.cx
Muhammedî
Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman
Cevapla

“Oruç” sayfasına dön