Mezar notları...

Ölümden sonra tekrar dirilip, adaletin tecelli edilişi...
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Mezar notları...

Mesaj gönderen MERDAN »

Onbir

Namaz için camiye uğradığımda, musalla taşındaki cenazenin
başında, el pençe, boynu bükük iki kişi bekliyordu.

Cemaat farzın sonlarındaydı.

Şadırvanda abdest almaya başladım.

Çelenklerle doluydu tabutun etrafı.

Bir grup iç avluda, bir grup caminin dış duvar diplerinde, ana giriş kapısının
önünde, arabaların arasında, yakalarında meyyitin resmi olduğu halde
bekliyorlardı.

Yorum yok nadide çiçeklerden oluşturulan çelenklere,

yorum yok tabutun başında bekleyenlere

ve yine yorum yok yakınlarının, meyyiti uğurlayanların neden içeride veya
namazda değil de, dışarıda beklediklerine!.

Şaşırmadım, alışılagelen bir haldir bu..

Ben abdestimi aldım, şadırvanda oturarak bekliyordum.

Cemaat dışarı çıktı, saflar dizildi. İmam önde, camiden çıkan cemaat
imamının arkasında, ölü imamın önünde.

Ölünün en yakınları caminin avlusunun dışında kılınan cenaze namazını
seyrederek bekliyorlardı.

Ahlar, vahlar, iyi insandı, şöyle İnsandı, böyle İnsandı sesleri..

Cenaze namazı kılındı. Hoca cemaate döndü;

“Mevtayı nasıl bilirsiniz?” diye sordu. Cemaat kurulmuş saat gibi öttü.,

“İyi biliriz”

“Allah taksiratını affetsin..”

İmam, şadırvanın yanındaki özel odada.
Ölünün birinci dereceden akrabaları, ya da birinci dereceden defni ile
ilgilenen yakınları ise imamın karşısında, imamı dinliyorlar.
“Mezara gelirim ammaa.
“Tabi hocam”
“Önemli değil hocam”
“Ben takdim edeyim mi Arif bey?”
“Hediyenizi telkinden sonra da verebilirsiniz..”
Kulaklarımı tıkadım duymamak için ama duyuyordum,
duymuştum bu pazarlığı!.

Bir insan ölmüş, defninin, gaslinin hediyesi var!
Hele din işlerinden hiç anlamıyorsanız, o an ki hüznünüzün, duygularınızın,
vicdanınızın sesine veya aldığınız yalan yanlış din bilgisine göre amel
etmeye kalkarsanız, hediyeniz büyük olacaktır.

Meyyitin oğlu, hocaefendinin koluna girdi:

“Sayın hocam, merhum babamdır, burada, mezarda, mezardan sonra, evde,
camide, yedisinde, kırkında, elli ikisinde, hatminde, mevlidinde ne
gerekiyorsa yapınız, masraflarınızı tesbit ediniz. Size bu çeki bırakıyorum,
diğer hocaları da siz ayarlarsınız”

Ölünün yakınları yastayken, hüzündeyken, dertliyken hoca eline gelen
çek ile yepyeni bir sevinç atmosferine girivermişti.

Ölümün ne güzel bir nimet olduğunu düşündü!.

Tabi ki başkalarının ölümü!.

Bu din tüccarlarının gözlerine nefret ve öfkeyle baktım.

Hak ve hakikatten habersiz gözlerinde; çölde bir cesetle karşılaşan
ve o cesete menfaat duygularıyla saldıran bir akbaba ifadesi,
bir akbaba bencilliği iğrenç bir şekilde beliriyordu.

Bütün bu olanlara garip bakan, anlamlı bir çift göz aradım cenazeyi
uğurlayanlar arasında,
bulamadım, bulamadım aradığım bakışları..

Şadırvandan doğruldum, caminin camlarında kendimi ve yalnızlığımı gördüm.

Ölümünün üçüncü gününde, mezkur meyyitin, mermerlenen mezarında
şunlar yazılıydı. D. 1925-ö. 1985 Ruhuna Fatiha Holding Kurucularından..

Mezara ve mezar taşına bakarak düşündüm.

Hatırladım Allah'ın ayetlerini.

“Karun Musa'nın kavmindendi.
Onlara karşı azgınlık etti.

Biz kendisine öyle hazineler vermiştik ki onun (hazinelerinin) anahtarlarını
(taşımak) güçlü bir topluluğa ağır geliyordu.
Kavmi ona demişti ki; "Şımarma, Allah, kibirlenip şımaranları sevmez.”

“Allah'ın sana verdiği bu servet için de ahiret yurdunu ara, dünyadan da
nasibini unutma.
Allah sana nasıl iyilik ettiyse, sen de öyle iyilik et. Yeryüzünde
bozgunculuk etmeyi isteme, çünkü Allah bozguncuları sevmez.”

“Bu servet bende bulunan bilgi sayesinde bana verildi” dedi.
O (mağrur) bilmedi mi ki Allah, kendi¬sinden önceki nesiller arasından,
kendisinden daha güçlü ve ondan daha çok cemaati bulunan nice
kimseleri helak etmiştir.”

“Karun süsü, debdebesi içinde kavminin karşısına çıktı.
Dünya hayatını isteyenler;

“Keşke Karun'a verilenin bir benzeri de
bize verilseydi, hakikaten o büyük nasip sahibidir” dediler.”
Kendilerine bilgi verilmiş olanlar ise;

“Yazık size, inanan ve iyi iş yapan
kimse için Allah'ın sevabı daha hayırlıdır. Buna ancak sabredenler
kavuşturulur” dediler.”

Nihayet biz onu da, evini de yere batırdık. Allah'a karşı ona yardım edecek
bir topluluğu olmadı. Kendi kendini savunup kurtulanlardan da değildi.”
“Dün onun yerinde olmayı isteyenler;

“Vay, demek Allah, kullarından
dilediğine rızkı açar ve kısar. Allah bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de yere
batırırdı. Demek, kafirler gerçekten iflah olmaz” dediler.”

“İşte ahiret yurdu. Onu yeryüzünde böbürlenmek ve bozgunculuk
etmek istemeyenlere veririz.
Güzel sonuç, günahlardan sakınanlarındır.”
“Kim bir iyilik getirirse ona, ondan daha güzeli vardır.
Kim kötülük getirirse, kötülükleri yapanlar, ancak yaptıkları kötülük kadar
cezalanırlar,” [4]
Evet,
Karun bir zengindi, bir azgındı ve Öldü. Rabbini dinlemedi. Rabbinin emirleri
kendisine iletildiğinde kibirlendi, şımardı.

Acaba şu an toprağın altında yatan Holding'in kurucusuna da nasihat eden,
tebliğ eden oldu mu?

Bilmiyor muydu, hayatın sadece bu dünya hayatından ibaret olmadığını?

Bilmiyor muydu, o malı mülkü ve serveti, kendisine Allah'ın verdiğini ve bu
mal ile imtihan edileceğini?

Bilmiyor muydu, bir fakirin, bir işçinin hakkını gaspettiği zaman bunun
hesabını tek tek vereceğini?

Bilmiyor muydu, kazanma ve harcama konusunda Allah'ın hükmü olduğunu
ve bu hükümden sorguya çekileceğini?

Acaba bilmiyor muydu, malını, mülkünü ve güç sahibi gördüğü dostlarını
geride bırakarak, onlardan koparak alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'ın
huzuruna yalnız, yapayalnız ve çırılçıplak bir şekilde çıkacağını,
yaptıklarından ve yapması gerekirken yapmadıklarından tek tek hesap
vereceğini?

Bilmiyor muydu bütün bunları?

Yoksa, yoksa biliyor muydu?..
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Mezar notları...

Mesaj gönderen MERDAN »

Oniki

Bir dostun şehadetinin 6. yılında...
Uzun bir süreyi geride bıraktım onsuz.

O yokken onunla geçen bir zaman şeridini geride bıraktım.

Sıkılıyordum.

Yalnızlığım zirvelerde, yalnızlıktan öte bir yalnızlık kucağında, karamsar,
hüzünlü, düşünceli, kanayan bir yara gibi duruyordu.

Umut, serinletici, ferahlatıcı bir ab-ı hayat gibi beni diriltiyor, bilemediğim,
yanların beni kavuşturacağı olaylar arasında gezinen hayal dünyamın
ayakları bir mezarın taşına takılıyor, yere düşüyordum, elim toprağa değiyor,
yarınlar için bildiğim kesin gerçek, ölüm!..

Ölüm bana ne kadar uzak!.. Ölüm bana ne kadar yakın!..
Benim ölüme yakınlığım ne?
Benim ölüme hazırlığım ne?
Benim ölümlere duyarlığım ne?

Ölümde dirilmek için yakın gelecekte bu gurbeti terketmemeliyim.
Bu gurbetin terki kendi elimde değil ki.

Vakit gecedir ve hiç bir horoz ötmemiştir.
Gökyüzünde ay yoktur.
Kentin sabahına çok var.
Ama benim sabahıma çok az kalmış olabilir.
Sabaha, güneşe hazır mıyım?
Daha bu gecede kalmalıyım. Sabaha geçiş bu geceden.
Güneşe varış bu geceden.
Uğraşı vermeliyim.

Bu geceyi değerlendirirsem; Rabbimin katında değerim artar,

Uyumamalıyım.

Herkesin uyuduğu, uyutulduğu bir gecede uyanık kalmak güç olsa da
uyumamalıyım.

Gurbetim uzun olsun gam değil. Bu gurbeti Allah adına yaşamalıyım,

Allah adına sevmeliyim, çekmeliyim.

Bu gurbetim biterse, Rabbimin rızasını kazandıracak eylemlerim de bitecek.

Çünkü bu gurbetin eylemleri Hak katında ya çok değer kazandırır
ya da kaybettirir.

Ya Rabbi bu gurbette yaşamamı her hayrımın artışına vesile kıl.
Allah'ım hayrı ve hayırlıyı istiyorum. Hayırlara kavuşturacak eylemleri bana
kolaylaştır, güç ve kuvvet ver, sabır ver, irademi güçlendir, hakkımda
ve müminler hakkında hayırlı olanı ver.

Ya Rabbi özümde, içimde, kendine yakın, Seni seven, Sana her şeyini
veren, şer ve kötünün el atamadığı şeytanın ve uşaklarının sokulamadığı,
Senin yolunda bin kez yok olsa, tekrar Senin yolunda ölmek üzere
bin kez varolmayı arzulayan, sıkıntıların, hüznün onu asla sarsmadığı,
dünyanın bir sivrisinek kadar değerinin olmadığı, kutsal eylemlere,
hem de en ağırına, en zoruna talip, beşeri, cahili hiç bir unvana değer
vermeyen, itibar etmeyen, Allah'ı seven birini bulunca, her şeyi ile onu
Allah için seven, Allah'ı bilmeyenlere, idrak etmeyenlere merhametle
eğilen ve net, berrak Rabbani ölçüde tebliğini yapan, hidayetini dileyen,
ama katli vacip olmuş müstekbirler güruhuna kini öfkesi bir dağ kadar
şedit, müstazafın derdini dert edinen, hayatını, ezilmiş sömürülmüş,
aldatılmış halka adayan bir kişiliği dirilten, bu önümdeki şehit dostumun
kabri başında, ihlasla, samimiyetle elimi Sana açarak, içimi Sana açarak,
fazlınla Sen'den en hayırlıyı, en doğru yolu istiyorum. Bu yolun yolcusu
yap beni.

Bu yolun adabını, edebini, disiplinini, eylemlerini bilecek,
yaşayacak gücü kudreti bana ver Ya Rabbi...

Acizliğim, kusurlarım kendimdendir.

Güzelliklerim, iyiliklerim lutfundandır.

Hayırlarda yarışanlardan eyle.

Şehadeti nasip eyle. Kanım Sen'in yolunda aksın. Ölümüm Sen'in için olsun.

Yaşayışım Sen'in için olsun, Ya Rabbi beni hizbinden eyle. Şeytanın
hizbinden ve şerlerinden beni Sen koru.

Şehitler ölmez.

Allah yolunda ölmeyen, dirileri; toplumun, nabzında bir uyanış, bir diriliş
atışları yapan şehidin kabri; kabri değil, Rabbe yükseldiği, Rabbe kavuştuğu
fiziki manada bir buçuk arşınlık çukur, gerçek manada dünyadan,
dünyalardan daha değerli, kalbimin, kalıbımın, düşüncelerimin, ruhumun
dirildiği, irkildiği yenilendiği kutlu bir mekandayım..

Ne yazayım, ne söyleyeyim bilemiyorum. Bir kuş tüyü kadar hafif, kafesin
demirlerini kıran, silen, yok eden, ruhumun yüceldiğini, beni çok
ötelere çektiğini, şartlanmış perdeli gözlerin göremediğini, paslı,
tıkalı kulakların duyamadığını, gönlüne Allah'tan başka sevgilerin
yer ettiği kişilerin hissedemediğini, kelimelerin, sözlerin ifadelendiremediği
o anı, o duyguyu hiçbir kalem yazamaz..

Şehid..

Vücudunu Allah'a vermiş, kendisinin Allah'tan geldiğini bilen ve yine kendisini
Allah'a vermekten esirgemiyen, peygamberler, veliler ile birlikte haşrolacak.

Peygamberdeki, Allah (c.c.)'in insanlar arasında kendine elçi, kendine rasul
olarak seçtiği mümtaz, pak, temiz, ismet sıfatına sahip, yeryüzünde hiçbir
kire bulaşmamış masum şahsiyetler.. Allah şehidi, onların yanına koyuyor.

Allah şehidi onlarla birlikte yanına alıyor, huzuruna alıyor. öte alemde sorgu
yok, sual yok.

Tüm dünyayı ve içindekileri verseler, mü'min yolundan döner mi?

Mü'min insan yolundan sapar mı?

İnancından taviz verir mi?

Bu dünyanın nimeti, ahiretin yanında okyanusun bir damlasının binde biri.

Yok olmaya, kaybolmaya mahkum.

“Helalinin hesabı, haramının azabı olan bu dünya” baki değil.

Bu dünyanın korkusu, tehlikesi, sıkıntısı, elemi, işkencesi, ahiret azabının
yanında nedir ki?

Mü'min insan dünyevi korku ve tehditlere aldanıp yolundan sapar mı,
taviz verir mi, uzlaşır mı hiç...

Şehid, kamil imanını kanıyla eyleme döken, sulayan ve halka, topluma dipdiri
mesaj veren insandır.

“Cihad etmeyen ve cihad etmeyi gönlünden geçirmeyen bir nevi nifak üzere ölür.”

Ya Rabbi, dünyevi menfaatler, namlar, şanlar, itibarlar için değil, sadece ve
sadece Sen'in rızan İçin, bu yolda dirilmek ve dirilmeye vesile olmak için
şehadeti diliyoruz. Bize nasip eyle..Allah'ım

Yolunda yaşamayı bizlere nasip et ki, yolunda ölmeye yüzümüz ve umudumuz olsun..
Kanın yerde değildir şehid kardeşim...
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Mezar notları...

Mesaj gönderen MERDAN »

Onüç

Nasıl yaşadığına bakmadan nasıl gömüldüğüne bir bakalım..

En meşhur(!) imamı getirdiler cenazesine.

Mevlit ekiplerinin sıralanmasında birinci derecede bulunan birinci sınıf
bir hoca. Mevlitlerde en çok parayı alan, parsayı toplayan adam.
Sesi davudi, makamı ünlü, şöhreti yurt dışında tanınmış adam..

Hem neden olmasın ki!

Masraftan mı kaçılacaktı?

Meyyit dünyadan ayrılmıştı ama dünyanın servetini bırakmıştı varislerine.

Çiçekçilere de gün doğmuştu.

Bir katliam sonrası kazıklara geçirilen binlerce kelle gibi binlerce çiçek
dalından koparılmış ve kargılara geçirilerek çelenklere bağlanmıştı.

Mevtanın tanımadığı daha doğrusu mevtayı tanımayan pek yoktu.

Onun ölümüyle boşalan koltuğuna yine ölmeye namzed olan başka
kimseler oturacak ve hiç ölmeyeceklermiş gibi sosyal, siyasal ve
ekonomik İlişkilerini devam ettireceklerdi.

Bu nedenle cenazeye gönderilen çelenklerin siyasal ve ekonomik önemi vardı.

Binlerce firmanın ve kuruluşun gelecekteki menfaatleri açısından büyük
büyük çelenkler gönderilmiş ve bu çelenklerin üzerinde parti isimleri,
holding isimleri, firma ve kuruluş isimleri yazılmıştı..

Aynı zamanda bu isimlerle reklam da yapılmış oluyordu.

Çünkü ünlüler oradaydı, basın oradaydı, televizyon oradaydı.

Reklama bağlı bir dünyada yaşandığı için bu fırsat tabi ki
değerlendirilmeliydi.

Rahmetsizin ölümüne çiçekçilerle birlikte, onun zulmünden bıkan
mustazaflar da sevinmişti.

Nitekim hiçbiri cenazeye gelmemişti.

Gerçi onların gelmesine de gerek yoktu.

Çünkü her yer zaten dolmuştu.

Cenaze törenine gelip de cenaze namazına katılmayanlar büyük
çoğunluğu oluşturuyordu.

Hem neden kılsınlar ki! Farz-ı ayn'ı yaşamayan bu bir yığın nursuz
insan, farz-ı kifayeye mi katılıcak?

Caminin avlusuna kadar geldiler ya!

Bayramlarda bile camiye gelmeyen bu insanlar, büyüklerini öte dünyaya
yolcu ederken camiye kadar geldiler, yetmez mi!.

Ölümden sonraki hayatı inkar eden ve konuyla ilgili safsatalarını birçok
mecmuada tehşir eden ve mevtanın en yakın arkadaşı olan
ilerici profesör de oradaydı.

Yakından yüzüne baktım. Yüzü karanlıktı..Belki de inkarının pis gölgesi
yüzüne vuruyordu. Yoksa ölüme getirdiği materyalist yorum ile
fıtratındaki duygular mı çatışıyordu!.

Zavallı profösör, mevtayı ne kadar çok severdi. Üç gün önce makamında
kabul gördüğü, görüştüğü ve çok sevdiği bu adam şimdi az ilerde
tahta bir kutunun içinde upuzun yatıyordu.

Bu adam toprağa karışıp, yok olup gidecek miydi?

Yaptıklarının karşılığı yok muydu?

Ölümle her şey bitiyor muydu?

Bütün bunları inkar eden profösör acaba şimdi ne düşünüyordu?
Yanına gelen bir talebesi benim de duyabildiğim bir sesle fısıldadı.

“Hocam, bu şimdi yok olmadı mı?”

Öğrencinin tabutu gösteren elini eliyle indiren profösör başını sallayarak

“Evet” dedi.

Öğrenci gözlerini hayretle açarak tekrar sordu:

“Bir yok için bunca merasim niye? Niye geldik buraya?”

Soruya canı sıkılan profösör Öğrenciye omuzunu çevirerek benden tarafa
döndü. Kendisini tanıyanların yaptıkları gibi hafifçe başımı salladım
ve başını sallayarak karşılık verdi.

Beni tanıyabilmek için bana bakarken tabutun üzerindeki örtüyü
göstererek sordum;

“Beyefendi tabutun üzerindeki örtüde” Allah'tan başka ilah yoktur ve
Muhammed Allah'ın Resulüdür.” yazılı. Mevtanın bu ifadeyi kabul etmediğini
siz de biliyorsunuz, Bunun yerine mevtanın sık sık tekrarladığı

"Ne mutlu demokratım diyene” yazılı bir örtü konsaydı daha iyi değilmiydi?

Yüzünü buruşturarak uzaklara bakmasından cenaze merasimine geldiği için
pişman olmaya başladığı anlaşılıyordu.

Cenaze namazı için hazırlıklar tamamlanmıştı.

Bu tür merasimlerde cami cemaatının tavırlarını hep hayretle seyretmişimdir.

Ölen adamın oğlu, kardeşi, akrabası, dostu ve bir yığın insan kazık gibi dinelip,
cenaze namazını kılmazlar iken cami cemaati ölenin kimliğine önem
vermeden büyük bir iştahla namaza dururlar!.

Namaz kılacaklar saflardaki yerlerini alırlar.

Kılmayanlar ise en arkada sessiz bir bekleyişte.

“Er kişi niyetine...” dedi müezzin efendi!. Gür sesli imamın “Allâhuekber”
tekbiri, en arkada duranlar, Allah'tan başka büyükler tanıyanlar
ve kendilerinin büyük olduğuna inananlar tarafından da duyuldu.
“Allah büyüktür” tekbiri imamın gür sesiyle üç kez tekrarlandı.

Namazı kılanlar da içinden tekrarladı bunu.

Ve imam döndü

“Merhumu nasıl bilirsiniz? Hakkı hukuku olan helal etsin” dedi.

Bütün ağızlar gayri ihtiyari açıldı.

“İyi biliriz,”

“Helal olsun,”

“Allah rahmet etsin, “Ruhu için fatiha” denildi.

Canlılar için bir dua, bir şükür olan fatiha, bilinçsiz ağızlar tarafından bilinçli
bir kafire tekrar okundu.

Askerler yerlerini aldı. Bando ölüm marşını çalıyordu. Arabalar doluydu.
Bir gurup yürüyordu. Cenaze resmi tören için makamın olduğu binaya
getirildi, Bayraklar yarıya indi. Üç dakikalık saygı duruşu yapıldı.

Ve oradan görülmemiş bir kalabalık sel gibi mezara aktı.

Kimler yoktu ki bu cenazede merasiminde!

Meclis üyeleri, bazı milletvekilleri, resmi din görevlileri, artistler, yazarlar,
tüccarlar, parti yetkileri, kanun koyucular, kanunları koruyanlar
ve kanunlara uyanlar hep ordaydı.

Binlerce dönüm araziye sahip mevta için iki metre uzunluğunda elli santim
genişliğinde yani toplam bir metrekare olan bir çukur kazılmıştı.

Mutad olduğu üzre cenaze defnedildi. Herkes son görevini yapmanın
verdiği huzur ile kabirden yavaş yavaş ayrılıyordu.

Mezar imamından başka meyyitin kabri başında kim¬se bırakılmadı.

İmamın yalnız başına kabrin başında kalışı bazı meraklı gazetecilerin
dikkatini çekmişti.

Gazetecilerden birisi orada bulunan bir din görevlisine yanaşarak
sormaya başladı:
“Kabrin başındaki imam ne yapıyor?”
“Telkin veriyor...”
“Anlayamadım. Biraz açar mısınız?”
“Efendim, ölüye bazı hatırlatmalarda bulunacak.”
“Neyi hatırlatacak?”
“Allah'ı Peygamberi Kitabı, Dini...”
“Bu hatırlatma ona ulaşıyor mu?”
“Ümit ediyorum efendim.”
“Yani diriden ölüye mesaj mı?”

Din görevlisi konuşurken suç işliyormuş gibi cevap veriyordu gazeteciye.

Gazetecinin bunaltıcı soruları karşısında en sonunda susmayı yeğlemişti.
Esasen telkinde yapılan şuydu.

Ölen adam olur ki ölümden sonra münker ve nekir gelip kendisine sual
sorduğunda hatırlayamaz. Diri imam, ölünün kabri başında ölüye bunları
hatırlatmaya çalışır.

“Ey filan kadının oğlu falanca. Hatırla, zikret, şahadeti söyle.
Hatırla, Allah'tan başka İlah yoktur. Allah'tan başka yaratıcı, rızk verici,
öldürücü, diriltici yoktur.

Ey filan kadının oğlu, de ki.,

Ben yegane yaratıcı, rızık verici, öldürücü ve mutlak hakim olarak
sadece Allah'ı tanıyorum. Allah'tan başka İlah yoktur.

De ki.
Rabbim Allah, dinim İslam, peygamberim Hz. Muhammed Mustafa..

De ki.,
Bana rehberlik eden Kitab'ım, Kur'an'ı Kerim'dir.
Hatırla bunları ey ölü, ve de ki.

Terbiye edicim, koruyucum, kendisine itaat ettiğim, hüküm ve yetki
sahibi bildiğim Sen'sin Rabbim.

Ey filan kadının oğlu de ki.

Ya Rabbi ben ancak Sana kulluk edileceğine, Sen' den yardım
dileneceğine, Sana itaat edileceğine inanırım.
Sen benim yegane Rabbimsin.

Hatırla ey ölü, hatırla bunları...

Verilen telkin ile bunlar hatırlatılır ölüye.

İslam'ı bilen kardeşlerimiz “Bu telkinden ziyade açık tebliğdir” diyeceklerdir.

Evet, açık tebliğdir bu!.

Ölülere açık tebliğ!.

Ölülere olduğu için bir sakıncası yok.

Ölülere olduğu için telkin veren imam efendi rahat. Hiç korkmuyor
telkin verirken.

Oysa aynı imamı bir hafta önce mevtanın makamına göndererek

“Adam sağ iken bunları anlat” deseydik, ne mümkün efendim!.
Bize korkuyla bakarak “Siz benim ekmeğimle mi oynuyorsunuz?”
diyecekti.

Fakat artık rahattır!. Korkmasına gerek yoktur. Nasıl olsa ölüdür kabirde
yatan, kabirden kalkıp kendisini işten atacak veya sürgüne
gönderecek değil ya!

Bu rahatlıkla telkin vermeye devam etmektedir.

Telkin veren imama bakarak toprağın altındaki ölüyü düşündüm.

İmam ikide bir “Hatırla.. De ki” diyordu.

Neyi, nasıl hatırlayacak ve nasıl diyecekti ki!..

Sağlığında kimi Rab kabul etmişti?
İ
lahı kimdi? Kime kulluk yapıyordu?

Hangi dine bağlıydı? Hangi dini yaşıyordu?

Kabirde yatan gerçek bir müslüman ise Rahman ve Rahim olan

Allah zaten onu zor durumda bırakmazdı.

Böyle bir sorgulamayla karşılaşacaksa zaten onun için korku yoktu.

Yaşadığı din İslam ise elbetteki “Dinim İslam” cevabını verecekti.
Diyelim ki şaşırdı, söyleyemedi.
Söyleyemedi diye elbetteki hıristiyan veya budist kabul edilmeyecekti!.

Yaşadığı din İslam ise tabi ki gayrimüslim muamelesi görmeyecekti.
Fakat yaşadığı din İslam değilse, diriyken İslam'da değilse ölümünde
verilen telkinin veya ölüsüne verilen tebliğin ne faydası olacaktı?

Bu telkin İslam'a ne zaman ve nerede girmişti?

Dünya müslümanları için mümtaz Önder ve örnek olan Resulullah
dirilere tebliğ ediyor, dirileri uyarıp korkutuyordu. Kur'an'ı Kerim,

Yasin suresinde beyan edildiği gibi dirileri uyarmak için indirilmişti.

Peki bu din görevlileri ne yapıyordu?

Ölülere telkin verip, dirilerden bahşiş toplayan bu şaşkınlar kimdi?

Yoksa gerçek ölüler bunlar mıydı?..
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Kullanıcı avatarı
MERDAN
Mesajlar: 956
Kayıt: 01 May 2007, 22:14

Re: Mezar notları...

Mesaj gönderen MERDAN »

Ondört

Bugünkü okumam tefekkürdü. Düşüncelerim beni ızdıraba sürükledi.

Aynaya baktım. Zaman zaman aynaya bakarım, ikinci bir ben, beni denetler.

Kendimi iyi görmedim.

Kendimi yeterli görmedim. Takvamın zayıflığını hissettim.

Yaptıklarımın, yapamadıklarımın sıkıntısı yüzüme vurmuştu.

Yüzüm bana karanlık göründü.

Sanki ölümü unutmuştum.

Sanki ben öleceğimi unutmuştum.

Neyim ben?

Kimim?

Bir fani, bir kul, bir aciz insan..

Rabbimden nasıl gafil olabilirim?

Ürperdim, sarsıldım..

Rızıkların taksim edildiğini bilmeme rağmen neredeyse fayda vermeyen emel
ve arzuların ölümcül girdabına düşmek üzereymişim.

Ve ben çok azının farkında olduğum lekeli, kusurlu, kirli yanlarımın
arındırılmasından kendimi uzaklarda tutmuşum.

Kur'an'ı anlamayan, İslam'ı yanlış ve eksik bilen, tevhidden uzak,
cahiliyyenin yerleşip kökleştiği bu toplumda.

Kuranla içimi temizleyip, nurlandırarak, tavırlarımı Rabbimin hükmüne göre
denetleyip şekillendirerek, peygamberin tebliğ ve davet konusundaki
hassasiyetlerini kavrayıp, insanın, insanlığın kurtarılması konusunda,
ızdırap duymam gerekirken bu konuda gevşeklik göstermiştim.

Canımız, canlarımız sıkılır, hüzne kapılırız. Yalnızlıkta boğuluruz.

Karamsarlaşırız.

Iztırap içimizi dışımızı kuşatır.

Üzülürüz.

Suskunlaşırız.

Konuşmak istemeyiz hiç kimseyle.

Hiçbir şey yapmak gelmez içimizden.

Bütün bunlar nedendir, niçindir?

Kimin için üzülüyoruz?

Bizi sıkan ne?

Niçin elimiz ayağımız bağlanır?

Eğer dertlerimiz, sıkıntılarımız Allah adına ise, halimize oturup şükredelim
ve yapmamız gerektiğini kavrayıp, yapmamız gerekenleri Rabbimiz
adına, hiçbir telaş, panik, korku, çekimserlik, pısırıklık, uyuşukluk,
cimrilik, çıkarcılık gözetmeden, izzetle, onurla, şerefle bir
müslümanda olması gereken kişiliğe bürünerek yerine getirelim.

Tavırlarımız sözlerimizin gölgesi, en açık yansıması olmalı.

Laf, söz adamı değil, hakkı söyleyen ve yaşayan insan olmalıyız.

Etrafımızda çok görürüz konuşanları, konuştukları gibi yaşayamazlar.
Yapamıyacaklarının edebiyatı ile bir ömür tüketirler.

Üzerine düşmeyen eylem ve ibadetlerin yorum, mütala ve tartışması ile,
her anı bir yakut, bir inci olan kıymetli zamanlarını beyhude yere bitirirler.

Sadece kendilerinin değil, çevresinde iyi niyet ile beklentide bulunan
bir çok samimi insanların da zamanını ve çalışmalarını da mahfederler.

Bazıları yaptıklarını süslü görüp, heva ve heveslerini ilah edindikleri
için böyle davranırlar.

Bunların bazıları cehalet ve gafletten bu konuma düşerler.

Bazılan tağuttan korktukları ve rahatlarının bozulmasını istemedikleri
için böyle davranırlar.

Bazıları satın alınırlar bir eşya gibi, bir ayakkabı gibi bedellidirler,
çıkarcıdırlar, menfaatlerinin doğrultusunda biçilen fiyata göre şekil
ve renk alırlar.

Bir kısmı şahsiyetsizdir, kişilikleri siliktir.

Her eyleminde, her düşünce ve yaklaşımlarında “Acaba bu davranış,
bu düşünce, bu yaklaşım Rabbimin katında nasıldır? Rabbimin
hoşnutluğuna, hükmüne uygun mudur?” deyip, düşünce ve davranışlarında
salih olarak, net olarak ızdırapla Allah'ın hükmünü arayan ve o
hükümden karşılaştığına, can ile baş ile dört elle sarılıp, elinden geldiğince
ihlasla ifa etmeye çalışan, salih insanlara ne kadar da çok ihtiyacın,
Özlemin duyulduğu, nazik, bulanık sorumluluklarla yüklü hazin bir ortamın
içinde mezara geldim...

Doluydum...

Durulmak, dirilmek, yenilenmek, tekrar tekrar tazelenmek için oradaydım.

Mezarlar şehrin dışında, bazı yerlerde şehrin ortasında bir alarmdır.

Mezarlar bir sinyaldir.

Mezarlar bir öte dünyanın varlığından, hesabından gafil olanlara bir ikaz,
bir sirendir, bir tehlike çanıdır.

İsrafil'in surunun bir yankısı duyulur mezarlarda.

Ruhları ve gönülleri dünyanın ve dünya sevgisinin toz ve kiriyle nasırlaşan
insanlar, mezarın siren sesini işitmez ve Ölümün diriltici dersindeki hikmeti,
nasihati anlayıp kavrayamazlar.

Yanı başında siyah boyalı cenaze arabasının geçişinde, hiçbir endişe ve
hiçbir ruhi titreşimi duymayan, duyamayan insan, gaflet çukurunda
katılaşan kalbiyle, donan ruhuyla hüsran denizinde boğulmuş bir ceset
gibidir.

Böylesi yaşayan ölülerin arasında bulunmaktansa, zaman zaman mezarlarda
olmak daha iyi oluyor.

Dünyadaki her tipin, her karakterin mezardaki son durumunu görebilirsiniz,
hissedebilirsiniz.

Orada gözünüz iki dünyayı da görebilir.

Ufkunuz açılır, bakışlarınız fiziki boyutları aşar. Görülmeyeni hissederek
görebilirsiniz.

Ruhun gözü açılır.

Kitab'ın hükümlerine bakar ve o hükümlerin örneklerini ve o hükümlerin
gerçekleştiğini görürsünüz.

Hani Allah'ı ve Allah'ın hükümlerini inkar eden, Allah'a inananlara zulmeden,
sadece Allah'a kul oldukları ve “Rabbimiz Allah” dedikleri için bir çok
insana işkence eden ve bir çok insanı şehit eden müstekbir ve zalimler vardır.

Ve bu müstekbirlerin bir kısmı hala yaşamaktadır.

Ama siz, o kibirlenen, büyüklenen , ilahlık taslayan, firavunlann,
müstekbirlerin kabirdeki halini, mezarda yanı başımızda görebilirsiniz.

Ölecekleri hiç akıllarına gelmeyen, peygamberlerin, inananların kendilerine
haber verdiği Allah'ı ve ahireti inkar eden bu zalimler kabirdedir ve size

Kitab'ınız onların sonunu haber vermektedir. Bu haberi orada görürsünüz,
yaşarsınız.
Onların acı sonunu, yaşayanların da aynı acı sona doğru adım adım
ilerlediğini görürsünüz.

Ve istersiniz ki içinde bulunduğunuz cahili toplumdaki müstekbir ve
firavunları Allah'ın hükmüyle uyarasınız ve istersiniz ki yaşayan insanlar
bu feci akibetten ders alsınlar.

Bir insan düşünün, hem “Allah'a inandım” diyor ve hem de inandığı
Allah'ın hükümlerine gücü oranında boyun eğmiyor, Allah'tan başka
hüküm koyucular tanımış, onlara itaat ediyor. Hem “Allah vardır” diyor
ve hem de varolan Allah'ın kendisinden istediklerini değil, Allah'ın
istedikleriyle çatışan, efendisinin, nefsinin, hevasının menfaatinin
isteklerini yerine getiriyor.

Hangi kişilikte insan tasavur ediyorsanız, o insanların ölüm sonrası
durumunu mezarlarda seyredebilirsiniz.

Hepsi toprakta

Hepsi dünyadan maddi hiç bir şey götürememiş.

Ve hepsi Allah'ın bildirdiği bir öte dünyanın muhasebesinde,

Sanki terliyorlar...

Sanki ceza çekiyorlar...

Sanki ateşteler...

Sanki...

Ve bir kısım insanlar vardır. İnsanlığın yüz akıdır.

Toplumun karanlığında, gecesinde ay gibidirler, yıldız gibidirler.
Allah için yaşarlar, Allah için severler, Allah için verirler,
gayeleri Allah rızasıdır. Allah yolunda bir
çok meşakkat ve eziyetlere uğramışlardır. Kanları dökülmüştür.

Onları görürsün kabirde ve onların ölmediğini, hem bu dünyada, hem de

Allah katında yaşadıklarını, mutluluklarını hissedersin.

Bu mezarlardan, dünya yaşantısına ilişkin pişmanlıklar ve keşkeler değil,
hamd ve şükürler yükselir.

Onların mezarına, onların toprağına bakan gözleriniz aydınlanır.

Onların yerinde ve onlar gibi olmak istersiniz.

“Bunlar gibi olmak için, bunlar gibi yaşamak gerek” dersiniz kendi kendinize.

Öleceklerini ve bu imtihan dünyasının hesabını Allah'a vereceklerini
unutanlara mezardan bir diriliş, bir uyanış, bir muştu sesi götürmek istersin.

Her bir kabirden herbir insanın evine aktarılacak baharın bir bir çiçeklerini
devşirirsin mezarlarda.

Ölüme karşı bakışları miyoplaşmış insanlara, ölümü uzak görmemeleri için
miyop gözlükler bulursun kabirlerde.

Toplumu ve insanları düşünürken kendine bakarsın, bu bakışın objektiftir,
bu bakışın gerçek bir bakıştır ve utanırsın kendinden, hayret edersin
durumuna, temize çıkaramazsın kendini.

Ölülerin arasındasındır,
onların halini görmüşsündür,
onların seslerini işitmişsindir ama sen ölmemişsindir.

Tevbe kapısının kendine henüz açık olduğunu, salih eylemleri yapmaya
fırsat ve zamanın var olduğunu yakinen bilirsin.

Dirilirsin

Yenilenirsin

Ve mezardan, bu umud ile dönersin hayata, bu inanç ile dönersin şehire!.

Fakat bil ki, iyi bil ki, çok çok iyi bil ki, bu dönüşünün olmayacağı
gün de gelecektir!..

O gün belki de çok, çok yakındır.


-------------------------------------------------------------------------------

[1] Kıyamet: 75/5, 10-11. [2] Fecr: 89/24. [3] A'raf: 7/35. [4] Kasas: 28/76, 83.
Allahım bana adaletinle değil, merhametinle davran. İMAM ALİ (A.S)
Cevapla

“Ahiret (Mead) İnancı” sayfasına dön